Hadramut/Hadramevt Neresi/Nerededir, Ne Demek, Tarihi, Hakkında Bilgi

Hadramut. Arabistan yarımadasında, Yemen’in güney ve güneydoğusunda coğrafî bölge.

Hadramevt olarak da telaffuz edilen ve çok eski kaynaklarda yer aldığı için uzun bir tarihî geçmişe sahip olduğu an­laşılan ismin Hadramût b. Himyer’den geldiği söylenmekle birlikte bu hususta başka görüşler de vardır.

Arabistan yarımadasının güney sahil­lerinde dar bir şerit halinde uzanan böl­genin doğusunda Umman, kuzeyinde Suudi Arabistan’la arasını ayıran Rub’ui-hâlî çölü, güneyinde Aden körfezi bulun­maktadır. Ülkeyi bir baştan bir başa ge­çen Hadramût vadisi sahile kadar uza­nır. Orta yaylalarda deniz seviyesinden yükseklik 1350 m. kadardır. Dağlar ge­nellikle çorak olup yer yer sarısabır ağaç­larına, çalılıklara ve vadinin yamaçların­da söğütlere rastlanır. En batıda Şebve şehriyle irili ufaklı bazı kasaba ve köyler vardır. Halk daha ziyade büyük vadide ve sahilde yerleşmiştir. Vadide kara iklimi hüküm sürer; kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar sıcak ve kuraktır. Sahil kesiminde ise iklim daha yumuşak, yağmur daha boldur. Vadide toprak altı sularının zen­ginliğinden dolayı artezyen kuyuları ile sulama yapılır. Yükseklerde buğday ve arpa başta olmak üzere vadide mısır, hurma, üzüm, incir, susam, çivit, tütün yetiştirilir; sahilde ise balıkçılık yaygın­dır. Güneydoğudaki Mehre yöresinde, ta­rihi boyunca bölgeyi önemli bir buhur ih­racat merkezi haline getiren günlük ağaç­ları bulunur. Yemen’e ait nüfus istatis­tikleri çok seyrek aralıklarla yayımlandığı için bölgenin nüfusuyla ilgili olarak yakın yıllara ait bilgi bulunmamaktadır. 1986 yılına ait bilgilere göre 686.000 nüfusun yaşadığı Hadramut bölgesinin en büyük şehri Mükellâ’dır (1984te 59.000).

Bölgenin tarihi çok eskiye uzanmak­tadır. Milâttan birkaç asır önce Hadramut’ta Sabata merkez edinilerek büyük bir siyasî güç ortaya konulmuştur. Himyerî kitabelerinde Hadramut İsminin Ârâmîce olan benzerlerine ve bazı Hadramut mallarının adlarına rastlanır. Eski devir­lerde Sin (ay)-Şems (güneş)-Asto/Aşter (Venüs) üçlü tanrı sistemi benimsenmiş­ti. İslâm’dan önce daha ziyade Yahudilik yaygındı; çünkü hıristiyan Habeşier dai­mî bir tehdit oluşturmaktaydılar. Müslü manlığın bölgede geliştiği yıllarda put­perestlerle yahudilerin yanında az sayı­da hıristiyan vardı. Milâdî IV. yüzyıldan itibaren uzunca bir süre bölgenin Önem­li bir kısmı Himyerî krallarının ve tüb-ba’*lann, daha sonra da İran’a bağlı Ye­men valilerinin hâkimiyetinde kalmış­tı. Hz. Peygamber devrinde çeşitli reisle­re dayalı birden fazla kabilenin İdaresi söz konusu idi. İslâm’dan önce ve sonra Arap yarımadasında kurulan ünlü pana­yırlar arasında Hadramut’taki Şihr pana­yırından da söz edilir. Bu panayır, her yıl şaban ayında Hz. Hûd’un kabrinin bulun­duğu söylenen dağın eteklerinde kuru­lurdu.

İslâm’ın zuhurundan önce bölgede Kinde, Tücîb, Hadramut ve Sadîf kabile­leri vardı. Hz. Peygamber Mekke devrin­de, hac mevsiminde Kabe’yi ziyarete ge­len Arap kabilelerine İslâm’ı tebliğ ettiği günlerde rivayete göre Kindîler’e ulaş-mışsa da bu kabilenin ileri gelenlerinden Müleyh onun tebliğini reddetmişti. Hic­retten sonra Medine’ye bir heyet gelin­ceye kadar Resûl-i Ekrem’in onlarla gö­rüşmediği sanılmaktadır. Tücîb’e men­sup on üç kişilik heyet 9 (630) yılında Me­dine’ye geldi. Hz. Peygamber heyet men­supları ile bizzat ilgilenip sohbet ettikten sonra iyi bir şekilde ağırlanmalarını ve kendilerine daha çok hediye verilmesini Bilâl-i Habeşî’ye tenbih etti. Tücîbîler bun­dan sonra Veda haccı sırasında Mina’da Resûl-i Ekrem’le buluştular. Aynı yıl için­de Hadramut kabilesi emîrlerinden Vâil b. Hucr Medine’ye geldi ve müslüman olmak istediğini ifade etti. Hz. Peygam­ber ashabını mescide toplayarak Vâil’i on­lara tanıttı, yüzünü okşadı, onun için dua etti ve ağırlanmasıyla Muâviye b. Ebû Süfyân’ı görevlendirdi. Memleketine dö­nerken isteği üzerine Resûlullah’ın ona, daha önce sahip olduğu malların yine ken­di mülkiyetinde kalacağını, ancak bunla­rın zekâtını ödemesi gerektiğini bildiren bir belge verdiği rivayet edilmektedir.

Eş’as b. Kays el-Kindî başkanlığında bir Kinde heyeti 10 (631) yılında Medine’­ye geldi. Heyette bulunanlar kenarları ipekle çevrili elbiseler giymişlerdi. Kendi­siyle görüşmek için mescide girdiklerin­de Hz. Peygamber’in sorusu üzerine müs­lüman olduklarını söylediler ve ipekli el­bise giymemeleri gerektiğini öğrenince de ipekleri söküp attılar. Resûl-i Ekrem. Eş’as’ın kız kardeşi Kuteyle ile evlenmek istediyse de Kuteyle Medine’ye gelme­den Hz. Peygamber vefat etti. Kuteyle ile daha sonra Hz. Ebû Bekir evlendi. Kin­de heyeti mensupları ülkelerine döner­ken Resûl-i Ekrem onlara hediyeler ver­di. Bu heyetle birlikte bazı Hadramut ka­bilesi emirleri de Medine’ye gelmişlerdi. Bunlar arasında bulunan Velîaoğulları’ndan Hamde, Mihves, Mişrah ve Ebdaa Hz. Peygamber’le görüşerek müslüman oldular. Aynı yıl Sadîf kabilesini temsilen gelen heyet de Resûl-i Ekrem’e müslü­man olduklarını bildirdi.

Hz. Peygamber zekât toplamak, İslâm’ı tebliğ etmek ve aralarında şerl hüküm­leri uygulamak üzere ashaptan Ziyâd b. Lebîd el-Beyâzî el-Ensârî’yi Hadramut’a, Muhacir b. Ebû Ümeyye’yi Kinde’ye ve Sa-dîf’e, Ukkâşe b. Mihsan’i Sekâsik ve Sekûn’a göndermiş, bu arada Rebîa b. Zil-merhab, Vâil b. Hucr, Mes’ûd b. Vâil el-Hadramî, Mehrî b. Ebyâd, Şihr ehlinden Zübeyr b. Kardum ve Kinde’den Benî Muâviye’ye de mektup yollamıştır.

Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Hadramutta bulunan Ziyâd b. Lebîd’in zekât hususunda Kinde kabilesine men­sup birine yaptığı muameleden dolayı bütün kabile Ziyâd aleyhine ayaklanmış ve Eş’as b. Kays da bu isyanda kavminin başında yer almıştı. Ziyâd durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirince halife daha önce Ye-men’e gönderdiği Muhacir b. Ebû Ümey­ye’yi Ziyâd’ın yardımına yolladı. Ziyâd ve Muhâcir’in kumandasındaki İslâm ordu­su isyanı bastırdı. Nüceyr Kalesi’ne sığı­nan Eş’as eman diledi ve affedileceklerin bir listesini sunarak kale kapısını açtı; fa­kat listeye kendi adını yazmayı unuttu. Ziyâd Eş’as’ı öldürmek istediyse de Umman’dan yardıma gelen İkrime b. Ebû Cehil’in eman dileyeni Öldürmenin caiz olmayacağını hatırlatması üzerine onu Hz. Ebû Bekir’e gönderdi. Hz. Ebû Bekir, tövbe edip tekrar İslâm’a giren Eş’as’ı affetti ve kız kardeşi Ümmü Ferve ile ev­lendirdi. Yeniden İslâm’a dönülmesinden sonra bölge halkının pek çoğu Medine’ye gelerek Irak, Suriye ve Mısır tarafların­daki fetihlere katıldı.

Hadramut III. (IX.) yüzyıla kadar mer­kezden tayin edilen valiler tarafından yö­netildi. Ancak Hadramut valisi San’a vali­sinin yardımcısı, Hadramut da Yemen’in bir eyaleti olarak düşünülüyordu. Hadra­mut asırlar boyunca müstakil kabileler, çeşitli şehir devletleri ve mahallî seyyidlerin idaresinde siyasî varlığını sürdür­müştür. Bu karışık siyasî yapının bir ge­reği olarak çok sayıda emirlik bulunuyor­du. Daha sonraki yüzyıllar içinde Hadra­mut zaman zaman çeşitli dinî ve siyasî akımların da tesirine mâruz kalmıştır. Haricî propagandası için Ebû Ubeyde Müslim b. Ebû Kerîme et-Temîmî tara­fından Basra’dan hac mevsiminde Mek­ke’ye gönderilen Ebû Hamza eş-Şârî, 128 (745-46) yılında Mekke’de halkı son Emevî halifesi II. Mervân’a karşı isyana çağırırken Kinde ileri gelenlerinden Ab­dullah b. Yahya el-Kindî ile karşılaştı ve iki yıl sonra onunla beraber Hadramut’a giderek İbâzîliği yaymaya başladı. Fakat İbâzîler bölgenin tamamı üzerinde siya­sî kontrol sağlayamadılar.

Abbasî Halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr. 140 (757) yılında Ma’n b. Zaide eş-Şey-bânî kumandasında Hadramut’a bazı ri­vayetlere göre mevcudu 40.000’e ulaşan bir ordu şevketti; Hâricîler’i bertaraf et­mek için 15.000 kişi öldürüldü. Abbasî Halifesi Me’mûn tarafından Yemen valisi olarak tayin edilen Muhammed b. Ziyâd. Ziyâdîler hanedanını kurdu (245/859) ve hanedan 407 (1016) yılına kadar varlığını sürdürdü. Muhâcir-İlellah diye bilinen Ah-med b. îsâ el-Alevî Basra’dan Hadramut’a gelerek bölgede mutedil Şiîliğin yayılma­sı için çalıştı (930-931).

V. (XI.) yüzyılda Fâtımîler’e bağlı olarak Yemen’de hüküm süren Suleyhîler’den Ali b. Muhammed es-Suleyhî Hadramut’u ele geçirdi (455/1063) ve bölge 476 (1083) yılına kadar Suleyhîler adına siyasî faali­yet gösteren Ma’n b. Zaide eş-Şeybânî’-nin ahfadının nüfuzu altında kaldı. Ancak bu aile daha fazla haraç ödemeyi redde­dince Suleyhîler onların yerine Şiî Züreyî-ler’i {BenîZürey’) görevlendirdiler. Züreyl-ler’in hâkimiyeti 569’da (1174) Eyyûbîler’in bölgeye girmesine kadar devam et­ti. Mahallî ailelerden Himyerîler’e men­sup Râşidîler, merkez Terim olmak üze­re 400-700 (1009-1300) yılları arasında Hadramut’ta hüküm sürdüler. İtikadda Eş’arî, amelde Şafiî olan Râşidîler İbâzî-liğe karşı çıkmışlar ve ülkede onların te­sirini en aza indirmek için çaba göster­mişlerdir. Bundan başka Terîm’de Benî Kahtân, Şibâm’da Benî Deggâr. Şihr’de Âl-i İkbâl aileleri hâkim durumda idiler. Ancak Eyyûbîler’in naibi Osman ez-Zen-cilî, 576’da (1180) Hadramut’un büyük bir bölümünü kontrol altına aldı. Onun kısa bir müddet sonra bölgeden ayrılması üzerine Âl-i Nu’mân Şibâm’a hâkim oldu. Eyyûbî hâkimiyetine giren Hâricîler’den Ömer b. Mehdî el-Yemenî bir Eyyûbî or­dusuyla Şihr, Şibâm ve Terîm’i aldı (614/ 1217-18); Ömer’in 621’de (1224) öldürül­mesi üzerine Eyyûbî dönemi sona erdi. Mahallî hanedanlardan Âl-i Yemânî bu tarihten X. (XVI.) yüzyıla kadar Terîm’de hüküm sürdü. Eyyûbîler Hadramut’ta hüküm süren hanedanlardan Zeydîier dışındakilere son verdiler ve Resûlîler’e barış ve sükûn içinde bir ülke bıraktılar. Resûlî hâkimiyeti sırasında (1229-1454) Habûzîler bölgede iyi bir fırsat yakaladı­lar. Muhammed b. Ahmed (ö. 620/1223) tarafından Zafâr’da kurulan bu hane­dan, 673’te (1274) Hadramut’un birçok şehrine hâkim olduysa da beş yıl son­ra Resûlîler tarafından bertaraf edildi. XV. yüzyılda Tahinler Resûlîler’in elinde­ki toprakların büyük bir kısmını ele ge­çirdiler. Aynı yüzyılın ikinci yarısında da Kesîrîler ülkenin bir bölümüne hâkim oldular.

XVI. yüzyılın başlarında Yemen’i fethe­den Osmanlılar, kısa süre içinde Aden ve Hadramut sahillerini de kendi idareleri altına aldılar. Hadım Süleyman Paşa’nın Hindistan seferi sırasında (1538) Osman­lı Devleti’nin idaresine giren Hadramut Yemen’e bağlı bir sancak olarak teşkilât­landırıldı. Ancak Hadramut İçinde idareyi ellerinde bulunduranlar Kesîrî kabilesi reisleri idi. Mayıs 1566’da Yemen beyler­beyine gönderilen hükümde, Hadramut sancağının hâkimi olan Sultan Bedr’in Hindistan ve diğer yerlerden gelen tica­ret gemilerinden gümrük aldığı halde bazı haksızlıklar yaptığı belirtilerek artık gemilerin gelip gitmediği bildirilmekte ve bu durumun düzeltilmesi istenmek­tedir. XVI. yüzyılda Şihr İle birlikte Hadra-mut’un iskele gelirleri 630 altın idi. 1069′-da (1658-59) Zeydî imamı Mütevekkil-Alel-lah bir ordu gönderip Hadramufu istilâ etti. Yâfıîler de Aden’in kuzeydoğusunda Mükellâ ve Şihr’de hüküm sürmeye de­vam ettiler. Bu dönemdeki Yemen ve ci­varı hakkında bilgi veren Mehmed Hilâl Efendi’nin raporundan, idaresinin ma­hallî şeyhler tarafından yürütüldüğü ve özellikle iç kesimlerde tüccar kafilele­rinin serbestçe dolaşabildikleri anlaşıl­maktadır.

XVIII. yüzyılın İlk yarısında Yemen imam­larının ve Kesîrîler’in nüfuzunun zaafa uğramasıyla Hadramut’nın idaresi ma­hallî kabilelerin eline geçti. Kesîriler, Sey-yidler ve Yâfıîler çoğunlukta bulunduk­ları yerlerin hâkimi oldular. XIX. yüzyıla gelindiğinde Yâfıî kabilesine bağlı Ehlü’l-Bereyk Şihr, Kasadîler ise Mükellâ’yı yö­netmekteydiler. Hadramut vadisinin ba­tı kesiminde Şibâm civarı da Yâfiîler’in elindeydi. Diğer taraftan Sayvan Kesîrî­ler’in, Terîm de Seyyidler’in kontrolün-deydi. 1840’lardan itibaren Kesîrîler’den Gâlib b. Muhsin ve Yâfiîler’den Ömer b. Avad el-Kuaytî Hadramut’a hâkim olma yolunda ciddi adımlar atmaya başladılar. Gâlib b. Muhsin, kendi kabilesinden top­ladığı askerlerin yanında Afrika’dan ge­tirdiği kölelerle düzenli bir ordu kur­maya çalışırken Ömer b. Avad, Aden’in kuzeyindeki dağlık Yâfıî bölgesindeki ka­bile mensuplarından asker toplamış, ay­rıca Haydarâbâd’dan ve Hint ordusun­dan Hint ve Arap asıllı düzenli ordu men­suplarını getirtmiştir. 186O’lı yıllara ge­lindiğinde her iki tarafın askerlerinin sa­yısı binlerle ifade edilir olmuştur. Bu as­kerler modern silâhlar, top ve tüfeklerle donatılmıştı. Hadramut’un tamamına hâ­kim olma yolunda teşebbüse ilk geçen­ler Kesîrîler oldu. 1866’da Gâlib b. Muh­sin’in liderliğindeki Kesîrî güçleri Şihr’i ele geçirmek üzere taarruza geçtiler. Ancak iki yıl süren Kesîrî-Yâfiî çatışma­sı sonunda Şihr yine Yâfiîler’in hâkimiye­tinde kaldı. Bu tarihten itibaren İngiliz­ler de Hadramut’la yakından ilgilenmeye başladılar ve 1867de Şihr yöneticisi Ali Nâcî ile köle ticaretine karşı bir anlaşma imzaladılar. Böylece İngilizler çarpışan taraflardan Yâfiîler’i tutmuş oluyordu. Buna karşılık Kesîrîler ve onları destekle­yen Seyyidler yardım için Osmanlı Devle-ti’ne başvuracaklardı. Özellikle Seyyidler dindarlıklarıyla ve İngiliz aleyhtarlıklarıyla meşhurdular. Seyyidler bölgedeki Osmanlı yöneticileriyle de oldukça iyi iliş­kiler içinde bulunuyordu. 1867de ileri ge­lenlerden oluşan 150 Hadramutlu Mek­ke Emîri Abdullah Paşa’ya müracaat ede­rek Osmanlı Devleti’nin Yâfiî-Kesîrî ça­tışmasına son vermesini istediler. Ağus­tos 1867de Şihr’e bir savaş gemisi gön­deren Osmanlı Devleti Hadramut’un Os­manlı topraklarının bir parçasını oluştur­duğunu ve Şihr’in yönetiminin Osman-lılar’a devredilmesi gerektiğini nakibe bildirdi. Osmanlı Devleti’ne karşı koya­mayan Şihr nakibi Aden’deki İngiliz yö­neticilerinden kendisini desteklemeleri­ni istedi. İngilizlerle Babıâli arasında ya­pılan müzakereler sonunda her iki dev­letin de bölgedeki dengeleri bozucu gi­rişimlerden kaçınması hususunda pren­sip anlaşmasına varıldı ve hâkimiyet ko­nusu gündeme getirilmedi (Gavin, s. 164-165).

1876 yılında Zafâr’da meydana gelen bir gelişme İngilizleri endişelendirdi. As­len Hadramut’un Terîm kasabasından olan Seyyid Fazl b. Alevî. 1874’te Mekke’­de iken Zafâr’daki kabile çatışmalarını önlemesi için Mekke Emîri Abdullah Pa­şa’ya müracaat eden heyetle görüşerek kendilerine yardım edebileceğini bildir­mişti. 1875 yılında da davet üzerine Zafâr’a giderek burasının Osmanlı toprağı olduğunu ve kendisinin Osmanlı Devleti adına yönetimde bulunacağını ilân etti. Kesîrî kabilesinin de desteğini alan Sey­yid Fazl bir taraftan Zafâr’da idarî teş­kilâtlanmaya giderken diğer taraftan Os­manlı Devleti’nden malî ve askerî yardım talebinde bulundu. Ancak Zafâr hakkın­da yeterli bilgiye sahip olmayan ve böl­gede İngilizlerle karşı karşıya gelmek­ten çekinen Babıâli Seyyid Fazl’ı cevap­sız bıraktı. Merkezî hükümetin deste­ğini sağlayamayan Seyyid Fazl 1879 ba­şında, daha önce kendisine destek ve­ren Kesîrîler’in isyan etmesiyle Zafâr’ı terketmek zorunda kaldı ve Haziran 1879’da İstanbul’a giderek 1900’de ölü­müne kadar genellikle Güney Arabistan üzerine Sultan II. Abdülhamid’in fahrî danışmanlığını yaptı.

Seyyid Fazl’ın Zafâr’daki başarısız giri­şiminden sonra İngilizler Yâfiîler’i des­tekleyerek onların 1881 sonunda Şihr ve Mükellâ dahil bütün Hadramut sahilini ele geçirmelerini sağladılar. Mayıs 1882’de yaptıkları bir ön anlaşma ile Yâfiîler’in kendilerinin onayını almadan başka devletlerle ilişki kurmalarını önleyen İngiliz­ler, 1888’de imzaladıkları himaye antlaş­masıyla da sahilde hâkim olan Yâfiîler’in dış ilişkilerini tamamen üzerlerine aldı­lar. Sahilin güvenliğiyle yetindiklerini gös­teren İngilizler iç bölgeleri Kesîrîler’e bı­raktılar. Böylece Şibâm, Sayvan ve Terîm şehirleri Kesîrîler’de kaldı.

9 Mart 1914 tarihinde Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan Aden ve Nevâhî-i Tis’a ile ilgili antlaşmadan Had­ramut’un zımnen İngiltere’ye bırakıldığı anlaşılmaktadır. Ancak Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar Hadra­mut üzerindeki hâkimiyet İddiasını sür­dürdü. Nitekim 1915’te Hadramut şeyh­leriyle Osmanlı Devleti’nin Aden cephesi kumandanı Ali Said Paşa arasında imza­lanan mukavelenamede şeyhler din kar­deşleri olan Osmanhlar’a bağlı oldukları­nı, ayrıca İngiltere ile yaptıkları antlaş­maları iptal ettiklerini açıkladılar ve Ku-aytîler’in idaresinde bulunan Şibâm ile Şihr 1919 yılına kadar Osmanlı hâkimiye­tinde kaldı. Ancak Lozan Antlaşması ile (1923) Türkiye Cumhuriyeti, millî sınırlar dışında bırakılan Osmanlı toprakları üze­rindeki haklarından vazgeçtiği için Hadramut’la olan ilişkiler kesildi ve burası yeniden İngiltere’nin nüfuz alanına girdi. Hadramut bugün Yemen Cumhuriyeti’nin bir vilâyetidir.

Yemen Cumhuriyeti’ne dahil olmadan önce Hadramut’ta toplum aşağıdaki sos­yal sınıflardan meydana geliyordu; eskisi kadar keskin sınırlı olmamakla birlikte bugün de bu sınıflar varlıklarını koru­maktadır: Seyyidler. Bunlar halk üzerin­de manevî nüfuza sahiptiler. Hz. Hüse­yin’in yedinci batından torunu olan Şeyh Ahmed b. îsâ’nın seksen kişilik akraba grubu ile Hadramut’a gelmesiyle bu zümrenin bölgede varlığının belirgin şe­kilde ortaya çıktığı, zaman zaman sayıla­rının 3000’lere ulaşarak tesirlerini arttır­dıkları söylenir. Seyyidlik irsî olarak inti­kal eden bir statüye sahipti. Kabâil. Ka­bileler Hadramut’ta hâkim sınıfı oluştu­ruyordu. Kabile kollan ve büyük aileler halinde gruplanan bu toplulukların “mu­kaddem” unvanını taşıyan reisleri vardı. Bedeviler. Otlaklarda yarı göçebe halin­de yaşarlar, geçici barınaklarda kalırlar ve silâh taşırlardı; belirli reislere bağlıydı­lar. Şehirliler. Bunlar genellikle ticaretle uğraşan ve çeşitli mesleklere mensup olan kimselerdi. Kendileri veya başkaları hesabına çalışan küçük esnaf da şehirli­lere dahildi. Şehirliler silâh taşımazlardı; mesleklerine göre gruplanır ve bu yapılanma içinde tâbi oldukları reislerine be­lirli miktarda vergi öderlerdi. Hizmetli­ler. Kendilerini eski Habeş kölelerin to­runları sayan bu kimseler silâh taşımaz­lar ve büyük yerleşim merkezlerinin ci­varında yaşarlardı.

Hadramut, Hz. Peygamber devrinde İslâm’la karşılaştığı günden beri müslü-man kalmış, ancak zaman zaman İbâzîlik-Hâricîlik, Şiîlik, Karmatîlik ve XX. yüz­yılda komünizm gibi cereyanların faali­yetlerine sahne olduğu için iç karışıklık­lardan pek kurtulamamıştır. Gerek bu karışıklıklar gerekse ekonomik şartların elverişsizliği sebebiyle XVIII. yüzyılın son­larına doğru Hadramutlular’ın birçoğu iş bulmak için Hindistan’a ve Malezya-Endonezya adalarına gitmeye başladı. Bu dönemde özellikle Cava’ya içinde seyyid-lerin de bulunduğu önemli bir tüccar gö­çü olmuş, bunun sonucunda XIX. yüzyı­lın ortalarına doğru buralarda ekonomik ve dinî potansiyele sahip, anavatanla İrti­batını devam ettiren koloniler oluşmuş­tur. Meselâ Haydarâbâd nizamının hiz­metinde Hadramutlu gönüllü askerler bulunuyordu. XX. yüzyılın ilk yarısında da İtalya Somali’ye Hadramut’tan asker sevketmiştir ve halen burada bu askerlerin soylarından gelenlere rastlanmaktadır. Ayrıca çok sayıda Hadramutlu Suudi Ara­bistan’a gitmiştir.

Hadramî nisbesiyle tanınan Hadramut­lu meşhur simalardan bazıları şunlardır: Alâ b. Hadramî, İbnü’l-Hadramî, Yûnus b. Atıyye, Yahya b. Meymûn, Muâviye b. Salih, İbn Lehîa, Ebû Hayve Şüreyh b. Yezîd, Mutayyen. Ibn Harûf en-Nahvî Ali b. Muhammed.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski