Hâbil-Kâbil. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ilk iki oğlu.
İslâmî kaynaklarda Hâbil olarak zikredilen kelimenin aslı İbrânîce Hebel’dir (Hevel) ve etimolojisi tartışmalıdır. Kelimenin “soluk, nefes, buhar” anlamına geldiği, ebeveyninin kısa ömürlü olacağını önceden sezdiği İçin ona bu ismi verdiği ileri sürülmüş, ayrıca asıl adının başka olduğu, hayatı bir nefes ve bir buhar gibi çabuk bittiği için daha sonra kendisine bu adın verildiği rivayet edilmiş, fakat bu rivayetler kabul görmemiştir. Kelimenin Akkadca’da “oğul” anlamına gelen ablu/ aplu veya hablu/habaldan gelme ihtimali daha kuvvetlidir. İslâmî kaynaklarda Kabil olarak geçen kelimenin aslı ise, Tevrat’ın Türkçe tercümesinde Kain şeklinde belirtilmekle birlikte İbrânîce’de Kâyin’dir. Tevrat’ta Kâin adı ile “dünyaya getirmek, kazanmak” anlamındaki kâna kelimesinin türevi olan kanıt i yanyana kullanılmıştır. Eğer Kâin’in kökü kâna ise o takdirde Kâin “dünyaya getirilmiş, döl, çocuk” anlamına gelir. Kelimenin kökünün kyn olması halinde “maden işinde çalışan, demirci” anlamını ifade eder ve Ârâmîce’deki kainâyâ ile Arapça’daki kayn kökleriyle birleşir. Bazı İslâmî kaynaklarda Kabil adı Kayn veya Kâyin olarak geçmektedir.
Tevrat’a göre Kâbil Hz. Âdem ile Havva’nın ilk. Hâbil ise ikinci oğludur. Hâbil koyun çobanı, Kabil ise çiftçi olmuş, bir müddet sonra Kabil toprağın mahsulünden, Hâbil de sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından rabbe takdime sunmuş, fakat rab Hâbil’in takdi-mesini kabul etmiş, Kâbil’inkine bakmamıştır. Buna çok öfkelenen Kabil, rabbin ikazına rağmen kardeşi Hâbil’i öldürmüştür. Bunun üzerine rab Kabil’in toprak tarafından lanetlendiğini, yeryüzünde kaçak ve serseri olarak yaşayacağını bildirmiş, ancak bu suç sebebiyle öldürülme ihtimaline karşılık kendisine güvence vermiştir. Bundan sonra Kabil Aden’in doğusundaki Nod diyarında yaşamıştır. Yahudi literatüründe Kabil’in Hâbil’i öldürmesine toprak kavgasının sebep olduğu da ileri sürülmüştür (Eld., V, 23).
Hâbil-Kâbil hadisesi Kur’ân-ı Kerîm’de isim verilmeden şu şekilde nakledilir: “Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen-, ‘Seni öldüreceğim’ demişti. O da, ‘Allah sadece muttaki olanlardan kabul eder. Andolsun sen beni öldürmek için bana elini uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmam. Ben âlemlerin rabbinden korkarım. Ben dilerim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin ve cehennem halkından olasın. Zalimlerin cezası budur’ dedi. Nefsi kendisini kardeşini öldürmeye yöneltti ve nihayet onu öldürdü; böylece ziyana uğrayanlardan oldu. 0 anda Allah bir karga gönderdi. Karga ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeliyordu. ‘Yazık bana, şu karga kadar bile olmaktan, kardeşimin cesedini gömmekten âciz miyim!’ dedi; sonunda da pişmanlık duyanlardan oldu”(Mâide 5/27-31). Hadislerde de, “Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki onun kanından Âdem’in birinci oğluna bir pay ayrılmasın. Zira cinayeti âdet edenlerin ilki odur” denilerek bu olaya atıfta bulunulmuştur.
Tevrat’ta Kabil’in takdimesinin rab tarafından niçin kabul edilmediği belirtilmemekte, fakat Pavlus, Hâbil’in ihlâs ve inancıyla Kabil’den daha iyi kurban takdim ettiği için onun takdimesinin kabul edildiğini ifade etmektedir. Kilise babalarının çoğunluğu, Kabil’in Hâbil’e olan düşmanlığının Çok daha önceden mevcut olduğuna, bundan dolayı takdimesinin kabul edilmediğine inanır. Ayrıca Tann’ya pek değerli olmayan şeyler takdim ettiği için bunların kabul edilmediği de söylenmiştir. Tanrı’nın, Hâbil’in kurbanını kabul ettiğini nasıl bildirdiği meselesine gelince, Theo-dotion versiyonuna göre bu, Hâbil’in tak-dimelerinin semadan gelen bir ateşle kuşatılması suretiyle gösterilmiştir. Kilise babalarının çoğu da bu görüşe katılmaktadır. Bazıları ise takdimenin kabul edilmesinin alâmeti olmak üzere Hâbil’in mal ve mülkünün arttığını söylemişlerdir.
