Halep Şehri Tarihçesi/Tarihi, Yerleri/Eserleri, Hakkında Bilgi

Halep. Suriye’nin ikinci büyük şehri.

Kuzey Suriye’nin en önemli şehri ve kendi adını taşıyan ilin merkezi olup Ana­dolu’dan Mezopotamya’ya ve Akdeniz’­den İran’a giden anayolların kavşak nok­tasında kurulmuştur. Bu dikkat çekici coğrafî konumu dolayısıyla kervanların uğrak yeri olmuş, bunun sonucunda ti­caretle zenginleşip medeniyette yükse­lirken sık sık aynı yollardan sefere çıkan orduların tahribatına ve yağmalarına mâruz kalmıştır. Şehir, Eskiçağ tarihinde taşıdığı Önemi coğrafî konumu kadar fır­tına tanrısı Adad’ın kült merkezi olması­na da borçludur.

İlk olarak milâttan önce III. binyıl çivi yazılı Akkad tabletlerinde Halaba ve Hal-man / Halvvan şeklinde adına rastlanan Halep’in milâttan Önce XVIII. yüzyılda Yamhad Krallığı’nın başşehri olduğu görülür. Halep, daha sonra Anadolu’da ku­rulan Hitit Krallığı’nın eline geçerek bu devletin imparatorluk döneminde en önemli eyalet merkezlerinden birini oluş­turdu; imparatorluğun dağılmasından sonra da Halpa Krallığı adıyla müstakil bir Geç Hitit devleti haline geldi. Milât­tan önce IX. yüzyılın ortalarında Asur İmparatorluğu topraklarına dahil olan şehir yavaş yavaş önemini kaybetmeye başladı. Pers hâkimiyeti sırasında ise sadece tanrı Adad sebebiyle hatırlanan küçük bir yerleşim merkezi durumuna düştü. Ancak Helenistik dönemde Suriye Kralı Seleukos Nikator (m.ö. 305-280) tarafından Grek mimarisine uygun yeni bir planda imar edilmesiyle eski önemi­ne kavuştu ve Beroia adını aldı. Bu dö­nemde şehrin imarına vesile olan tanrı Adad’ın da Halep Zeusu adıyla anıldığı görülür. Halep Romalılar zamanında bü­yümesine devam etti ve kalesi de kutsal mekânları barındıran bir akropol haline geldi. Bizanslılar zamanında ise çok sayı­da kilisenin bulunduğu bir Hıristiyanlık merkeziydi. Şehir bugün de başpisko­posluk ve Mârûnî piskoposluğudur.

İslâmî Dönem

Hâlid b. Velîd’in azledil­mesinden sonra Suriye valiliği ve başku­mandanlığına tayin edilen Ebû Ubeyde b. Cerrâh’m emrindeki İslâm ordusu Kınnesrîn’in fethinden sonra Halep üzerine yürüdü; öncü birliklerinin başında İyâz b. Ganm el-Fihrî bulunuyordu. Şehir dışın­da Hâdıru Haleb denilen yerde yaşayan Tenûh ve diğer bazı Arap kabileleri İyâz b. Ganm’e itaat arzettiler. Şehir halkı da kısa bir müddet sonra canlarına, malları­na ve surlarla binalara dokunulmaması şartıyla aman dilediler. İyâz b. Ganm, cizye vermeye razı olmaları üzerine is­teklerini kabul etti ve kendileriyle bir ant­laşma yaptı. Antlaşmanın Ebû Ubeyde tarafından da onaylanmasından sonra müslümanlar Antakya Kapısfndan şehre gir­diler (16/637). Yaptıkları ilk iş kalkanları­nı koyup namaz kılmak oldu; daha son­ra bu yerde Mescidü’l-etrâs (kalkanlar mescidi) adıyla bilinen bir cami yaptırıl­dı. Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın ölümünden (18/639) sonra Muâviye b. Ebû Süfyân Suriye valiliğine getirildi. Halep önce Cündü Hıms’a, daha sonra da Cündikın-nesrin’e bağlandı. Emevîler döneminde bazı eyalet valilerinin şehir civarına yer­leşmiş olmasına rağmen Halep hiçbir za­man siyasî ve idarî bir merkez haline ge­tirilmedi. Bu dönemde iktisadî ve mima­ri bakımdan gelişmişse de Emevîler’in yıkılmasından sonra Suriye’nin diğer şe­hirleri gibi ihmal edilmiştir.

Mısır Valisi Ahmed b. Tolun 264 (878) yılında Halep’i istilâ etti, ancak Abbasîler daha sonra şehri geri aldılar (271/884). 290’da (903) Karmatîler tarafından ku­şatılan şehir 324 (936) yılında İhşîdîler’in eline geçti. Muhammed b. Tuğc el-İhşîd buraya Benî Kilâb reisini vali gönderdi. Bu kabileye mensup bedeviler şehirde birçok tahribata sebep oldular. Hamdânî Emîri Seyfüddevle, Kâfur el-İhşîdfnin va­lisi Yânis el-Mü’nis ile barış antlaşması İmzalamasının arkasından Halep’i hâki­miyeti altına alarak Hamdânîler’in baş­şehri yaptı (333/944) ve bu tarihten iti­baren şehir bölgenin tarihinde önemli bir rol oynadı. Seyfüddevle, Bizans saldı­rılarına karşı burayı uzun yıllar başarıyla savunduysa da Nikephoros Phokas 351′-de (962) şehri ele geçirmeye muvaffak oldu. Bir hafta süren yağma ve tahribat sırasında binlerce kişi kılıçtan geçirilip birçoğu da esir alındı. Şehir âdeta ıssız bir harabeye döndü ve bu felâketten sonra uzun süre belini doğrultamadı. Meyyâfârikin’e çekilerek burayı başşehir yapan Seyfüddevle’nin ölümü (356/967) üzerine yerine oğlu Ebü’l-Meâlî Sa’düd-devle geçti. Onun döneminde Halep fe­tihten sonraki en karanlık günlerini ya­şadı. Sa’düddevle zamanında Fâtımîler’in Suriye’de hissedilen nüfuzundan dolayı camilerde hutbeler Fatımî Halifesi Muiz-

Halep’in planı

Halep’in planı: 1. Şehrin ilk kurulduğu ver, 2. Şehrin ilk mescidi; Suaybive Medresesi, 3. Ebrek Hanı, 4. Tütün hanları, 5. Hallâviyye Medresesi, 6. Ulucami, 7.Özdemir Hanı, 8. \fezir Hanı. 9. Hayır Bey Hanı, 10. Çarşı, 11. Gümrük Hanı, 12. Ahme-diye Medresesi. 13. Behram Pasa Camii, 14. Şehrin eski devirden kalma sokakları. 15. Mehmed Pasa Camii, 16. Mengli Boğa Camii, 17. Hüsrev Pasa Camii, 18. Zâniriyye Medresesi. 19. Saray. 20. Akboga Camii, 21. Eski kalenin doğu duvarının yeri, 22 Altunöoğa Camii, 23. Belediye Dairesi, 24. Eski kalenin doğu duvarının veri, 25. Osman Pasa Medresesi, 26. Bâbünnasr, 27. Bâbülferec, 28. Bâbülcinân, 29. Bâbü Antâkiyye, 50. Bâbu Kınnesrîn, 31. Bâbülmakâm, 32. Babü Neyreb, 33. Bâbulkanat, 34. Kiliseler, 35. Aziziye, 36. Cemîliye, 37. Seyfüddevle’nin sarayının veri, 38. Meshed-I Hüseyin. 39. Mes-hed-i Muhsin. 40 Firdevs Medresesi. 41. Ağacık Camii.

Lidînillâh adına okunuyordu. Bu durum, Hamdânî Devleti’nin vârisleri arasında ihtilâflara ve Bizans İmparatoru Nikephoros Phokas’m 358 (969) yılında Halep’i tekrar istilâ etmesine sebep oldu; Ham-dânîler şehri ancak 365’te (975) geri ala­bildiler. Halep 404’te (1014) Fâtımîler’in eline geçti ve Mansûr b. Lü’lü’ Abbasîler adına okunan hutbeye son verdi. Ancak Salih b. Mirdâs el-Kilâbî 415 (1024) yılın­da şehri ele geçirip Mirdâsîler hanedanı­nın merkezi yaptı. Mirdâsîler zaman za­man Fâtımîler ve Bizanslılarla mücade­le ettiler. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes 1068-1071 yılları arasında Ha­lep üzerine iki sefer düzenledi. 1069’da Türkmen Emîri Sanduk büyük bir orduy­la Halep’e girdi ve kışı orada geçirdi. Mir-dâsî Emîri Mahmûd kıymetli hediyeler vererek onu Bizans üzerine cihada teşvik etti. Mahmûd el-Mirdâsî. Fatımî Devle-ti’nin zayıfladığını görünce Halep camile­rinde Abbasî Halifesi Kâim – Biemrillâh ve Selçuklu Sultanı Alparslan adına hutbe okutmaya başladı (19 Şevval 462/31 Tem­muz 1070). Sultan Alparslan Mısır seferi sırasında Halep’i kuşattı; kısa bir müd­det sonra da Mahmûd şehrin anahtarla­rını teslim ederek Selçuklular’a bağlılığı­nı bildirdi.

Suriye Selçuklu Meliki Tutuş 470″te (1078) Halep’i kuşattı. Fakat özellikle Ukaylî Emîri Şerefüddevle Müslim b. Kureyş ile Halep Emîri Sâbık’ın Arap kabile­lerinin desteğini sağlayarak ona muka­vemet etmeleri üzerine başarı sağlaya­madı. Tutuş ertesi yıl şehri yeniden ku­şatınca halk Şerefüddevle Müslim’e bir heyet gönderip anahtarı ona teslim et­mek istediklerini bildirdi. Tutuş, Emîr Atsız’ın yardım çağrısı üzerine Dımaşk’a dönünce derhal harekete geçen Şerefüddevle kalabalık Arap kabileleri ve kuv­vetleriyle şehre girdi ve Mirdâsî haneda­nına son verdi (472/1080)- Anadolu Sel­çuklu Sultanı I. Süleyman Şah’ın Antak­ya’yı fethetmesinden sonra Şerefüddev­le ile girdiği mücadele onun ölümüyle sonuçlandı (20 Haziran 1085). Süleyman Şah bu zaferden sonra Halep’i kuşattı. Şehri müdafaa eden kuvvetlerin kuman­danı Şerif el-Huteytî, yapılan müzakere­lerden sonra Halep’i Sultan Melikşah’ın onayı alındıktan sonra teslim edebilece­ğini bildirdi. Bunun üzerine Süleyman Şah kuşatmayı kaldırdı (Temmuz 1085). Ancak daha sonra verilen sözün tutul­maması üzerine ertesi yılın nisan ayında şehri yeniden kuşattı. Şerîf el-Huteytî bu defa Tutuş’a haber gönderip şehri ken­disine teslim edeceğini bildirdi. 479 Mu­harreminde (Nisan-Mayıs 1086) Dımaşk’-tan yola çıkan Tutuş, Halep’e yaklaşık 5 km. uzaklıktaki Aynüseylem’de Süley­man Şah ile savaşa girdi ve onu mağlûp ederek ölümüne sebep oldu {4 Haziran 1086}. Savaştan sonra Şerîf el-Huteytî Halep’in teslimi hususunda Tutuş’u da oyalamaya kalkıştı; ancak Tutuş 26 Rebî-ülevvel 479 (11 Temmuz 1086) günü şehri ele geçirdi. Bu gelişmeler üzerine Sultan Melikşah Tutuş’a haber gönderip Dı-maşk’a dönmesini istedi. Tutuş da bu emre uyarak Halep’ten ayrıldı. Sultan Melikşah, bazı devlet adamı ve kuman-danlarıyla birlikte gelerek 23 Şaban 479’da (3 Aralık 1086) şehri teslim aldı. Ardından da Nizâmülmülk’ün tavsiyesi üzerine Kasîmüddevle Aksungur’u Halep şahneliğine. Nûh et-Türkî’yi de kale ku­mandanlığına tayin etti (479/1087). Tu­tuş, Sultan Melikşah’ın ölümünden (485/ 1092) sonra çıkan taht kavgaları sırasın­da Halep’i hâkimiyeti altına aldı.

Tutuş’un 488’de (1095) ölümü üzerine Suriye (Halep) Selçuklu Melikliği’nin ba­şına geçen oğlu Rıdvan. Fatımî Halifesi Müstâ’lînin teklifini kabul ederek baş­şehri Halep’te ve hâkimiyeti altındaki di­ğer yerlerde onun adına hutbe okuttu (17 Ramazan 490/28 Ağustos 1097); an­cak aldığı sert tepkiler karşısında bun­dan vazgeçerek yeniden Abbâsîler’e ve Büyük Selçuklular’a döndü (12 Şevval 490/22 Eylül 1097). Rıdvan, Halep’teki Bâtınîler’le sıkı iş birliği yaptı ve onların burada bir dârü’d-da’ve (propaganda merkezi) kurmalarına müsaade etti; an­cak Sultan Muhammed Tapar’ın tehdidi üzerine bazılarını öldürtmek, bazılarını
da şehir dışına sürmek zorunda kaldı (501/1107-1108). Haçlılar’ın bazı kale ve stratejik yerleri ele geçirmeleri üzerine Artukoğlu İlgazi ve Arslantaşoğlu Alpı ile ittifak kurdu. Haçlı tehdidi karşısında zor durumda kalan yerli halkın şehri terketmeye başlaması üzerine de göçe en­gel olmak için beytülmâle ait araziyi on­lara sattı ve kendilerine temliknâme ver­di. Antakya Prinkepsi Tancred’in Halep bölgesini istilâya teşebbüs etmesi üze­rine Rıdvan sûfî, fakih ve tüccarlardan oluşan bir heyeti o sırada Bağdat’ta bu­lunan Sultan Muhammed Tapar’a gön­dererek yardım istediyse de emirler ara­sındaki meseleler yüzünden sonuç ala­madı (504/1111).

Rıdvan’ın 507de (1113) ölümünden sonra yerine geçen oğlu Alparslan el-Ah-res. kısa süren melikliği sırasında Bâtınî-ler’İn faaliyetlerine izin vermemekle bir­likte Haçlılar’a karşı da ciddi bir şey ya­pamadı. Onun 1114’te ölümü üzerine yerini alan kardeşi Sultanşah döneminde idare tamamen Atabeg Lü’lü’ün elinde toplandı. Lü’lü’ 1116’da ölünce Emîr Ya-ruktaş idareye hâkim oldu ve zaman za­man Haçlılar’la iş birliği yaptı. Haçhlar’ın baskı ve tehditleri karşısında zor durum­da kalan şehrin ileri gelenleri, Artukoğlu İlgazi’ye haber gönderip Halep’i teslim almasını ve hıristiyanlarla mücadele etmeşini istediler; İlgazi de oğlu Tîmurtaş ile birlikte gelip şehre girdi (511/1117-18). Onun 1122’de ölümü üzerine Emir Bedrüddevle Süleyman Halepte yöneti­mi ele geçirdi. Kudüs Kralı II. Baudouin Halep’i tehdit edince Artuklu Belek b. Behrâm idareyi ele alıp şehri Haçlılar’a karşı savundu (Haziran 1123). Belek b. Behrâm’ın ölümü üzerine İlgazi’nin oğlu Timurtaş 22 Mayıs 1124’te şehre hâkim oldu. Bu sırada Mardin’de hapsedilmiş olan Suriye Selçuklu Meliki Sultanşah ha­pisten kaçarak Hille Emîri Dübeys b. Sa­daka ve Kudüs Kralı II. Baudouin ile itti­fak kurdu. Halep’i kesin olarak ele geçir­meye karar veren müttefikler şehri al­dıklarında Dübeys’e teslim etmek üzere anlaştılar. Zor durumda kalan Tlmurtaş asker toplamak amacıyla Mardin’e gitti; ancak Halepliler’in tutum ve davranışla­rına öfkelendiği için geri dönmedi. Ku­mandayı ele alan Kadı Ebü’l-Hasan Mu-hammed b. Haşşâb şehri yiğitçe savun­du ve Aksungur el-Porsukî’ye haber gön­derip yardım istedi. Aksungur’un yaklaş­ması üzerine müttefikler kuşatmaya son vererek dağıldılar. Aksungur’un ölü­mü üzerine İrak Selçuklu Sultanı Mah-mud Halep’i Haçlılar karşısındaki kahra-manlıklarıyla tanınan İmâdüddin Zengi’ye verdi (1129). Onun ölümünden (1146) sonra yerine geçen oğlu Nûreddin Mahmud Zengî de aynı şekilde Haçlılar’la sa­vaştı ve çok sayıda kaleyi geri aldı. Bu arada meşhur Haçlı kontu Joscelin’i esir alarak kaleye hapsetti. Âdil bir hüküm­dar olan Nûreddin Mahmud şehirde hu­zur ve sükûnu sağladı. Surları, kaleyi, ulu-camiyi, pazar yerlerini ve yolları tamir ettirip zaviyeler ve hastahaneler yap­tırdı. Sünnîliği destekleyen medreseler kurarak Irak ve el-Cezîre’den getirttiği âlimlerin buralarda ders vermesini sağ­ladı. Yerine geçen oğlu el-Melikü’s-Sâlih İsmail zamanında Selâhaddîn-i Eyyûbî Halep kapılarına dayandı. Fakat şehir halkı şiddetle karşı koydu ve Eyyûbî kuv­vetleri geri çekildi. el-Melikü’s-Sâlih Ölü­münden önce Halep’i Musul hâkimi İz-zeddin Mes’ûd’a bıraktı. Selâhaddîn-İ Eyyûbî, Halife Müstazî-Bİemrillâh tara­fından kendisine verilen Halep’i ele ge­çirmek üzere 578’de (1182) Mısır’dan yola çıktı. Ancak bu sırada İzzeddin Mes’ûd Sincar’i alarak Halep’i kardeşi 11. İmâdüddin Zengî’ye bırakmıştı. Selâhad-din 26 Muharrem 579’da (21 Mayıs 1183) şehri kuşattı. II. İmâdüddin Zengî bir sü­re mukavemet ettikten sonra Eyyûbî-ler’le anlaştı. Buna göre Halep’e karşılık Sincar, Habur. Nusaybin ve Serûc (Sürûc) İmâdüddin’e verildi (17 Safer 579/11 Ha­ziran 1183). Selâhaddîn-i Eyyûbî burayı oğlu el-Melikü’z-Zâhir Gâzfye bıraktı. Fa­kat birkaç ay sonra Halep Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kardeşi el-Melikü’1-Adil’in ri­cası üzerine Mısır’daki bütün hakların­dan vazgeçmesi karşılığında kendisine verildi. Üç yıl sonra el-Melikü’z-Zâhir tek­rar Halep’e tayin edildi (582/1186). Melik Gâzî devrinde (1186-1212) Halep en par­lak ve müreffeh dönemini yaşadı. Ticarî hayat canlandı, birçok mimari eser yapıl­dı; şehir yeniden bir ilim ve kültür mer­kezi haline geldi. el-Melikü’n-Nâsır II. Yûsuf devrinde 11237-1260) Memlükler’-le başlatılan mücadele halifenin müda­halesiyle sona erdi. Hülâgû 1260’ta şeh­ri ele geçirerek yakıp yıktı. Aynicâlût Sa-vaşfnda mağlûp olan Moğollar Halep’i Memlükler’e bıraktılar (1260). VIII. (XIV) yüzyılın başında Moğol kumandanı Ka­zan b. Argun şehri tekrar aldıysa da üç ay sonra terketti.

1348’deki veba salgını pek çok kişinin ölümüne sebep olmuş, 1400’de de Ti­mur surlar ve kale dahil bütün şehri ya­kıp yıkmış, üç gün süren yağmalama sı­rasında 20.000 kadar kişi öldürülmüş­tür. 151 erda başlayan Osmanlı yönetimi­ne kadar devam eden Memlûk dönemin­de Halep genel anlamda kalkınmışsa da açiık, kıtlık, bazan günde 500 kişinin ölü­müne sebep olan veba salgını ve sık sık şehri harabeye çeviren deprem gibi felâ­ketlerden de kurtulamamıştır.

İlim, Kültür ve Sanat. Seyfüddevle’nin sarayı filozof Fârâbî, edebiyat tarihçisi Ebü’l-Ferec el-İsfahânî. vaiz İbn Nübâte. dil âlimleri İbn Hâlûye (Hâleveyh) ve İbn Cinnî, şairlerden Ebü’t-Tayyib el-Müte-nebbî, Ebû Firâs el-Hamdânî ve Ebû Be­kir es-Sanûberî gibi önemli kişileri barın­dırmaktaydı. Ancak Halep’in kültür du­rumu. Haçlı seferlerinin ve Moğol istilâsı­nın sebep olduğu tahribattan etkilendi ve seçkin ilim, fikir ve sanat adamları Mısır’a gittiler. Bu olayların tabii bir so­nucu olarak ilim ve sanat faaliyetlerinde büyük bir düşüş görüldü. Halkı Haçlılar’a ve Moğollar’a karşı cihada teşvik etme düşüncesi devrin edip ve şairlerinin eser­lerine de yansımıştır. Edebiyatta İslâm beldelerinin uğradığı felâketleri konu alan akımlar ortaya çıktı; bunlar da özel­likle mersiyelerle, tehlikelere karşı halkı uyaran ve şuurlandıran başka akımların doğmasına sebep oldu. Söz konusu mer­siyeler felâketlerin tasvirini, İslâm bel­deleri için göz yaşı dökmeyi, şikâyet ve nasihati içeriyordu. Savaşlar müslüman-lann lehine sonuçlanınca da zafer ve övünme temaları işlenir, şairler ve edip­ler kahraman kumandanları ve askerle­rini överler, bunun yanı sıra şehidlere de ağıtlar söylerlerdi. Halep hakkında çok mersiye yazılmıştır; bunlardan biri. Ey-yûbîler’den el-Melikü’n-Nâsır’m esir ola­rak buradan geçerken kaleme aldığı mersiyedir.

Halep Zengîler ve Eyyûbîler dönemin­de çok parlak bir çağ yaşadı. Nûreddin Mahmud ilme ve âlimlere çok değer ve­rirdi. Onun Suriye’de inşa ettirdiği med­reseler şeriatın öğretildiği, fıkhî tartışmaların yapıldığı birer dinî enstitü haline geldi. Bu konudaki gayretler, özellikle o yıllarda yaygınlaşan Şia’ya karşı Sünnî­liği canlandırmaya yönelikti. Nûreddin Mahmud’un öldüğü 1174 yılında Halep’­te üçü Hanefîler’e, dördü Şâfıîler’e mah­sus olmak üzere toplam yedi medrese İle biri kadınlara ait üç hankah vardı. Ha­lep Eyyûbîler ve Memlükler devrinde de Sünnî düşüncenin merkezi oldu. 1204′-te şehirde sekizi Şâfıîler’e, dokuzu Hane­fîler’e mahsus on yedi medrese, 1260′-ta yirmi biri Şâfıîler’in. yirmi üçü Hane-fîler’in olmak üzere toplam kırk dört medrese mevcuttu. Bu medreselerdeki hocalar ve öğrenciler maaşlarını ve burs­larını medreselerin vakıflarından alırlar­dı. Zengîler’in ilgi ve ihtimamı yalnızca dinî ilimlere münhasır kalmamış, müs-bet ilimleri de kapsamıştır. Özellikle bî-mâristanlarda teorik ve pratik tıp öğre­timi yapıldığı bilinmektedir. Tıp ilminde Halep’in en önde gelen siması, el-Kâfî Ü’l-kuhl adlı eserin müellifi olan Halîfe b. Ebü’l-Mehâsin’dir. Hayatının bir bölü­münü Eyyûbîler’in veziri sıfatıyla Halep’­te geçiren Ali b. Yûsuf el-Kıftî de önemli bir tıp tarihçisidir.

Şehâbeddin es-Sühreverdîile İmâdüddin en-Nesîmî Halep’in meşhur muta-savvıflarmdandır. Memlükler dindar in­sanlardı. Bu hasletleri onları Haçlılar’a ve Moğollar’a karşı ihlâs ve samimiyetle mücadele etmeye yöneltmiştir. Aynı se­bepten dolayı din âlimlerine değer ver­mişler, medreseler, camiler ve sosyal ku­rumlar inşa etmişlerdir. Bu çalışmaları kütüphaneler takip etmiş. Kur’an, hadis ve dört mezhebi ilgilendiren fıkıh, tefsir ve usul ilimlerine ait çok sayıda eser ya­zılmıştır. Halep hakkında pek çok eser telif edilmiş olup bunların en eskisi İbn Ebû Tay el-Halebî’nin (Yahya b. Ebû Hâmid) kitabıdır. Başta Ebü’l-Alâ el-Maarrî ol­mak üzere birçok şair de bu şehir hak­kında methiyeler yazmıştır.

Fetihten hemen sonra müslümanlar Halep’i bir İslâm şehri haline getirmiş ve çok sayıda mimari eserle süslemişlerdir; ancak felâketler sebebiyle Hamdânîler’-den önceki döneme ait olanlar ortadan kalkmıştır. Halep, Kahire’den sonra bir­çoğu bugün de varlığını koruyan Eyyûbî ve Memlûk yapılarının en bol bulunduğu ikinci merkezdir. Şehrin etrafı surlarla çevrilidir. Defalarca onarılmış olan bu surların bazı kısımlarıyla birkaç kapı ve burcu günümüze kadar gelebilmiştir; ayakta kalabilen kapılar şunlardır: Bâ-bü’l-Hadîd, Bâbü’n-Nasr, Bâbü Antâkıyye ve Bâbü Kınnesrîn. İzzeddin İbn Şeddâd. kendi zamanındaki kapıların sayısı­nın on beş olduğunu söylemektedir.

İlkçağ Halep’ine ait 49 m. yüksekliğin­deki oval biçimli höyüğün üzerinde yer alan iç kale bugün her yönüyle tam bir İslâmîeser hüviyetindedir. İyâz b. Ganm, Seyfüddevle ve Nûreddin Mahmud Zengî kaleye büyük özen göstermişlerdir. En parlak günlerini Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’z-Zâhir Gâzî döneminde yaşayan kale Hülâgû’nun ve Timur’un tahriple­rinden sonra tekrar inşa edilmiş, son olarak da Kansu Gavri zamanında (1501 -1517) yeniden yapılırcasma köklü biçim­de onarılmıştır. Muntazam bir plana sa­hip bulunmayan kale ile içindeki saray ve diğer hizmet binalarının mimari teşki­lâtı, üzerinde yer aldıkları tepenin oval şekline uygun tanzim edilmiştir. Kalenin en dikkat çekici ve en önemli kısmı, gü­neybatıdaki büyük kulelerle birleşen ana girişidir. Zengîler dönemine ait olan (1209) ve çeşitli onarımlar geçirmesine rağmen orijinal şeklini büyük ölçüde ko­ruyan bu kısım, savunma ve gözetleme kulesi vazifesini gören iki burç ile uzun bir köprüden oluşmaktadır. Büyük ve geniş giriş burcunun altında yer alan ka­pıdan itibaren aşağıya doğru meyilli şe­kilde inşa edilmiş yüksek ayaklar üzerin­deki köprü, kaleyi çevreleyen hendeğin üzerinden geçerek daha aşağıdaki diğer bir savunma kulesinde son bulmakta, gi­riş burcundan daha küçük ölçülerdeki kaleden bağımsız bu ön kuleden başla­yan ikinci köprü de aşağıyla irtibatı sağ­lamaktadır. Bugün harap durumda olan kalenin içindeki binalar arasında dikkat çekenler ise 1367tarihli bir hamam, do­kuz kubbeli bir taht odası, XV. yüzyıla tarihlenen bir kapı ve bir minareden ibarettir. Halep Kalesi İslâm dünyasının ha­rikalarından biri sayılmış ve bu yönüyle darbımesel olmuştur.

Halep’te inşa edilen ilk cami Mescidü’l-etrâs’tır. Bu mescid Câmiu’l-Ömerî, Câmiu’l-Gadâirî, Medresetü’ş-Şuaybiyye gibi çeşitli isimlerle anılmıştır; bugün ise Câmiu’t-Tûte adıyla bilinmektedir. Du­varlarındaki kitabeler Önemli birer tarihî belge niteliğindedir. Büyük Emevî Camii’nin tarihi ise Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik devrine (705-715) kadar uzanır; ancak halifenin vefatından sonra kardeşi Süleyman tarafından tamam­landığı sanılmaktadır. Minaresi de Sel­çuklu dönemine rastlayan 482 (1089-90) yılında Kadı İbnü’I-Haşşâb tarafından Serminli bir mimara yaptırılmıştır. Nû­reddin Mahmud, özellikle camileri tamir ettirmeye ve yenilerini yaptırmaya bü­yük özen göstermiştir; en değerli ese­ri hâlâ ayakta olan Bîmâristânü’n-Nuri’­dir. Halep’te bugün Selçuklu, Eyyûbî ve Memlûk dönemlerine ait çok sayıda ca­mi bulunmaktadır; bazı camilerdeki mih­rap ve minberlerin sanat değeri çok yük­sektir. Dinî eserlerden biri de Cevşen da­ğı eteklerinde yer alan Meşhed-i Hüseynî’dir. Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’z-Zâhir Gâzî tarafından 592’de (1196) onarı­lan bu eser Hülâgû tarafından yağma ve tahrip edilmiş, ancak daha sonraki yıl­larda birkaç defa tamir görmüştür.

Şehirde günümüze intikal eden birçok eski medrese bulunmaktadır. Bunların en önemlisi Medresetü’l-Firdevs olup 633 (1235) yılında, Ferâfıre Hankahı gibi Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’n-Nâsır Yû­suf’un karısı Safıyye Hatun tarafından yaptırılmıştır. Halep’te Yelboğa en-Nâsırî Hamamı gibi Eyyûbî ve Memlûk dönem­lerinden kalma hamamlar da bulunmak­tadır.

Halepteki ticarî hayat Haçlı seferlerin­den sonra daha çok canlanmıştır. Çarşı­larda fildişi, demir, dokuma, sergi ve se­ramik eşya cinsinden aranan her şey bu­lunabiliyordu. Şehir, özellikle Kınnesrîn’in harap olmasından sonra doğu ve batı arasında önemli bir ticaret merkezi haline geldi. Buradaki, bazıları bugün dahi faaliyetini sürdüren hanlardan yola çıkan kafileler Suriye’nin çeşitli şehirleri­ne, Anadolu’ya, Irak’a, İran’a, Hicaz’a, Yemen’e, Umman’a, Hindistan’a. Çin’e, Mısır’a ve Kuzey Afrika ülkelerine kadar giderdi. Ticarî Önemi sebebiyle Ortaçağ’da Avrupalıların Yeni Tedmür dedikleri Halep. Portekizliler’in 149Tde Hindistan ticaret yolunu bulmalarına kadar mevki­ini korudu; bugün de Kuzey Suriye’nin en önemli ticaret merkezidir.

Tarihte çeşitli sahalarda temayüz et­miş çok sayıda Halepli bulunmaktadır. Râgıb et-Tabbâh, bu meşhur simalar hakkında Flâmü’n-nübelâ bi-dlâmi’I-tia-febe’ş-Şehbâ’ adlı yedi ciltlik bir eser yazmıştır (Halep 1409/1989).

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski