Hacı Bayram Veli Külliyesi Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hacı Bayrâm-ı Velî (ö. 833/1430)  tarafından Ankara’da kurulan külliye.  

Ankara’nın en muteber ziyaretgâhı olan Hacı Bayrâm-ı Velî’nin türbesini de bün­yesinde barındıran bu tarikat külliyesi, zaman içinde çeşitli onarımlar geçirip ek binalarla donatılan yapı topluluğu tarika­tın âsitânesi ve pîr makamı olarak varlı­ğını sürdürmüştür. Âsitânenin meşihatı Hacı Bayrâm-ı Velî’nin neslinden gelen postnişinlerin tasarrufunda bulunmuştur. Külliyenin vakıfları ve iradı padişahlar, ha­nedan mensupları ve devlet ricali tara­fından yapılan ilâvelerle arttırılmış, Os­manlı Devleti’ndeki emsali içinde en ge­niş kapsamlı olan vakıflar arasına katıl­mıştır.

Külliyenin bünyesinde yer alan Roma dönemine ait Augustus Tapınağı’nın (Augusteum) Bizans çağında kiliseye. Türk döneminde Akmedrese adıyla eğitim ya­pısına dönüştürüldüğü bilinmektedir. 1554 yılının Mart ayında Ankara’yı ziya­ret eden Hans Dernschvvam tapınağın içinde on hücre bulunduğunu kaydet­mektedir. 1832 dolaylarında yapıyı gör­müş olan Charles Texier’nin seyahatna­mesinde yer alan gravürde tapınağın bir­takım binalarla kuşatıldığı, girişin iki ya­nında yükselen sofalarda da Osmanlı dö­nemine ait mezar taşlarının bulunduğu dikkati çekmektedir. XX. yüzyıl başlarına ait fotoğraflarda yapının içinde de bazı mezarların mevcut olduğu görülür. Bu tapınak. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin hemen yanı başında kurduğu tekkenin hazîre-siyle kuşatılmış ve tesisin bir parçası ha­line gelerek günümüze kadar kısmen de olsa korunabilmistir.

Külliyenin merkezini teşkil eden ve ay­nı zamanda tekkenin tevhidhânesi olarak kullanılan caminin kaynakların çoğunda 831 “de (1427-28), bazılarında ise 828’de (1425) inşa ettirildiği ileri sürülmektedir. Ancak binanın zemini altındaki halvethâ-nelerin, caminin inşasından önce 1393 dolaylarında Ankara’ya dönerek irşad faaliyetine başlayan Hacı Bayrâm-ı Velî ile ilk dervişleri tarafından kullanılmış olma­sı kuvvetle muhtemeldir. Bu durum, ay­nı yerde bugünkü camiye göre daha ufak boyutlu bir mescid-tevhidhânenin bulun­ması gerektiğini düşündürmektedir. Kül­liyenin özünü teşkil eden tekkenin kuru­luşu da Hacı Bayrâm-ı Velî’nin Ankara’ya dönüşü ve “neşr-i tarîk”a başlaması ile bağlantılı olmalıdır. Altında halvethâne-lerin bulunduğu bir mescid-tevhidhâne İle bunun çevresinde zaviye ölçeğinde mütevazi bir tekkeyi oluşturan birtakım birimlerin Hacı Bayrâm-ı Velî tarafından XV. yüzyılın ilk çeyreği içinde yaptırılmış olduğu kabul edilebilir. Daha sonra aynı yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında inşa edilen bugünkü cami ile birlikte, bu dö­nemde Hacı Bayrâm-ı Velî’nin çevresinde oluşan kalabalık mürid topluluğunu he­saba katarak geniş kapsamlı bir tarikat merkezinin mimari programında yer al­ması gereken derviş hücreleri, selâmlık, mutfak-kiler-taamhâne birimleri, misafir­hane, harem, hamam gibi diğer yapıla­rın da tasarlanmış olduğu söylenebilir.

Hacı Bayrâm-ı Velînin vefatından son­ra kabrinin üzerine bir türbe inşa edilmiş, zaman içinde türbe ile caminin doğu yö­nünde Augustus Tapınağı’nın içinde ve çevresinde, bir de külliyenin kuzeybatı yö­nünde iki hazîre teşekkül etmiştir. Tür­benin kıble yönünde yer alan ve en azın­dan Osmanlı döneminin sonlarında mu-vakkithâne görevini ifa ettiği bilinen ya­pının hangi tarihte, kimin tarafından ve ne amaçla inşa ettirildiği tam olarak belli değildir. Söz konusu yapı günümüzde Hacı Bayram Camii’ni Yaşatma Derneği olarak kullanılmaktadır. Külliyenin bün­yesinde yer alan medresenin de kuruluş tarihi bilinmemektedir. Bu tesis, bir za­manlar Augustus Tapınağı’nın içinde fa­aliyet gösteren Akmedrese’nin devamı olmalıdır.

Hacı Bayrâm-ı Velî Külliyesi’nin kurulu­şundan Cumhuriyet dönemine kadar ge-Çirmiş olduğu değişimler ve onarımlar he­nüz bütünüyle aydınlatılmamıştır. An­cak mevcut kitabelerden, birtakım mi­mari ve süsleme özelliklerinden, ayrıca kaynaklardan bazı bilgiler elde edilebil­mektedir. Evliya Çelebi caminin Mimar Sinan’ın eseri olduğunu söylemekte, aynı iddia Ch. Texier tarafından tekrar edilmek­tedir. Ernest Mamboury ile M. Orhan Bayrak ise yapının XVI. yüzyılda Sinan ta­rafından onarıldığını ileri sürmekte, Mam­boury minarede gözlenen zarif oranları da ona mal etmektedir. Ancak caminin Mimar Sinan tarafından tasarlanmış ya da XVI. yüzyılda yenilenmiş olması imkân­sızdır. Çünkü hemen bütünüyle tuğladan inşa edilen cami Ankara’ya has mahallî bir mimari geleneğe bağlanmaktadır. Ay­rıca tasarımının ana hatları XV. yüzyılın ikinci çeyreğinin başlarında, yani Sinan’ın doğumundan en az elli yıl Önce, mihrapla minber ve kalem işi bezemeleri ise XVIII. yüzyıl başlarında şekillenmiştir. Bu arada Ankara’da Mimar Sinan’ın günümüze ulaşmış tek eseri olan ve döneminin kla­sik üslûbunu yansıtan 973 (1565-66) ta­rihli Cenâbî Ahmed Paşa Camii ile Hacı Bayrâm-ı Velî Camii arasında hiçbir ben­zerlik bulmak mümkün değildir. Mimar Sinan’ın eserlerinin dökümünü veren tez­kirelerde Hacı Bayrâm-ı Velî Camii’nin adı geçmediği gibi bu iddiayı destekleyen hiçbir belge de bulunmamaktadır. Diğer taraftan Ankara’nın Türk dönemine ait bütün kitabelerini derlemiş olan Müba­rek Galib’in kısmen okunabilen metnini verdiği Arapça bir kitabede, yalnızca mi­narenin Muhammed b. Ebû Bekir el-Hemedânî adında bir mimar tarafından ye­nilendiği belirtilmekte, ancak bu yenilen­menin tarihi tesbit edilememektedir. Ki­tabenin tarihsiz olması ya da tarih ibare­sinin okunamamış olması söz konusudur. Günümüzde nerede bulunduğu bilinme­yen bu kitabe Mamboury, Akok ve Bay­rak gibi bazı müelliflerce yanlış yorumlan­mış, bütün caminin tasarımı kitabede adı geçen mimara mal edilmiştir. Cami kitle­sinden tamamen bağımsız olarak türbe­nin güneydoğu köşesinde yükselen mi­narenin, camiden kısa bir süre sonra in­şa edilmiş olan türbeden bile daha sonra yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu arada Ek­rem Hakkı Ayverdi’nin işaret ettiği gibi söz konusu minarenin sadece selâtin camilerinin minarelerine has bir ayrıcalık olan iki şerefe ile donatılmış olması dik­kat çekicidir. Bu husus. Osmanlılar’ın Hacı Bayrâm-ı Velî’ye duydukları büyük saygı ile açıklanabileceği gibi minarenin bizzat bir padişah tarafından ilâve ettirilmiş ol­ması İhtimalini de hatıra getirmektedir.

Caminin geçirmiş olduğu iki önemli ona­rımdan ilki III. Ahmed döneminde, tek­kenin o tarihteki postnişini Şeyh Meh-med Baba tarafından 1126 (1714) yılın­da gerçekleştirilmiştir. Harimin batı yö­nünde çıkıntı yapan fevkani mahfilin kıb­le cephesindeki iki kitabe tarafından bel­gelenen bu onarımın oldukça geniş kap­samlı tutulduğu söylenebilir. Bu sırada harimin kuzeyindeki fevkanî mahfilin ke­merler üzerinde batıya doğru genişletil-diği, ayrıca mihrabın, minberin ve harim-deki süslemenin de yenilendiği anlaşıl­maktadır. Külliyenin tarihçesiyle ilgili kay­nakların bir kısmında caminin III. Musta­fa devrinde de (1757-1774) bir onarım ge­çirdiği ileri sürülmektedir. Ancak bu hu­sus ne belgeler ne de yapının mimari ve süsleme özellikleriyle kanıtlanabilmiştir. İkinci onanm ise 1940-1941 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından ve mi­mar Alâeddin Bey eliyle gerçekleştiril­miştir. Bu onarımda yapının planı ve üst yapısı büyük ölçüde korunmuş, ancak son cemaat yerinde ve batı cephesinde deği­şiklikler meydana gelmiş, ayrıca cephe­lerdeki doku ve ayrıntılar aslına sadık ka­lınmaksızın yenilenmiştir. Daha sonra 1960’larda vuku bulan diğer bir onarım­da da caminin giriş (kuzey) cephesinde yapının mimari kimliğine ters düşen ol­dukça bilinçsiz değişiklikler yapılmıştır.

Külliyenin diğer binalarının geçirmiş ol­duğu onarım ve değişimlere ilişkin şu tes-bitler yapılabilmektedir: Texier’nin seya­hatnamesinde yer alan bir gravürde, ca­minin batı yönünde tekke müştemilâtı­na ait yapının tepe pencerelerinde, aynı yöndeki fevkanî mahfil çıkmasını taşıyan kaş kemerlerin benzerlerinin kullanıldığı dikkati çekmekte, bu husus binanın 1126 (1714) onarımı sırasında inşa edilmiş ola­bileceğini düşündürmektedir. Diğer ta­raftan bugün mevcut olmayan cümle ka­pısının özellikleri 11. Mahmud döneminin (1808-1839) sonlarında veya Abdülmecid döneminin başlarında yenilendiğini gös­terir. Tekke şeyhlerinin ikamet ettiği, halk arasında “şıh konağı” olarak anılan harem binasını en son III. Mehmed Tayyib Baba XX. yüzyılın başlarında yeniden inşa ettirmiş, ayrıca annesi Nezihe Hanım için bir çeşme yaptırmıştır.

Türbenin bünyesinde, asıl türbenin batı yönünde yer alan çatı ile örtülü bölümde küçük bir kütüphanenin teşekkül ettiği bilinmektedir. Tekkelerin kapatıldığı 1925 yılını takip eden dönemde caminin batı­sındaki tekke birimlerinden harem bina­sı, cümle kapısı. Nezihe Hanım Çeşmesi, medrese ve hazîre ortadan kaldırılmış, mezar taşları Ankara’nın diğer hazîrele-rine nakledilmiştir. Hacı Bayrâm-ı Velî Tür-besi’nde bulunan değerli ahşap kapılar 1932’de Ankara Etnografya Müzesi’ne ta­şınmıştır. Türbe 1947’de, Müzeler Genel Müdürlüğü ve Türkiye Anıtlar Derneği ta­rafından arkeolog Mahmut Akok’un de­netimi altında esaslı bir onarıma tâbi tu­tulmuş, içindeki ahşap aksam ve kalem işleri tamamen yenilenmiştir. Bu arada türbenin batı yönünde yer alan ve zaman­la içi Hacı Bayrâm-ı Velî neslinden gelen postnişinlerin kabirleriyle dolan çatılı gi­riş bölümü de yıktırılmıştır. Böylece bir yandan külliyenin en Önemli iki binası olan cami İle türbe ihya edilirken söz konusu yapı topluluğunun diğer birçok unsuru ta­rihe karışmış, ayrıca son yıllarda gerçek­leştirilen çevre düzenlemeleri sırasında külliyeyi kuşatan eski mahalle dokusu­nun son izleri de silinmiştir. Bugün Hacı Bayrâm-ı Velî Camii ve Türbesi ile muvak-kithâne tarihî çevrelerinden tamamen so­yutlanmış bulunmaktadır.

Külliyenin Yerleşimi

Hacı Bayrâm-I Velî Külliyesi’ni oluşturan yapıların, Os­manlı mimarisinin erken dönemine ait hemen bütün külliyelerde olduğu gibi her­hangi bir simetri eksenine riayet etmek­sizin ancak aralarındaki fonksiyon ilişki­leri doğrultusunda arsaya dağıldıkları göz­lenmektedir. Fonksiyon şeması açısından bu yapı topluluğunun merkezini oluşturan cami arsanın doğu sınırında yer alır. Bi­nanın güneydoğu köşesi, yaklaşık 40 de­recelik bir açı ile Augustus Tapınağfnın “pronaos”unu (ön revak) batı yönünde sı­nırlayan “ante” (köşe ayağı) duvarına sap­lanmaktadır. Hacı Bayrâm~ı Velî Türbesi caminin mihrap duvarına bitişiktir. Kub­beli olan asıl türbenin batı cephesi boyun­ca uzanan ve bugün mevcut olmayan ahşap çatılı bölüm de kuzey yönünde ca­minin mihrap duvarı ile sınırlıydı. Aynı bölüm, asıl türbenin güney duvarından sonra bir miktar daha ilerlemekte, bu yönde teşkil ettiği çıkıntı ile türbenin gü­neydoğu köşesinde yükselen minare ara­sında kalan saha bir duvarla güney yönün­de sınırlandırılmış bulunmaktaydı. Cena-zelik olarak kullanılan bu kesimde tekke şeyhlerinin ve mensuplarının naaşlarınm yıkandığı bilinmektedir. Cenazeüği sınır­layan duvarın hizasında doğu yönünde, minarenin kaidesine bitişik küçük boyut­lu bir müezzin meşrutası yer almakta, bu hattı takip eden dar bir sokağın diğer (güney) yakasında da medrese bulunmak­taydı. Yine bu kesimde yaklaşık Hacı Bayrâm-ı Velî Türbesi ile aynı eksen üze­rinde muvakkithâne, bunun da güney yö­nünde Nezihe Hanım Çeşmesi yer almak­ta, çeşmeden sonra medreseyi batı yö­nünde sınırlayan avlu duvarı uzanmaktay­dı. Muvakkithâne ile çeşmenin önünde külliyenin cümle kapısının açıldığı küçük bir meydan uzanmakta, bu meydanın karşı (batı) yakasında ise harem binası yükselmekteydi. Daha Önceki harem bi­nasının bu yapının batısında yer aldığı ve külliye arazisinin bu yönde Hükümet cad­desine kadar uzandığı bilinmektedir. Ha­remin kuzey yönündeki bahçeyi sınırla­yan duvarla Hacı Bayrâm-ı Velî Türbesİ’-nin önündeki çatılı bölüm arasına külliye­nin cümle kapısı yerleştirilmişti.

Cümle kapısından girildiğinde sağda Hacı Bayrâm-ı Velî Türbesi ile cami, kar­şıda caminin kitlesinden batıya doğru ta­şan fevkanî mahfilin altındaki kemerli geçitle solda (batıdan) buna bitişen, kül­liyenin imareti olması muhtemel yapı görülmekteydi. Fevkanî mahfilin altında­ki kemerli geçitten caminin kuzeyindeki avluya ve hazîreye ulaşıldığı gibi. imaret olması muhtemel yapının arkasında yer alan ve batıya doğru ilerleyen üstü açık diğer bir geçide de varılmaktaydı. Bu ge­çidin üzerinde imaretin sırasında tekke­nin selâmlık dairesiyle birlikte muhteme­len dervişler ve misafirlere mahsus ika­met birimleri sıralanmaktaydı. Şadırvan da bu yöndeydi. Külliyenin hazîresi İki bö­lüme ayrılmıştı. Daha büyük olan ve daha eski tarihli mezarları barındırdığı anlaşı­lan bölüm cami ile Hacı Bayrâm-ı Velî Tür-besi’nin arkasında (doğusunda), Augus­tus Tapınağı’nın çevresinde ve içinde ya­yılmakta, nisbeten yakın tarihli mezarla­rın bulunduğu diğer bölüm ise caminin kuzeyinde yer almaktaydı.

Cami ve Halvethâneler

Caminin mi­mari özellikleri incelenirken 1940-1941 onarımından önceki durumu esas alın­malıdır. Duvarların alt kesimi moloz taş, üst kesimi ahşap hatıllı tuğla örgü ile meydana getirilmiş, yapı alaturka kire­mit kaplı bir kırma çatı ile örtülmüştür. Binanın kuzeyinde enine dikdörtgen plan­lı (13,45 x 3,1 Om.) kapalı bir son cemaat yeri bulunur. Üst katı fevkanî mahfil ta­rafından işgal edilmiş ve yapının kitlesiyle kaynaşmış olan son cemaat yerinin batı duvarında bir kapı, doğu duvarında caminin altındaki halvethânelere geçit ve­ren diğer bir kapı. kuzey duvarında da sivri kemerli dört pencere bulunmakta­dır. Sivri kemerli pencereler 1940-1941 onarımına aittir. Daha önce bu cephenin nasıl olduğu tesbit edilememekte, ancak Texier’nin gravüründe bu yönde yuvarlak kemerli bir revak seçilmektedir. Son ce­maat yerinin doğu kesimindeki merdivenlerden biri fevkanî mahfile, diğeri halvet­hânelere aittir. Son cemaat yerinin gü­ney duvarının ekseninde harime açılan dikdörtgen kapı. bunun yanlarında da aynı şekilde iki pencere yer alır.

Kıble ekseninde gelişen dikdörtgen planlı (20,25 x 13,45 m.) harim, çatılı ca­milerde emsaline az rastlanan geniş ve ferah bir mekândır. Harimi son cemaat yerinden ayıran kuzey duvarının önünde girişin iki yanında, zemini bir seki ile yük­seltilmiş ve ahşap korkuluklarla sınırlan­dırılmış bulunan iki mahfil uzanır. Batı­daki müezzin mahfili olarak kullanılmak­tadır. Doğu ve batı duvarlarının alt kesi­minde dörder pencere ile birer yan giriş vardır. Alt sıradaki pencereler kesme taş sövelerle çerçevelenmiş, demir parmak­lıklarla donatılmış ve tuğladan sivri hafifletme kemerleriyle taçlandırılmıştır. Güneyden kuzeye doğru batı duvarında ilk iki pencerenin, doğu duvarında da ilk üç pencerenin üzerine ahşap pervazlı dik­dörtgen tepe pencereleri yerleştirilmiş­tir. Güney duvarında mihrabın yanların­da da aslında aynı düzende ikişer pence­renin tasarlandığı, ancak türbenin inşa edilmesi üzerine soldaki (doğudaki) pen­cerelerden alttakinin iptal edilerek bir nişe dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Texier’nin gravüründe bu cephedeki te­pe pencereleri diğerlerinden farklı olarak sivri kemerli gösterilmiştir. Fakat sonra­dan bunlar da dikdörtgene dönüştürül­müştür.

Kuzeydeki mahfillerin üzerinde yer alan fevkanî mahfiller hem son cemaat yerinin üstünde devam etmekte, hem de batı yönüne doğru dikdörtgen planlı (16,15 x 6,68 m.) büyük bir çıkma ile ge­nişletilmiş bulunmaktadır. Ayrıca zemin­deki mahfillerin arasındaki kesintiye (gi­riş ekseni) isabet eden küçük boyutlu bir çıkma daha yapılmıştır. Mahfilleri taşı­yan kare kesitli ahşap dikmeler nakışlı Bursa kemerleriyle kirişlere bağlanır. Batı yönündeki çıkma, cümle kapısıyla son cemaat yerinin bağlantısını sağlayan geniş kaş kemerlere oturur. Fevkanî mah­filin güney ve doğu duvarlarında ikişer adet, batı duvarında dört, kuzey duva­rında da yedi adet ikili pencere grubu teşhis edilir. Bütün bu pencereler dik­dörtgen açıklıklı olup ahşap pervazlarla kuşatılmıştır. Batıdaki çıkmanın avluya bakan güney cephesinde çıkmayı taşıyan geniş kemerin iki yanında, caminin 1126 (1714) yılında Hacı Bayrâm-ı VeiTnin nes­linden Şeyh Mehmed Baba tarafından tamir ettirildiğini gösteren iki kitabe lev­hası konmuştur. Sülüs hattı ile yazılmış olan manzum kitabelerden sağdaki Türk­çe, soldaki Arapça’dır. Kitabeler tuğladan sivri kemerlerle taçlandırılmış, bu kemer­lerin arasına tuğla bir çerçeve İçine mer­merden yuvarlak bir “maşallah” levhası yerleştirilmiştir. Daha yukarıda yer alan pencere sıralarının arasında yeşil çiniy­le yazılmış celî-sülüs bir kelime-i tevhid çıkmanın bütün cephesi boyunca devam etmekte, alt sıradaki iki pencerenin ara­sında da aynı türde yazılmış olan yâ ve-liyyellah” İbaresi bulunmaktadır.

Camide 1940-1941 onarımı sırasında ve daha sonra meydana gelen değişiklikler şöyle Özetlenebilir: Cephelerin malze­mesi ve dokusu hemen tamamıyla değiş­tirilmiş, duvarların alt tarafı kesme taşla örülmüş, cephelerdeki bütün tuğlalar yenilenmiş, bu arada ahşap hatıllar iptal edilerek harimin güney ve batı cephele-riyle fevkanî mahfil çıkmasının güneye bakan cephesine üç sıra yeşil sırlı tuğla­dan meydana gelen hatıllar konulmuş­tur. Kitabelerin üzerindeki kemerlerle bunların arasındaki “maşallah” levhası da ortadan kaldırılmıştır. Bütün tepe pencereleri sivri kemerli ve alçı revzenli olarak yenilenmiştir. En önemli değişik­lik ise fevkanî mahfil çıkmasının altındaki kemerlerin örülmesi ve bu kesimin hari­me katılmasıdır. Yapının dış görünümü­nü olumsuz yönde etkileyen bu tadilât sırasında kemerlerin içine örülen duvar­larda birer dikdörtgen pencere açılmış­tır. Ayrıca kuzey cephesine, kapalı son cemaat yerinin önüne sivri kemerli ve kırma çatılı bir revak eklenmiş, doğu cephesindeki girişler de kesme taştan ve basık kemerli olarak yenilenmiştir. Gerek kuzeye eklenen revakta gerekse bu gi­rişlerde birinci ulusal mimarlık üslûbu­nun izleri farkedilir. 1960’larda fevkanî mahfil, 1940-1941 onarımına ait sivri ke­merli revakın üzerine doğru genişletil­miş, söz konusu revak cephe boyunca devam etmediğinden köşelere betonar­me kolonlar dikilerek yapının kuzey cep­hesine son derece çirkin bir görünüm verilmiştir.

Güney ve kısmen batı cephelerine 1940-1941 onarımında konmuş olan sırlı tuğla hatıllar dışında caminin cephelerin­de teşhis edilebilen bezeme unsurları, mahfil çıkmasındaki çini yazılarla kitabe­lerin arasında bulunan “maşallah” levha­sından ibarettir. Cephelere hâkim olan bu sadeliğe karşılık harimde oldukça zen­gin bir süsleme programı uygulanmıştır. Harimdeki süslemeleri tavanlarda, kapı­larla pencerelerin çevresinde ve minber­de bulunan kalem işleri, alt sıradaki pen­cerelerin üst hizasına kadar duvarları kaplayan çiniler ve mihraptaki alçı beze­me olarak üç grupta toplamak müm­kündür.

Harimin ve mahfillerin tavanları ince çıtalarla karelere bölünmüş, harim tava-nındaki karelerin köşelerine birer çiçek motifi barındıran küçük kareler konmuş, kuzey yönündeki mahfil çıkmasının tava-nındaki karelerin merkezine de yaldızlı küçük yarım küreler oturtulmuştur. Alt sırada yer alan pencereler, harim tavanıyla kuzeydeki çıkmanın tavanı, ayrıca harimin, kuzey mahfilinin ve batıdaki mahfil çıkmasının tavanfarındaki göbek­ler son derece itinalı kalem işlerinin süs­lediği pervazlarla kuşatılmıştır. Lâcivert, patlıcan moru. koyu yeşil, koyu sarı ve kırmızıyla renklendirilmiş, ayrıca yer yer yaldızlanmış olan bu bezemelerde han­çer yaprağı, şakayık, hatâyî, karanfil ve birbirine düğümlenmiş rûmîli şemse gibi klasik Osmanlı üslûbuna bağlanan motif­ler kullanılmıştır. Harim tavanıyla kuzey mahfilinin tavanındaki göbekler altıgen, batıdaki mahfil çıkmasının tavanındaki göbek ise dikdörtgen biçimindedir. Bun­ların içi kesişen kırık çizgilerin meydana getirdiği, çeşitli yıldızlardan ve çokgen­lerden oluşan geometrik kompozisyon­larla doldurulmuştur. Kapılar ve pence­reler sülüs hatlı zerendûd kelime-i tevhid ve âyet panolarıyla taçlandırılmıştır. Bazı kaynaklarda caminin kalem işleri XV. yüzyıla, bazılarında da XVI. yüzyıla tarihlenir. Herhangi bir kaynak gösteril­meden bunların. Mimar Sinan’ın dostu olan Ankaralı Nakkaş Mustafa’nın eseri olduğu ileri sürülmektedir. 1714 onarı­mında eklendiği anlaşılan batıdaki mah­fil çıkmasının tavan göbeği söz konusu bezemenin aynı onarım sırasında yapıl­dığına işaret eder. Bunların yanı sıra te­pe pencerelerinin çevresinde 1940-1941 onarımına ait diğer kalem işleriyle yakla­şık aynı üslûpta, ancak işçiliği çok daha ba­sit olan kalem işleri bulunur. Aynı dönem­de bu pencereler alçı revzenlerle donatıl­mış, ahşap kapı ve pencere kanatlarıyla mahfil korkulukları da yenilenmiştir.

Ahşap minber, klasik üslûbu yansıtan tasarımı ve kalem İşleriyle harimin süsle­mesine uyum sağlamaktadır. Sivri ke­merli kapısı, üçgen yan yüzeyleri, dilimli kemerleri ve sivri külahı olan köşk kısmı, köşkün altında kalan sivri kemerli geçit ve bunun üzerindeki dikdörtgen pano, tavanlarda ve pencerelerde bulunanların eşi olan nakışlı pervazlarla çerçevelen­miştir. Pervazların kuşattığı yüzeylerde yalancı kündekârî tekniğiyle meydana getirilmiş geometrik kompozisyonlar gö­rülür. Kapının lentosunda sülüs hatlı ze­rendûd bir kelime-i tevhid, ajurlu palmet-lerin kuşattığı yarım daire biçimindeki alınlığın ortasında da tuğra şeklinde is­tiflenmiş bir âyet bulunmaktadır. Köşkün altındaki geçitle dikdörtgen panonun üstlerinde kırık kaş kemerli kartuşlar içinde, beyaz zemin üzerine siyahla sülüs hatlı çeşitli dualar yer almakta, korkuluk­lar geometrik şebekelerden meydana gel­mektedir.

Harimin duvarları, alt sıradaki pence­releri taçlandıran âyet panolarının üst hi­zasına kadar sır altı tekniğinde kare çini levhalarla kaplıdır. En altta üç sıra lâci­vert çini süpürgelik kısmını meydana ge­tirmekte, bundan sonraki çinilerde içleri lâlelerle dolgulanmış dilimli şemseler gö­rülmektedir. Kirli beyaz zemin üzerine so­luk mavi İle resmedilen bu motifler, lev­haların merkezine ve birleşme noktaları­na gelecek şekilde yerleştirilmiştir. En yukarıda ise yine çiniden yapılmış lâci­vert zemin üzerine beyazla sülüs hatlı bir âyet kuşağı uzanır. Bu çinilerden, ha­rimin kuzeybatı köşesindeki müezzin mahfilinde yer alanların 1714 onarımı sı­rasında Kütahya’da imal edildiği anlaşıl­makta, diğerlerinin Cumhuriyet dönemi onarımına ait olduğu tahmin edilmekte­dir. Nitekim söz konusu mahfildeki çini yazı kuşağının sonunda. 1714 yılında ca­miyi tamir ettiren Şeyh Mehmed Baba’-ya ait olması muhtemel “ketebehû el-fa-kir eş-şeyh Mehmed” imzası okunmak­tadır. Ayrıca İbrahim Hakkı Konyalı, “Ha­san Geliboluvî” şeklinde bir çini ustası imzasının da bulunduğunu kaydeder.

Alçı kalıplama tekniğiyle yapılmış ve pastel renklerle boyanmış olan mihrabın malzemesi, âbidevî boyutları, oranları ve süsleme ayrıntılarıyla Ankara’ya has özel­likler sergilemekte, buna benzer örnek­lere Ankara’da XVII ve XVIII. yüzyıllara ait başka camilerde de rastlanmaktadır. Tavana kadar yükselen mihrap yanlardan ve üstten dört adet kuşakla çerçevelen­miştir. En dıştaki kuşak yanlarda mukar-naslı. üstte ise palmetlidir. İkinci ve dör­düncü kuşaklarda kırık kaş kemerli kar­tuşlar içinde sülüs hatla kelime-i tevhid-ler. ikincisinde on köşeli yıldız geçmeler sıralanmaktadır. Çokgen mihrap nişi dört sıra mukarnas dolgulu kavsara ile son bulur. Nişin üzerinde kalan büyük boyut­lu dikdörtgen yüzey, birbiri ardınca sıra­lanan palmetli kuşaklar ve âyet panoları ile doldurulmuştur.

Caminin zemini altında yer alan halvet-hâne (çilehâne) birimleri, hariminin tasa­rımı ve süslemeleriyle tamamen cami mimarisinin çerçevesine giren bu yapı­nın tekke mimarisiyle olan bağlantısını so­mutlaştırmaktadır. Son cemaat yerinin doğu kesiminde yer alan merdivenlerle önce bir tür mescid niteliğindeki mekâna inilir. Bu mekânın batı duvarından abdest alma mahalline, küçük bir mihrabın bu­lunduğu güney duvarından bu yönde uza­nan dar bir koridora geçilmekte, korido­run solunda da (doğusunda) dört adet halvethâne sıralanmaktadır. Bunlar, ke­narlarının uzunluğu 1,10-1.20 m. arasın­da değişen, 1,30 m. yüksekliğinde, için­de ancak bir kişinin oturarak ibadet ede­bileceği küçük birimlerdir. Söz konusu halvethâneler, toprak kotunun altında yer alan ve en erken örneklerine Batı Tür­kistan’da Ahmed Yesevî’nin tekkesinde rastlanan “tahtam” halvethânelerin ge­leneğine bağlanmaktadır.

Hacı Bayrâm-ı Velî Türbesi, Kütüpha­ne ve Minare

Hacı Bayrâm-ı Velfnin yanı sıra kendisinden sonra gelen şeyhlerden sekiz kişinin gömülü olduğu asıl türbe kare planlı (içten 6,70 x 6,70 m.) ve kub­beli bir birimdir. Kuzey yönünde caminin mihrap duvarına bitişen mekân, diğer üç yönde yaklaşık 1 m. kalınlığındaki du­varlarla kuşatılmıştır. Girişin ve hacet penceresinin yer aldığı batı duvarı beyaz Afyon mermerinden, güney duvarı ise aynı renkteki kum taşından kesme iri bloklarla örülmüş, doğu (arka] cephe­sinin alt kesiminde moloz taş örgü, 2 metreden itibaren de iki sıra tuğla ile bir sıra moloz taştan oluşan almaşık örgü kullanılmıştır. Kurşun kaplı kubbe, iki sı­ra tuğla ve bir sıra kesme taşla örülmüş olan sekizgen bir kasnak üzerinde yük­selmektedir. Kare mekândan kubbeye geçiş mukarnas dolgulu üçgen pandan­tiflerle sağlanmış, kasnağın içi prizmatik üçgenler kuşağı şeklinde değerlendiril­miştir. Kubbenin ağırlığı kuzeyde cami­nin mihrap duvarına bitişik olan bir sivri kemerle, diğer üç yönde duvarların İçine gömülmüş olan aynı türde kemerlerle zemine aktarılmaktadır. Mahmut Akok kuzeydeki kemeri, caminin yenilenmesin­den önce cami harimiyle türbe arasında mevcut bir açıklığın izi olarak yorumlamıştır. Nitekim birçok başka tarikat ya­pısında da ibadet hacimleriyle türbeler arasında, dervişlerin velîlere olan bağlılı­ğından kaynaklanan bu tür doğrudan ilişkilerin kurulmuş olduğu bilinmekte, mihrap duvarının hemen arkasındaki san­dukanın Hacı Bayrâm-ı Velî’ye ait olması da bu ihtimali desteklemektedir. Ancak mihrap duvarının doğu kesiminde yer alan ve türbenin inşa edilmesi üzerine iptal edilerek nişe dönüştürüldüğü anla­şılan pencerenin mevcudiyeti, ayrıca mih­rap duvarının ekseniyle söz konusu açık­lığın eksenlerinin çakışmaması, gerek teknik gerekse estetik açısından bu var sayımı imkânsız kılmaktadır.

Türbenin batı cephesi asimetrik tasa­rımı iie dikkati çeker. Giriş cephenin sa­ğına kaydırılmış, hacet penceresi de giri­şin simetriğini oluşturmayacak şekilde cephenin soluna yerleştirilmiştir. Girişi kuşatan dikdörtgen çerçeve cepheden hafifçe taşınlmış ve üç dilimli bir kemer­le taçlandırmıştır. Bu kemer, dört adet mermerle bunların arasında yer alan beş adet ok ucu biçiminde kırmızı taştan meydana gelir. Kapının basık kemerini teşkil eden dokuz adet mermerle kırmızı taş da geçmeli olarak örülmüştür. Türbe­nin girişinin ayrıntılarında birtakım tasav-vufî sembolleri ifade eden üç, beş, dokuz gibi sayıların kullanılmış olması büyük bir ihtimalle tesadüf eseri değildir. Hacet penceresinin dikdörtgen açıklığı mukar-naslı sövelerle çerçevelenmiş, mukarnas-ların arasındaki küçük yüzeylere birbirin­den farklı yuvarlak rozetler ve yıldız mo­tifleri kondurulmuştur.

Batı duvarının iç yüzünde girişle hacet penceresi arasında bir niş, güney duva­rının ekseninde dikdörtgen planlı mihrap nişi, aynı duvarın batı kesimiyle kasnağın batı, güney ve doğuya bakan kenarların­da sivri kemerli ve alçı revzenli tepe pen­cereleri yer almaktadır. Mihrabın beş sı­ra mukarnasla dolgulu kavsarası ona­rımda yenilenmiştir. Ahşap sandukalar zeminden 50 cm. kadar yükseltilmiş olan bir setin üzerinde sıralanır. Ön sıradaki dört sanduka arasında diğerlerinden da­ha yüksek tutulmuş ve bir Bayramî tacı ile donatılmış olan en soldaki Hacı Bay­râm-ı Velî’ye aittir. Aynı sırada en sağda yer alan sandukanın baş ucunda, köşele­ri mukarnaslar ve helezonî rozetlerle süs­lü, sütun başlığı görünümünde olan bir şâhidenin üzerindeki sülüs hattı ile yazıl­mış “târih-i vefât-ı Edhem Baba, 941” (1534-35) ibaresinden, burada Hacı Bay­râm-ı Velî’nin torunu ve tekkenin postni-şini Şeyh Edhem Baba’nın gömülü oldu­ğu anlaşılmaktadır. Sandukaların baş uç­larında duran levhalar tekke ve türbele­rin kapatılmasının ardından kaldırılmış, türbede kimlerin gömülü olduğunu bi­lenler de vefat ettiğinden sandukaların sahipleri unutulmuştur. Ancak Fuat Bay-ramoğlu, ön sıradakilerden birinin Hacı Bayrâm-ı Velfnin oğlu Şeyh Ahmed Ba-ba’ya, diğerinin de müridlerinden birine ait olduğunu nakletmektedir.

Asıl türbenin önünde (batı yönünde) yer alan ve son onarımda ortadan kalkan bölüm, gerek Texier’nin gravüründe ge­rekse eski tarihli fotoğraflarda kısmen görülmektedir. Yaklaşık 3,70 m. derinli­ğinde olduğu anlaşılan bu birim türbenin batı {giriş) cephesi boyunca uzanmakta ve güneye doğru bir miktar ilerlemektey­di. Gravürde kesme taş Örgülü olduğu görülen duvarların fotoğraflarda ahşap kaplama ile örtülmüş bulunduğu dikkati çeker. Batı ve güney yönlerinde dikdört­gen açıklıklı ve parmaklıklı geniş pencere­ler bulunmaktadır. Alaturka kiremitlerle kaplı olan ahşap çatısı kubbenin eteğin­den başlamakta ve mihrap duvarının hi­zasına kadar ilerleyen geniş bir saçakla sona ermekteydi. Aslında türbenin giriş bölümü olarak tasarlanmış olması gere­ken bu mekâna daha sonra, muhteme­len asıl türbe hariminin dolmasını müte­akip Hacı Bayrâm-ı Velî soyundan gelen âsitâne şeyhleri defnedilmiş, zaman için­de burası da türbeye dahil edilmiştir. Son olarak III. Mehmed Tayyib Baba’nın (ö. 1920) defnedildiği bu bölümdeki kabirler onarım sırasında başka yerlere taşınmış­tır. Türbenin kapısı ile hacet penceresinin süslemesine gösterilmiş olan itina dikka­te alındığında yapının giriş cephesini ta­mamen gizleyen bu bölümün sonradan eklendiği ortaya çıkar. Türbenin ahşap ka­natlarına dair aşağıda temas edilen bazı gözlemler bu bölümün 11. Bayezid döne­mine ait olduğunu düşündürmektedir.

Türbenin en ilginç bezeme unsurları, halen Ankara Etnografya Müzesi’nde teş­hir edilen ahşap kapı kanatlarıdır. Bu ka­natlardan biri batıdaki giriş bölümüne açılan dış kapıda, diğeri türbe harimine açılan iç kapıda yer almaktaydı. Dış kapı­ya ait olan kanatlarda düz yüzeyli derin oyma tekniğiyle, XII ve XIII. yüzyıllardaki Selçuklu ahşap oymacılığının özelliklerini devam ettiren bezemeler yapılmıştır. Türbenin mimarisi gibi II. Murad döne­mine ait olduğu anlaşılan bu kanatlarda rûmîli kuşakların çerçevelediği yüzeyle­rin ortasına, rûmîlerle dolgulanmış ve sa’lbekJerle donatılmış yuvarlak şemse­ler konmuş, bunların üstündeki dikdört­gen panolar içine Selçuklu neshiyle Hz. Peygamber’e ithaf edilen Arapça bir beytin mısraları yazılmış, şemselerin al­tında kalan dikdörtgen panolara da kûfî hatlı mısralar yerleştirilmiştir. Gerek hat panolarının gerekse binilerin zeminleri rû­mîlerle bezelidir. Ahşap bezemenin arasında dövme demirden mamul kabara­lar ve pullar bulunmaktadır.

İç kapıda duran kanatlar ise yalancı kündekârî ve ahşap üzerine kakma tek­nikleriyle meydana getirilmiş olup son derece ince bir işçiliğe sahiptir. II. Murad döneminden ziyade II. Bayezid dönemi­nin özelliklerini sergileyen, Amasya’da II. Bayezid’in 891 (1486) yılında tamamla­nan camisinde benzerlerine rastlanan bu kanatların yüzeyi bezemesiz kayıtlarla üç panoya ayrılmıştır. Üstte yer alan enine dikdörtgen panolarda, içleri ahşap kak­malarla bezeli dik hatlı küçük parçalar­dan oluşan bir çerçeve içinde, “İyi bilin ki Allah dostları için korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir” mealindeki âyet[433] sülüs hattıyla yazılmıştır. Ortada yer alan dikey konumdaki pano­lar kompozisyonun en girift ve bezeme­nin en yoğun olduğu bölgelerdir. Merkez­deki on köşeli yıldızlardan dağılan hatla­rın kesişmesi sonucunda baklavalardan, beş kollu yıldızlardan ve kaz ayağı motif­lerinden oluşan geometrik bir taksimat elde edilmiş, parçalardan bazıları ahşap kakma, bazıları da kemik kakma ile be­zenmiştir. Bezemesiz olan kemik kakma­ların merkezlerine küçük yeşim taşları kakılmıştır. Rûmîli bezeme dolgularının yanı sıra baklavalardan dördüne ahşap kakma tekniği ve ma’kılî hatla kelime-i tevhid yazılmıştır. En altta kalan kare panolar diğerlerine oranla daha yalın olup bunların yüzeyi, merkezdeki sekiz kollu yıldızdan dağılan bir geometrik kom­pozisyonla doldurulmuştur. Düşey çubuk­larla bezeli biniler de oldukça sadedir. Yatay kayıtlarda helezonî yivlerle süslü üçer adet bronz kabara görülür.

Türbe ile çağdaş olduğu anlaşılan ka­natların sonradan eklenen giriş bölümü­nün kapısında, XV. yüzyıl sonlarına veya XVI. yüzyıl başlarına tarihlenebilen kanat­ların ise türbenin asıl girişi olan İç kapıda yer alması ancak şöyle açıklanabilir: Bü­yük bir ihtimalle II. Bayezid döneminde türbenin batısına malum giriş bölümü eklenmiş, bu arada türbe ile çağdaş olan kapı kanatlan ek bölümün kapısına (dış kapıya) taşınmış, yerlerine yeni yaptırılan kanatlar konulmuştur. İç kapıya konan kanatların ihtişamı bunların ancak bir padişah tarafından hediye edilebileceği­ni düşündürmektedir. Ayrıca türbenin gü­neydoğu köşesinde yükselen ve selâtin camilerinin minareleri gibi iki şerefeli ol­ması ile dikkati çeken minarenin bu sıra­da II. Bayezid tarafından inşa ettirilmiş olması da muhtemeldir. Bu hükümdarın tasavvufa olan meyli ve tarikat ehline gösterdiği yakınlık bu ihtimali güçlendir­mektedir.

Türbenin içinde görülen kalem işleri 1947 onarımında, Konya’da Mevlânâ Tür­besi ile Bursa Yeşilcami’deki kalem işleri esas alınmak suretiyle tamamen yenilen­miştir. Kubbeyi taşıyan kemerler yalancı somaki boyama ile bezelidir. Ortasında mihrabın bulunduğu güney duvarı dışın­da kalan duvarların ekseninde stilize çi­çeklerle dolgulu serviler, yanlarda rûmî dolgulu kandil motifleri yer alır. Prizmatik üçgenler kuşağındaki yüzeyler çerçeve içine alınarak içleri rûmîli ve çiçekli küçük süsleme unsurlarıyla doldurulmuştur. Kubbenin eteğinde alttaki çiçekli, üstte­ki rûmîli olmak üzere iki kuşak arasında birbirine düğüm motifleriyle bağlanan yuvarlak madalyonlar ve uçları yarım da­ire kemerlerle son bulan dikdörtgen kar­tuşlar birbiri ardınca sıralanır. Kartuşla­rın içine sülüsle “Lâ ilahe illallâhü’l-meli-kü’l-hakku’l-mübîn” ve kûfîile” Muham-medün Resûlullah sâdıku’l-va’di’l-emîn” ibareleri yazılmış, madalyonların içine ise kûfî ile altı defa tekrar edilen “Allah” ve “Muhammed” kelimelerinden oluşan bir kompozisyon konmuştur. Kubbenin yü­zeyinde, aralarında palmetler meydana getiren tahrirli rûmîler, irili ufaklı şaka­yıklar ve küçük çiçeklerden oluşan olduk­ça girift bir kompozisyon görülür. Kalem işlerinde kullanılmış olan başlıca renkler kırmızı, lâcivert, mavi ve beyazdır.

Külliyenin küçük kapsamlı kütüphane­si için bağımsız bir binanın tasarlanma­dığı, kitapların türbenin batısındaki bö­lümde yer alan ahşap dolaplarda muha­faza edildiği bilinmektedir.

Kesme taş örgülü çokgen minare kai­desinin beş kenarı türbenin kitlesinden dışarı taşmaktadır. Kaş kemerli minare girişi batıya bakan kenardadır. Kaideden silindir biçimindeki gövdeye geçiş tuğla örgülü üçgen yüzeylerle sağlanmıştır. Gövdenin tuğla örgüsü içinde, bir tanesi iki şerefe arasında olmak üzere toplam dört adet kesme taş hatıl görülür. Altta­ki ikisinin yüzeyi üçgenlerle bezelidir. Kes­me taştan yalın korkulukların çevrelediği şerefelerin altında tuğladan testere dişi dolgular bulunmaktadır. Koni biçiminde, kurşun kaplı ahşap bir külahla son bulan minarenin ilk şerefeden yukarısı geç ta­rihli onarımlarda yenilenmiş olsa gerek­tir.

Diğer Birimler

Caminin batısında yer alan tekke birimleri içinde yalnızca camiye en yakın olan bir tanesi, gerek Texier’nin gravüründe gerekse XIX. yüz­yılın sonlarına ve XX. yüzyılın ilk çeyreği­ne ait fotoğraflarda görülebilmektedir. Kuzeydoğu köşesi, fevkani mahfil çıkma­sını taşıyan geçidin güneybatı köşesin­deki payeye bitişen bu yapının asıl fonk­siyonu kesin olarak tesbit edilememiştir. Ancak son postnişin Şeyh Şemseddin Efendi’nin kardeşi olan Fuat Bayramoğ-lu, bu yapının tekkenin son faaliyet yılla­rında tahıl ambarı olarak kullanıldığını, Hacı Bayrâm-ı Velî evkafından olan Hasa-noğlan köyünden gelen hububatın bura­da depolandığını belirtmiştir. Bu bilgiden hareketle söz konusu binanın mutfak, kiler, ambar ve yemekhane birimlerinden oluşan imaret bölümü olduğu ileri sürü­lebilir.

Texier’nin gravüründe bu binanın kes­me taş duvarlı ve üzerinin alaturka kire­mit kaplı bir kırma çatı ile örtülü olduğu görülür. Düşey eksenlere ikili gruplar ha­linde yerleştirilmiş pencerelerden cami­ye bakan doğu cephesinde dört, güney cephesinde iki adet mevcuttur. Alt sıra­daki pencereler almaşık örgülü sivri ke­merler, daha dar olan tepe pencereleri ise kaş kemerlerle taçlandınlmıştır. Ek­rem Hakkı Ayverdi’nin yayımladığı 1925′-lere ait bir fotoğrafta ise yapının cephe­sinde, zaman içinde vuku bulan onarım­lar sonucunda olumsuz değişimler mey­dana gelmiş olduğu dikkati çeker. Alt sı­radaki pencerelere ahşap pervazlar ko­narak kemer aynaları örülmüş, tepe pencereleri de bütünüyle örülerek iptal edil­miş ve cephe sıvanmıştır.

Bu yapının batısında kalan diğer tekke birimlerinin mimari özelliklerini aydınla­tacak herhangi bir belge bulunmamak­tadır. Bunların, Ankara’nın geleneksel si­vil mimarisinde kullanılan kerpiç ve ah­şap gibi malzemelerle inşa edilmiş mü­tevazı yapılar olduğu tahmin edilebilir.

Muvakkithâne (İsmail Fâzıl Paşa Türbesi)

Planı ve kitlesiyle tamamen Osmanlı türbe­lerinin özelliklerini yansıtan muvakkithâ­ne sekizgen planlı ve kubbeli bir yapıdır. Sekizgenin kenarları dışarıdan yaklaşık 2,50 m. uzunluğundadır. Duvarların ka­setli almaşık örgüsü bir sıra kesme taşla üç sıra tuğladan oluşmakta, taşlar dikey konumdaki tuğlalarla kuşatılmış bulun­maktadır. Batı cephesinin eksenindeki basık kemerli giriş sivri kemerli bir nişin içine alınmıştır. Kıbleye bakan kenarda sivri kemerli mihrap, bunun sağındaki (gü­ney) kenarda bir dolap nişi, geriye kalan beş kenarda ise duvarların alt kesiminde dikdörtgen açıklıkları mermer sövelerle çerçevelenmiş, demir parmaklıklarla do­natılmış ve sivri hafifletme kemerleriyle taçlandırılmış birer pencere yer alır. Ha­fifletme kemerleri iki renk mermerle örülmüştür. Girişin bulunduğu kenarla bunun yanlarındaki kenarlar dışında ka­lanlarda sivri kemerleri içeriden kubbe eteğine teğet olan revzenli birer tepe penceresi bulunmaktadır. Kasnaksız, doğrudan duvarlara oturan basık kubbe dışarıdan kurşunla kaplanmış, içeriden duvarlarla birlikte sıvanmıştır. XX. yüz­yılın başlarına ait fotoğraflarda kubbe­nin alaturka kiremitlerle kaplı, basık se­kizgen prizma biçiminde bir çatı altına alınmış olduğu görülmektedir. Bu çatı muhtemelen XIX. yüzyıla ait bir onarım­da konulmuştur.

Muvakkithânenin mimarisi ve özellikle içinde bir mihrap bulunması buranın as­lında türbe olarak tasarlanmış olabilece­ğini, ancak bilinmeyen bir sebepten ötü­rü sonradan muvakkithâneye dönüştü­rüldüğünü düşündürmektedir. Bazı araş­tırmacılar tarafından XVIII. yüzyıla tarih-lenen bu yapının başlangıçta devlet rica­linden, Bayramiyye tarikatının mensubu veya muhibbi bir kişinin türbesi olmak üzere inşa ettirilmesi de ihtimal dahilin­dedir.

Medrese

Hakkında hiçbir belge bulun­mayan medrese Fuat Bayramoğlu’nun hatırladığı kadarıyla açık avlulu, basit bir yapı idi. Avlunun çevresinde ahşap dik-meli bir sundurma, bunun gerisinde de duvarları kerpiç ve üstleri çatı ile Ör­tülmüş hücreler sıralanmaktaydı.

Cümle Kapısı

Doğu yönünde Hacı Bayrâm-ı Velî Türbesi’nin önündeki ah­şap ek bölüme, batı yönünde İse harem bahçesini külliyenin ana avlusundan ayı­ran duvara yaslanmakta ve cami-tevhid-hânenin batısındaki fevkanî mahfilin al­tındaki kemerle yaklaşık aynı eksen üzerinde yer almaktaydı. Kapıyı yanlardan kuşatan kare kesitli ahşap dikmelerin üzerinde bir ahşap lento, bunun da üze­rinde kavisli ve dalgalı bir saçak bulun­maktaydı. Açıklığın üst köşeleri çeyrek güneş motifleriyle dolgulanmıştı. Cümle kapısının saçağı, İstanbul’da Bâb-ı Seras-kerî’nin günümüzde mevcut olmayan 1827 tarihli Nizamiye Kapısı ve Babıâli’­nin Alay Köşkü’ne bakan 1259 (1843) yı­lında yenilenen kapısındaki saçaklarla büyük benzerlik göstermekteydi. Ancak Hacı Bayrâm-ı Velî Külliyesİ’nin cümle ka­pısı İstanbul’daki bu örneklere göre bo­yutları ve ayrıntıları ile çok daha müteva-zidir. Gerek bu benzerlik gerekse köşe­lerdeki güneş motifleri, söz konusu kapı­nın II. Mahmud döneminin sonlarında veya Abdülmecid döneminin başlarında nihai şeklini almış olduğunu kanıtlamak­tadır.

Harem

Son dönem Ankara konakları­nın özelliklerini gösteren harem binası, duvarları kesme taş Örgülü bir zemin ka­ta oturan hımış duvarlı İki kattan oluş­maktaydı. Eski fotoğraflarda yapının an­cak doğu cephesi görülebilmekte, simet­rik bir tasarımın hâkim olduğu bu cephe­nin gerisinde iç sofalı (karnı yarık) bir plan şemasının bulunduğu tahmin edil­mektedir. Zemin katın köşeleri çıkıntılı taşlarla örülmüş, doğu cephesinin eksenine dikdörtgen açıkhklı kapı ile bunun yanlarına basık kemerli ikişer pencere yerleştirilmiştir. Pencerelerin alt hizasın­da bulunan silme, kapı sövesine saplan­makta, kapının üzerinde, muhtemelen zemin katın eksenindeki taşlığı aydınla­tan enine dikdörtgen bir tepe penceresi bulunmaktadır. Birinci katın ortasında so­faya tekabül ettiği anlaşılan bölüm içer­lek tutulmuş, yanlarına çıkmalı odalar yerleştirilmiş, bu kattaki dikdörtgen gi­yotin pencereler sürme kafeslerle dona­tılmıştır. Çıkmalar taştan konsollara otur­makta, cephe kısa bir saçakla son bulmaktadır. Duvarları sıvanmamış olan ve tavan arası gibi kullanıldığı bilinen ikinci kat yalnızca birinci kat sofasının üzerine isabet eder.

Nezihe Hanım Çeşmesi

Eski fotoğ­raflardan görülebildiği kadarıyla ampir (empire) üslûbunu yansıtan bu çeşmenin cephesi iki yandan pilastrlarla kuşatılmış ve basık kemerli bir alınlıkla taçlandırıl-mıştı. Yüzeylerinin karelere bölündüğü, pilastrların üzerinde korint veya kompozit türde başlıkların yer aldığı, alınlığın iki yanında da üstlerinde küreler bulundu­ğu, kupa biçiminde süsleme unsurlarının yükseldiği seçilmektedir. E. Mamboury Çeşme cephesinde çini bezemenin bu­lunduğunu kaydetmiştir. Bunlar büyük bir ihtimalle, birinci ulusal mimarlık üs­lûbunun gelişmesine paralel olarak XX. yüzyılın ilk çeyreğinde Kütahya’da üreti­len ve klasik dönem Osmanlı çinilerinin motiflerini tekrar eden çinilerden olma­lıdır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski