Hadım Nedir, Ne Demek, İslam Tarihinde Hadım Uygulaması, Hakkında Bilgi

Hadım. Genellikle harem hizmetlerinde çalıştırılan erkekliği giderilmiş kimse.

Terimin aslı, Arapça “hizmet etmek” anlamındaki hıdme masdarınm ism-i fai­li oian hadimdir (“hizmetkâr”; çoğulu ha-dem, huddâm). Kelime zamanla Türk­çe’de hadım şeklini almış ve saray hiz­metkârlarının çoğunun, özellikle harem kısmında çalışanların tamamının erkekli­ği giderilmiş kişiler olmasından dolayı “iğdiş” anlamını kazanmıştır. Aynı mâna­da kullanılan Arapça hasî “husyeleri alın­mış insan veya hayvan” demektir. Keli­me kaynaklarda müfred olarak geçtiği gibi el-huddâmü’l-hısyân şeklinde çoğul olarak da zikredilmektedir. Bunun yanın­da erkeklik organlarının tamamı alınmış kimseye mecbûb denilir. Kişinin erkeklik organlarının kökünden sökülerek hadım edildiğini ifade eden bu kelimeye kay­naklarda pek az rastlanmaktadır. Mak-disî. bizzat şahit olduğu bir hadım etme operasyonunu anlatırken önce kişinin husyelerinin alındığını, ardından erkeklik organının kesildiğini ve buraya bevl için bir kurşun çubuk takıldığını söyler (Ah-senü’t-tekâsîm, s. 242-243). Ancak bu tür operasyonların yaygın olmayıp hadımla­rın çoğunun hasî olduğu bilinmektedir. Avrupa’da beyaz köleler önce İspanya’ya gönderilir ve burada yahudiler tarafın­dan iğdiş edildikten sonra Doğu’ya satı­lırdı. Tesbit edilebildiği kadarıyla bu işin merkezi Verdun idi (LĞvi-Provençal, II, 125).

Câhiliye devrinde iğdişle ilgili birkaç hadise zikredilmekle birlikte bunun yay­gın olduğu söylenemez. Kur’ân-ı Kerîm’-de “evin hanımına şehvet duymayan er­kek hizmetçilerden” (Nur 24/31) söz edilerek bu hususa atıfta bulunulur, an­cak Asr-ı saâdet’te de bu işlemin yaygın olmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygam­ber, ashaptan Osman b. Maz’ûn’un ken­disini iğdiş etme isteğini reddetmiş, bu­nu duyan Sa’d b. Ebû Vakkâs da. “Eğer Resû!-i Ekrem ona izin verseydi hepimiz kendimizi iğdiş ederdik” demiştir (Buhâ­rî, “Nikâh”, 8). İslâm dünyasında her devirde erkek ve kadın hizmetçi kullanıl­mıştır. Enes b. Mâlik ve diğer bazı sahâ-bîler Hz. Peygamber’in özel hizmetinde bulunmuşlardı (Abdülhay el-Kettânî, I, 105-107). Resûl-i Ekrem’in hizmetçilere karşı iyi davranmayı emreden hadisle­rine ve İslâm dininin insanları, hatta hay­vanları iğdiş etmeyi yasaklamasına rağ­men hadım hizmetkâr kullanımı Emevî Halifesi I. Muâviye’ye kadar uzanmakta­dır. Eski Ön Asya, Grek. Roma, Bizans ve İran saraylarında hadımların bulunduğu ve bunların bir kısmının çok önemli gö­revlere geldiği bilinmektedir. Bizans İm­paratorluğu ‘nda bazı aileler çocuklarını kilisenin hizmetine vermek için onları hadım ederlerdi. Aslında İznik Konsili ha­dımların rahip olmasını açıkça yasak­lamıştı. Bu sebeple hadımlar ancak Do­ğu kiliselerinde görev yapabilirlerdi. İm­parator Romanos Lakapenos, oğlu The-ophylaktos’u İstanbul patriği yapmak için böyle bir operasyondan geçirmişti. Câ-hiz, dinî kanunların hâkim olduğu mil­letlerde mâbedlerin hizmetine giren ço­cukların hadım edildiğini belirtir (Kitâ-bü’l-Hayeuân, 1, 124-125, 128). Devlet düzeninde daha çok Sâsânîler’le Bizans-lılar’ı örnek alan Araplar’m sarayda is­tihdam ettikleri hadımların sayısı Abba­sîler döneminde özellikle Halife Emîn’-den itibaren artmıştır. Kaynaklarda Muk-tedir-BilIâh’ın 11.000 siyah ve beyaz hıs-yânının bulunduğu (Sâbî, s. 8), iki Bizans elçisinin huzura kabul edildiği bir tö­rende 4000 beyaz, 3000 siyah hadımın görev aldığı kaydedilir. Abbâsîler’den sonra gelen İslâm ve Türk devletlerinden Sâmânîler’de bunlara rastlandığı gibi Beyhakî’nin verdiği bilgilerden Gazneliler devrinde de hadımların bulunduğu anla­şılmaktadır (Tânh, s. 489)- Meselâ Sultan Mesud’un mâbeyincisiyle Hârizmşah Al-tuntaş el-Hâcib’in Şeker adlı nedimi bun­lardandır. Daha sonra Sâmânî-Gazneli geleneklerini sürdüren Büyük Selçuklu­lar, Zengîler, Anadolu Selçukluları, Eyyû-bîler ve diğer bazı devletlerde de ha­dımların kullanıldığı görülmektedir. Nû-reddin Mahmud Zengî, SSTde (1162) hücre-i saadette ve Mescid-i Nebevî’de yapılacak hizmetler için on iki hadım görevlendirmiş ve bunların hafız olmasını şart koşmuştu. Selâhaddîn-i Eyyûbî bu­radaki hadımların sayısını yirmi dörde çıkarmış ve başlarına Bedreddin el-Ese-dîyi getirmişti (İbrahim Rifat Paşa, I, 459}. İlhanlılar’da hadımlar “hâce-serâ” unvanıyla anılırdı. XIV. yüzyılda da Mes-cid-i Nebevfnin kapıcıları şeyhülhuddâ-mın emrinde görev yapan hadımlardı. Safevî sarayının özellikle harem kısmın­da görevlendirilen ve kendilerine yine hâce-serâ denilen hadımlar siyasî işlere karışmışlardır. Hanedanın yıkılmasında, daha ziyade Malabar civarından gelen ve sayıları gittikçe artan hadımların önemli rol oynadığı bilinmektedir.

Mısır, Kuzey Afrika, Endülüs ve Hin­distan saraylarında da hadımlar vardı ve bunların bazıları kumandan olarak se­ferlere katılmış, donanmaları sevk ve idare etmiştir. Fâtımîler’in ilk dönemin­de Slav asıllı bir hadım olan Cevher ida­rede önemli rol oynamış, beyaz hadım olan Bercevân ise Halife Hâkİm-Bİemril-lâh’ın hocalığını yapmıştır. VI. (XII.) yüz­yılda da çeşitli askerî kuvvetlere kuman­danlık ve bazı önemli şehirlerde valilik yapan hadımlar vardı. Halife Âdıd dev­rinde (1160-1171) bunlar daha nüfuzlu bir hale gelmişlerdi. Fâtımîler’de hadım­lar emirlerin hemen arkasından gelirdi. Özel hizmet memurları da hadımdı. Bir kısım hadımların ise İhşîdîler’den Ebü’l-Misk Kâfur (966-968) gibi hükümdarlığa kadar yükseldikleri görülmektedir. Selâ­haddîn-i Eyyûbî’nin ünlü saray nâzın Ba-hâeddin Karakuş da bir hadımdı. Mem­lûk sarayında bu tür görevlilere, Türkçe tapığçı (hizmetçi) kelimesinden Arapça-iaştırılan tavâşî adı verilmiş ve bu tabir XIV. yüzyılda Anadolu’ya geçerek Beylik­ler dönemi saraylarında da kullanılmış­tır. Sinop’ta İsfendiyar Bey zamanına ait 838 (1434-35) tarihli bir kitabede adı geçen Şehâbeddin Şahin el-Memlük et-Tavâşî’nin, Âşıkpaşazâde Târihfnde Candaroğlu İsmail Bey’in veziri olarak gösterilen Şehâbeddin Ağa olduğu ve ağa unvanının kendisine belki de tavâşî-liği dolayısıyla verildiği tahmin edilmek­tedir (/A, V/l, s. 46; hadim-ağa ilişkisi için bk. AĞA). Memlükler zamanında saray içinde ve dışında çeşitli zümreler halinde görev yapan tavâşîler genellikle Rum, Habeş, Hint ve Batı Afrika asıllı idiler. Bunların büyük çoğunluğu kendi memle­ketlerinde hadım edildikten sonra Mem­lûk Sultanlığfna gönderiliyordu. Harem kısmında çalışan ve tamamı siyahî olan tavâşîlerin başkanı “zimamdar” unvanıyla anılırdı; bu yetkili sultanın hareminin bütün İşlerine nezaret ederdi. Özellikle Sultan Muhammed b. Kalavun’un 1341′-de ölümünden sonra zimamdarın nüfu­zu çok arttı. Sultanın veya emîrlerin mai­yetindeki tavâşîlerin reisine “mukadde-mü’l-memâlîk” denirdi ve bunun rütbesi zimamdarın üstündeydi. Sarayda perde-dârlık yapan ve kendilerine “huddâm-ı sitâre” denilen hizmetkârlar da tavâşî-lerdendi. En yaygın tavâşî isimleri Mis-kal. Cevher, Sandal, Anber, Fîrûz, Kâfur, Lü’lü’. Mercan, Hoşkadem, Şahin ve la­kapları Zeynüddin, İzzeddin, Sa’deddin, Fârisüddin, Safiyyüddin. Sâbıkuddin, Şü-câüddin, Bedreddin, Şemseddin. Cemâleddin vb. idi (Kalkaşendî. V, 489; Ayalon, Studies in Memory of Gaston Wiet, s. 275-276}.

Osmanlı sarayında Çelebi Sultan Mehmed, bir rivayete göre ise II. Murad dö­neminden itibaren çoğunluğunu Boşnak ve Rum kökenlilerin oluşturduğu beyaz ırklara mensup “akağa” denilen hadım­ların çalıştırıldığı görülür. II. Murad za­manında kapı ağası, hazinedarbaşı ve ki-lercibaşı gibi görevlilerin bu beyaz ha­dımlardan olduğu bilinmektedir; zaman­la bunlar saray dışında da kullanılmışlar­dır. Daha çok padişahın özel hizmetine ayrılmış olan akağalardan Şehâbeddin Paşa Rumeli beylerbeyiliğine ve vezirliğe. Atik Ali Paşa, Hadım Sinan Paşa, Hadım Süleyman Paşa, Hadım Mesih Paşa. Ha­dım Hasan Paşa ile Gürcü Mehmed Paşa da vezîriâzamlığa kadar yükselmişlerdir. Fâtih Sultan Mehmed devrinden itibaren sarayda, özellikle haremde siyah hadım ağalarının (karaağalar) istihdam edildiği ve zamanla bunların sayısının arttığı gö­rülmektedir (geniş bilgi için bk. DÂRÜS-saâde). Osmanlı sarayından başka dev­let büyüklerinin konaklarında da hadım­lar bulunuyor ve bunların çoğunu yine siyahîler oluşturuyordu.

Siyahî hadımların kaynağı Afrika idi. Sekiz-on bir yaşlan arasında toplanan çocukların Mısır’da yapılan bir operas­yonla erkeklikleri giderilir, daha sonra başta İstanbul olmak üzere büyük mer­kezlere şevkleri yapılırdı. Ancak devlet kademelerinde zaman zaman bu uygu­lamaya karşı çıkıldığı anlaşılmaktadır. Meselâ 1560’ta Prizren’de bir alay beyi, böyle bir ameliyat sırasında üç reâyâ çocuğunun ölümüne sebebiyet verilmesi yüzünden cezalandırılmış (EP [İng.j, IV, 1093), Şehid Ali Paşa’nın(ö. 1716) sadra­zamlığı sırasında da Mısır valisine ve ka­dısına gönderilen bir fermanla Habeşîler’in kisırlaştırılmaması istenmiştir (Râ-şid, IV, 175-176}. Fakat daha sonra bu fermana uyulmadığı ve Ebûtîc, Asyût’un güneyi ve Sudan’dan yukarı Mısır’a gelen güzergâhta her yıl 100-200 gencin iğdiş edildiği bilinmektedir. 1813-1814’te Yukarı Mısır’ı ziyaret eden Burckhardt biri Bor-go bölgesi, diğeri Dârfûr olmak üzere İki iğdiş merkezi bulunduğunu ve Kıbtî keşiş­lerin bu işi ücret karşılığında yaptığını tes-brt etmiştir (Trauels in Nubia, s. 294-296). Uygulamanın kesin olarak ancak Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861) dur­durulduğu görülmektedir. Burckhardt, XIX. yüzyılda Afrika’dan Mekke ve Me­dine’ye hadım gönderildiğini, Mekke’de nâib-i Harem’den sonra hadım ağasının önemli bir mevki işgal ettiğini, çoğu zen­ci olan bu hizmetçilerin Mescid-i Harâm’ın temizliğinden sorumlu olduğunu ve hücre-i saadette görev yapan tavâşîlerin bun­dan sonra başka bir şahsın hizmetinde bulunamayacağını söyler (Voyages en Ara-bie, I, 211-214).

Hadımlar karakter bakımından kadın ve çocuklarla kıyaslanabilir. Hadımlar da özellikle kuşlarla oynamaktan hoşlanır ve yemeye içmeye düşkün olurlar. Neşe ve öfkelerini çok çabuk açığa vuran ha­dımlar dedikoduya meraklı olup normal insanları aşağılar, ancak zengin ve güçlü insanları takdir ederler. Ev işlerinden hoşlanmakla beraber ağır işlere gele­mezler. Uzun süre at sırtında kalabilir, iyi ok atabilirler. Ticarî hayatta başarılıdır­lar. Özellikle Horasanlılar bu yönleriyle temayüz etmişlerdir. İğdiş edildikleri için büyük bir hınçla doludurlar ve bundan dolayı erkekleri kıskanır, onlardan nefret ederler. Cinsî arzu ve yeteneklerini ta­mamen kaybettikleri sanılırsa da özellik­le bulûğ çağından önce iğdiş edilenlerin cinsî istekten büsbütün yoksun olmadığı bilinmektedir. Emevî Halifesi Muâviye’-nin. karısı Fâhite’nin itirazı üzerine hare­me sadece yaşlı hadımların girmesine izin vermesi de bunu teyit etmektedir. Osmanlılar da harem görevlilerinin çirkin ve tamamen iğdiş edilmiş zenciler olma­sına dikkat ederlerdi.

Hadımlar genellikle efendilerinin ya­nında yaşarlardı. Kolaylıkla tanınıp ken­dileriyle alay edildiğinden halkın arasına pek fazla karışmazlardı. Sarayda rahatça gezebilir, efendileriyle onların hanımları ve cariyeleri arasında bir aracı vazifesi görürlerdi.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski