Hadım Hasan Paşa Külliyesi Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hadım Hasan Paşa Külliyesi. İstanbul’da XVI. yüzyıl sonunda yapılmış külliye.

Cağaloğlu’nda Kâzım İsmail Gürkan (es­ki Hilâliahmer) caddesiyle Fenârî soka­ğı arasındaki yapı adasının ucunda bu­lunmaktadır.  III.  Mehmed döneminde 1006’da (1597-98) sadrazam olan Hadım Hasan Paşa tarafından yaptırılmıştır. Ha­san Paşa sadâretten azledildikten birkaç gün sonra idam edilerek külliyedeki se­bilin içine veya arkasındaki bir hücreye gömülmüştür.

Mescid, medrese, çeşme ve sebilden ibaret külliye, 1004 {1595-96) yılında ya­pıldığına göre kurucusunun sadrazamlık mevkiine geçmeden önce herhalde dör­düncü vezir olduğu yıllarda inşa edilmiş olmalıdır. Evliya Çelebi medresenin yapı­mıyla ilgili iki manzum tarihi kaydeder: “Sadr-ı bülend-kadr Hasan ki zamanede / Oldur kemâl-i lutfıle cûyâ-yi ehl-i fazl // Ruhî erince medrese itmama zevk edip / Târîh söyledim ona me’vâ-yi ehl-i fazl. se­ne 1004”; “Âsaf-ı sâhib-kerem dâver-i âlî-himem / Mâlik-i seyf ü kalem sadr-ı mükerrem Hasen // Söyledi târihini Rûhî-i sâhib-kelâm / Oldu bu âlî bina bâis-i nâm-ı hasen, sene 1004”. Evliya Çelebi ayrıca medresenin fevkani olduğunu ve altında dükkânlar bulunduğunu söyler.

Ayvansarâyî, dershanesi aynı zamanda mescid olduğundan Hasan Paşa Medre-sesi’ni de eserine almış ve kurucusunun mezarının sebilin içinde bulunduğunu kay­detmiştir.

Hadım Hasan Paşa Külliyesi, bu bölge­de geniş ölçüde tahribat yapan 27 Zilhic­ce 1241 (2 Ağustos 1826) yangınında za­rar görmüş olmalıdır ki II. Mahmud ta­rafından 1247 (1831-32) yılında tamir ettirilmiştir. Aynî’nin bu tamire ait tarih manzumesi medresenin girişi üzerine bir kitabe halinde konulmuştur: “Yaptı bin beşte Hasan Paşa sebîl ü medrese / Suhte olmuş kalmamış nâm ü nişan vesselam // Âlem-i şâhân Han Mahmûd-ı sâhib-icti-hâd / Eyledi ta’mîr onu ehl-i ulûm oldu benâm // Şuğlün olursa usûl-i fıkh ü tef-sîr u hadîs / Ahsenü’l-a’mâlİ ve’l-evkâti ve’l-fazli’t-tamâm // Ayniyâ târîh-i tâm-mın söyledi her talibe / Medrese tecdîd olundu ilme sa”y eyle müdâm, 1247”. Medrese girişinin solundaki çeşmenin ke­meri üstüne de II. Mahmud’un tuğrası ko­nulmuştur. Külliyenin kuruluşunu 1005 (1596-97) olarak gösteren bu kitabenin aksine Evliya Çelebi’deki beytler 1004 (1595-96) tarihini vermektedir. Nev*î-zâde Atâî de Ebû Bekir Efendi’nin Muhar­rem 1004’te (Eylül 1595) 50 akçe ile Ha­san Paşa Medresesi’ne müderris tayin edildiğini söyler (Zeyii Şekâik, s. 673).

Külliye, bu bölgede büyük tahribat ya­pan 1865 yangınında herhalde tekrar zarar görmüştür. Ayrıca yangından son­ra şehrin buradaki bazı sokak ve cadde­lerini yeniden düzenleyen Islâhât-ı Turuk Komisyonu’nun tesbit ettiği plan uyarın­ca yapının bir kısmı istimlâk edilerek yık­tırılmıştır.

Hasan Paşa Medresesi, 20 Ağustos 1330 {2 Eylül 1914) tarihli raporda belir­tildiğine göre sekiz hücreye sahip olup bunun ikisi birer kişilik fevkanî, altısı ise ikişer kişilikti. O yıllarda bina “hey’et-i mecmuası harap, talebe iskân edilemez” durumdaydı. Alt kat avlusuna etraftan tecavüz edildiğinden burası epeyce daral­mıştı. Raporda ayrıca. “Mükemmel tamir edilirse yeri iyi olduğundan a’lâ medrese olur” denilmektedir. 19 Kânunuevvel 1334 (19 Aralık 1918) tarihli bir ek notta med­resenin yangın felâketzedelerinin işgalin­de olduğu belirtilmiştir. Şehrin merkezî bir yerinde bulunmasına rağmen Hasan Paşa Medresesi uzun yıllar ihmale uğra­yarak daha da harap olmuş, sebili ve tür­besi ortadan kalkmış, yeni yapılan bina­lar dış mimarisini görülmez duruma so­karken içerisi de çeşitli müdahalelerle bo­zulmuştur. Son yıllarda (1995) binanın ih­ya edilmesi yolunda girişimlerde bulunul­muş ve bunun için mükemmel rölöveleri hazırlanmışsa da şimdiye kadar çalışma­ya başlanmamıştır.

Hasan Paşa’nın türbesinin içinin ne za­man boşaldığına dair bir bilgi olmadığı gibi yeri dahi tesbit edilememektedir. Ay­rıca içindeki eşyanın da çok önce yağma edildiğini söylemek mümkündür. Nitekim Atina’daki Benaki Müzesi’nde 1844 ve 1845 envanter numarası ile kayıtlı, Hadım Hasan Paşa’ya ait tombak (altın kaplama­lı bakır) iki miğfer bulunmaktadır. Bu eserlerin ne zaman ve kimin tarafından Atina’ya götürüldüğü tam olarak bilinmi­yorsa da İstanbul Arkeoloji Müzesi me­murlarından olup 1935’lerde devletin iz­niyle Benaki Müzesi’ni düzenlemeye giden ve bu arada birçok eşyayı götürdüğü söy­lenen Th. Makridis’ten şüphe edilebilir.

İki yol arasında “V” biçiminde bir yapı adasının ucunda yer alan Hasan Paşa Medresesi, XVI. yüzyılın belli başlı vakıf binalarının çoğu gibi muntazam işlenmiş kesme taştan yapılmıştır. Nâdir rastlanır bir özellik olarak da iki katlı bir yapı ha­lindedir; hatta altında bir de bodrum var­dır. Fakat o derecede tahribe ve değişik­liğe uğramıştır ki gerçek mimarisi, ancak yapının iyice ayıklanıp eksik kısımlarının kalıntıları araştırıldıktan sonra anlaşıla­caktır. Uçta olması gereken sebilin biçi­mi hakkında bilgi verebilecek hiçbir iz kalmamıştır. Sebilin arkasındaki türbe­den de bir iz yoktur. Medresenin girişi yan sokağa açılmakta olup solunda sivri kemerli kitâbesiz çeşme bulunur.

Eserin mimari bakımdan tek inceleme­sini yapan Zeynep Ahunbay dershane-mescidle ilgili görüşlerini şöyle açıklar: “Merdivenle çıkılan üst katta bir duvarı kalmış olan dershane, üç kemeri koru-nabilmiş bir revak ve hücreler bulunmak­tadır. Girişi güneybatı yönüne açılan ders­hane, bir kenarı yaklaşık S,5 m olan kare planlı bir mekândır. Önünde iki kubbeyle örtülen bir giriş mekânı yer almaktadır. Cadde genişletilirken dershanenin kuzey­doğu yönünden yaklaşık 4,5 m yola ter­kedilmiştir. Giriş cephesinden geri kalan­lardan anlaşıldığına göre, kapının iki ya­nında birer alt pencere, yukarıda 3 üst pencere yer alıyordu. Kuzeybatı ve gü­neydoğu cephelerinden geri kalan kısım­larda, ilk pencerelerin başlangıçları ko­runmuştur. Aynı zamanda mescit olarak kullanıldığı belirtilen dershanenin kıble hariç diğer cephelerinde 3 alt, 3 üst pen­cere düzeni olduğunu sanıyoruz. Ders­hanenin örtüsü hakkında kesin bir şey söylemek olası değilse de, duvar köşele­rinde pandantif başlangıcı bulunmama­sı, kubbeye geçişin büyük bir olasılıkla tromplarla sağlandığına işaret etmekte­dir. Batı ve kuzeybatı cephelerinde mev­cut hücreler de tromplu kubbelerle ör­tülüdür” {DBİst.A, III, 489-490).

Taş bir merdivenle inilen bodrum üç mekânla bir dehlizden ibarettir. Alt katta ise gerçekten ne işe yaradıkları anlaşıla­mayan çeşitli büyüklükte mekânlar ve bunları bağlayan koridorlar bulunur. Bu mekânlardan bir tanesinde bir kuyu bi­leziği görülür. Girişin arkasındaki dikdörtgen büyük mekândan bir dehlizle yukarı kata çıkışı minare basamakları gibi hele­zonlu bir merdiven sağlar. Üst katta orta­da iç avluyu temsil eden dikdörtgen bir boşluk vardır. Bunun bir kenarında, başlık­ları çok geç döneme ait iki sütunun des­teklediği üç kubbeli bir revak görülür. Çok az sayıdaki medrese hücreleri, baca­ları hâlâ duran ocaklı ve dolaplı, kubbeli mekânlar halindedir. Yandaki daha küçük kubbeli odaların ne işe yaradığı anlaşıla-madığı gibi binanın önü kesildikten son­ra yapılan yamuk mekânın da fonksiyo­nu bilinmez. Yapı iki yanına bitişikyeni bi­nalarla sarılı olduğundan medrese hücre­lerinin evvelce yanlarda devam edip et­mediği anlaşılmamaktadır. Ayrıca mevcut hücreler bir medrese için yetersizdir.

Bu medresenin mimarının kim olduğu bilinmemektedir. Klasik şemadan uzak­laşarak çeşitli yeniliklerle bir yapı mey­dana getiren ustanın, bu yıllarda Hassa mimarı olan ve Mimar Sinan’ın sanat akı­mını sürdüren Dâvud Ağa olabileceği akla gelmektedir. XVII. yüzyılda Köprülü, Mer-zifonlu Kara Mustafa Paşa, Amcazade Hüseyin Paşa külliyeleri gibi benzerleri­ne rastlanan yapılardan olan Hadım Ha­san Paşa Medresesi’nin restore edilerek Türk sanatına kazandırılması gereklidir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski