Gurur. Kişinin, mânevi açıdan değersiz sayılan şeylere aldanıp onlarla avunması anlamında ahlâk terimi.
Sözlükte “aldatma, kandırma; aldanma, kapılma; gaflet, bilgisizlik” anlamlarına gelen gururun “bâtıl şey” mâna-sındaki gar kelimesinin çoğulu olduğu da ileri sürülmüştür. Ancak yaygın görüşe göre gurur tekil bir kelimedir ve “insanın, manevî ve ahlâkî açıdan değersiz sayılan süflî şeylerin cazibesine kapılarak onlarla avunması” demektir. Aynı kökten türeyen garûr “aldatan, kandıran” anlamında şeytanı, dünyayı ve genel olarak insanı gaflete düşürüp yanıltan şeyleri ifade eder.
Kur’ân-ı Kerim’de gurur ve bu kökten gelen diğer kelimeler yirmi yedi âyette geçmektedir. Bu âyetlerin çoğunda gururun “dünyaya kapılma, aldanma” mânası ağır basar. Kur’an öğretisine göre, geçiciliği ve aldatıcılığı unutularak bir değeri varmış gibi kendisine bağlanılan dünya insanlann dinleri ve uhrevî hayatları için büyük bir tehlikedir. Zira, “Dünya hayatı aldatıcı bir metâdan ibarettir(Âl-i İmrân 3/185; Hadîd 57/20). Âyetlerde, insanların inkâra sapmaları ve sonuçta azaba çarptırılmalarında dünya hayatına aldanıp onunla avunmalarının büyük etkisi olduğu(A’râf 7/51; Câsiye 45/35), insanlar gibi cinlerin de dünyaya aldana-rak kâfir olabileceği(Enam 6/130) bildirilir. Bir âyette, güçlü bir dinî ve ahlâkî şuurun en önemli öğeleri olan Allah’a saygı, uhrevî sorumluluk kaygısı ve Allah’ın vaadinin hak olduğuna inanmanın gerekliliği vurgulandıktan sonra insanlar şu şekilde uyarılır: “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve sakın aldatıcı (garûr “şeytan”), Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın!”.(Lokman 31/33)
Fahreddin er-Râzî, Kur’an’ın dünya hayatı hakkındaki bu uyarıcı ve bir ölçüde kötümser yaklaşımını, dünyada birçok bedenî-maddî haz ve menfaat elde edilse bile yine de tatminsizlikten doğan bir bunalımın sürüp gideceği, bitmek tükenmek bilmeyen hırsın insanı huzursuz edeceği, dünyaya aşın düşkünlüğün ve onun geniş İmkânlarından faydalanmanın insanın âhiret mutluluğunun azalmasına yol açacağı düşüncesine bağlamaktadır.
İslâm düşünce ve ahlâk tarihinde gurur, ayrıntılı bir şekilde ilk defa Haris el-Muhâsibî’nin tasavvufî ahlâkın en eski kaynaklarından olan er-Ri’âye îi-hukükıllâh adlı eserinde ele alınmıştır. Bu eserin gururla aynı anlamı taşıyan “Gırre” başlıklı bölümü, Gazzâlî’nin İhya adlı eserindeki “Zemmü’l-gurûr” bölümüne hem şekil hem muhteva bakımından örnek teşkil etmiştir. Gazzâlî, eserinin kırk temel konusundan biri olarak incelediği gururu bir tür bilgisizlik saymıştır. Buna göre bozuk ve yanlış bir görüşe dayanarak kendisinin iyi yolda olduğunu savunan kişi gurura kapılmıştır. Esasen insanlar farklı derecelerde yanlışlık yaptıkları halde kendilerini doğru yolda görürler, böylece gaflet içinde aldatıcı bir güven hissi duyarlar. Gazzâlî’nin “Gurura kapılmış zümreler” başlığı altında ortaya koyduğu, ilim adamları, ibadet ehli, tasavvuf ehli ve servet sahiplerinden oluşan zümrelerle ilgili isabetli tahlilleri, İslâm düşünce tarihinde yüksek değerde bir ahlâk ve dindarlık eleştirisidir.
Türkçe’de gurur kelimesi “kendini beğenme, böbürlenme, kibir” mânasında kullanılmakta, bu tür duygular taşıyan kimseye de mağrur denilmektedir.
TDV İslâm Ansiklopedisi