Hâcegân. Osmanlı bürokrasisinde önemli kalem âmirleri için kullanılan bir tabir.
Farsça hâce (hoca) kelimesinin çoğuludur. Osmanlı bürokrasisinde “hâcegân-ı Dîvân-ı Hümâyun” şeklinde geçmekte olup sadece Dîvân-ı Hümâyun kâtiplerini ifade etmektedir. Kelimenin ilk defa ne zaman kullanılmaya başlandığı bilinmemektedir. XVI. yüzyıla ait devlet bütçelerini ihtiva eden listelerde bu tabir yer almadığı gibi, kâtip zümresine mensup olduğu için divan kâtipleri hakkında etraflı bilgi veren Selânikî’nin 1563-1600 yıllarını İçine aian Târîh’inde de kelimeye rastlanmaz. Ancak Dîvân-ı Hümâyun’un ileri gelen kalem erbabı için XVI. yüzyıi sonlan ve XVII. yüzyıl başlarından itibaren kullanılmaya başlandığı söylenebilir, önceleri yirmi beş civarında iken XVII. yüzyılda giderek sayıları artan hâcegân XVIII. yüzyılda Bâb-ı Âsafî. maliye ve kapıkulu ocaklarının ileri gelen kâtiplerini içine alarak geniş bir kâtip zümresini niteleyici anlam kazandı. XVIII. yüzyıl ortalarında kethüdâyi sadr-i âlî, çavuşbaşı, şıkk-ı evvel, şıkk-ı sânî, şıkk-ı sâlis defterdarları, nişancı, defter emini, reîsülküttâb, büyük tezkireci, küçük tezkireci, rûznâmçe-i evvel, beylikçi, başmuhasebeci, mektupçu. şehremini, tersane, darphâne, matbah ve arpa eminleri, teşrifatçı, Anadolu muhasebecisi, atlı mukabelecisi, yeniçeri kâtibi, sipah kâtibi, silâhdar kâtibi, cizye muhasebecisi, maliye tarihçisi, maliye tez-kirecisi. büyük ve küçük rûznâmeciler, piyade mukabelecisi, divan çavuşları kâtibi, cebeciler kâtibi, küçük evkaf kâtibi, kalyonlar kâtibi, ulûfeciler kâtibi, garîb-ler kâtibi, tophane nâzın, İstanbul ve Selanik baruthaneleri nazırları, sergi nâzın ve başmuhasebe kesedarından oluşan çeşitli yetkililer ve kalem âmirleri hâcegân rütbesinde sayılmaktaydı. Zamanla hâcegânlık paye olarak verilmeye başlanmış, birçok memur, vezirlerin divan kâtipleri, hatta taşrada görevli yüksek seviyeli kâtipler bu unvanla anılmıştır. Nihayet XIX. yüzyıl başlarında maliye ve mukâtaa memurları, hatta Yeniçeri Ocağı’nin ilgasından sonra Asâkir-i Mansûre nâzın, muallem bostâniyân kâtipleri de hâcegân rütbesinde sayılmıştır.
Klasik dönemde Dîvân-ı Hümâyun’un ikinci kubbesi altında genellikle hâcegân-ı Dîvân-ı Hümâyun olarak bilinen büyük ve küçük rûznâmeciler, başmuhasebeci, Anadolu muhasebecisi, süvari ve piyade mukabelecileri, cizye muhasebecisi, Haremeyn muhasebecisi, mukâtaa-lar âmiri, İstanbul, Eğriboz, Bursa, Av-lonya. Kefe, Haslar mukâtaacıları, teşrifatçı, büyük ve küçük kale tezkirecileri, maliye tezkirecisi, küçük muhasebeci, beratların tarihçisi, Haremeyn mukâtaacısı ve divitdârlar otururlar, ayrıca bunların maiyetinde halife ve şâkirdleri de yer alırdı. Derecelerine göre hepsinin oturduğu yer ayrı ayrı belirlenmişti. Divan gündeminin hazırlanması, müzakerelerin kaydı bunlar tarafından yapılırdı. Hâ-cegânın temsil ettiği dairelere ait defterler ise üçüncü kubbe altında sandıklar içinde bulunurdu.
Hâcegânlığa tayin {hâcegânlık tevcihi) her sene şevval ayı ortalarında yapılırdı. Yıllık tevcihata tâbi hâcegân, derecelerine göre dört ayrı grup halinde sadrazam tarafından hazırlanır ve padişahın tasdikine sunulurdu. Üç defterdar, nişancı, reîsülküttâb. defter emininden oluşan ve “menâsıb-ı sitte” denilen grup birinci; büyük rûznâmeci, başmuhasebeci ve Anadolu muhasebecisi ikinci; tersane, darphâne ve arpa eminleri, şehremini, mas-raf-ı şehriyârî kâtipleri üçüncü; maliye kalem âmirleri, piyade ve süvari mukabelecileri, kalyonlar kâtibi, bazı tersane kâtipleri, sergi nâzın, Enderun ve Bîrun kâğıt eminlerinden oluşan otuz sekiz kişilik bir kâtip zümresi de dördüncü grubu teşkil ederdi.
Hâcegânlar maaşlı (ulûfeli) ve zeamet yahut timarlı olmak üzere iki kısımdı. Zeâmetli divan kâtiplerine zeamet gedikleri verilirdi. Padişah veya sadrazam sefere gidince timarlı ve zeâmetli kâtipler mutlaka sefere giderler, ulûfelilerin ise çıkan emre göre bir kısmı gider, bir kısmı kalırdı. Hâcegândan yaşlılar ve aktif hizmete gücü yetmeyenler bir miktar maaşla emekli edilir, bazıları sefere cebeli göndermeyerek sahip oldukları zeametlerle, bazıları da gümrükten almak üzere bir miktar maaşla emekli olurdu. Nitekim 1737 yılında hâcegândan Cem’i ve Mustafa efendiler cebelisiz sahip oldukları zeametle, Hâtemî Efendi günlük 100 akçe, Ali Efendi 90, Mehmed Efendi 60, Yahya Efendi 50 akçe olarak gümrükten aldıkları maaşlarla emekliye aynlmışlardı.
XIX. yüzyılda nişancılığın önemini kaybetmesi üzerine bu görev ikinci sınıf hâcegândan kimselere verilmeye başlandı. 1250de (1834) Mülkiye Nezâreti teşkil edilince bir kısım hâcegânlık mansıblan bu nezârete dahil edildi; böylece yeni rütbeler, yeni terfi usulleri benimsendi. Bu tarihten itibaren hâcegânlık imtihanla tevcih edilen bir rütbe olmakla beraber eski dönemdeki itibarını ve önemini kaybetti.
TDV İslâm Ansiklopedisi