Hafsa Sul­tan Külliyesi -Manisa- Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hafsa Sul­tan Külliyesi. Klasik devir Osmanlı mimarisinin Manisa’daki en muhteşem örneği.

Sultaniye Külliyesi adıyla da anılır. Ya­vuz Sultan Selim’in eşi Hafsa Sultan ta­rafından oğlu Şehzade Süleyman’ın (Ka­nuni) Saruhan sancak beyi olarak Mani­sa’da bulunduğu sırada (1513-1520) in­şası başlatılan külliye cami, imaret, med­rese, sıbyan mektebi, hankah, dârüşşifâ ve hamamdan oluşmaktadır. Cami ve ona bağlı binalardan bir bölümü 929’da (1523) tamamlanmış, hamam (945/1538) ve dârüşşifâ ise (946/1539) Hafsa Sul­tan’ın vefatından (1534) sonra Kanunî Sultan Süleyman tarafından külliyeye ilâ­ve edilmiştir. Bu külliye, vakıf defterle­rindeki kayıtlardan anlaşıldığına göre Manisa’nın ovaya doğru genişlemesini sağlayacak bir mevkide, Tîmurtaşoğlu Ali Bey bahçesi denilen yerde, etrafı boş bir alanda yaptırıldığı için civarının iskânına çalışılmış ve caminin batı yönüne yirmi hâne yerleştirilerek bunlar her tür­lü tekâlif vergilerinden muaf tutulmuş­tu. Zamanla burada bir mahalle oluşa­rak şehrin büyüme yönü belirlenmişti. Hafsa Sultan tarafından külliye İçin dü­zenlenen vakfiye Şaban 929 (Haziran-Temmuz 1523) tarihli olup görevlileri ve gelir kaynaklarını tesbit etmektedir. Bu­nun uygulanışını gösteren 1531 tarihli vakıf Tahrir Defterinde maaşlı personel sayısı 117’yi bulmaktadır. Camide iki imam, bir hatip, dört müezzin ve diğer hizmetliler mevcuttu. Ayrıca imaret kıs­mında düzenli olarak yemek çıkarılıyor­du. Defterdeki kayıtlara göre imaret mutfağının senelik et sarfiyatı 16,627 ki­logram, buğday sarfiyatı ise 91,500 ki­logram idi. Burada yirmi kişi çalışıyordu. Dârülkurrâda dokuz, hankahta ise on üç derviş bulunuyordu. Medresede bir mü­derrisle bunun on talebesi vardı; tale­belere günde 2’şer akçe yevmiye verili­yordu. 1575 tarihli Vakıf Defterinde ca­miin batı yanında bulunan dârüşşifâda görevli personelle ilgili kayıtlara rastlan­maktadır. Buna göre burada baştabip, ikinci tabip, vekilharç, göz hekimi (keh-hâl), cerrah ve yirmi beş kadar da hiz­metli görevliydi.

Şehrin sosyal ve ekonomik tarihinde önemli bir yere sahip olan külliye daha XVI. yüzyılda birtakım olaylarla karşı kar­şıya kaldı. 1559’da buranın silâhlı talebe (suhte) eline geçtiği, vakıf mallarının top­lanmasında bazı suistimaller olduğu, vak­fa ait arazilere müdahale edildiği, İma­rete giden su yollarının harap olup tamirine çalışıldığı bilinmektedir. Bugün külliyenin imaret ve hankah kısmı mevcut olmayıp harap haldeki di­ğer kısımları. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 1969’da tamamlanan restoras­yon çalışmalarıyla eski durumuna uygun bir hale getirilmiştir.

Cami

Cami
Yapı, şehirdeki İvaz Paşa ve Hatuniye camileri gibi Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’nin plan şemasını vermektedir. Bir sıra kesme taş, üç sıra tuğla ile Örül­müş duvarlar üzerinde basamak şeklin­de yükselen cami, 12,30 m. çapında mer­kezî kubbe ile örtülü harim, daha alçak tutulmuş ikişer küçük kubbeyle örtülü iki yan mekân ve beş gözlü son cemaat yerinden meydana gelmektedir. Payan­dalarla desteklenen yüksek kasnağın ta­şıdığı merkezî kubbe kare prizma gövde üzerine oturmakta ve bina bu haliyle tek kubbeli olduğu intibaını bırakmaktadır. Harim, ortada birer sütun üzerine basan ikişer kemerli açıklıklarla yan mekânlara bağlanmıştır; bütün kubbe geçişleri pandantifler ile sağlanmıştır.

Üzerinde ebced hesabıyla 929 (1523) tarihini veren dört mısralı Arapça sülüs kitabenin yer aldığı kapıdan girilen iç mekân ferah ve aydınlıktır. Kapı zarif ki­tabesi, kıvrık dallı rûmî süslemeleri ve renkli taş bordürleriyle, geç dönemlere ait göz alıcı barok süslemeler arasında asil bir görünüm sergiler. Mermerden yapılmış olan mihrap ve minber oldukça sadedir. Mihrabın iki yanındaki pencere­lerin alınlıklarında görülen lâcivert üzeri­ne beyaz rûmî, hatâyî, rozet, şakayık ve nar çiçeği bezemeli çiniler XVI. yüzyıl için karakteristik olup döneme uygun üslûp gösterirler. Girişin sağında beş direkli ahşap oyma bir hünkâr mahfili bulun­maktadır.

Son cemaat yerinin iki köşesinde yer alan ve sekizgen kürsülere oturan kes­me taştan yapılmış kalınca gövdeli mi­nareler 30’ar m. yüksekliğindedir.

Medrese
Caminin kuzeyine inşa edilen medresenin hücreleri cami avlusunun üç tarafına yerleştirilmiş, böylece avlu or­tak kullanılarak daha sonraki yıllarda Beşiktaş Sinan Paşa. Tbpkapı Kara Ah-med Paşa ve Kadırga Sokullu külliyele­rinde de uygulanan bir cami ve medrese terkibi meydana getirilmiştir. İki katlı dershane alışılmışın dışına çıkılarak ek­sene değil odaların sonuna konulmuş­tur. Avlunun doğu kenarındaki molla hüc­releri aynı ebatta olup kubbe örtülüdür. Kuzey ve batı yönündeki odalar ise çeşitli boyutlardadır ve kubbe veya tonozla ör­tülmüştür. Vakfiyeye göre kırklı payesin­de olduğu anlaşılan medrese daha sonra ellili payesine yükseltilmiştir.

Hamam. Âbidevî bir çifte hamam ola­rak inşa edilen yapı külliyenin kuzeydoğu köşesinde yer alır; kuzey kısmı kadınlar, güney kısmı ise erkekler için planlanmış­tır. Mukarnaslarla geçilen kubbelerdeki yıldız pencerelerden bol ışık alan her iki hamam da soyunmalık, ılıklık, sıcaklık ve halvetlerden meydana gelir. Sıcaklık bö­lümleri sekizgen formda olup birbirle­rinden bazı detaylarda farklılık gösterir­ler. Her ikisinin de sıcaklık girişinin kar­şısında sivri kemerli bir eyvanla iki hal­vet bulunur. Erkekler kısmındaki yelpaze tromplu halvetin şehzadelere ait olduğu bilinmektedir.

Sıbyan Mektebi
Medrese ile hama­mın arasına inşa edilmiş klasik planda iki kubbeli bir yapıdır. Duvarlar alt kısımlar­da moloz, üst kısımlarda bir sıra kesme taş ve İki sıra tuğla ile örülmüştür. İki odadan meydana gelen mekânların üzer­lerini eşit büyüklükte ve sekizgen kas-naklı iki kubbe örtmektedir. Kubbelere geçiş için mukarnaslı tromplar kullanıl­mıştır.

Dârüşşifâ

Kareye yakın bir planda in­şa edilmiş olan yapı, tamamıyla moloz ve tuğladan örülen duvarlarının işçiliği ve çift sıra kirpi saçaklı, basık kubbeli örtü sistemiyle erken dönem eserlerine ben­zemektedir. Üzerinde sülüs hatla yazıl­mış altı mısralık bir kitabe bulunan basık kemerli ve tuğla alınlıklı cümle kapısın­dan iki devşirme sütuna oturan üç kub­beli revaka girilir. Revakın karşısına ge­len bölüm eyvan şeklinde ele alınmış, toplam on adet olan odaların ikisi reva-kın yanlarına, diğerleri avlunun doğu ve batı kenarlarına yerleştirilmiştir; köşe-lerdekiler Ötekilerden daha büyüktür. Her odanın tuğladan sivri kemerli bir ka­pısı ve dışarıya bakan yine tuğla kemerli ve mermer söveli bir penceresi bulun­maktadır. Vakfiyeden dârüşşifâda bir başhekim, bir cerrah, iki göz hekimi, bir akıl hastalıkları uzmanı, iki eczacı, iki eczacı yardımcısı, ikisi gececi olmak üze­re dört hastabakıcı, bir İdareci, bir kâtip, iki aşçı ve bir çamaşırcının çalıştığı öğre­nilmektedir. Kalen Sağlık Müzesi olarak kullanılan dârüşşifâ, 1951 yılından beri halka dağıtma şenliklerinin tekrar canlandınldığı ünlü mesir macunu ile Türk tıp tarihinde özel bir yere sahiptir.

İmaret ve Hankah
Ne zaman yıkıldığı tam olarak tesbit edilemeyen aşhane-imaretin caminin batısındaki ağaçlı alan­da yer aldığı ve mutfak, kiler, ahır, odun­luk ve abdesthaneden meydana geldiği bilinmektedir. Yine aynı ağaçlı alanda bu­lunan ve aşırı haraplığı yüzünden 1935 yılında son kalıntıları ortadan kaldırılan hankahm aynı zamanda Tekke Medrese­si ve Dış Medrese adlarıyla da tanınma­sından anlaşıldığına göre sonraları ihti­yaç üzerine medreseye çevrilmiştir. Top­lanan bilgilerden faydalanılarak yapılan restitüsyonda, bir çevre duvarıyla müs­takil hale getirilen yapının ortası havuzlu bir avlunun etrafına dizilmiş, önleri re-vaklı on iki hücre ile bir tevhidhâneden oluştuğu ve revaklar dahil bütün mekân­ların kubbe örtülü olduğu görülmektedir.

Daha yeni Daha eski