Gevher Nesibe Darüşşifası ve Tıp Medresesi Anadolu’da İslâmî döneme ait en eski hastahane ve dünyanın ilk tıp fakültesi.
Kayseri’nin Yenice mahallesinde bulunan ve günümüzde Erciyes Üniversitesi Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan külliye, Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Gıyâseddin Keyhusrev tarafından kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan adına yaptırılmıştır.
Rivayete göre Gevher Nesibe Sultan, âşık olduğu bir kumandanla evlenmesine hükümdarın izin vermemesi ve bir süre sonra da kumandanın şehid düşmesi üzerine üzüntüsünden vereme yakalanır. Ölüm döşeğinde Gıyâseddin Keyhusrev ondan özür dileyerek son arzusunu sorar. Gevher Nesibe de kendisi gibi çaresiz hastaları tedavi edebilecek hekimlerin yetişeceği bir medresenin yapılmasını istediğini söyler ve bütün servetini bu iş için bağışlar. Gıyâseddin Keyhusrev ikinci defa tahta çıktığında kız kardeşinin vasiyetini yerine getirmek üzere, sonradan kendi adıyla anılan medreseyi (Gıyâsiyye). arkasından da dârüş-şifâyı (Şifâiyye) yaptırır ve inşaat iki yılda tamamlanır; Gevher Nesibe Sultan da medresenin içindeki türbesine gömülür. Birbirine bitişik olan iki bina, bu konumlarından dolayı halk arasında Çifte Medrese veya İkiz Medreseler adıyla da anılmaktadır. Dârüşşifânın taçkapısında yer alan kitabeye göre inşa tarihi 602′-dir (1205-1206).
Kuruluşun vakfiyesi ele geçmemiştir. Fakat 1500 ve 1584 yıllarına ait Kayseri tahrir ve evkaf defterlerinde, vakfedilen emlâk ve burada çalışan görevliler hakkında bilgi bulunmaktadır. Konya sancağı evkaf defterleri içinde yer alan ve bugün Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’nde muhafaza edilen Dettei-i Mufassaî-ı Livâ-yı Kayseriyye ve Defter-i Evkâf-ı Livâyı Konya’daki kayıtlarda Şifâiyye ve Gıyâsiyye’ye müştereken üç köyün mâlikâ-nesiyle iki mezraa, bir hamam ve iki arsanın vakfedildiği ve 1584’teki yıllık gelir toplamının 43.643 akçe tuttuğu görülmektedir. Bu kayıtlardan, 1584 yılında Şifâiyye ve Gıyâsiyye’nin müderrislerine 20’şer akçe günlük tahsis edildiği ve aynı yıl öğrencilere 8 akçe, vakıf gelirlerini toplayan tahsildara da (câbî) “kitabete kadir olmak şartıyla” 2 akçe ayrıldığı öğrenilmektedir. Burada, at sırtında köy köy dolaşan görevliye 2 akçe Ödenirken öğrencilere 8’er akçe harçlık bağlanması, o dönemde tıp öğrenimine verilen önemi göstermesi açısından ilginçtir.
XIII. yüzyılda bu tıp kurumunda eğitimin. Gıyâsiyye’de teorik ve 5ifâiyye’de pratik olarak sürdürüldüğü bilinmektedir. Yapılan kazılarda dikkati çeken bazı buluntulara dayanarak binaların, yakındaki bir hamamdan getirilen buharla alttan merkezî bir sistemle ısıtıldığı düşünülmektedir. Revaklara açılan küçük odalarda öğrencilerin kaldığı, derslerin yazın büyük eyvanlarda yapıldığı, ayrıca bu eyvanların dışarıdan gelen hastaların muayeneleri için de kullanılmış olduğu sanılmaktadır. Kesin şekilde bilinmemekle birlikte, burada da Sivas’taki Key-kâvus Dârüşşifâsı’nda olduğu gibi başhekim ve başhekim yardımcıları ile en az iki dahiliyeci, iki cerrah, asistanlar ve bir eczacının çalıştığı kabul edilmektedir.
XIV. yüzyıl müelliflerinden Safedî. Muzaffer el-Kureşî adında bir hekimin 608 (1211-12) yılından itibaren iki yıl süreyle “bilâd-ı RûrrTdaki (Anadolu) bir bîmâ-ristanda hekimlik yaptığını ve 1215 yılında öldüğünü kaydeder. Safedî’nin sözünü ettiği bîmâristanın Gevher Nesibe Dârüşşifâsı olması gerekir. Çünkü o yıllarda Anadolu’da mevcudiyeti bilinen tek bîmâristan budur. Çeşitli kaynaklardan burada çalıştıkları öğrenilen diğer hekim ve müderrisler şunlardır: Abdül-latîf el-Bağdâdî. Ekmeleddin en-Nahcu-vânî (Mevlânâ’nın yakın dostu ve özel hekimi), Ebûbekir Sadreddin Konevî, Kut-büddîn-i Şîrâzî, Ebû Bekir b. Yûsuf Re’-sül’aynî, İbrahim Gazanfer. Ali Sivâsî, Şü-câüddin Ali b. Ebû Tâhir. Ebû Salim b. Kurebâ, Rıdvan b. Ali. İnâyetullah (Kayseri müftüsü], Seyyid Samed Efendi, Yeniçeri Ağası Fahri Paşa, Abdülkerim Ağa, Deli Müderris. Âlim Efendi, Müderris Pa-mukhâfızoğlu. Emin Müjdeci, Rauf Efendi, Hilmi Efendi. Emir Efendi ve Ali Ne-sâi Efendi. Bunlardan Abdüllatîf el-Bağ-dâdî’nin (ö. 1231) çok yönlü bir âlim ve filozof olduğu, “kehhâl” (göz hekimi) lakabıyla tanınan Kutbüddîn-i Şîrâzî’nin (ö. 1311) İbn Sina’nın el-K5nûn ü’t-tıbb’\-nı, İbrahim Gazanfer’in Bîrûnî’nin Kitâ-bü’ş-Şaydale’sini şerhettiği, Ali Sivâ-sT’nin Selçuklu Emîri Yeşbeg için Kitâ-bü İksîri’l – hayât iî tahrîri’} -kava’id adlı bir eser yazdığı bilinmektedir. Gıyâsiyye’de bu hocalar tarafından öğrencilere felsefe, din İlimleri, Arapça ve Farsça, anatomi, fizyoloji dersleri verilmiş, Ebû Bekir er-Râzî ve İbn Sînâ’nın eserlerinin yanında devrin en önemli tıp kitaplarıyla eski Yunan ve Roma kaynaklan, özellikle de Hipokrat ve Galen’in Arapça’ya tercüme edilmiş eserleriyle onlara karşı yazılmış olan reddiyeler oku-tulmuştur. Klinik eğitim ise Şifâiyye’de hasta başında yapılmıştır, ileri sınıflardaki öğrencilere “dânişmend” denildiği ve bunlara diğer öğrencilerden farklı ödeme yapıldığı bilinmektedir.
Osmanlı döneminde birkaç defa elden geçirildiği anlaşılan külliyenin belgelere göre bilinen ilk onarımı, 1669’da vakıf mütevellisi İsmail Efendi tarafından Mimar Ömer Beşeye Sultan Hamamı ile birlikte yaptırılmıştır. 1942’de Maarif Vekâleti Müzeler ve Antikiteler Müdürlüğü yalnız Şifâiyye’nin taçkapısını tamir ettirmiş, 195S-l956’da ise 750. yıl münasebetiyle büyük tamiri gerçekleştirilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü adına İstanbul Üniversitesi Tıp Tarihi Ensti-tüsü’nden A. Süheyl Ünver, Ankara Üniversitesi Tıp Tarihi Enstitüsü’nden Feridun Nafiz Uzluk ve İstanbul Güzel Sanatlar Enstitüsü Başkanı Ali Saim Ül-gen tarafından yürütülen bu onanma. merkezi Ankara’da olan Anıtları Koruma ve İhya Derneği ile Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti ve bazı mahallî kuruluşlar da yardım etmişlerdir. 1980 yılında Erciyes Üniversitesi tarafından, yine çeşitli mahallî kuruluşların katkılarıyla yeniden restore edilen binalar kalorifer, elektrik ve su tesisatları da eklenerek oturulabilir hale getirilmiş ve Tıp Tarihi Müzesi olarak hizmete sunulmuştur.
Her iki yapının girişi güneye açılmıştır ve bugünkü dış görünüşün bütün ağırlığı soldaki dârüşşifânın taçkapısında toplanmış durumdadır. Ön cephe sarımsı kesme taşlarla kaplanmış olup duvarların iç dolgusu bol kireç harçlı kırma taştır. Arka cephe, iki binanın kuzey eyvanları arasında 3 m. derinliğinde bir girinti yapmakta ve bu alanda, komplekse künklerle gelen suyun ayrıldığı yedigen bir türbe kaidesi görünümünde olan bir su terazisi bulunmaktadır.
Âbidevî taçkapının geometrik süsle-meli ve sivri kemerli bir kuşakla çevrelenen mukarnaslı kavsarası. üç taraftan örgü motifli bordur ve en dışta enli bir silme ile kuşatılmış, üst köşe yüzeylerine geometrik desen dolgulu iki büyük kabartma rozet yerleştirilmiştir. Bunların ortasında, dikdörtgen bir taş üzerine oyulmuş, sekiz (8) şeklinde tıbbı temsil eden karşılıklı iki yılan figürü ile aralarında on iki dilimli bir çarkıfelek madalyonu bulunmaktadır. Basık kemerli kapı açıklığının kemerindeki taşlar birbirlerine, süsleme oluşturan girintili çıkıntılı geçmelerle intibak ettirilmiştir. Giriş nişinin yanlarında birer mihrâbiye yer almakta, bunlardan sağdakinin üstünde. 0.72 m. genişlik ve 0,44 m. yükseklikte bir çerçeve içine oturtulmuş başı sokağa doğru bir arslan kabartması görülmektedir. Bunun karşısında bulunması gereken kabartma ise restorasyondan önceki dönemde yok olmuştur. Giriş nişi kavsarasını kuşatan sivri kemerli bor-dürün üstüne, 2,50 x 0.78 m. boyutlarındaki yekpare dikdörtgen beyaz mermer kitabe yerleştirilmiştir. Kitabenin dışa doğru çıkıntı yapan çerçevesinin alt kenarı yoktur-, bu kenar özellikle burada toz, toprak birikip ot biterek yazının iyi okunmasını engellememesi için eksik yapılmış olmalıdır. Selçuklu sülüsü ile yazılmış olan Arapça kitabe iki satırdan ibarettir. Restorasyon öncesinde uzun yıllar Sâhib Ata Medresesi’nde saklanmış olan bu kitabe onarım sırasında yerine konulmuştur. Gıyâsiyye’ye ise orijinal taçkapısı tamamen yıkıldığından Osmanlılar devrinde onun yerine yapılan halen mevcut yuvarlak kemerli basit bir kapıdan girilmektedir.
Birbirine bir koridorla bağlı olan İki yapı dört eyvanlı kapalı avlu tipindedir. Her ikisinde de havuzlu avlu, sivri kemerli ve tonoz örtülü revaklarla yine tonozlu çeşitli boyutlarda odalar mevcuttur. Kapıların hepsi küçük olup revakla-ra açılmaktadır. Odalarda ocak ve baca mevcut değildir. Mutfak tipinde bir mekâna rastlanmamıştır; bu durum yemeklerin dışarıdaki bir İmaretten getirildiğini düşündürmektedir.
Gıyâsiyye
Kuzey-güney istikametinde uzanan ve ortasında dikdörtgen bir havuz bulunan 7 x 12 m. boyutlarındaki avlu revaklarla organik bir bütün teşkil eder. Doğuda dört, batıda beş payeye oturan revaklar sivri kemerli ve sivri tonozlu olup eyvanların önündekiler daha geniş tutulmuştur. Doğu revakının köşesindeki tonozun doğu-batı yönünden gelen çeyrek tonoza birleşmesiyle çifte sivri tonoz kesiti ortaya çıkmış ve üzerine oturduğu sütun başlığında “kırlangıç kuyruğu” adı verilen bir görünüm oluşturmuştur. Doğu tarafında, eyvanla köşedeki kışlık dershane arasında bina ile bütünleşmiş olan türbe yer almaktadır.
Sekizgen planlı olan türbe içten tromp-lu kubbe, dıştan çokgen kasnağa oturmuş sivri külah örtülüdür. Üst mekâna iki taraftan dörder basamaklı merdivenle çıkılır ve Bursa kemeriyle kaş kemerin kaynaştırıldı^! yanlan yivli bir kapıdan girilir. Sanduka kaybolduğu için mescid olarak kullanılan bu mekân, çapraz eksenlerde yarım yuvarlak ve dikdörtgen nişlerle genişletilmiştir; güneydeki niş mihraptır. Türbenin damın üstünde kalan kısmına, insan boyu yüksekliğindeki bir hizada çepeçevre Selçuklu sülüsü ile Âyetü’l-kürsî ve bunu takip eden âyetler yazılmıştır. Ölü mahzeninin kapısı dikdörtgen olup tavanı tonoz örtülüdür; önündeki revaka açılan iki dar mazgal yarığından ışık alır. Mezar 1980 onarımında Selçuklu genç kız mezarı tipinde yenilenmiştir.
Binanın kuzey köşesinde yer alan kışlık dershane yüksek tonozlu olup iki pencerelidir. Pencerelerden büyük olanı kuzey duvarından dışarıya, Küçük olanı bitişikteki büyük eyvana açılır; kapısı istiridye motifi dolgulu kavsara ve rozetlerle süslenmiştir. Diğerlerinden farklı olarak doğrudan avluya açılan ve önünde revak bulunmayan büyük eyvan medresenin yazlık dershanesidir; biri kuzeye, diğeri batıya açılan iki penceresi vardır. Eyvanın solunda doğu-batı yönünde dikdörtgen planlı büyük bir oda yer alır. Kapısını istiridye motifi dolgulu kavsara ile yanlarındaki on iki dilimli, göbekli iki rozetin süslediği bu mekânın kışlık küçük dershane olduğu sanılmaktadır. Bina, bu odanın önünden başlayan yüksek tonozlu bir koridorla Sifâiy-ye’ye bağlanmıştır. Bu koridora, ortasında kuzeye yönelen ve bir pencere ile dışarıya açılan basık bir dikey koridor eklenmektedir. Yapılan kazıda binaya bu koridorun altından yivli künklerle su getirildiği tesbit edilmiştir.
Şifâiyye (Şifâhâne)
Gıyâsiyye’ye benzer; ancak avlu ve ortasındaki havuz kare biçimindedir. Kuzey ve güney eyvanlarının eksende olmasına karşılık hastaların güneş almaları için kullanıldıkları sanılan doğu ve batı eyvanlarından batıdaki biraz güneye kaymıştır. Taçkapı giriş ey-vanıyla batı revakına açılmakta, büyük eyvanın dışındaki eyvanlara birer basamakla çıkılmaktadır. Avlu dört tarafından on adet payeye oturan sivri tonozlu revaklarla çevrilmiştir; payelerden sekizi Kare. büyüK eyvanın önündekiler “L” kesitlidir. Büyük eyvanın kuzeye ve doğuya açılan iki penceresi vardır. Bu eyvanın doğusunda iç içe iki oda yer almakta ve bunlardan içeridekinin tamamen karanlık olduğu görülmektedir. Bu karanlık odada ışığa karşı hassas olan ilâçların hazırlandığı ve dolayısıyla Selçuklu tababetinde “fotosansibilite” olayının bilindiği tahmin edilmektedir. Büyük eyvanın batısında, süslü bir kapıdan girilen kuzey-güney istikametinde yerleştirilmiş uzun dikdörtgen şeklinde bir mekânla ona açılan kare şeklinde üç küçük oda bulunmakta, bunlardan uzun mekânın ameliyata hazırlık odası, diğerlerinin ise ameliyat odaları oldukları sanılmaktadır. Ameliyata hazırlık odası beşik tonoz örtülüdür ve tonozun ortasında yükseklik ve ferahlık hissi uyandıran kademeli bir kemer vardır. Bu odada kuzeye açılan loKma demirli bir pencere, ameliyat odalarında ise içeriye loş bir ışık sağlayan küçük birer tepe penceresi bulunmaKtadır.
Avlunun güneybatı köşesinde giriş eyvanından sonra sola dönen sivri tonozlu bir Koridorla hasta odaları kısmına geçilmektedir. Toprak altında yarı kaybolmuş durumda iken kazılar sırasında temelleri bulunarak son tamiratta kısmen yeniden yapılan bu bölüm 9 x 41 m. boyutlarında olup kuzey-güney istikametinde uzanan bir orta koridorla sağlı sollu dizilmiş hücrelerden oluşur; koridor kuzeydeki dışarıya bakan demirli bir pencereden ışık almaktadır. İki tarafta dokuzardan on sekiz tane olan hasta odaları, kareye yakın dikdörtgen planlı ve sivri tonoz örtülüdür. Odaların eyvan kavislerinde karşılıklı ikişer delik bulunmaktadır. Bu bölüme geçilen koridorun karşısındaki ilk odadan hamama girilmektedir; bu odanın soyunmalık olması gerekir. Tuğladan yapılan hamam kare planlı ve aynalı çapraz tonoz örtülü olup aralıklarda dört adet tipik Selçuklu hamam penceresi bulunmaktadır. Hamamla giriş eyvanı arasında yapının en büyük kapalı mekânını (33 m2) oluşturan bir oda yer almakta ve orta yükseklikte bir tonozla örtülü olan odanın kapısı hasta hücrelerine giden koridora açılmaktadır; bu odanın güneye bakan bir penceresi vardır. Genişliği ve taçkapı girişinde bulunması sebebiyle bu odanın başhekime ait olması muhtemeldir.
TDV İslâm Ansiklopedisi