Hâbil’in ne kadar yaşadığı, evlenip evlenmediği, çocuklarının olup olmadığı gibi hususlarla ilgili Kitâb-ı Mukaddes’te bilgi yoktur.
Ahd-i Atîk’te yukarıda söylenenlerin dışında başka bilgi bulunmamasına karşılık Ahd-i Cedîd Hâbil’e oldukça geniş yer vermiştir. Kilise babalan Hâbil’i îsâ Mesîh’in âdeta bir benzeri olarak görmüşler; masumiyeti, çobanlık yapması, kıskanılması, Tann tarafından takdimesinin kabul edilmesi. ıstıraplı ölümü gibi hususlarda İsâ’ya benzerliğini vurgulamışlardır. Bu meziyetleri sebebiyle îsâ onu peygamberler arasında saymıştır. Pavlus da Hâbil’in öfke sonucunda dökülen kanı ile îsâ’nın rabbin İzzeti için dökülen kanını karşılaştırır.
Kabil Ahd-i Cedîd’de işleri kötü, şerirlerden olan, kötü insanların yolunda yürüdükleri kişi (Yahuda’nın Mektubu, M), salih olmayan, samimiyetsiz bir insan olarak gösterilmektedir. Kilise babaları Kabil’i iyi insanlara zulmeden. Tanrı ülkesiyle mücadele eden ve kötülük sembolü olan Bâbil’in kurucusu sayarlar.
Hâbil ve Kabil kıssası Kur’ân-ı Kerîm’de özlü bir şekilde nakledilirken gerek tarih ve tefsir kitaplarında, gerekse kısas-ı enbiyâ türünden eserlerde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bu bilgilere göre Hz. Havva biri kız, biri erkek olmak üzere her batında iki ve toplam yirmi batında kırk çocuk dünyaya getirmiş, sadece Hz. Şît tek doğmuştur. İlk batında doğan çocuklar Kabil ve Aklîmâ. ikinci batında doğanlar Hâbil ve Lebûda’dır. Hz. Adem ile Havva’nın ilk çocukları bir rivayete göre cennetten yeryüzüne indikten 100 yıl sonra, başka bir rivayete göre Kabil ve ikizi cennette, Hâbil ve ikizi ise yeryüzüne indikten sonra doğmuştur.
Âdem ile Havva’nın çocukları birbirleriyle evlenmiştir. Ancak ikizlerin evliliği yasak olduğundan her batnın erkeği bir diğer batnın kızıyla evlenebiliyordu. Evlilik çağına geldiklerinde Hz. Âdem Hâ-bil’in ikizi Lebûda’yı Kabil’le, Kabil’in ikizi Aklîmâ’yı da Hâbil’le evlendirme hususunda Allahtan emir aldı. Aklîmâ çok güzeldi. Evlilik söz konusu olunca Kabil buna itiraz etti; kendi ikizinin diğerinden daha güzel olduğunu, öte yandan kendilerinin cennette doğduklarını söyleyerek Hâbil’in kız kardeşiyle evlenmesine karşı çıktı. Bunun üzerine Hz. Âdem Hâbil ve Kabil’den Tanrı’ya birer kurban takdim etmelerini, hangisinin kurbanı kabul edilirse onun haklı olacağını söyledi. O dönemlerde kurbanın kabul edildiğinin alâmeti semadan inen bir ateşin takdi-meyi yok etmesiydi; kabul edilmeyen takdimeyi ise yırtıcı hayvanlar yiyordu. Kabil, ziraat ürünlerinin en kötüsünden az bir miktar takdim etti. Aynca takdimenin kabul edilip edilmemesinin önemli olmadığını ve kız kardeşinin asla başkasıyla evlenemeyeceğini düşünüyordu. Hâbil İse sürüsünün en iyilerinden besili bir koç ile süt ve yağ takdim etti; içinden de Allah’ın emrine boyun eğmeyi ve rızâsını kazanmayı arzu ediyordu. Her iki kardeş takdimelerini bir dağın tepesine koydular. Semadan bir ateş inerek Hâbil’in takdimelerini yedi; fakat Kabil’in takdimelerine dokunmadı. Bunun üzerine Kabil öfkelendi ve kardeşine kin duymaya başladı. Diğer taraftan Hz. Âdem Kabe’yi ziyaret için Mekke’ye gitmeyi düşünüyordu. Yola çıkmadan önce oğlu Hâbil’i (veya çocuklarını) semanın, yerin ve dağların himayesine bırakmak istedi; fakat onlar kabul etmediler. Bunun üzerine Hâbil’in korunmasını Kabil’den isteyince o bunu kabul etti. Bu rivayeti nakledenler, “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular; fakat onu insan yüklendi; çünkü o çok zalim, çok cahildir”(Ahzâb 33/72) mealindeki âyetten maksadın bu hadise, emaneti yüklenen insanın ise Kabil olduğunu söylerler.
Hz. Âdem gidince Kabil Hâbil’e, “Seni öldüreceğim, çünkü Allah senin kurbanını kabul etti, benimkini kabul etmedi; üstelik sen benim güzel ikizimle de evleneceksin” dedi. Hâbil ise bunda kendisinin bir suçu olmadığını, Allah’ın ancak müttakilerin takdimesini kabul ettiğini, yine de öldürmeye kararlı ise kendisine karşılık vermeyeceğini söyledi ve kardeşinin yanından kaçtı. Kabil onu aramaya koyuldu. Nihayet bir gün Hâbil uyurken Kabil onu buldu ve bir taşla başına vurarak yirmi yaşındaki kardeşini öldürdü. Bir rivayete göre Kabil kardeşini nasıl öldüreceğini bilemediğinden İblîs bir kuşun başını taşla ezmek suretiyle ona yol gösterir. Ayrıca Kabil, kardeşi ilk öldürülen insan olduğu için cesedi ne yapacağını bilemez; onu yırtıcı hayvanlardan korumak için bir torba içine koyarak bir yıl boyunca taşır. Sonunda Allah iki karga gönderir. Birbirine hücum eden iki kargadan biri diğerini öldürür ve toprağa gömer. Bunu gören Kabil, “Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini bile gömemedim!” der. Kabil Hâbil’i öldürünce yeryüzü yedi gün boyunca sallanır ve daha sonra toprak Hâbil’in kanını emer. Allah Kabil’e, “Kardeşin Hâbil nerede?” diye sorar; Kabil, “Bilmiyorum, ben onun bekçisi değilim” der. Bunun üzerine Allah, “Kardeşinin kanı topraktan bana sesleniyor; kardeşini niçin öldürdün?” der; Kabil de. “Eğer onu öldürdüysem kanı nerede?” diye karşılık verir. Bundan sonra Allah yeryüzüne kan emmeyi yasaklar.
Bazı İslâmî kaynaklardaki rivayetlere göre Hâbil’in öldürülmesinden beş yıl sonra Şît dünyaya gelmiştir. Kabil ise cinayetin ardından kız kardeşi Aklîmâ’yı da alarak Aden’e gitmiş, burada İblîs karşısına çıkarak, “Ateş kardeşinin kurbanını yedi, çünkü o ateşe tapıyor ve ona hizmet ediyordu; sen de bir âteşkede yap” demiş, Kabil de İblîs’in dediğini yapmıştır. Kabil sonunda âmâ olan oğlu tarafından Öldürülmüştür. Çocukları oyun aletleri yapmışlar, cenk ve boru çalmışlar, içki içmiş, zina etmiş, ateşe ve putlara tapmışlar, nihayet tufanda boğulmuşlardır.
Tarih ve tefsir kitaplarında yer alan bu tür rivayetler genellikle yahudi ve hıris-tiyan menşelidir. Kabil ile ikizinin cennette, Hâbil ile ikizinin yeryüzünde doğdukları, iki kızdan daha güzel olanı kimin alacağını tesbit için kurban takdim ettikleri, Hâbil’in öldürülmesiyle ilgili olarak Kabil’in İblîs’i örnek aldığı şeklindeki rivayetler Tevrat tefsirlerinde de yer almaktadır. Apokrif kabul edilen, hem Süryânîce hem de Arapça nüshaları bulunan “Hazineler Mağarası” (La caverne des tre-sors) adlı kitapta da aynı bilgiler bulunmaktadır (DBS, I, 112-113).
Hâbil-Kâbil kıssasına dair Tevrat’ta yer alan ayrıntılı bilgiler arasında tutarsızlıklar olduğu görülür. Meselâ Tevrat’a göre, Kabil Hâbil’i öldürdükten sonra insanların kendisinden öç almasından korkmuş ve “Kim beni bulursa öldürecek” demiştir. Halbuki Tevrat’ın aynı bölümünde, o sırada yeryüzünde yalnızca Âdem ve Havva ile oğulları Hâbil ve Kabil’in mevcut olduğu kaydedilmektedir. Öte yandan yine Tevratta Kabil’in Nod diyarına gidip orada bir şehir kurduğu, torunlarından Tubal-Kâin’in tunç ve demircilikle uğraştığı, Kabil’in yeryüzünde medeniyeti ilk başlatan soyun atası olduğu belirtilmektedir. Bu bilgiler de insanların yerleşik hayata geçip şehirler kurmalarının ve madenciliğin çok daha sonraki dönemlerde ortaya çıktığı gerçeğiyle çelişmektedir.
Tevrat’la ilgili tenkidî inceleme faaliyeti ve ilmî araştırmalar, Hâbil-Kâbil kıssasının birbirinden tamamıyla farklı iki ayrı kaynak ve rivayetin bir araya getirilmesiyle oluştuğunu ortaya koymuştur. Buna göre kıssanın ikinci bölümü. Kenî klanının erken tarihiyle ilgili geleneğin bir parçasıdır. Bu bölüm, kıssada mevcut gelişmiş bir cemiyet, teşkilâtlı bir ibadet hayatı, Kâin’i öldürebilecek diğer insanlar ve onu koruyacak bir klan gibi unsurlar sebebiyle Âdem’in çocuklarından ziyade Kenîler’in atasını ifade eder görünmektedir[505]. Ancak burada da gerçek dışı bilgiler mevcuttur. Kentler göçebe ya da yarı göçebe çadır halkı oldukları halde kıssanın bu bölümünde Kenî klanı, coğrafî konumu tesbit edilemeyen bir bölgenin (Tevrat’taki Nod diyarı) yerleşik halkı, bu klanın atası da bir kent kurucusu olarak gösterilmektedir.
Yukarıdaki tenkitler ışığında Tevrat’ta yer alan Hâbil-Kâbil kıssasının yorumu şu şekilde yapılmaktadır: Kıssada ziraatla meşgul olan Kabil’in hayvancılık yapan Hâbil’le çatışması söz konusudur. Bu ise toprağı işleyen çiftçi ile göçebe çoban arasındaki mücadeleyi göstermektedir. Nitekim Sümer mitolojisinde aynı temaya rastlanır ve Hâbil-Kâbil kıssası, çoban tanrı Dumuzi ile çiftçi tanrı Enkimdu’-nun tanrıça İştar’ın sevgisini kazanabilmek için yarışa girdiklerini, armağanlar sunduklarını anlatan “Dumuzi ile Enkim-du” efsanesine benzemektedir. Kabil’in Hâbil’i öldürmesi ise dinî bir merasimin uygulanmasıdır. Şöyle ki: Kabil ve Hâbil, kendi kurban törenlerini yerine getiren iki topluluk türünü ifade etmektedir. Çiftçinin adağı kabul edilmemiştir. Bu da ürünün iyi olmadığı bir yılı göstermektedir ve kefaret niteliğinde bir töreni gerektirmekte, toprağın kurban kanıyla sulanarak verimli kılınması amaçlanmaktadır. Kâin’in Tevrat’ta yer alan. “Tarlaya gidelim” ifadesi, Sümer mitosunda çiftçinin çobanı tarlaya çağırmasıyla aynıdır. Kabil Hâbil’i öldürmek suretiyle toprağın verimli kılınmasını amaçlayan kurban merasimini yerine getirmiş, ancak bunu yapmakla kendini de murdar etmiş ve murdarlığından arınmcaya kadar topluluktan uzaklaştırılmıştır. Onun suçu ferdî değil kolektiftir. Kabil, topluluk yararına bir eylemi yerine getiren din adamı veya kutsal kişidir; bu sebeple de dokunulmazlığı vardır. Tevrat’taki kıssada Tanrı’nın bir taraftan Kâ-in’i lanetlemesi, diğer taraftan öldürülmemesi için koruyucu bir işaret koyarak kendi himayesi altına alması bu şekilde yorumlanmaktadır. Olayı böyle açıklayanlara göre Tevrat’taki Hâbil-Kâbil kıssası, dinî amaçlı öldürme ve bunun sonucunda katilin sürgün edilmesini, göçebe topluluklarda kan gütme davalarının menşeini, son olarak da medeniyetin kaynağı hakkında en eski Sâmî kavimler arasında mevcut birçok gelenekten sadece birine ait olan soy ağacı listesini ihtiva eden bir rivayetler karışımıdır.
Kitâb-ı Mukaddes’te ve Kur’ân-ı Kerim’de yer alan bu kıssaya benzer bazı unsurların eski medeniyetlerin mitolojilerinde de bulunması, bu kıssada anlatılanların efsanevî olaylar ve kişiler olduğunu göstermez. Aynı hadisenin uzun tarihî seyir içerisinde çeşitli çevre ve kültürlerde farklılık kazanması tabiidir ve bu değişik varyantların temelde mevcut bir tarihî hadiseye bağlı olduğunu gösterir ki ilâhî dinlere göre insanlığın başlangıcı, söz konusu kıssa kahramanlarının da atası olan Âdem ile Havva’dır. Kıssanın Tevrat’taki şekli Kur’an’a göre çok ayrıntılıdır ve muhtemelen kutsal metin yazarı ulaşıp derleyebildiği çeşitli rivayetleri ve farklı unsurları hikâyeye katmıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi