Ebü’l-Behâ Ziyâüddîn Hâlid b. Ahmed b. Hüseyn eş-Şehrezûrî el-Kürdî (ö. 1242/1827) Nakşibendiyye tarikatının Hâlidiyye kolunun kurucusu.
1193’te (1779) Irak’ın Süleymaniye şehrine bağlı Karadağ kasabasında dünyaya geldi. “Şeşangost” (altıparmak) lakabıyla tanınan babası Pir Mîkâil muhtemelen Kâdirıyye tarikatına bağlı bir sûfî idi; annesi de bu bölgenin ünlü bir sûfî ailesine mensuptu. Soyunun baba tarafından Hz. Osman’a ulaştığı rivayet edilir. Hâlid, Nakşibendiyye mensupları arasında “Mevlânâ” unvanıyla tanınmaktadır. Karadağ’da, Berzenc ailesinden Şeyh Abdürrahim ve kardeşi Şeyh Abdülkerim başta olmak üzere çeşitli hocalardan ders alıp öğrenimini tamamladı. Daha sonra mantık ve kelâm ilmi üzerine yoğunlaşarak bölgedeki diğer ilim merkezlerini dolaştıktan sonra Bağdat’a gitti. Vali Baban İbrahim Paşa’nın müderrislik teklifini kabul etmedi. Şeyh Abdülkerim Berzencrnin 1213’te (1798-99) vebadan ölmesi üzerine onun Süleymaniye’deki medresesinin sorumluluğunu üstlenerek burada yaklaşık yedi yıl müderrislik yaptı. Bu yıllarda siyasî otoriteye uzak durmasını sağlayan zühdü ve derin ilmiyle tanındı.
1805’te hac niyetiyle çıktığı yolculuk sırasında tasavvufa ilgi duymasını sağlayan olaylar yaşadı. Medine’de, şeriata zahiren muhalif gördüğü şeyleri alelacele kınamaması hususunda kendisini uyaran Yemenli bir zatla karşılaştı. Mekke’ye ulaştığında Kabe’ye giden Hâlid yüzü kendisine, sırtı Kabe’ye dönük vaziyette oturan birini görünce, Medine’de kendisine yapılan tavsiyeyi unutarak Kabe’ye saygısızlık olarak düşündüğü bu tavrı sebebiyle içinden adamı kınadı. Bu zatın kendisine. “Allah indinde mümin bir kulun değerinin Kabe’nin değerinden daha yüksek olduğunu bilmiyor musun?” demesi üzerine hayret ve pişmanlık duyguları içinde ondan af diledi ve kendisini mürid olarak kabul etmesini rica etti. Söz konusu kişi, mürşidinin kendisini Hindistan’da beklediğini söyleyerek onun bu isteğini geri çevirdi. Hâlid hacdan sonra medresedeki vazifesine döndü. 1809’da Süleyman iye’yi ziyaret eden Mirza Rahîmullah Azîmâbâdî adındaki Hindistanlı bir derviş kendisine Hindistan’a giderek Delhili Nakşibendî şeyhi Abdullah Dihlevî’den el almasını tavsiye etti. Bunun üzerine derhal yola çıkan Hâlid, İran ve Afganistan üzerinden altı ay kadar sonra Delhi’ye ulaştı. Yol boyunca karşılaştığı Şiî ulemâ ile. Özellikle de Tahranlı bir müctehid olan Şeyh İsmâîl-i Kâşî ile mezhep tartışmalarına girişmesi ve bu tartışmaları ısrarla devam ettirmesi yolculuğunun meşakkatli geçmesine sebep oldu. Delhi’de Abdullah Dihlevî ile görüşerek ona İntisap etti. Nakşiben-diyye’nin seyrü sülük mertebelerini beş ayda (diğer bir rivayete göre ise on bir ayda) katetti ve şeyhi tarafından halife olarak Süleymaniye’ye geri gönderildi. Kendisine Nakşibendiyye’nin yanı sıra Kâdirî, Sühreverdî. Kübrevî ve Çiştî tarikatlarından da irşad için izin verildi.
Muskat. Yezd, Şîraz, İsfahan. Hemedan ve Senendec’de Şiî ulemâ ile giriştiği tartışmalar sebebiyle aksayan dönüş yolculuğu yaklaşık elli gün sürdü. Süleymaniye’ye vardıktan sonra Bağdat’a gidip kısa bir süre orada kaldı. Hâlid’in Nak-şibendiyye tarikatını yaymaya başlaması Süleymaniye’deki Kâdirî şeyhlerini rahatsız etti; bunlar valiyi ona karşı kullanmaya çalıştılar. Bu durum karşısında Hâlid 1813’te tekrar Bağdat’a gitti; orada satın aldığı bir medreseyi Nakşibendî zâviyesine çevirerek irşad faaliyetine başladı ve çok sayıda mürid topladı. Süley-maniye’de Şeyh Ma’rûf Berzencî onu sahtekâr, sapık ve yogi olmakla suçladı; bu arada Tahrîrü’l-hitâb fi’r-red calâ Hâîidi’l-kezzâb adlı bir de risale yazarak bunu Bağdat valisi Said Paşa’ya gönderdi. Ancak Hâlid’in sâlih bir kişi olduğuna inanan Said Paşa, Hille müftüsü Muhammed Emin Topukçulu’ya, Hâlid aleyhindeki suçlamalara reddiye olarak el-Kavlü’ş-şavâb bi-reddi mâ sümmi-ye bi-Tahrîri’1-hitâb adıyla bir risale yazdırdı. Bu olaydan sonra Süleymaniye’ye giden Hâlid için Vali Mahmud Paşa bir zaviye yaptırdı. Ancak Hâlid bir süre sonra Bağdat’a dönerek irşad faaliyetlerini yine burada sürdürdü. Osmanlı topraklarında sayılan gün geçtikçe artan mensuplarını irşad etmeleri için birçok halife tayin etti. Şam’a gönderdiği Şeyh Ahmed Kâtib Erbîlî, Şam müftüsü Hüseyin Efendi Murâdî’yi Hâlid’e İntisap ettirmeye muvaffak oldu. Murâdî 1823’te Hâlid’i Bağdat’tan Şam’a gelmeye ikna etti. Burada saygıyla karşılanan Hâlid, Ümeyye Camii’ndeki Benî Gazzî Halvet-hânesi’ne yerleşti. Bu arada Şeyh İsmail Gazzî’nin kız kardeşi Ayşe Hanım’la evlendi ve daha sonra satın aldığı bir eve taşındı. Halifelerinden Abdülvehhâb es-Sûsî’yi bağımsız bir şeyh gibi hareket etmesi üzerine hilâfetten azletmesi, Sûsî’nin şeyhi aleyhinde bulunmasına ve onu ağır bir şekilde suçlamasına sebep oldu. Ünlü Hanefî fakihi İbn Âbidîn, Sellü’l-husâmi’l-Hindî li-nuşreti Mevlâna’ş-Şeyh Hâlid en-Nakşbendî adıyla yazdığı risalede bu suçlamaları reddederek onu savundu.
Ömrünün geri kalan yıllarını Şam’da geçiren Mevlânâ Hâlid, sadece ikinci defa hac yapmak ve halifesi Şeyh Abdullah Ferdî sayesinde büyük bir coşkuyla karşılandığı Kudüs’e gitmek için Şam’dan ayrıldı. 1826’da Şam civarında yayılan veba salgınından öleceğini anlayınca İsmail Enârânî, Muhammed en-Nâsıh ve Abdülfettâh el-Akri’nin kendisinin yerine geçmelerini, Karadağ’daki emlâkinin yeğeni Mahmûd es-Sâhib’e verilmesini vasiyet etti. Gömüleceği yerin tesbiti ve defniyle ilgili hazırlıkların tamamlanmasından sonra 14 Zilkade 1242’de (9 Haziran 1827) vefat etti. Bahâeddin ve Ab-durrahman adındaki çocukları da aynı yıl vebadan öldüler. Şam yakınlarındaki Ce-belükâsiyûn’un tepelerinden birine defnedilen Hâlid el-Bağdâdî’nin kabrinin üzerine daha sonra bir bina inşa edildi.
Bir zaviye ve kütüphaneden oluşan bu yer günümüzde ziyaretgâh haline gelmiştir.
Tarikatı ve Görüşleri
Mevlânâ Hâlid’e nisbet edilen ve Nakşibendiyye’nin bir kolu olan Hâlidiyye. tarikatın geleneksel inanç ve uygulamaları yanında şeriata bağlılığa ve cehrî zikirden kaçınmaya özel bir önem vermesiyle tanınmıştır. Bununla beraber Hâlid’in görüşlerinde Nakşibendîler arasında bile ihtilâf konusu olan yeni unsurlar da vardır. Bunların başında rabıta yorumu gelir. Tasavvuf! meselelerle ilgili tek risalesinde rabıtayı “şeyhin suretinin müridin gözleri arasında (zihninde) tasavvur edilmesi” olarak tanımlamış ve rabıtanın ir-tihâlinden sonra bile sadece kendine yapılabileceğini söylemiştir. Hâlidî kolunun kimliği açısından aynı derecede önemli olan bir diğer husus da bu kolun benimsediği siyasî tavırdır. Hâlidîler, müslümanlann birlik ve kuvvetinin odak noktası olarak Osmanlı Devleti’ne kesin bağlılık göstermişler ve bunun sonucunda Avrupa’nın sömürgeci güçlerine karşı derin bir düşmanlık hissi taşımışlardır. Bundan dolayı Dağıstan’dan Sumatra’ya kadar Hâlidiyye’nin yayıldığı hemen her yerde tarikat mensupları Osmanlılar lehindeki faaliyetleriyle öne çıkmışlardır.
Hâlidiyye, Mevlânâ Hâlid’in yüzlerce halifesi aracılığı ile son derece geniş bir alana yayıldı, Balkanlar ve Kırım’dan Güneydoğu Asya’ya kadar ulaştı. Ancak tarikatın asıl etki alanı Osmanlı Devleti’ne bağlı Kuzey Irak. Güneydoğu Anadolu ile Kuzeybatı İran bölgeleriydi. Aralarında İbn Âbidîn. Rûhu’l-me’ânî adlı tefsirin müellifi Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsîve II. Mahmud’un şeyhülislâmı Mekkîzâde Mustafa Âsim Efendi gibi tanınmış isimlerin de bulunduğu pek çok Osmanlı ulemâsı Hâlidiyye’ye mensuptu. Bu şekilde Hâlidiyye. hem Anadolu’da hem de İstanbul’da daha uzun mazisi olan diğer Nakşibendî kollarını gölgede bıraktı. Yine bu kol sayesinde Nakşîler Suriye, Filistin ve Irak’taki tasavvuf ehli arasında ilk defa önemli bir yer edindiler.
Hâlid el-Bağdâdî. Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı Kuzey İrak’ın dinî hayatı üzerinde özel bir etkiye sahipti. Tarih boyunca hâkim tarikat olarak Kâdiriyye’nin faaliyet gösterdiği bu bölgede Hâlidiyye’nin doğusuyla hâkimiyet Nakşibendiyye’ye kaymış, Berzencî ve Sâdât-ı Nehri gibi şeyh ailelerinin çoğu Kâdiriyye’-den Nakşibendiyye’ye geçmiş, sonuçta Kürt kimliği bir dereceye kadar Hâlidiyye koluyla birleşmiştir. Tarikatın babadan oğula geçen liderlik çizgisi de Nakşibendî ailelerin bu bölgelerde günümüze kadar devam eden yaygınlığını açıklamaktadır.
Rabıta hakkındaki risalesini “mürted İranlılar” ve “lânetli hıristiyanlar”i tel’in ile bitiren Mevlânâ Hâlid Şiîler’e karşı düşmanca tavır almıştır. Bu tavır. Şiîliğin Irak’a ve Anadolu’ya sızmasına engel olduğundan Osmanlı Devleti tarafından da desteklenmiş. Mevlânâ Hâlid’in bu tavrını halifeleri de benimsemiştir. Şeyh Ubeydullah’ın 1880’de Urmiye bölgesindeki isyanı sadece İran yönetimine karşı bir başkaldırı değil aynı zamanda Şiîliğe karşı bir savaştı.
Eserleri
1. Dîvân (Bulak 1260). Ağırlıklı olarak Farsça, ayrıca Arapça ve Kürtçe şiirlerden oluşur. Bîdil ve Mîr Derd gibi Hint-İran üstatlarının etkisi altında yazılan Farsça gazellerin bir kısmı Hâlid’in hayal gücünü yansıtan inceliklerle doludur; fakat şiirlerinin sanat değeri gene! olarak vasattır. Eser, ihtiva ettiği biyografik malumat açısından ayrıca önemlidir. Farsça şiirler, Sadrettin Yüksel tarafındanMevMno Hâlid-i Bağda-dî’nin Divan ve Şerhi adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul 1977)- 2. Risale fîiş-bâti’r-râbıta (İstanbul 1284; Kazarı 1890; Şam 1289). Eser Türkçe’ye tercüme edilmiştir {Tercüme-iReşehât kenarında, İstanbul 1291). 3. Buğyetü’l-vâcid iîmek-tûbâti’t-Mevlânâ Hâlid (Şam ! 334). Hâlid el-Bağdâdî’nin mürid ve halifelerine hitaben yazdığı bir kısmı Farsça, çoğu Arapça mektuplardan oluşur. Yeğeni Muhammed Es’ad Sâhibzâde tarafından derlenen eser Mektubât-i Mevlâ-nû Hâlid adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir (trc. Dilaver Selvi – Kema! Yıldız, İstanbul 1993).
4. Risale fî âdâbi’z-zikr {Buğ-yetü’l-uâcid içinde).
5. Risale fî âda-bi’l-mürid ma^a şeyhin (Kazan, ts.).
6. Risale fi’t-tarik (Bulak 1262). 125Tde (1841) Şerif Ahmed b. Ali tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.
7. Cilâ’ü’l-ekdâr. Bedir gazilerinin isimlerini ihtiva eden bir manzumedir.
8. Ferâ}idü’l-fevâ*id. Cibril hadisinin Farsça şerhidir.
9. Vasiyyetü’ş-Şeyh Hâlid (İstanbul 1284).
10. Risâletü’l-‘ikdi’I-cevherî {İstanbul 1259; Şam 1334). Eş’arîler’Ie Mâtürîdîler’in kesbve irâde-i cüz’iyye konusundaki görüşlerini inceleyen bir risaledir.
Hâlid el-Bağdâdi’nin bunların dışında akaid, fıkıh ve kelâma dair birkaç sayfalık risale, haşiye ve şerh tarzında yazıları bulunmaktadır. Mevlânâ Hâlid’in Arapça, Farsça ve Kürtçe bütün eserleri Molla Abdülkerîm Müderris tarafından Kürtçe uzun bir girişle birlikte Yâd-ı Merdân: Mevîânâ Hâlid-i Nakşibendî adıyla yayımlanmıştır (Bağdat 1979).
Hâlid el-Bağdâdî ve tarikatı hakkında yazılan eserlerin başlıcaları da şunlardır: 1. Şeyh Osman b. Sened el-Basrî, Aşfa’l-mevârid min selsâli ahvâli’î-îmâm Hâlid {Kahire 1313). Eser, Ebû Bekir el-Ahsâî tarafından en-Neşrü’1-verdî bi-ahbâri Mevlânâ eş-Şeyh Hâlid en-Nakşbendî el-Kürdî adıyla kısaltılmıştır. 2. İbrahim Fasîh el-Hayderî, ei-Meo dü’t-tâlîd fî menâkibi’ş-Şeyh Hâlid (İstanbul 1292). Yakup Çiçek tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (İstanbul, ts.). 3. Şehâbeddin Mahmûd el-ÂIûsî. eî-Fey-zü’1-vârid calâ ravzi merşîyyeti’1-Mev-lânâ el’Hâlid (Kahire 1278). M. Cevâd Siyahpûş’un yazdığı mersiyenin şerhidir. 4. Dâvûd b. Şeyh Süleyman b. Circîs (George), Müsellî’l-vâcid ve müşîrü’t-tevâcüd fî taştîrî merşiyyeti Mevlânâ Hâlid. İbn Âbidîn’in yazdığı mersiyenin taştiri olup her ikisi birlikte yine İbn Âbidîn’in Sellü’l’husâmi’l-Hindî adlı risalesinin sonunda basılmıştır (Dımaşk 1331). 5. Muhammed b. Süleyman el-Bağdâdî, el-Hadîkatü’n-nediyye fi’t-tarîkati’n-Nakşbendiyye ve’1-behce-ti’1-Hâlidiyye {Aşfa’l-meuârid’in kenarında. Kahire 1313; İstanbul 1986]. 6. Muhammed b. Abdullah el-Hânî, el-Behcetü’s-seniyye fî âdâbi’t-tarîka-ti’l’hliyyeti’l-Hâlidiyyeti’n-Nakşben-diyye (Kahire 1303, 1319}.