Gelibolu Tarihçesi, Tarihi Yerleri, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Gelibolu, Çanakkale iline bağlı bir ilçe merkezidir. Aynı adı taşıyan yarımada, Çanakkale Boğazı'nın kuzey giriş kısmında, denize doğru uzanan bir yüksekliğin üzerinde bulunur. Şehrin ve yarımada'nın adının "gemi şehri" veya "güzel şehir" anlamına gelen Kallipolis veya Gallipolis'ten geldiği düşünülür, ancak bu konuda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. XIV. yüzyılın başlarından itibaren, bu bölgeye yönelik Türkmen beylikleri tarafından Gelibolu adıyla anılmıştır. Aydınoğulları'nın tarihini içeren Düstûmâme'de "Gelibolu" şekli kullanılmıştır. Kemalpaşazâde, Gelibolu'nun adının ve kuruluşunun "Kalipoli" olduğunu ve "poli"nin Rumca "şehir", "Kali"nin ise Bolayır tekfurunun kızının adından geldiği söylentisine yer vermiştir.

Tarih açısından, kesin bilgilere ulaşılamayan Gelibolu çevresindeki ilk yerleşimlerin Traklar tarafından gerçekleştirildiği düşünülmektedir. Daha sonra, Foçalılar ve Miletli'lerin bu bölgede kolonileri olduğu belirtilir, ancak bu dönemlerde Gelibolu adında bir yerleşim yeri bulunmamaktadır. Gelibolu'nun tarih boyunca birçok kavmin geçiş yolu olması nedeniyle stratejik noktalarda bazı istihkâmlar kurulmuş olabileceği tahmin edilmektedir. Gelibolu yöresinde yapılan araştırmalarda, şehrin 16 km doğusunda Duran çiftlik kesiminde bazı antik kalıntılar bulunmuştur. Muhtemelen, Gelibolu bugünkü konumunda Roma İmparatorluğu döneminde bir kale olarak öne çıkmaya başlamıştır. Şehir, Roma İmparatorluğu ile Pontus Krallığı arasındaki çekişmelerde önemli rol oynamıştır. Bizans döneminde Gotlar'ın ve ardından Hunların saldırılarına uğramıştır. 441 yılında Trakya'ya inen bir Hun ordusunun tahrip ettiği şehirler arasında Gelibolu da zikredilir. Bizans İmparatoru I. Justinianos tarafından tamir ettirilen kale, zamanla önemli bir liman ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Arap ordularının İstanbul'a yönelik seferlerinden etkilenen bu bölge, Haçlı ordularının Anadolu'ya ulaştıkları bir geçiş noktası olmuştur. Gelibolu, 1204'te Latinler'in kontrolü altına girmiştir. Bir süre sonra İznik İmparatoru III. İoannes tarafından geri alınmıştır (1233).

Osmanlı döneminde Gelibolu, Trakya ve Balkanlar'a yönelik önemli bir harekât üssü haline geldi. Hatta ilk Paşa sancağının merkezi de burasıydı. Süleyman Paşa, 1357'de öldüğünde Bolayır'a bir cami ve imaret yaptırarak ve vakıflar tahsis ederek defnedildi. 13 Ağustos 1366'da Savoy Dükü Amedeo, bir Haçlı filosuyla Gelibolu'yu alıp 14 Haziran 1367'de tekrar Bizans'a geri verdi. Bu durum, Osmanlılar'ın Balkanlarla olan ilişkilerini kesintiye uğrattı. Ancak, Bizans İmparatoru IV. Andronikos'un, 1. Murad'ın ısrarlı talebi üzerine kaleyi Osmanlılara bırakmasıyla Gelibolu, 1376'daki ikinci fetihle kesin olarak Osmanlı hakimiyetine girdi. Bu, Osmanlı ordusu için bir geçit yeri ve deniz üssü haline geldi. Yıldırım Bayezid, kaleyi yeniden tahkim ettirerek limanı genişletti ve iki kule inşa ettirdi. Ticari menfaatleri ciddi şekilde etkilenen Venedikliler, Gelibolu'ya karşı saldırılarda bulundular. Fetret dönemindeki karmaşık ortam, Venediklilerin faaliyetlerini hızlandırdı. Osmanlı şehzadesi Musa ile bir anlaşma yaparak boğazdan serbest geçiş sağladılar; ancak Gelibolu, Çelebi Sultan Mehmed döneminde Osmanlılarla Venedikliler arasında ana tartışma konusu oldu. 1415'te Osmanlı donanması Gelibolu'daki adalara saldırdı ve bunun üzerine Venedik filosu Gelibolu'ya gelerek Osmanlı donanmasını tahrip etti. Venedik kaynaklarına göre 12 Osmanlı gemisi ele geçirildi ve 4000 kişi öldürüldü. Ancak Venedikliler boğazın kontrolünü ellerinde tutamadılar. 1423 ve 1430'da Venedikliler Gelibolu'ya saldırdılar ancak büyük bir ilerleme sağlayamadılar. Bu arada şehir, II. Murad ile amcası Mustafa (Düzmece) arasındaki mücadelelerde önemli bir rol oynadı. Mustafa, Gelibolu'ya hâkim olmuştu ancak burayı müttefiki Bizanslılara vermedi. Gelibolu'nun sıkı kontrolü, II. Murad'ın Rumeli'ye geçişini engelledi. Nihayet Ceneviz filosunun yardımıyla Gelibolu yakınına çıkarak şehri ele geçirdi.


İstanbul'un fethine kadar önemli bir askeri deniz üssü olan Gelibolu, Fatih Sultan Mehmed döneminde ciddi şekilde tahkim edildi. Çanakkale'de karşılıklı iki hisar yapılarak şehrin ve boğazın korunması sağlandı. Böylece Gelibolu ve İstanbul'un müdafaası Çanakkale Boğazı'ndan başladı. Ancak Gelibolu, 1515'te İstanbul'da Haliç Tersanesi'nin faaliyete geçmesiyle deniz üssü olma özelliğini yitirmeye başladı. Yine de deniz seferleri için önemli bir ana üs olarak kaldı. 1. Ahmed, 1613'te şehri ziyaret ederek önemli türbeleri ziyaret etti. XVII. yüzyılın ikinci yarısında, Girit seferi sırasında tekrar ön plana çıktı ve Venediklilerin boğazda başlattığı ablukadan etkilendi. Venediklilerin abluka faaliyetleri XVII. ve XVIII. yüzyıl başlarında devam etti. 1770'teki Çeşme faciasından sonra Gelibolu, yeni bir tehditle karşı karşıya kaldı. 1790'lardan itibaren Hafız Mustafa adlı bir ayanın etkisi altına girdi ve bazı karışıklıklar yaşandı. Gelibolu, Çanakkale Muharebeleri sırasında bombalandı ve yer yer tahrip oldu. Ancak 4 Ağustos 1920'de Yunanlılar tarafından işgal edildi, ancak 3 Ekim 1922'de terk edildi. Cumhuriyet döneminin başlarında bir vilayet merkezi oldu (1923) ve 1926 yılında ilçe merkezi haline getirildi.

Fizikî, Kültürel ve Sosyoekonomik Yapı.Gelibolu tarih boyunca Avrupa ile Ana­dolu arasında önemli bir güzergâh nok­tası olduğu gibi korunaklı limanı, boğaz­dan Marmara’ya geçişte ve dolayısıyla İstanbul’a ulaşma yolunda son büyük is­tasyon olarak da dikkati çekmiştir. Bu­rası Marmara’ya geçişi kontrol eden yer­de âdeta İstanbul’un kilidi vasfını taşı­maktaydı. 1613’te i. Ahmed’in şehri zi­yaretini anlatan Mustafa Safî burayı “deryâ-i sefidin kilidi” şeklinde tarif eder. Bu stratejik önemi şehri, İstanbul’u kontrol altında tutmak ve Balkanlar’a açılmak isteyenler için elde edilmesi gereken bir hedef haline getirmişti. Bizanslılar ya­nında Karadeniz ve Akdeniz ticaretini ellerinde tutan Venedikli ve Cenevizliler bu yolda büyük gayret sarf etmişlerdi. Batı Anadolu’daki Türkmen beyliklerin­den Karesi ve Aydınoğullan da buraya yönelmişlerdi. Osmanlı hâkimiyetinde şehir bir deniz üssü. geçit yeri ve tica­rî merkez oldu. Aynı zamanda Osmanlı Acemi Ocağı’nın merkezi de burasıydı. 1394’te H. J. Schiltberger. adını “Kalipoli” şeklinde yazdığı bu şehirden Ana­dolu’ya geçmiş ve burayı kale-şehir ola­rak tarif etmiştir. Nitekim onun buradan ge­çişinden bir süre önce 1390’da Yıldırım Bayezid’in emriyle Sarıca Paşa kaleyi müstahkem hale getirmiş, limandaki havuzlan temizletmiş, girişini zincirle kapattırın ıstı. Osmanlı fethinden çeyrek asır sonra 1403’te Gelibolu’dan geçen Kastilya elçisi Clavijo şehrin Süleyman Çelebi’nin idaresinde olduğunu, Osman­lı harp gemilerinin burada bulunduğu­nu, büyük tersane ve havuzların yer al­dığını belirtir. Clavijo limanda kırk ka­dar gemi görmüş ve kalede kalabalık as­kerlerin varlığından da söz etmiştir. 1422’de şehri gören G. de Lannoy da buranın bü­yük bir şehir olduğundan ve limanından bahseder.



Gelibolu hakkında en ayrıntılı bilgiler, XV ve XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerin­de bulunmaktadır. 1475 tarihli deftere göre Gelibolu kırk mahalleli büyük bir şehir durumundaydı. Mahalleleri genellikle bir mescid veya ca­mi etrafında teşekkül etmiş olup en ka­labalık olanlarını Sarıca Paşa İmareti, Ha­cı Hamza, Ahmed Bey, Kırımlı Hızır, Hacı Tannverrniş, Sofu Halil ve Suyağı mescidleri mahalleleri oluşturuyordu. Özellikle II. Murad ve II. Mehmed devri vezirlerin­den Sanca Paşa’nın yaptırdığı imaret (846/1442-43) bir başka önemli yerleş­menin çekirdeğini oluşturmuştu. I. Murad’ın inşa ettirdiği caminin çevresi de önemli yerleşme birimiydi. Mahallelerin birçoğunda müslüman ve gayri müslim nüfus birlikte yaşamaktaydı. Müslüman hâne sayısı otuz dokuz mahallede top­lam 860 kadardı. Ayrıca dış mahalle ola­rak kabul edildiği anlaşılan Kozludere köyünde otuz dört hâne daha bulunu­yordu. Şehirde dört hâne kadar hepsi Türkçe ad taşıyan “Ermeniyan cemaati” vardı. Otuz iki mahalleye dağılmış olan gayri müslimler 184 haneden ibaretti. Defterdeki kayıtlarda bunların “kadim” Gelibolu ahalisinden olduklarının belir­tilmesi, şehrin ikinci defa anlaşma şart­lan ile tesliminin bir sonucu olmalıdır. Osmanlılar’a teslim edilirken bir kısım Rum ahali burada kalmıştı. İstanbul’un fethinden sonra Rum halkın ileri gelen­leri İstanbul’a gitti; geri kalanların bir kısmı Kozludere yakınlarına ve Eski Ge­libolu denilen yere yerleşti. Frenk adıyla kayıtlı mahallede ise beş hâne Latin asıl­lı tacir bulunuyordu. Öte yandan şehir­de kalabalık bir gemi reisleri topluluğu vardı. Bunlar doksan üç bölükten ibaret­ti ve her bölük bir gemiye (kadırga) te­kabül etmekteydi. İlk bölük kaptan bö­lüğü olup otuz iki azeb. yedi mehter, beş komi denilen hizmetlilerden müte­şekkildi. Diğer bölükler genellikle bir reis, bir seroda. iki komi ve dokuz azeb-den oluşuyordu. Bu aynı zamanda bö­lüklerin kadrolarını da göstermekteydi. Bunların toplam sayıları bir kaptan, dok­san iki reis. doksan seroda. 835 azeb. 148 komi, yedi mehter, bir kürekçiden ibaretti ve maaşlı (ulûfeli) statüde idiler. Ayrıca beş kalyete reisi, bunların otuz adamı, on bir kayık reisi ve bunların elli dokuz adamı da mevcuttu. Bunun yanı sıra kendi gemileriyle “rençberlik” et­tikleri belirtilen ve devlet tarafından ve­rilen görevleri yapmakla mükellef on üç sivil reis daha vardı. Bunlar Gelibolu ma­hallelerinde oturuyorlardı. Bütün bu ra­kamlara göre şehirde 1475 yılında sivil nüfus 5500’ü buluyordu. Diğer askerî gruplar ve kale muhafızları ile (kırk iki ki­şi) toplam nüfus 7000 dolayındaydı.

1518 tahririne göre Gelibolu’nun fizi­kî açıdan daha da geliştiği anlaşılmak­tadır. Müslüman mahalle sayısı elli beşe yükseldi; ayrıca Eski Gelibolu denilen yerde dört, Man­yas’ta iki olmak üzere altı gayri müslim mahallesi mevcuttu. Daha önce müslü-man mahallelerinde dağınık oturan gay­ri müslimler, bu dönemde ayrı mahalle­ler kurularak buralara nakledilmiş olma­lıdır. Yeni kurulan mahalleler arasında özellikle Şeyh Muhyiddin Yazıcı Mescidi, Mesih Paşa Camii, Yâkub Bey Camii, Yahşizâde, Efdalzâde Ahmed Çelebi mahal­leleri dikkati çeker. Mahallelere adlarını veren mescid ve camilerin banileri ara­sında devlet adamlarının, ulemânın bu­lunuşu, Gelibolu’nun idari bir merkez olması ve kültürel yapısının bir sonucu­dur. Bu tarihte müslüman sivil nüfusun hâne sayısında artış meydana gelmiş (1100 hâne, 250 mücerred ,’ bekâr), gayri müslim hâne sayısı da yine buna paralel bir seyir göstermiştir (206 hâne, 57 mü­cerred, 55 bîve / dul kadın). Ayrıca Latin­ler üç hâne olarak şehirde İkametlerini sürdürüyorlardı. Bu arada on yedi ha­nelik bir yahudi topluluğu ortaya çıkmış­tı. Bunlar, XVI. yüzyılın başlarında İspan­ya’dan gelen göçmenlere mensuptular. Aralarından üç kişinin ticaret için İstan­bul’dan geldiğine işaret edilmişti. Yine Ermeni kayıtlı iki hâne vardı. Bütün bu rakamlara göre sivil nüfus 7000 dolayı­na yükselmişti. Öte yandan asken bö­lükler de teşkilâtlarını korumaktaydılar. Gemici bölüklerinin sayıları değişmemiş, fakat bölüklerin kadroları oldukça azal­mıştı. Bunda muhtemelen İstanbul’daki tersanenin faaliyete geçmesi etkili ol­muştur. 1530 tarihli defterde bunlar zik­redilmemektedir. Bu durum ulûfeli olan bu grupla ilgili kayıtlara, farklı maksat­lara yönelik olarak hazırlanan tahrir def­lerinde artık yer verilmemiş olmasınaynaklanabilir. Ancak yine de NkJnci yansına doğru buranın önemini yitirdiği söylenebilir. Nite­kim XVII. yüzyılda Gelibolu gemilerin­de otuz dört bölüğün mevcut olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte fizikî gelişme ve nüfus artışı sürdü. 1530’da müslüman mahalle sayısı elli dokuza yükselmiş, biri Kozludere. diğeri Bayır adlı iki köy dış mahalle olarak şehre bağlı gösterilmişti. Ayrıca altı hıristiyan mahallesi yanında bir yahudi cemaati ve beş hâne Latin de varlıklarını sürdür­müşlerdi.

1530’da müslüman nüfus. Kozludere ve Bayır hariç 993 hâne, 203 mücerred-den ibaretti. Hıristiyanlar ise 231 hâne, otuz dört mücerred, otuz beş bîveden müteşekkildi. Bunun dışında kürekçi, zenberekçi ve meremmetçi kayıtlı, vergi muafiyeti verilmiş üç grup daha vardı. Sonuncuları Gelibolu’nun hassa dükkân, mahzen ve kervan sarayın da ki odaların tamir ve bakımıyla görevliydiler. Bütün bu rakamlara göre nüfus bu tarihlerde yine 7000 dolayındaydı. 1518’e nisbetle demografik açıdan büyük bir değişme olmamakla birlikte fizikî bakımdan bü­yüme sürmüştür. 1551’de Gelibolu hak­kında bilgi veren N. de Nicolay bu geliş­meye işaret eder ve buranın büyük bir ticaret merkezi olduğunu, yel değirmen­lerinin ve 600 kadar evin bulunduğunu belirtir; iki cami ile iki imaretten söz ederek kale dışında şehir etrafında sur olmadığını yazar. Bu bilgiler, Gelibolu’­nun fizikî yapısının yaygın bir sahayı kap­ladığını düşündürmektedir. 1573’te Ph. de Frasne-Canay. Türk evleriyle dolu şeh­rin surlarının bir kısmının sulara gömü­lü bulunduğunu belirtir ki bunlar lima­na ait olmalıdır. Ayrıca burada birçok caminin görüldüğünü, sancak beyinin kalede oturduğunu zikreder.

Seyyahların bu ifadeleri, XVI. yüzyılın ikinci yarısına ait tahrir defterlerinden de takip edilebilmektedir. 1567’de şe­hirde elli dördü müslümanlar, altısı hı-ristiyanlarla meskûn altmış mahalle var­dı. Müslüman nüfusu 1310 haneye, hı-ristiyantar ise 351 haneye ulaşmış, ayrı­ca kırk sekiz hâne de yahudi kaydedil­mişti. Sivil nüfus bakımından Gelibolu en kalabalık dönemine ulaşmış bulunu­yordu. Bu rakamlara göre toplam nü­fus 8000’i aşmıştı. En kalabalık mahal­le otuz dört hâne. sekiz mücerredden oluşmaktaydı. XVII. yüzyılın başlarına doğru şehrin ciddi bir sarsıntı geçirdiği anlaşılmaktadır. Bu durum eğer tahrir sistemindeki bir değişiklikten kaynaklanmıyorsa bunda genel karışıklıklar ve tabii afetlerin rolü olduğu düşünülebi­lir. Nitekim 1601’de mahalle sayısı dör­dü hıristiyanlara ait altmış iki idi. Fakat mahallelerde nüfus çok azalmıştı. Müs­lüman hâne sayısı 659. hıristiyanlar ise 245 haneden ibaretti. Otuz hâne de ya­hudi mevcuttu. Toplam nüfus 5000 ci­varına inmişti. Bu dönemde en kalaba­lık mahalleler Hacı Yâkub, Gazi Hüdâ-vendigâr Camii ve Ali Fakih olup bunlar­da da hâne sayısı otuzun altına inmiş­ti. Hıristiyan mahalleleri nüfus bakımın­dan daha yoğundu.

XVII. yüzyılın ikinci yarısına doğru Ge­libolu’nun gerilemesi durdu, yeni bir can­lılık yaşandı. Bunda, özellikle ticari faali­yette görülen artış rol oynadı. Aynı yüz­yıl başlarında buradan geçen Polonyalı Simeon’un büyük bir şehir olarak tarif ettiği Gelibolu’yu 1641’de gören bir Karayit yahudisi burayı yirmi beş camii, 100 dükkânı, iki havrası olan. surları görü­len güzel bir liman şehri diye tavsif eder. 1655’te J. Thevenot da eski tersane gözlerindeki harap gemi iskeletlerini göre­rek bunların sayısını yedi olarak vermiş­ti. Aynı yıllarda Evliya Çelebi (1659). The­venot gibi tersane gözlerinde eski “ga­zi” kadırgaların yattığını belirtir. Bu bil­giyi 1672’de Ch. d’Arvieux da tekrar et­miştir. Evliya Çelebi’nin Gelibolu’yu tas­viri son derece ayrıntılı ve isabetlidir. Ona göre kale bir kayalığın üzerinde yer almakta, güney, batı ve kuzey tarafla­rında şehrin varoşları uzanmaktaydı. Hi­sar içinde 300 ev, varoşta ise 63 mahal­le ve 700-800 ev bulunuyordu. Bu ra­kamlardan hareketle toplam nüfusun 6000’i geçtiği söylenebilir. Şehirde bu sı­ralarda cami, mescid. tekke ve zaviye gibi binaların sayısı 164 idi. Kale içinde Sultan Camii ile Ahmed Paşa Camii var­dı. Evliya Çelebi varoştaki Mesih Paşa Camii, Sarıca Paşa İmareti ve Medrese-si’ni ismen zikreder ve birçok mescidin, dokuz dârülkurrâ ve büyük bir mevlevî-hânenin bulunduğunu yazar. Mevleviha­ne XVU yüzyıl başlarında inşa edilmiş olup şehrin manevî hayatında önemli rol oynamıştır[9]. Hıristiyan mahallelerinde ise birer küçük kilise yer alıyordu.

Evliya Çelebi’nin şehrin fizikî yapısıy­la ilgili olarak verdiği bilgileri, 1645 ve 1675 tarihli avarız defterleri de doğru­lar[11], Buna göre elli dokuzu müslümanlara, altısı gayri müslimlere [dört Rum, bir Er­meni, bir yahudi) ait olmak üzere altmış beş mahallesi olan Gelibolu’da 1645’te 1600’ü. 1675’te ise 1150’yi aşkın ev var­dı. 1645’te toplam hâne sayısının 1200 kadarını müslüman. altmıştan fazlasını yahudi. 400 kadarını Rum ve kırk seki­zini Ermeniler teşkil ediyordu. Bu ra­kamlar 1675’te azalmış görünmektedir. Nitekim bu son tarihte toplam 1150’yİ aşkın evin 850’ye yakınında müslüman. otuz beşinde yahudi tbir kısmı odalar­da), 240 kadarında Rum ve on dokuzun­da Ermeniler oturmaktaydı; bir kısım evler ise kullanılmayacak derecede ha­rap haldeydi. Bu rakamlara göre toplam nüfus 1645’te 7500-8000’den 1675’te 6000 dolayına düşmüştü. Böylece Geli­bolu’nun, XVII. yüzyılın son çeyreğine gir­meden hemen önce nüfus bakımından yeniden gerilemeye başladığı, ticaret hac­minde de daralma meydana geldiği an­laşılmaktadır. 1645 ve 1675 tahrirleri­ne göre Gelibolu’nun bazı müslüman mahallelerinde Ermeni ve yahudilerin de evleri mevcuttu. Müslüman ev sahip­leri arasında çok sayıda dul kadın var­dı. Avarız vergisi vermeyen ve askerî yazılan grupların sahip oldukları evler 1675’te 230’a ulaşmaktaydı. Söz konu­su gruplar içinde gerek adalarda ge­rekse Rumeli’deki kazalarda kadılık gö­revinde bulunanların fazla sayıda olma­sı dikkat çekicidir. Bunların önemli bir kısmını eski kadılar oluşturuyordu. Do­layısıyla şehrin bu devirde belirli bir kül­türel seviyeye ve sosyal yapıya sahip ol­duğu söylenebilir. Kadıların burayı ter­cih etmeleri, aynı zamanda İstanbul’a yakın ve herhangi bir görev alma halin­de kolayca ulaşabilecekleri merkez ol­masının yanı sıra İstanbul’a göre hayat standardının daha ucuz bulunmasından da kaynaklanmıştır. Bu tarihlerde şe­hirdeki en kalabalık mahalleri Yağcı Hızır, Küçük Hacı. Sofuca Halil, Ali Fakih, Câmi-î Atîk, Hacı Yâkub. Has Ahmed Bey, Suyağı, Keçeci Hacı, İbn Bennâ. Mü­tevelli. Hallâc Hüseyin, Hacı Dizdar, Ha­raççı Hamza. Kalenderhâne. Hoca Şems, Kılabudancık, Hoca Hamza, Müftü Ah­med Çelebi, Elhac Doğan adlı mahalle­ler teşkil ediyordu. Ayrıca Yukarı ve Aşa­ğı mahalle adlı iki yeni mahalle Doğan Arslan adlı mahallenin ikiye bölünmesi sonucu oluşmuştu. Yahudilerin on üç kadarının Şeyhî Efendi Hanı’nın vakıf odalarında oturmakta iken buranın son­radan harap olduğu defterde belirtil­mektedir. Rumlar ise Balıkpazarı, Aya Dimitri, Aya Yorgi. Aya Nikola adlı ma­hallelerde oturmaktaydılar ve araların­da Slav ve Latin asıllı kişiler de vardı. Bunlar muhtemelen tüccar ve yabancı misyon temsilcileriydi.

Gelibolu’nun XVII. yüzyılın ikinci yarı­sında, hayli abartılı olarak 20.000 nüfus­lu bir şehir durumunda olduğunu belir­ten Ch. d’Arvîeux, bu nüfusun yarıdan fazlasını Türkler’in, geri kalanını Rum ve yahudilerin teşkil ettiğini yazar. XVIII. yüzyılda nü­fusun biraz daha arttığı tahmin edilebi­lir. Nitekim bu yüzyılın sonlarında İnci-ciyan şehrin kalabalıklığından bahseder. 1814’te E. Raczynski ise Gelibolu’nun 40.000 nüfus. 10.000 haneli büyük bir şehir olduğunu yazar ve Tekirdağ’a uza­nan faal bir kervan yolunu anlatır.[13] XIX. yüzyılın sonlarında Kömûsü’I-a’lâm’da nüfus 20.000 olarak ve­rilmiştir. 1925’lere doğru. Gelibolu’nun yetmiş mahalleli bir idari bölünme için­de iken yeni bir düzenleme yapıldığı, bunların dört mahalle (Aşağı, Yukarı, Mu­sevî ve Ermeni mahalleleri) haline getiril­diği belirtilir,

Bir deniz üssü olarak gelişme göste­ren ve önemi XVI. yüzyılın ikinci yansın­dan itibaren azalmakla birlikte özellikle büyük deniz seferleri dolayısıyla limanı­na ve tersanesine ehemmiyet verilen Ge­libolu. XVI. yüzyıl sonlarına kadar Acemi Ocağı’nın bulunduğu ve teşkilâtlandığı bir yer olarak da dikkat çeker. Tarih bo­yunca bir geçit yeri olması, ticari açıdan buranın faal bir liman haline gelişini sağ­lamıştır. Rumeli’yi Anadolu’ya bağlayan ve Akdeniz’den İstanbul’a ulaşan yolun üzerinde bulunması, pek çok ticaret ge­misinin duraklama yeri olarak ehemmi­yetini arttırmıştır. Nitekim Clavijo, XV. yüzyılın başlarında limandan pamuk bal­yaları yükleyen gemilerden söz eder. Ay­rıca Floransalı ipek tacirleri Bursa’dan aldıkları ipeği Gelibolu üzerinden Edir­ne’ye, tarihî Via Egnatia yoluna ulaştı­rıp Ragusa’ya iletiyorlardı. Bu ticarette şehir bir gümrük noktası olarak önemli bir mevkiye sahipti. Faal ticareti güm­rük vergilerinden de anlamak mümkün­dür. 1475’te iskelenin gümrük geliri 400.000 akçeye ihaleye verilmişti. 1518-de bu rakam 766.663 akçeydi. İskele resmi ise 1530’larda 610.000 akçeye yükselmişti. Şehirdeki ticaret hacmini gösteren ihtisab resmi de 15.000 ak­çeydi. Buradan geçirilip Anadolu’ya sev-kedilen koyun sürülerinden de büyük miktarlara ulaşan vergi alınıyordu. Bu­nun yıllık vergi getirişi hacmi 66.000 ak­çe tutuyordu. Fakat XVII. yüzyılın sonla­rında nüfusta olduğu gibi ticarette de bir azalma olmuş ve 1689’da Fransız konsolosu buradan ayrılmıştı. Dolayısıy­la Evliya Çelebi’nin gümrük vergisi ola­rak söz ettiği 700.000 akçe daha eski dönemlere ait kaydı göstermektedir.

XV ve XVI. yüzyıllarda Gelibolu’da bir­çok  dükkân  bulunuyordu.  Mumhâne. darphâne gibi işletmelerin yanında Sa­nca Paşa İmareti vakıflarına ait dok­san altı dükkân, bir bedesten, bir ker­vansaray, bir de çifte hamam mevcut­tu. Bunların kira gelirleri vakfa gidiyor­du. 1475’te aynca yine çeşitli vakıflara ait biri çifte dört hamam, biri harap beş kervansaray, bezirhâne, bozahâne ve 350 dükkân yer alıyordu. XVI. yüzyıla ait ka­yıtlara göre bu rakamlar daha da art­mıştı. Yine şehirde birçok pazar yeri var­dı. Gelibolu’da XVI. yüzyılda tahıl pazarı, balık pazarı, bit pazarı, hayvan pazarı, üzümcüler çarşısı, attar, hallaç, pabuç-çu, kebeci, çıkrıkçı, boyacı, aşçı, takkeci, kürkçü, şerbetçi, çörekçi, börekçi, hel­vacı, palancı, saraç, demirci, kazancı, çi­lingir çarşıları mevcuttu. Halkın önemli bir kısmı pamuk dokumacılığı yapıyor­du. Ayrıca deri işleyenler ve bundan ma­mul maddeler üretenler de oldukça faz­la idi. Gayri müslimler ise genellikle tek­nik alanlarda çalışıyorlardı, gemi malze­meleri imal etmekte ve hazırlamaktay­dılar. Bunlar arasında saatçi, demirci, makaracı, fıçıcı, kaşıkçı gibi meslek sa­hipleri yaygındı. Tersanede XVI. yüzyıl başlarına kadar gemi inşası oldukça yo­ğundu. Meselâ 1496-1498 arasında bu­rada yirmi kadırga, beş kalyete. sekiz kayık, yirmi beş sandal yapılmıştı. Daha sonra gemi inşası durmuş, ancak bir kı­sım gemilerin bakımı yapılmış. İnebahtı mağlûbiyetinden sonra ise burada on dört gemi inşa edilmişti. Gelibolu’daki tersanenin 1526’da otuz havuzu vardı ve bunlar XVIII. yüzyıla kadar zaman za­man esaslı şekilde tamir edilmişti. Li­man da aynı şekilde bazı yıllar onanm görmüştü. Fakat XVIII. yüzyılın son çey­reğinde tersane tamamen harap olmuş, limanın bir tarafında on iki. diğer tara­fındaki sekiz göz kullanılamaz hale gel­miş, taşlar mahzen ve dükkân yapımın­da kullanılmıştı.[14] Ayn­ca Gelibolu’da bir baruthane bulunuyor ve İstanbul’daki Tersâne-i Âmire için barut üretimi yapılıyordu. Barut imali XVII-XV1H. yüzyıl boyunca sürmüştü. Ge­libolu uzun süre esir ticareti için de mer­kez olmuş; bunun yanı sıra buğday, pa­muk, şarap, şıra, yay, ok ve donanma malzemeleri imal ve satışı başlıca eko­nomik faaliyeti oluşturmuştu.

Gelibolu. XV. yüzyılın ikinci yansında vakıfları olan birçok cami, mescid ve tek­keye sahipti. 1475’te vakfı bulunan yir­mi mescid, altı zaviye, iki medrese var­dı. Bunlardan zengin vakıfları olanlar, II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed devri devlet adamlarından Sarıca Paşa İma­reti. II. Murad’ın adamlarından Has Ah-med Bey’in I. Murad’ın sarayı yerinde yaptırdığı zâviyeli mescidi ve Çukurbostan mahallesinde sonradan cami haline getirilen bir diğer mescidi. Hacı Musta­fa Mescidi, Mihaliç Hatib Medresesi, Ka­sap Tat Ahmed Mescidi. Hacı Kemal (Şuyağı) Mescidi, Sanca Paşa’nm kardeşi­nin adıyla anılan Sinan Bey Mescidi, Yağ­cı Hızır Mescidi, II. Murad devri devlet adamlarından Balaban Paşa Medrese­si (vakfiyesi 846/1442-43), Hüsâmeddin Mescidi. Hacı Yegân Mescidi. Ahî Mûsâ Zaviyesi, Hoca Hamza Mescidi, Gazi Hü-dâvendigâr Camii, Haraççı Hamza Mes­cidi, Hacı Mehmed Mescidi sayılabilir. 1518’deki kayıtlara göre bunlara Yazıcı-zâde Muhiddin Mescidi, Alâeddin Mes­cidi, Hüsam Hoca (Buçuk Kilindir), Güdük Hızır, Hacı Doğan, Ahmed Çelebi (Hızır Bey oğlu, Bursa müftüsü), Yâkub Bey ca­mileri ilâve edilmişti. Bu son tarihte ûç cami, kırk beş mescidin vakıfları kayde­dilmişti. Aynca II. Bayezid’in kızı Ayşe Hatun’un ve eşi Rumeli beylerbeyi, Geli­bolu sancak beyliği de yapan Sinan Pa-şa’nın eserleri de vardı. Başlıca zaviye­leri ise Sinan Paşa, Karaca Bey, Tat Ah­med. Halac Ahmed ve Ahî Devle zaviye­leri teşkil ediyordu. Bu sonuncusu 1475’te Mevlânâ Şeyh Muhyiddin’in, daha son­ra da onun oğlu Hüsâmeddin Efendi’nin idaresi altındaydı. Dolayısıyla bir ahî za­viyesi olduğu anlaşılan buranın sonra­dan mevlevîliğe yakın şeyhlerin eline geç­tiği söylenebilir. Nitekim zaviye daha sonra mevlevîhânenin de temelini oluş­turmuştur. Salnamelere göre 1890’larda şehirde Gazi Hüdâvendigâr (787/1385), Mesih Paşa (901/1495-96), Kadı İskele­si (966/1559), Şeyh Mehmed Efendi’nin yaptırdığı Yenicami. Çevgânîzâde Hacı İbrahim’in Liman Camii, İskender Ca­mii, Buhûrî Mahmud Efendi’nin camii ve Cüllâhlar Camii olmak üzere sekiz ca­mi, birçok mescid, dokuz tekke, bir za­viye, iki kilise, bir havra vardı.

Meşhur Osmanlı tarihçisi Gelibolulu Âlî Mustafa Efendi’nin doğduğu yer olan şehirde ayrıca bazı tanınmış ulemâ ve devlet adamları da yetişmiş veya bura­da yaşamıştır. Bunlar arasında Yazıcızâ-deler, Zeynelarab. Ağazâde Şeyh Meh­med Efendi, Kutb Ömer Efendi, Dâî Ah­med Efendi, Mustafa Feyzi Efendi, Si­nan Paşa, Kaptan Gazi Mehmed Paşa sayılabilir.

Gelibolu fetihten sonra bir sancak ve sancak merkezi olduğu gibi Rumeli’nin ilk Paşa sancağı da olmuştu. Daha son­ra bir denizcilik idare merkezi olarak şöhret kazandı. Osmanlı donanmasının başındaki kaptan-ı derya burayı mer­kez edinmişti. Dolayısıyla kaptan-ı der­ya sancağı olarak da biliniyordu. Gelibo­lu sancağı kaptan-ı deryalara verildiği için müstakil bir yapı gösteriyordu. Fa­kat şeklen Rumeli beylerbeyi ligi ne tâbi idi. 1518’de sancak Gelibolu, Keşan, Mal­kara, Umni, Taşöz. Eceovası, İmroz ve Semadirek’ten ibaretti. Bu tarihte top­lam müslüman hanesi 2639’du. Gayri müslimier 2714 hâne idi ve bunlar Lim-ni, Taşöz, İmroz ve Semadirek’te toplan­mıştı. Bütün sancakta XVI. yüzyıl başla­rında 25-30.000 kişi bulunuyordu. Geli­bolu 1533’te Hayreddin Paşa’nın kap­tan-ı derya oluşu ve Cezâyir-i Bahr-i Se-ffd eyaletinin kuruluşundan sonra bu­ranın merkez sancağı oldu. XVI. yüzyılın ikinci yarısında sancağa İpsala ve Gü-mülcine bağlanmıştı. XVII. yüzyıl başla­rında sancağın idari birimleri değişme­mişti. Tanzimat sonrası Gelibolu Edirne eyaletine bağlı. Keşan, Şarköy. Mürefte ve Eceabat kazalarından oluşan bir san­caktı. 1865’te buraya Şarköy. Evreşe, Enez, Ferecik, Gümülcine kazaları bağ­lıydı. XIX. yüzyılın sonlarında bu kazala­rın yanı sıra dokuz nahiyesi ve 152 kö­yü bulunuyordu. 1309’da (1891-92) san­cakta toplam 3608 hanede 13.691 müs­lüman. 4768 hanede 21.780 Rum, 188 hanede 1032 Ermeni ve 210 hanede 1756 yahudi vardı {Salnâme-i Vilâyet-i Edirne H309I, s. 326-333). Cumhuriyet dönemin­de vilâyet olan (1923) Gelibolu’ya Ecea­bat. Enez. İpsala, Keşan, Şarköy bağlan­mıştı. 1926 yılında ilçe merkezi duru­muna gelen Gelibolu bugün Çanakkale’­ye bağlıdır ve fazla gelişmemiştir. 1927 sayımında nüfusu 5445 iken 1940’ta 12.713’e, 1945’te 16.496″ya yükseldi. 1950’de yeniden 10.000’in altına (9893) düştü, 1955 sayımında tekrar 10.000’i geçen (12.341) nüfusu 1990’da 18.670’e ulaştı. Meyve, sebze, balıkçılık ve bitkisel yağ üretimi ön plandadır. Son yıllarda turizm sektörü ilerleme kaydetmiştir.

Günümüzde Gelibolu ilçesinin merkez bucağından başka Bolayır ve Evreşe ad­lı iki bucağı vardır. Yüzölçümü 806 km2 olan ilçenin nüfusu TÜİK verilerine göre 44.598’dir.

Daha yeni Daha eski