Gümüşhane Tarihi, Yerleri, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Gümüşhane. Karadeniz bölgesinin doğu bölümünde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Doğu Karadeniz’deki Zigana dağları ile Gümüşhane dağlarını birbirinden ayı­ran ve güneydoğu-kuzeybatı doğrultu­sunda akarak Karadeniz’e ulaşan Harşit çayının yerleştiği dar bir vadide, deniz seviyesinden yaklaşık 1150 m. yüksek­likte kurulmuştur. Şehrin kurulduğu ye­rin önemi, yakınında bulunan ve İşletil­mesi oldukça eski dönemlere kadar gi­den gümüş yataklarının varlığına dayan­dığı gibi bir taraftan da bu yerin eski bir ulaşım ekseni üzerinde bulunmasın­dan kaynaklanır. Zira Doğu Karadeniz kıyılarının önemli liman şehri olan Trab­zon’u İran Azerbaycanı’na bağlayan ta­rihî yol, Karadeniz kıyılarını Trabzon’un doğusunda terkettikten sonra Değirmendere vadisinin hazırlamış olduğu doğal koridordan faydalanarak içeriye dalmak­ta, kıyının gerisinde duvar gibi yükselen Zigana dağlarını aynı adı taşıyan geçitle aştıktan sonra Harşit vadisini takip etmektedir. Gümüşhane ve çevresi bu yol ile kolaylıkla Bayburt’a bağlanmakta, ar­dından Kop Geçidi (2300 m.) vasıtasıyla Doğu Karadeniz dağlarının ikinci sırası da aşılarak Erzurum’a ulaşılmakta, da­ha doğuda Araş vadisinin oluşturduğu tabii kulvar izlenerek İran’a geçilmektedir. Bu yoldan Gümüşhane’de ayrılan bir diğer yol da güneydeki dağlan başka bir geçitle (Sipikor Geçidi) aşarak şehri Erzincan’a ve buradan da ülkenin öteki bölgelerine bağlamaktadır.

Gümüşhane yöresinin eski tarihi ve şehrin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bilgi yoktur. Bununla birlikte şeh­rin ilk kurulduğu yerin, yukarıda belirti­len alanda olmadığı ve iki defa yer de­ğiştirdikten sonra bugünkü mevkiine yerleştiği bilinmektedir. Gümüşhane ilk defa, günümüzde Canca adıyla bilinen ve bugünkü şehrin kuzeybatısında bu­lunan mahallenin olduğu yerde kurul­muştu. Bütün eski kaynakların tasvirle­rine göre gümüş yatakları da bu mev­kide bulunuyordu. Bu sebeple şehrin adı Türk kaynaklarında Canca biçiminde geç­mektedir. Evliya Celebi’ye göre Büyük İskender’in hakim­lerinden Philikos tarafından bu yörede gümüş madenleri bulunduktan sonra eski Canca Kalesi onarım görmüş ve şeh­rin önemi artmıştır. İskender dönemin­den sonra Pontus Devleti’nin, daha son­ra da Roma İmparatorlugu’nun sınırları içine giren Canca Kalesi, bu imparator­luğun ikiye ayrılmasından sonra da Do­ğu Roma (Bizans) sınırları içinde kaldı. Gümüşhane yöresi. Bizans’ın idarî birim­lerinden olan Khaldia “tema’sı içinde yer alıyordu. Bu ad, Ortaçağ İslâm kaynak­larından İbn Hurdâzbih ve Kudâme b. Ca’fer’in eserlerinde Haldiye veya Hâli-diyât şeklinde geçmektedir. Bizans dö­neminde de fonksiyonu, işletilen maden yataklarına bağlı kalan şehre “gümüş şehri” anlamında Argyropolis adı verildi.

VII. yüzyıl sonları ile VIII. yüzyıl başla­rında yöreye müslüman Araplar’ın akın­ları ulaştı. Şehir müslümanlarla Bizanslılar arasında birkaç defa el değiştirdi. Harşit vadisi ve bu arada Canca Kalesi (Gümüşhane) Selçuklulardın en erken ulaş­tığı yerler arasındadır. Tuğrul Bey döne­minde Selçuklular’ın Bizans’a karşı ka­zandığı ilk zafer olan Pasinler ovasındaki savaştan sonra Gümüş­hane dolayları geçici de olsa bir süre Türkler’in elinde kaldı. Alparslan’ın Malazgirt Savaşı’nı kazanmasından sonra Erzincan yöresine hâkim olan Emîr Mengücük Gazi. Gümüşhane dolaylarını zaptederek Erzincan imaretine bağladı. Anado­lu Selçukluları zamanında Gümüşhane, Harşit vadisinden geçerek Maçka’ya ka­dar ilerleyen Melik II. Gıyâseddin Keyhus-rev ve atabeği Mübârizüddin Ertokuş kumandasındaki kuvvetler tarafından ele geçirildi. Moğol istilâsı baş­ladıktan sonra Anadolu’nun birçok yeri gibi Gümüşhane ve çevresi de İlhanlılar’ın hâkimiyeti altına girdi. İlhanlılardın saltanat kavgasına düşerek kuvvetleri­ni kaybettikleri sırada ise Gümüşhane komşusu Bayburt gibi Celâyirliler’in ida­resine geçti. XIV. yüzyılın ilk yarısında merkezi önceleri Sivas, daha sonra Kay­seri olan Eretnaoğullan’nın hâkimiyeti­ni tanıdı. Ardından Kadı Burhâneddin, Akkoyunlular, Karakoyunlular arasında el değiştirdi; zaman zaman da Trabzon Rum Devleti’nin idaresine girdi. Fâtih Sultan Mehmed’in bu devlete son ver­mesi üzerine de Osmanlı topraklarına katıldı. Fakat bu hâkimiyet uzun sür­medi. 1467’de Gümüşhane yöresi Ak­koyunlular tarafından ele geçirildi. Ak-koyunlu hâkimiyeti 1473 yılında Fâtih Sultan Mehmed’in Otlukbeli Savaşı’nda Uzun Hasan’ı yenilgiye uğratmasıyla son buldu. Bu tarihten sonra şehir kesin ola­rak Osmanlı hâkimiyetine geçmiş oldu. Osmanlı idaresi altında Gümüşhane önceleri Erzurum, daha sonra Trabzon beylerbeyi ilklerinin sınırları içerisinde bu­lunuyordu. Meselâ Kâtib Celebi’nin Cihannümasında şehir Erzurum’a bağ­lı. Evliya Celebi Seyahatname’sinde ise Trabzon eyaleti içinde gösterilmektedir. Canca civarında gümüş yataklarının iş­letilmesine Osmanlı döneminde de de­vam edilmiştir. Hatta burada gümüş sik­keler basıldığı da bilinmektedir. Fâtih Sultan Mehmed. madenle uğraşan hal­kı vergiden muaf tutarak onları gümüş madenlerini işletmeye teşvik etmişti. Böylece madenci nüfusunda artış mey­dana geidi. Kanunî Sultan Süleyman döneminde şehrin yerindeki ilk değişiklik gerçekleşti; yeni gümüş yataklarına da­ha yakın olan mevkide Süleymaniye Ca­mii adı verilen bir cami ile bu cami çev­resinde elli kadar evin inşası emredildi. Bu şekilde günümüzde Süleymaniye ma­hallesi ya da Eski Gümüşhane adı veri­len şehrin temelleri atılmış oldu. Bunun üzerine Canca sönükleşmeye. yeni ku­rulan ve muhtemelen bu dönemde Gü­müşhane adı verilen şehir gelişmeye baş­ladı. Bu şehir, Harşit ırmağına sol ta­raftan karışan Musalla deresinin yamaç­larında ve bugünkü Gümüşhane’ye 4 km. kadar uzaklıkta kurulmuş, mahalleleri 1400-1500 m. yükseklikler arasında am­fiteatr şeklinde yayılmıştı. Gümüşhane’­den çıkan gümüş ve bakır hükümet tara­fından satın alınarak gümüş kısmı darp­hâneye, bakır tophaneye gönderilir, ba­kırın fazlası da dışarıya gitmemek şar­tıyla ülke içinde sarfedilirdi. Buradan çı­kan gümüş, sikke kesmek üzere ülke­nin başka darphânelerine gönderildiği gibi Gümüşhane’de de sikke kesilmek­teydi. İsminin Gümüşhane olarak değiştirilmesine rağmen bu sikkelerde hâlâ Canca adının da kullanıldığı dikkati çe­ker. Kanunî Sultan Süleyman (926/1520) ve onun ardından gelen iki padişah da Gümüşhane’de sikke kestirmişlerdi.

Kâtib Çelebi Cihannümâ’sında Gü­müşhane’den “azîm ve mâmur” bir ka­saba olarak söz eder. 1647 yılında bu­raya gelen Evliya Çelebi de maden ya­taklarının zenginliğini anlatıp bazısı ka­palı, bazısı işleyen yetmiş gümüş made­ni ocağı bulunduğunu, bu tarihte darp­hânesinin çalışmadığını, fakat üzerinde Canca yazılı sikkeler gördüğünü söyler.

Evliya Çelebi’nin şehri ziyaret ettiği yıl­lardan Önce sona eren IV. Murad döne­mi (1623-1640), şehrin yeni yerinde en fazla geliştiği dönemlerden biri olmuş­tur. XVIII. yüzyılda burada maden çıka­rılması ve aynı yüzyılın ilk yarısında gü­müş sikke darbı sürdürülmüştür. 1130 (1718) ve 1143 (1730-31) tarihlerini ta­şıyan sikkelerde artık Canca adının kul­lanılmadığı, Gümüşhane isminin geçme­ye başladığı görülmektedir. Şehrin Öne­mi XIX. yüzyıla kadar devam etmiştir. Devlet idaresinin Gümüşhane’ye ve çev­resindeki madenlere verdiği önem, za­man zaman buradan Tophâne-i Âmire için bakır getirilmesine, darphâneye gü­müş gönderilmesine, Gümüşhane madenlerinden çıkan gümüşün dışarıya sa­tılmamasına, buradaki madenlerin ser­mayesine ve madenlerde çalışan işçilere dair hükümler göndermesinden de an­laşılmaktadır. Ancak XVIII. yüzyılın ikinci yarısında III. Mustafa döneminde (1757-1774) su dolan maden ocakları Fransa’­dan getirtilen aletlerle de çalıştınlama-yınca şehir canlılığını yitirmeye başla­mıştır.

XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde ma­den yatakları giderek tükendi. 1829 yı­lındaki Osmanlı-Rus harbi esnasında Rus kuvvetleri Gümüşhane’ye ulaşamadılar-sa da çok yakınındaki Hart ovasına ka­dar geldiklerinden Gümüşhane bu savaş­tan etkilendi; nüfusun ve özellikle ma­dencilikle uğraşan gayri müslim nüfu­sun önemli bir kısmı ülkenin başka yer­lerine göç etti. Bu da madenciliğin ve şehrin gerilemesine, nüfusunun azalma­sına yol açtı. Aynı yüzyılın ortalarında yö­renin ormanlarının tükenmesi sonucu yakıt sıkıntısı da buna eklenince maden işletmesi durduruldu.

XIX. yüzyılda maden ocaklarının öne­mini kaybettiği, 1847 yılında Gümüşha­ne’yi ziyaret eden Batılı seyyahlardan Hommaire de Hell’in bu konuya hiç te­mas etmemesinden de anlaşılmaktadır. Hommaire de Hell Harşit vadisinin ta­banını kaplayan meyve bahçelerinden, bu bahçelerdeki meyvelerin çeşitliliğin­den söz etmekte, bahçelerden toplanan armutların İstanbul’a kadar gönderildi­ğini yazmaktadır.

1869’da yöreye uğrayan Theophile Dey-rolle de buraya adını veren gümüşlü kur­şun madenlerinin işletilmesinin hemen hemen terkedilmiş olduğunu, Gümüş­hane’nin meyve ticaretinde Önemli bir rol oynadığını belirterek şehirden sandıklarla Trabzon, Erzurum ve hatta İs­tanbul’a armut, daha yakın çevreye ise kiraz gönderildiğini belirtmektedir. O yıllarda Gümüşhane şehrinin 800 kadar haneden oluştuğunu ifade eden seyyah, meyve ticaretinden sonra önemli etkin­lik olarak çanak çömlek yapımının ge­liştiğini ve her yıl sarı. yeşil ve kırmızı sırlı 30-40.000 testi imal edildiğini yaz­maktadır. Gümüşhane’de deri ticareti­nin de günden güne geliştiğini söyleyen Deyrolle, şehrin pazarında az miktarda ayı, kurt. tilki, vaşak, sansar ve samur postlarının satıldığını ilâve ederek Gümüşhaneliler’in avcılıktaki maharetleri­ni dile getirmektedir.

Tanzimat döneminde 1867 yılındaki düzenleme ile Osmanlı idari teşkilâtın­da eyalet sisteminden büyük vilâyet sis­temine geçilince Gümüşhane Trabzon vilâyeti içinde bir sancak merkezi hali­ne geldi. 1870 tarihli Trabzon Vilâyeti Salnamesi’ne göre şehirde on dört ma­halle içinde 920 hâne bulunmakta ve bu hanelerde toplam 2357 nüfus yaşamak­taydı. Yine aynı kaynağa göre o yıllarda Gümüşhane’de imalât etkinliği olarak tiftik çorap ve ayak yemenisi, ayrıca me­şin ve sahtiyan gibi ürünler üretilmekte ve bunlar Gümüşhane’nin ihtiyacını kar­şıladıktan sonra ihtiyaç fazlası olarak ül­kenin başka bölgelerine de gönderilmek­teydi.

XIX. yüzyılın ilk yarısında terkedilen ve kapatılan gümüş madeni ocakları için 1883’te son bir denemeye girişildi ve maden işletmesi ecnebi bir şirkete ve­rildi. Daniel Pappa et Co. şirketi burada 1888’e kadar çalıştı. Fakat bu son teşebbüste de hâsılatın iş­letme masrafını karşılamadığı görüldü­ğünden faaliyet tamamıyla durduruldu. Bunun üzerine önemi çevresindeki ma­denlerin varlığına dayanan yerleşme mer­kezi yavaş yavaş 4 km. ötedeki Harşit vadisine kaydı. Önceleri bu vadi boyun­da bahçeler ve meyvelikler arasına ser­piştirilmiş yazlık evler sıralanırdı. Zaman­la bu kesimde Trabzon’u Erzurum’a bağ­layan işlek yolun (Trabzon-Erzurum-İran transit yolu) kenarında Önce ticaret, son­ra da bir yönetim merkezi doğdu. Böy­lece Gümüşhane’nin ikinci defa yer de­ğiştirmesi gerçekleşmiş oldu. XX. yüzyı­lın başlarında 1320 (1904) tarihli salna­meye göre şehirde 324O’ı müslüman ol­mak üzere 5930 nüfus yaşamaktaydı. 19 Temmuz 1916-28 Şubat 1918 ta­rihleri arasına rastlayan Rus İşgalinden sonra eski Gümüşhane’nin çöküşü iyice hızlandı. !. Dünya Savaşı’nın ardından yeni şehirde henüz resmî daireler inşa edilmeğinden idarî binalar olarak Har-şit vadisinde eskiden beri mevcut yazlık konaklardan faydalanıldı. 1922 yılında hükümet konağı yapılınca idare burada çalışmaya başladı. Bundan sonra konut sayısı da arttı. 1922’de dört beş konak ve birkaç handan ibaret olan Gümüşha­ne zamanla büyüdü. Tek ana caddenin kenarında ticarethaneler sıralanmaya başladı ve bunları öteki fonksiyonların çoğalması takip etti. Cum­huriyet döneminden sonra da bütün ti­caret ve yönetim etkinliği Harşit vadi­sindeki yeni Gümüşhane’de toplandı. İmparatorluğun sonlarına doğru Trabzon vilâyetinden ayrılarak müstakil bir san­cağın merkezi olan Gümüşhane şehri Cumhuriyetin ilk yıllarında vilâyet mer­kezi durumuna getirildi.

1927 yılında yapılan ilk sayımda nü­fusu henüz 3000’i bile bulmayan (2549 nüfus), ilk defa 1960’ta 5000’i (5312), 1970 yılında 10.0001 (12.440) geçebi­len, 1975 sayımında biraz gerileyerek 11.166’ya inen, 1985’te 22.067’ye yük­selen ve 1990 sayımında 26.014’ü bulan Gümüşhane şehri, bugün Harşit çayının dağlar arasına gömülmüş vadisi boyun­ca bahçeler arasına serpilmiş gevşek dokulu mahalleler halinde uzanır. Şehrin Erzurum istikametinden gelindiğinde ilk mahallesi olan Bağlarbaşı’ndan Trabzon doğrultusundaki çıkışında bulunan Mescitli köyü yakınına kadar olan uzunluğu 12 kilometreyi bulur. Yalnız bu uzanış süreklilik göstermez. Yer yer iskâna el­verişsiz dik eğimli alanlar şehir yerleş­mesini parçalara böler. Harşit çayının sağ yakası yerleşmeye daha uygundur. Bu sebeple şehrin en toplu kesimini mey­dana getiren, resmî binaların çoğunun toplanmış bulunduğu Hasanbey mahal­lesi de ırmağın sağ yakasında yer alır. Erzurum’u Trabzon’a bağlayan transit yolu ırmağın sol kıyısını takip eder. Bu yolla buna paralel olarak sağ kıyıda uza­nan Atatürk caddesini birleştiren Köp­rübaşı kesimi resmî binaların yoğunlaş­tığı yerdir. Doğu-batı doğrultulu Atatürk caddesi ve bunun batıya doğru devamı olan Cumhuriyet caddesiyle bu caddele­re kavuşan kuzey-güney doğrultulu yan yollar üzerinde de ticaret alanları yoğun­laşmıştır. Yalnız bu merkezî kesim dı­şındaki mahalleler, arazi yapısı gereği belirli aralıklarla kurulduğu için her bi­rinde küçük alış veriş merkezleri vardır. Günümüzde mevcut mahalleler arasında (Süleymaniye, Karaer, Hasanbey, Kar­şıyaka, İnönü, Bağlarbaşı, Eskibağlar, Çam­lıca, Hacıemin, Canca, Yenimahalle) şehir merkezine en uzak olanı, şehrin ilk ku­rulduğu Canca mahallesiyle (günümüz­deki merkeze doğru çizgi ile 3,8 km. uzak­lıkta) ikinci defa taşındığı Süieymaniye mahallesidir (günümüzdeki merkeze doğ­ru çizgi ile 3,6 km.). Bu iki mahalle de Harşit çayının sol yamacında bulunur.

Yapıian bir araştırmaya göre Gümüş­hane’de oluşturulan sermayenin 1986, 1987 ve 1988 yılları itibariyle % 83’ü Gü­müşhane dışındaki faaliyet sahalarında kullanılmıştır. Bunun so­nucu olarak da Gümüşhane şehrinde ya­kın yıllara gelinceye kadar sanayi etkin­likleri gelişmemiştir.

Son yıllarda Gümüşhane’nin meyve ürünlerini değerlendirmek üzere bir mey­ve suyu ve marmelat fabrikası kurulmuş­tur. Özellikle elma üretiminin yoğun ol­duğu yörede elma suyu elde etmek ama­cıyla kurulan bu işletme, sonraki yıllar­da kuşburnu suyu ve marmelat üreti­mine yönelmiştir. Aynı fabrika daha son­ra poşette kuşburnu çayı ve ayrıca kızıl­cık, böğürtlen ve alıç reçelleri üretimi­ne de geçmiştir. Gümüşhane’de bulunan bir başka önemli kuruluş, ürünlerini yurt dışına da gönderen konfeksiyon sana­yiidir.

Şehrin tarihî eserleri arasında en önem­lisi Eski Gümüşhane (Süleymaniye) ma­hallesi denilen kesimde bulunan ve bu mahalleye adını veren Süieymaniye Camii’dir. Eski şehirde bunun dışında bazı minare kalıntıları da vardır. Bugünkü şehir yeni olduğundan önemli tarihî eser bulunmaz. Eskibağlar mahallesiyle İnö­nü mahallesi arasında yer alan kilise­den bozma Emirler Camii ile Hasanbey mahallesinde 1923-1930 yılları arasın­da kagir olarak İnşa edilen Kemaliye Ca­mii belli başlı eserlerdendir.

Gümüşhane şehrinin merkez olduğu Gümüşhane ili Trabzon, Bayburt, Erzin­can ve Giresun illeriyle kuşatılmıştır. Mer­kez ilçeden başka Kelkit, Köse, Kürtün, Şiran ve Torul adlı beş ilçeye ayrılmıştır. 6575 km2 genişliğindeki Gümüşhane İli­nin 1990 sayımına göre nüfusu 169.375, nüfus yoğunluğu ise 26 idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 1995 yılı istatistiklerine göre il ve ilçe merkez­lerinde kırk dört, kasabalarda sekiz ve köylerde 422 olmak üzere toplam 474 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki ca­mi sayısı ise on dokuzdur.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski