Hafız Nedir, Hafızlık Tarihi/Tarihçesi, Dünyada, Türkiye'de Hafızlık Hakkında Bilgi

Hafız. Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberleyen kimse.

Arapça’da “korumak, ezberlemek” mânasındaki hıfz kökünden türemiş bir sı­fat olan hafız (çoğulu huffâz) sözlükte “ko­ruyan, ezberleyen” anlamına gelip Kur-‘an’ın tamamını ezberleyene hafız denilmiştir. Hafız kelimesi, Kur’ân-ı Kerîm’de sözlük anlamında birçok âyette yer al­makta, üç âyette Allah’ın sıfatı ola­rak geçmektedir (Yûsuf 12/64; Hicr 15/ 9; Enbiyâ 21/82). Hz. Peygamber, ha­fızlan Abese sûresinde sözü edilen (80/ 15-16) “sefere-i kirârrfa benzetmiş ve hafızların cennette onlarla beraber ola­cağını müjdelemiştir. Buhâri’nin ashabın kurrâsıyla ilgili bab-da kaydettiği rivayetlerden, Kur’an’ı kısmen veya tama­men ezberleme anlamında “kıraat” keli­mesinin kullanıldığı anlaşılmakta, bazı rivayetlerde ise Kur’ân-ı Ke­rîm’in tamamını ezberlememiş olsa bile ahkâmı konusunda geniş bilgi sahibi olan­lara da kurrâ denildiği görülmektedir. Resûl-i Ekrem’in çeşitli kabilelere gön­derdiği ashâb-ı suffeden olan hocalara “kurrâ” adı veriliyordu. Bu anlamda Bi’ri-maûne’de şehid edilenlere de kurrâ de­nilmiştir. Buhârî’de yer alan bir riva­yete göre yaşlı ve genç kâ­riler Hz. Ömer’in meclisinde bulunur, ha­life onlarla istişare ederdi. Hakem Vak’ası’nın ardından Hz. Ali’ye karşı mücade­leye girişen Haricîler arasında 8000 kur­râ bulunduğundan söz edilirse de Ahmed b. Hanbel’in bir rivayetinden anlaşılacağı gibi bunlar genellikle okuma yazması olan, içlerinde hafızların da yer aldığı kimse­lerdi. Hz. Ali bu hafızları bir eve davet et­miş ve daha Önce Kûfe’ye gönderilen ör­nek mushaftan âyetler göstererek onları iknaya çalışmıştır. Daha sonra, mânasını anlamasa bile Kur’an’ı ezberleyen ve kıraat vecihlerinden bir veya birkaçı hakkında bilgi sahibi olan­lara kurrâ denilmiştir. Abdülhay el-Kettânî tabiîn döneminden sonra ilmin za­yıfladığını, insanların Kur’an ilimlerini bir bütün olarak öğrenmekten âciz kaldıkla­rını, böylece Kur’an ilimlerini bölümlere ayırdıklarını; bir grubun mânaları anla­maya ve bunlar üzerinde düşünmeye yö­nelmeden Kur’an’ın dil özelliklerini, harf­lerin mahreçlerini, âyet, sûre, hizb, nısf, rub’ ve secde sayılarını öğrenmeye çalış­tığını, âyetleri onar onar öğretme, ez­berletme, benzer kelimeleri ve âyetleri tesbit gibi şeklî konularla ilgilendiğini ve bunlara kurrâ denildiğini ifade eder. İbn Haldun’a göre kurrâ kelimesinin yerini sonradan “fukahâ” ve “ulemâ” kelimeleri almıştır.

Hafız karşılığında ayrıca hâmil de kul­lanılmıştır. Hz. Peygamber’in bir hadisinde, Kur’an’ı ezberledikten sonra unutmayan hâmil-i Kur’ân’a saygının dolaylı olarak Allah’a saygı demek olduğu ifade edilir . Kelime çoğul olarak da (hameletü’l-Kur’ân) bazı hadislerde geçmektedir. Kur’an’la meşgul olanlara ehlü’l-Kur’ân ve sâhîbü’I-Kur’ân da de­nilmiş, bir hadiste ehl-i Kur’ân, “ehlüllah ve Allah’ın has kullan” olarak nitelendiril­miştir. Diğer bir hadiste, sâhibû’l-Kur’ân’m âhiretteki derecesinin bil­diği âyetler sayısınca yüksek olacağı be­lirtilmiştir.

Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerde Kur’an’ın öğrenilmesi ve başkasına öğre­tilmesi teşvik edilmiştir. Bu rivayetlerin en kapsamlısı. “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir” mealindeki hadistir. Kur’an öğrenimiyle ilgili teşviklerin çoğu onu sadece ezberlemeyi değil mânasını anlamayı, muhtevasına vâkıf olup gereğince amel etmeyi amaç­lamaktadır. “Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki içiniz­de hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah’ın lutfunu (rızık) aramak üzere yeryüzünde dolaşacak, diğer bir kısmınız da Allah yo­lunda çarpışacaktır. O halde Kur’an’dan kolayınıza gelenini okuyun” (el-Müzzemmil 73/20) mealindeki âyetten anlaşılaca­ğı üzere Kur’an’ın tamamının ezberlen­mesi farz kılınmamıştır. Ancak her müslümanın yeterli miktarda âyet ezberlemesi namazın farzlarından olan kıraatin bir ge­reğidir. Resûl-i Ekrem bu asgari bilgiden mahrum olanları harabeye benzetir.

Resûlullah’ın ders halkasında bulunan sahâbîlerden kaçının Kur’an’ın tamamını ezberlediği hususunda değişik rivayetler vardır. Buhârî’nin ashabın kurrâsıyla ilgili kaydettiği bir rivayete göre Hz. Peygam­ber Kur’an’ın dört kişiden alınmasını tav­siye etmiştir. Bunlar Abdullah b. Mes’ûd, Ebû Huzeyfe’nin mevlâsı Salim, Muâz b. Cebel ve Übey b. Kâ’b’dır. Aynı yerde geçen diğer bir rivayette Enes b. Mâlik Kur’an’ı “cemeden” sahâbîlerin sayısını dört olarak vermektedir ki bunlar Übey b. Kâ’b, Muâz, Zeyd b. Sabit ve Ebû Zeyd’dir. Sonun­cu kişinin ismi üzerinde ihtilâf edilmiş ve bunun Evsten Sa’d b. Ubeyd, Hazrec’-den Kays b. Seken veya Sabit b. Zeyd ol­duğu rivayet edilmiştir. Kaynaklar adı geçen kişileri ashabın ha­fızları arasında zikreder. İbn Sa’d’ın bir rivayetinde Sa’d ve Ebû Zeyd farklı kişi­ler olarak gösterilir. İbn Habîb ashaptan Kur’an’ı cemeden-leri altı kişi olarak sayar. Bunlar Sa’d b. Ubeyd, Ebü’d-Derdâ (Uveymir b. Kays b. Zeyd), Muâz b. Cebel, Ebû Zeyd Sabit b. Zeyd, Übey b. Kâ’b ve Zeyd b. Sâbit’tir.

Kur’an’ı cemetmenin ne anlama geldi­ği konusunda değişik görüşler ileri sürül­müştür. Bunlar arasında Kur’an’ın deği­şik kıraatlerini bilme, onu hıfzetme ve yazılı metnini elinde bulundurma sayıla­bilir. Kastallânî. Hz. Pey­gamber dönemindeki dört hafızın ismini kaydeden Enes rivayetinde geçen “Kur’an’ı cennetti” sözünü “hafızasına yerleş­tirdi, ezberledi” şeklinde açıklar. Nevevî ise buradaki “cem*” kelimesini “kıraat” olarak yorumlar. İbn Sa’d’ın Hz. Osman’ı ta­nıtırken naklettiği, onun namazda Kur­’an’ın tamamını ezbere okuduğuna dair üç ayrı rivayette ezbere okuma işi “hatm”, “kıraat” ve “cem”” kavramlarıyla ifade edilmiştir {et-Tabakât, III, 75-76). Aynı mü­ellifin, “Resûlullah zamanında Kur’an’ı cemedenler” başlığı altında verdiği bilgi­lerden bu bölümde hafız olanları kastet­tiği anlaşılmaktadır. Burada kaydedilen rivayetlere göre Mu­âz b. Cebel, Übey b. Kâ’b, Zeyd b. Sabit, Ebü’d-Derdâ, Ebû Zeyd, Sa’d b. Ubeyd. Hz. Osman, Temîm ed-Dârî, Ubâde b. Sâmit, Ebû Eyyûb el-Ensârî ashabın hâfızlanndandır. Bunlardan Hz. Osman gibi bazılarının Resûl-İ Ekrem’in vefatından sonra hafız olduğunu söyleyenler de var­dır. Aynî ise otuza yakın hafız sahâbînin adını zikretmekte olup kadınlardan Ümmü Varaka. Hz. Âişe. Hafsa ve Ümmü Seleme bunlar arasındadır. Sahâbîler ge­nellikle Kur’an’dan on âyetlik bölümleri ezberler, bunların mânasını ve bu âyet-lerdeki emir ve yasaklan öğrenmeden diğerlerine geçmezlerdi.

Kurrâyı çeşitli tabakalara ayıran Zehebî, ilk tabaka olarak sahabeden yedi kişi­nin biyografisini verdikten sonra bunla­rın Kur’an’ı Hz. Peygamber zamanında ezberledikleri hakkında rivayetler bulun­duğunu ve on imamın kıraatlerinin bunlara dayandığını belirtir. Zehebi’ye göre ilk tabaka şu isimlerden oluşmaktadır: 1. Osman b. Affân. Ondan Mugire b. Ebû Şihâb ders almıştır. 2. Ali b. Ebû Tâlib. Zehebî. Hz. Ali’nin Resûlullah hayatta iken Kur’an’ın çoğunu veya tamamını öğren­diğini, ancak ondan gelen bir rivayete göre Kur’an hıfzını Hz. Peygamber’in ve­fatından sonra tamamladığını belirtir. Ebû Abdurrahman es-Sülemî ve Ebü’l-Esved ed-Düe!î Hz. Ali’den kıraat öğre­nenler arasındadır. 3. Übey b. Kâ’b. Hz. Peygamber’den Kur’an’ı arz yoluyla alan­lardan ve Kur’an okuyuşuyla onun övgü­süne mazhar olanlardan biridir. Ashap­tan İbn Abbas, Ebû Hüreyre. Abdullah b. Sâib, Abdullah b. Ayyaş ve Ebû Abdur­rahman es-Sülemî kendisinden kıraat dersi almışlardır. 4. Abdullah b. Mes’ûd. Hz. Peygamber’in hayatnda Kur’an’ın ta­mamını cemettiği gibi bizzat Resûl-i Ek­rem’in ağzından yetmiş kadar sûre ez­berlemiştir. Kendisinden ders alan hafız­ların başında Alkame b. Kays. Mesrûk b. Ecda”. Esved b. Yezîd. Zir b. Hubeyş. Ebû Abdurrahman es-Sülemî gelir. S. Zeyd b. Sabit. Hz. Ebû Bekir’in Kur’an’ı cemet-mek için kurduğu heyete başkanlık et­miş, Hz. Osman zamanında mushaf nüs­halarının çoğaltılması çalışmalarına ka­tılmıştır. Kendisinden Ebû Hüreyre ve İbn Abbas gibi bazı sahâbîler kıraat dersi al­mışlardır. 6. Ebû Mûsâ el-Eş’arî. Resûl-i Ekrem Ebû Musa’ya Hz. Dâvûd’unkine benzer bir ses verilmiş olduğunu söyle­yerek ona iltifatta bulunmuştur. Ebû Recâ el-Utâridîve Hıtân b. Abdullah er-Rekâşî kendisinden ders almışlardır. 7. Ebü’d-Derdâ (Uveymir b. Zeyd}. Dimaşk kadılığında bulunduğundan “kâri-i Dımaşk” olarak tanınmıştır. Ondan arz yo­luyla Kur’an öğrenenler arasında hanımı Küçük Ümmü’d-Derdâ ile Atıyye b. Kays, Hâlid b. Ma’dân ve Ba’lebek Kadısı Süveyd b. Abdülazîz bulunmaktadır.

Sahabeden olan hafızlar Mekke. Medi­ne, Küfe. Basra, Dımaşkve Mısır gibi mer­kezlerde ders vererek kendi kıraatlerini sonraki nesillere aktaracak talebeler ye­tiştirmişlerdir. Meselâ Hz. Osman Mugi­re b. Ebû Şihâb el-Mahzûmfyi yetiştir­miş. Mugîre de kıraat imamlarından İbn Âmir’in hocalarından olmuştur. Yedi kı­raat imamının (NâfT, İbn Kesîr, İbn Âmir, Âsim, Hamza, Ebû Amr ve Kisâî) okuyuş tarzları genellikle ashaptan Übey b. Kâ’b. Zeyd b. Sabit, Ebü’d-Derdâ. Abdullah b. Mes’ûd. Hz. Osman ve Hz. Ali’ye dayanır.

Hicretin ilk asırlarında Kur’an hıfzı ve tâlimi çalışmaları daha çok camilerde ya­pılıyordu. Medine’de Mescid-i Nebevî’nin dışında dokuz mescidde daha Kur’an öğ­retimi devam etmiştir. Ayrıca Mahreme b. Nevfel’in evi gibi “dârülkurrâ” denilen yerlerde de Kur’an tâlimi yapılmış olması muhtemeldir. Nitekim Huzâî, Mahreme’nin evini medreselerin menşei olarak gös­termektedir. Sonraki dönemlerde de bazı ho­calar evlerini mektep gibi kullanmışlar­dır. Meselâ Ebû İshak et-TaberîYıin evi ehl-i Kur’ân ve ehl-i hadîs için bir toplantı yeriydi.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an hıfzına olan ilgi giderek artmıştır. Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Basra valisi iken Ha­life Ömer’e yazdığı bir mektupta Basra’­da pek çok kimsenin Kur’an’ı ezberledi­ğini bildirmiş, halife de onlara maaş bağ­lanmasını istemişti. Ebû Mûsâ ertesi yıl hafız sayısında büyük bir artış olduğunu haber verince Hz. Ömer, “Onları kendi hallerine bırak. İnsanların Kur’an’ı ezber­lemekle meşgul olurken onun hükümle­rini öğrenmeyi İhmal etmelerinden kaygı duyuyorum” diyerek hafızlara maaş bağ­lamanın sakıncalı olacağı kanaatine var­dığını belirtmiştir. Müslim’in bir rivayetine göre Ebû Mûsâ el-Eş’arî, bazı nasihatlarda bulun­mak üzere Basra’nın hafızlarını çağırt­tığında davete icabet edenlerin sayısı 300’ü bulmuştu. İlk mushaflar, esas itibariyle Kur’an’ın tahrife uğramasını önleme maksadına yönelik olarak hazırlanmişsa da Ebû Be­kir İbnü’l-Arabî, özellikle kıraat vecihleri-nin mushaflarda değil rivayet yoluyla ya­ni ezberden aktarılarak yaşatıldığını. an­cak kâriler arasında ihtilâf vuku bulması halinde mushaflara başvurulduğunu kay­deder {Ahkâmü’l-Kufân, II, 1040). İbnü’l-Cezerî de. “Daha sonra Kur’an’ın naklinde mushafların ve kitapların koru­masına değil kalplerin ve zihinlerin koru­masına (ezberlemeye) güvenilmiştir. Bu durum yüce Allah’ın bu ümmete nasip ettiği en değerli özelliktir” diyerek aynı hususa işaret etmiştir.

İbn Hallikân’ın, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzi’nin el-EIköb adlı eserine dayanarak verdiği bilgiye göre Hârûnürreşîd’in ha­nımı Zübeyde’nin 300 kadar hafız cariye­si bulunmakta ve sarayından dışarıya “an kovanı gibi” Kur’an sesleri yayılmaktaydı. Bu bilgi, daha II. (VIII.) yüzyılda hafızlığın ne kadar büyük itibar gördüğünü, kadınlar arasında bile geniş ölçüde yaygınlaştığını göstermesi bakı­mından ilgi çekicidir. Bu itibarın giderek arttığında şüphe yoktur. Nitekim Bâkıllânî, bazı Şiî grupların Kur’an’da eksilt­me veya ona ilâveler yapılmış olabileceği yolundaki iddialarını cevaplandırırken Al­lah’ın kitabında böyle bir tahrifin müm­kün olmadığını, çünkü her yerde pek çok İnsanın Kur’an’ı ezberleyip hafızasında zaptettiğini, artık onun bir harfinde dahi değişiklik yapmanın mümkün olmadığını belirtir. İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtibî de kendi dö­nemiyle ilgili olarak aynı şeyleri söyler.

Endülüs’te bazı kurrâya kıraat dersi ve hafızlık çalışmaları için belli mescidler ayrılırdı. Endülüs âlimlerinden Ebû Bekir İbnü’l-Arabî ülkesinde çok başarılı bir öğ­retim metodu takip edildiğini, ilk öğreti­min yazı. hesap ve dif bilgisiyle başlatıldı­ğını, daha sonra Kur’an hocasının Öğren­cilerine şifahî olarak Allah’ın kelâmını tâ­lim ettiğini, çocuklara kabiliyetlerine gö­re Kur’an’dan bir kısım ezberlettiğini, ha­fızlığını tamamlayanlardan isteyenlerin öğrenimlerini fıkıh ve hadis dersleriyle sürdürdüklerini bildirir.

Hafızlık çalışmaları sonraki asırlarda ca­mi ve dârülkurrâlar yanında medrese, dâ-rülhuffâz. dârülhadis, ribât ve türbeler­de de sürdürülmüştür. Dımaşk’taki el-Eşrefiyyetü’l-Cevvâniyye Dârülhadisi’nin vak­fiyesinde, sayılan onla sınırlandırılmış olan kırâat-i seb’a öğrencilerine aylık 10 dir­hem burs verilmesi öngörülmüştü. Bazı türbeler Kur’an öğretimine uygun tarz­da bina edilir, türbe sahibi kabrinin yanı başında Kur’an öğretilmesinden büyük bir hayır umardı. Meselâ Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed es-Sehâvî Ümmü’s-Sâlih (Sâlihiyye) Türbesi’nde, Müntecebüddin el-Hemedânî Zencîliyye Türbesi’nde kı­raat okutmuşlardır. Bir kısım kârilerin birkaç yerde görev yaptığı da oluyordu. Meselâ İbrahim b. Fellâh Eşrefiyye Dârülhadisi, Eşrefiyye Türbesi ve Emeviyye Camii bünyesindeki Kubbetünnesr’de uzun müddet kıraat dersleri vermiştir. Peygamberlere ait oldu­ğuna inanılan kabirlerle ribâtlar da Kur­’an dersi verilen mekânlardı. Müstansıriyye Medre­sesi bünyesinde bir dârülkurrâ mevcut­tu. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre dârülkurrâ veya dârülkur’ânlar İstanbul’da umumiyetle cami bünyesinde yer alır­dı. Aynca müstakil dârülkurrâlar ve mek­tepler de vardı.

Kıraat hocalarına “şeyhü’I-kırâa”. gö­revlerine de “meşîhatü’l-kırâa, meşîha-tü’l-ikrâ, riâsetü’l-ikrâ” denilirdi. Bazı ho­caların görevleri için “meşîhatü’I-ikrâ el-kübrâ” ifadesi de kullanılmıştır (İbnü’l-Cezerî, Gâyetü’n-nihâye, I, 34). Bir bel­denin kıraat hocası genellikle o beldeye nisbet edilir ve meselâ “kâri-i ehl-i Mek­ke” veya “mukri-i Küfe” gibi unvanlarla anılırdı.

Hafız yetiştiren hocalar kendilerine has metotlar geliştirmişlerdi. Âyetler onar onar veya beşer beşer ezberletilir, bun­lar iyice öğrenilmeden yeni ders veril­mezdi. Bazı hocalar talebenin çokluğu sebebiyle birkaç öğrenciyi aynı anda din­lemek zorunda kalırdı. Yolda yürürken bile öğrencilerini dinleyen hocalar vardı. DımaşK’ın kıraat şeyhi Ali b. Muhammed es-Sehâvfnin Cebel’e giderken iki üç öğ­renciyi aynı anda dinlediği rivayet edilir. Türkiye’deki hafız yetiştiren kurslarda da rastlanan bu uygulamayı Zehebî, “Kur­’an okunduğu zaman onu dinleyin ve su­sun ki size merhamet olunsun” mealin­deki âyetin (el-A’râf 7/204) hükmüne ve sünnete aykırı bulmuştur.

İslâm dünyasının birçok yerinde Kur­’an hıfzına küçük yaşlarda başlanırdı. Tabakat kitaplarında yer alan belli sayıda­ki kurrâ dönemlerinin en meşhurlarıdır. Bunlardan biri olan İbnü’l-Cezerî’nin Bur-sa’ya gelmesinden sonra Osmanlılar’da kıraat ilminde büyük bir gelişme olmuş ve binlerce hafız yetişmiştir. Evliya Çele­bi’nin verdiği bilgiye göre Amasya’da do­kuz dârülkurrâ vardı ve bunlardan sade­ce Sultan Bayezid Dârülkurrâsf nda 300′-den fazla hafız bulunmaktaydı. Hüseyin Hüsâmeddin’e gö­re sıbyan mekteplerinde de hafızlık yapıl­maktaydı. Yine Evliya Çelebi’nin kaydettiğine göre İstan­bul’da “esnâf-ı hâfızân-ı Kur’ân-ı AzîrrTin sayısı 3000 kadarı kadın olmak üzere 9000’dir. Merasimlerde “hafız ve hâfizeler. ale’l-umûm küheylân atlar üzerinde Feth-i şerif (Fetih sûresi) tilâvet ederek Alay Köşkü dibinden geçerlerdi”.

Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulmasın­dan sonra zamanın Diyanet İşleri Reisi Ri-fat Börekçi’nin gayretleriyle Kur’an kurs­ları Tevhîd-i Tedrisat Kanunu’nun dışında bırakılmışsa da ilk dönemlerde bu kurs­lara fazla ilgi gösterilmemiş, 1950’li yıllara kadar özel çabalarla çok az sayıda hâfizyetiştirilebilmiştir. Nitekim Ali Rıza Sağman, bu dönemde hafızlık mesleği­nin nerede ise ölmek üzere olduğundan yakınarak bu işin bir nizama bağlanma­sını istemiştir. 1923-1933 yılları ara­sında dokuz olan resmî Kur’an kursları­nın sayısı 1991 ‘de 5000’i aşmıştır. Kur’an kurslarında hafız olanlar için her ders yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nca tes-bit edilen bölgelerde imtihan açılmak­ta, başarılı olanlara hafızlık belgesi veril­mektedir. 1970ten bu yana Türkiye’de Kur’an kurslarında yetişen ve belge alan hafız sayısı 30.000’den fazladır.

Malezya, Suudi Arabistan vb. ülkeler­de olduğu gibi Türkiye’de de 1983’ten beri hafızlık yarışmaları tertiplenmekte­dir. Hafızlık belgesi için imtihan yapılan on bölgenin birinci ve ikincileri Mevlid kandili gecesinde büyük bir camide jüri ve halk önünde yarışmakta, dereceye gi­renler çeşitli hediyelerle ödüllendirilmek­tedir. Diğer taraftan, 197S yılında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesinde yapılan bir değişiklikle Diya­net İşleri Başkanlığı kuruluşunda görevli olan hafızlara mükteseplerinin üstünde bir derece (üç yıllık kıdem) verilerek ha­fızlık teşvik edilmiş ve bu uygulamaya devamlılık kazandırılmıştır.

Balkanlar’da Osmanlılar döneminden itibaren hafızlık müessesesi halk tarafın­dan büyük ilgi ve destek görmüş, çoğu camilerin yanında hafızlık medreseleri veya dârülkurrâ adı verilen okullar faali­yet göstermiştir. Bu kurumlarda hıfzını tamamlayan on on beş yaşlarındaki öğ­rencilerin, “hâfız-ı kavi” veya “hafsal-kâri diye anılan hocalar önünde tâbi tutul­dukları hafızlık imtihanlarının günümüz­de, pazartesi başlayıp cuma günü cuma namazından sonra yapılan hatim duasıyla son bulan bir merasime dönüştüğü gö­rülmektedir. Hafızlık imtihanının ardından hıfzını geliştirmek isteyenler üç ay­larda ve daha çok ramazan ayında mu­kabele okurlar.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra ve Özellikle komünist iktidarları döneminden İtiba­ren Balkanlar’da bilhassa Arnavutluk, Ka­radağ, Kosova. Sancak ve Bulgaristan’da hafızlık faaliyetlerinde belirgin bir du­raklama olmuştur. Buna karşılık Üsküp ve yöresi en güç şartlarda bile Osmanlı dönemindeki hafız yetiştirme geleneğini korumuş ve diğer Balkan ülkelerinin ha­fız ihtiyacını karşılamıştır. Son dönemle­re kadar en çok hafız yetiştiren bölgeler Makedonya’da Üsküp, Kalkandelen ve Gostivar; Bosna-Hersek’te de Saraybosna, Mostar ve Zenica olarak görülmekte­dir.

Mısır’da 1983 yılında tanınmış hafız Abdülbâsıt Muhammed Abdüssamed’in başkanlığında kurulan Nikâbetü muhaffizî ve kurrâi’İ-Kur’âni’l-Kerîm’in başlan­gıçta 300 olan üye sayısı 1996’da 4000’e ulaşmıştır. Dernek, hafızlık okullarının yö­netimi yanında camilerde, radyo ve tele­vizyonda, yurt içinde ve dışında düzenle­nen resmî-dinî törenlerde görev alacak kârileri de tesbit etmekte olup yapılan imtihanı kazananlara belge vermektedir. Ayrıca Evkaf Bakanlığı ve Ezher’in yöne­timindeki çeşitli resmî ve sivil kurumlar­da da hafızlık öğrenimi yapılmakta, sayısı 5000’e ulaşan Kur’an kurslarında 250.000 talebe okumakta, bunlardan 4600’ü hıf­zını tamamlamış bulunmaktadır (1995-1996).

Hint alt kıtasının İslâmlaşmasına bü­yük katkılarda bulunan tasavvuf ekolleri Kur’an öğretimine de önem vermişlerdir. Özellikle Çiştiyye tarikatının VII. (XIII.) yüz­yılda başlayan faaliyetleri sonunda o de­virde Hindistan’da hafızların sayısı başka İslâm ülkeleriyle kıyaslanamayacak de­recede artmıştı. Kur’an öğretimi bir dönem yavaşlamışsa da Şah Veliyyullah ve oğulları zamanında tekrar hız kazanmış­tır. Diyûbend Dârülulümu’nun (kuruluşu 1866) kurucuları ve buradan yetişen âlim­ler de Kur’an hıfzını bir gelenek haline getirmişlerdir. Günümüzde bu ekole men­sup medreselerin Kur’an hıfzı bölümle­rinde her yıl yüzlerce hafız yetişmekte­dir. XX. yüzyılın ilk yarısında Hindistan’ın Kandehle, Diyûbend ve Panipat gibi böl­gelerinde hafızlık daha büyük bir geliş­me kaydetmiş, kadınlardan da çok sayı­da hafız ve kâri yetişmiştir.

1947’de bağımsızlığını elde eden Pa­kistan’da, sayısı günümüzde 3O00’i aşan medreselerde Kur’an öğretimi sürdürül­müştür. Bugün medreselerde öğrenciler “nisab” denen usule göre temel öğreti­me başlamadan önce hıfzını tamamla­maktadır. Hafızlık için medreselerde ayrı bölümler bulunmakta, burada yatılı ve gündüzlü öğrenciler hâfizlık yapmakta, is­teyenler hafızlık sonrasında iki yıl sürey­le tecvid ve kıraat dersleri almaktadırlar. 1992 yılında Lahor’daki Camia Eşrefiyye’deki 600 kadar Öğrencinin 120’si ha­fızlık bölümünde bulunuyordu. Okuma yazma oranı % 25’lerde bulunan Pakis­tan’daki toplam hafız sayısının 30.000′-den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Pakistan Eğitim Bakanlığı’nın Mart 1988′-de hazırlattığı Pakistan key Dinî Medâris ki Dayrektiri [directory] adlı ki­tapta verilen bilgiye göre ülkede bulu­nan 2991 medreseden 195’i hafızlık, tec­vid ve kıraatle ilgili hizmet vermekteydi.

Ebû Bekir Muhammed b. Hüseyin el-Âcurrî’nİn Ahlâku hameleti’l-Kur’ân. Nevevî’nin et-Tibyân û âdâbi hameleti’l-Kur’ân, Alemüd-din Ali b. Muhammed es-Sehâvî’nin Ce-mâlü’l-kurrâ* ve kemâlü’l-ikrâ (Mek­ke 1407/1987) ve Süyûti’nin Addbü tilûveti’l-Kur’ân gibi bazı müstakil kitaplarda ve Kur’an ilimlerine dair çeşitli eserlerde Kur’an okutan, oku­yan ve ezberleyen kimselerin uyması ge­reken kurallara yer verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’i edepli bir şekilde ve huşu ile oku­mak, tecvid, tertîl gibi tilâvet kaidelerine riayet etmek, ezberlediğini unutmamak, âyetlerin mâna ve hikmetlerini anlama­ya çalışmak, Kur’an’ın buyruklarına uyup yasaklarından kaçınmak, kalbini kibir, kıs­kançlık, kin ve riya gibi Kur’an ahlâkına uymayan kötü duygulardan arındırmak, Kur’an’ı ve hafızlığı dünya malı ve mevkii için bir istismar aracı yapmamak bu ku­rallardan bazılarıdır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski