Hafız Ahmet Paşa Camii, Medresesi, Darülkurra, Sebili, Çeşmesi, Türbesi Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hafız Ahmed Paşa Külliyesi. İstanbul’da XVI. yüzyıl sonunda yapılmış külliye.                          .

Fatih’te, semte adını veren caminin batısında eski Karaman mahallesinde bu­lunmaktadır. Cami, medrese, dârülkurrâ, sebil, çeşme ve türbeden ibaret olan külliye, 1930’dan sonra belediyenin yap­tığı düzenlemede Şeyh Resmî mahallesi­ne dahil edilen Hâfızpaşa. Başhoca, Başmüezzin sokakları ite sınırlanan yapı ada­sı içinde. Malta çarşısının devamı olan Fatih caddesi üzerinde kalmıştır.

Vaktiyle caminin cümle kapısı üzerin­de yer alan harap haldeki kitabe son ta­miratta yapının içinde kapı kemerinin üzerine alınmıştır. Ayvansarayi’nin Mecmûa-i Tevarih‘inde altı ve yedinci satır­ları yanlış okunan kitabe Hadîkatü’l-cevâmfde doğru tesbit edilmiştir. Kitabe­de, külliyenin 1004 (1595-96) yılında Ve­zir Hafız Ahmed Paşa (ö. 1613) tarafın­dan yaptırıldığı açık şekilde ifade edilmek­te olup ayrıca külliyeyi oluşturan yapılar tek tek belirtilmiştir. Ahmed Paşa Mısır, Yemen, Bosna ve Budin beylerbeyilikle-rinde bulunan, kubbe veziri ve sadâret kaymakamı Hadım Ahmed Paşa’dır. Bazı araştırmacılar ise külliyenin kurucusunun. IV. Murad döneminde 163Z’de öldürülen Sadrazam Filibeli Hafız Ahmed Paşa ol­duğunu sanmışlardır. Bu durum, cami­nin kurucusu hakkında Evliya Çelebi ta­rafından nakledilen bir rivayetten kay­naklanmış olabilir. Buna göre külliyenin inşası sırasında Hafız Ahmed Paşa’nın rüyasına giren Fâtih Sultan Mehmed, onu kendi külliyesinin hemen yanında bir cami yaptırmak suretiyle cemaatini aldı­ğından dolayı şiddetle azarlamış ve ga­zaba gelerek boynunu vurdurmuştur. Ahmed Paşa bir süre sonra eceliyle öldü­ğünde kabre konulurken mezarın kena­rından düşen bir yanı keskin kaya parça­sı cenazenin tam boynuna isabet etmiş, böylece rüya gerçekleşmiştir.

Kitabede caminin 1004 (1595-96) yı­lında yaptırıldığı açıkça belirtildiği gibi, Ahmed Refik Altınay tarafından yayımla­nan 13 Muharrem 1018 (18 Nisan 1609) ta­rihli bir hükümde de Karaman mahalle­sinde Hacı Hafız Ahmed Paşa’nın bina ettiği cami ve medreseye gerekli olan suyun verilmesi ilgililere emredilmiştir. Bundan başka çeşitli vakıf kütüphanele­rinden alınarak Süleymaniye Kütüphanesi’nde toplanan el yazması kitaplar ara­sında Hafız Ahmed Paşa Camii dolapların­dan taşınan kitaplarda 1012 (1603-1604) tarihli vakıf mührüne rastlanmıştır. Böy­lece Hafız Ahmed Paşa Camii ile külliye­sinin yapımı ve tamamlanması 1609 yılı­na kadar sürmüş olmalıdır. Mimarının, bu yıllarda Hassa başmimari olan Dâvud Ağa olabileceği ise sadece bir tahmin­den ibarettir.

Cami ve külliyenin bu bölgeyi harap eden yangınlarda ne ölçüde zarar gördü­ğü bilinmemekte, ancak 1763 zelzelesin­de en azından minaresinin yıkıldığı barok üslûpta yenilenen şerefesinin biçimin­den anlaşılmaktadır. Külliye için en büyük felâket ise I918 yılındaki Cibali-Fatih yangını olmuştur. Bu sırada etrafı saran alevlerin yalayıp geçtiği külliye fazla za­rar görmemekle beraber gerekli tamirat yapılamamış ve yapılar kendi haline ter­kedilmiştir. Bu devirde çeşitli kısımlar tah­rip ve yok edilirken bir yandan da arazisi­ne tecavüzler olmuştur. Bunları kolay­laştıran önemli bir sebep de yangın alan­larının yeniden planlanmasında cami ve külliyenin varlığının hiç hesaba katılma­yışıdır. Nitekim külliyenin esas girişi ve buradaki cephesi, medresenin bir kısmı ile caminin bir köşesi, yeniden çizilen Fa­tih caddesinin üstünde bir çıkıntı şeklin­de bırakılmak suretiyle âdeta ortadan kalkmaya mahkûm edilmiştir. Bu tahri­bat gerçekleşmemekle beraber yapı bu işlek cadde üzerinde yola taşan bir çıkın­tı halinde günümüze ulaşmıştır.

Hafız Ahmed Paşa Külliyesi, vakıf eser­lerin yok edilmesi yolundaki davranışlar­dan biriyle 196O’lı yılların başlarında kar­şılaşmıştır. İstanbul’da bir öğrenci yurdu inşa etmek isteyen Sakarya Yüksek Tah­sil Gençliği Yurt Yapma Derneği, belediye tarafından “arsa” olarak ifraz edilen med­reseyi satın alıp yapıma geçmek üzere girişimde bulunmuştu. Bu sırada külliye yirmi İki yıldan beri bir yıkıcının malzeme deposu olarak kullanılıyordu. Yapılan baş­vuru üzerine Eski Eserler ve Müzeler Ge­nel Müdürlüğü konuyu Rölöve Bürosu’na havale etti. Burada Zarif Orgun, 22 Ma­yıs 1963 tarihli raporunda külliyenin ta­rihçesiyle birlikte mevcut parsellerin du­rumunu da belirterek bu arsaya inşaat yapılamayacağı gibi iki yanından külliye duvarlarına yapıştırılmış binaların da kal­dırılması gerektiğini açıkladı. Konu Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’na intikal ettiğinde dernek verdiği dilekçesinde, “arsa civarında Hafız Ahmed Paşa Camii duvarları kalıntısı ol­duğundan” kurulun muvafakatinin ge­rektiğini bildiriyor ve bu hayırlı teşebbü­sün bir an önce sonuçlandırılmasını isti­yordu. Ancak Anıtlar Yüksek Kurulu top­lantısında Semavi Eyice bu teklife karşı çıkarak külliyenin “birkaç duvar kalıntısı” halinde olmayıp bütünüyle ayakta dur­duğunu söyledi ve teklifin kabul edileme­yeceğini belirtti. Bunun üzerine kurulun bazı üyeleri durumu yerinde inceledik­ten sonra Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, 4 Ağustos 1963 tarihli kararı ile Hafız Ahmed Paşa Külliyesi’nin cami, medrese, türbe ve sebiliyle restore ve ihyasının gerekli olduğunu Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bildirdi.

Bu karardan sonra Vakıflar İdaresi med­reseyi bir dereceye kadar tamir ettirdi. Caminin ihyasına da 1976’da başlanmış, ancak onarım bitirilmeden bırakılmıştır. 1990’da Selâm Vakfı tarafından aslına fazla uygun olmayan bir tarzda tamir et­tirilen cami 1991’de yeniden İbadete açıl­mıştır.

Bütün bölümleriyle kesme taştan ya­pılmış olan Hafız Ahmed Paşa Camii ve Külliyesi, avlusu medrese odaları ile çev­rili camilerin çok değişik bir örneğidir. Av­lunun güneydoğu tarafında yer alan ca­mi dikdörtgen bir plana sahiptir. Kıble duvarı çıkıntı halinde olup bunun kuzeyi­ne türbe, onun da yan köşesine sebil ek­lenmiştir. Dışarıdan avluya geçişi sağla­yan ve tonozlu bir dehlizi olan kapının ya­nında aslında dârülkurrâ olduğu ileri sü­rülen iki katlı bir bina bulunur.

Cami, ortada büyük kubbeli bir ana mekânla iki yanındaki daha küçük ölçü­lerde yine kare mekânlardan oluşmuş­tur. Bunlardan her üçü aslında kubbeli iken bilinmeyen bir tarihte, belki de 1763 zelzelesinde yıkıldıklarından üstlerinin 1918 yangınında yok olan ahşap bir çatı ile örtüldüğü anlaşılmıştır. Cami bu şek­liyle, erken Osmanlı devrinde çok yaygın olmakla beraber XVI. yüzyılın İlk yarısın­dan itibaren artık uygulanmayan tabhâneli (zâviyeli) camiler tipinin son temsilci­si gibi görünmektedir. Fakat XVI. yüzyıl sonlannda ana mekânının iki yanında tabhâne odaları bulunan camiler artık yapıl­madığına göre böyle bir ihtimal inandırı­cı değildir. Bu duruma göre cami aslında ortada bir büyük kubbeli, yanlarda ise daha küçük kubbeli mekânlardan mey­dana gelen bir tipte olup Edirne’deki Üç Şerefeli Cami’nin ufak çapta yapılmış bir çeşitlemesi olmalıydı. Ancak caminin İhyasında bu hususta ciddi bir araştırma yapılmadan restorasyon gerçekleştirildi­ği için gerçeği tesbit zorlaşmıştır.

Minare orta mekânın sağında bulun­maktadır. Eski bir fotoğrafında görüldü­ğü gibi şerefe çıkmasının barok profilli oluşu ve şerefe korkuluğunda kabartma girlandların bulunuşu, minarenin 1763 zelzelesinden sonra yeniden yapıldığını gösterir. Bu barok üslûptaki şerefeli mi­nare son restorasyonda bütünüyle yeni­lenmiş ve mukarnaslı çıkmalı şerefesi olan taştan yeni bir minare yapılmıştır. Cami bölümünün avluya komşu tarafın­da bir son cemaat yeri yoktur. Son ce­maat yeri aslında da yok muydu veya Vakıflar İdaresi’nin çizdirdiği bir planda işaretlendiği gibi, dârülkurrânın alt katı son cemaat yeri görevini mi görüyordu; bunu kesin olarak tesbit imkânı yoktur. Caminin giriş cephesi orijinal duvarı yıkıl­dığından bugün görülen kapısı ve üç bö­lümlü, kubbeli son cemaat yeri bütünüy­le yenidir. Mihrapla minber klasik ben­zeri olarak yapılmakla beraber yenidir. Mihrap mukarnaslı bir yaşmağa sahip­tir ve mermerdendir. Minber ise büyük emek harcanarak yine mermerden XVI. yüzyıl şebekeli minberlerinin aynen ben­zeri olarak yapılmıştır.

Dârülkurrâ olan yapı, cami kitlesine bitişik olup avlu girişinin üstünden itiba­ren Fatih caddesi boyunca sebile doğru uzanır. İki sıra pencere ile aydınlanan ve kapı dehlizinin yanındaki bir merdivenle üst kata ulaşılan bu kısmın cadde üze­rindeki cephesinin taş işçiliği, külliyenin diğer bölümlerinden malzeme bakımın­dan daha kalitesiz ve itinasızdır. Dolayı­sıyla bu kat ya sonradan eklenmiş veya büyük ölçüde harap olduğundan yeniden yapılmış olmalıdır.

Medrese üç taraftan avluyu sarmak­tadır. Son yıllarda yeniden yapılan sivri kemerli ve kubbeli revakın gerisinde her biri dolap nişli ve ocaklı on dört hücre var­dır. Batı köşesindeki boşluğun niçin bıra­kıldığını açıklamak mümkün değildir. Bu­rada genellikle medreselerin çoğunda olduğu gibi bir sıbyan mektebi düşünül­müş olabileceği akla gelmektedir. Med­rese İle cami kitlesi arasındaki beşik tonozlu dehlize de bir anlam verilememek­tedir. Çünkü bunun medrese odası tara­fındaki duvarında aynen odalardaki gibi, yakın zamanda içleri tuğla ile doldurul­muş dolap nişleri vardır. 20 Ağustos 1330 tarihli raporda medresenin çok rutubetli on üç odadan oluştuğu, içinde ayrıca ba­rakalar bulunduğu bildirilerek, “Fennen talebe iskânına elverişli değildir” denil­miştir. O sırada kadro dışı olan medrese­nin 22 Kânunuevvel 1334 tarihli bir not­ta yanmış olduğuna da işaret edilmiştir. Oda sayısı, Müller-VViener tarafından ya­yımlanan planda on beş olarak gösteril­mişken Vakıflar İdaresi’nce tamirden ön­ce çizilen planda on dörttür.

Türbe, camiden, kıble duvarının yanın­da yer alan ufak bir kapı ile geçilen kub­beli küçük kare bir mekândır. İhya sıra­sında ihmal edilerek harap halde bırakı­lan türbe muhtemelen 1918yangınından sonra soyulmuştur. Nitekim Hafız Ahmed Paşa’ya ait olduğu bilinen bir at zır­hı Atina’da Benaki Müzesi’nde bulunmak­tadır. Ancak bunun IV. Murad döneminin sadrazamı Ahmed Paşa’ya ait olması da mümkündür. 1995-1996 yıllarında yapılan son tami­ratta türbe yeniden ihya edilmiştir.

Külliyenin köşesinde bulunan sebile türbeden geçilmekle birlikte ayrıca dışa açılan kapısı da vardır. Tam köşede yer alan sebilin bir mermer sütunla ayrılmış iki şebekesi bulunmaktaydı. Sebilin kub­besini duvarlara bitişik iki sütunla birlik­te mermer sivri kemerler taşıyordu. 1918 yangınından sonra sebil de yavaş yavaş tahrip edilmiş, kubbe ve kemerler yıkıl­mış, aradaki sütunla tunç şebekeler yok edilmiştir. 1995 yılında orijinal şekline sadık kalınarak yeniden inşa edilmiştir.

Medresenin batısında bu yapıya bitişik olarak kesme taştan sivri kemerli bir çeş­me vardır. Bu küçük eser de son tamirde temizlenerek ihya edilmiştir. Kütüpha­nenin ise evvelce cami içindeki dolaplar­da olduğu bilinmektedir. Fransız şarki­yatçısı Antoine Galland, 1672’de İstan­bul’da bulunduğu sırada Hafız Ahmed Paşa Külliyesi’ndekİ yazma kitapları ince­lediğini bildirirken buradan faydalanmak isteyenlerin uymaları gereken hususlar-

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski