Hamid Nedir, Ne Demek, Esmaül Hüsna el-Hamid İsminin Anlamı

Hamîd. Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Hamîd kelimesi “iyilik, güzellik ve er­demlilikle niteleyip övmek” anlamındaki hamd masdanndan sıfat olup “övülen, övgüye lâyık bulunan”, ayrıca “öven” mâ­nalarına gelir. Âlimlerin çoğu, esmâ-i hüsnâdan biri olarak hamîdin ilk anlamına öncelik vermiştir. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Te’vîîötü’l-Kur’ân’mm bir yerinde hamîdi “kendisine hiçbir yerginin yönel­mediği varlık” , bir başka yerin­de de “dıştan bir sebep olmaksızın zâtıyla övgüye lâyık bulunan” diye tanımla­mıştır; O’nun dışındaki herkes yine ken­disinin Iutfu ile övülmeye hak kazanır. Mâtürîdî kelimenin “öven” mânasına da gelebileceğini söyler. Şöyle ki: Allah in­sanların güzel fiil ve davranışlarını över ve kendilerini mükâfatlandırır. Aslında kullan bu fiillere muvaffak kılan yine ken­disidir. Ebü’l-Hasan el-Eş’ari ise hamide “sıfatlarında ve fiillerinde övülen” (mahmûd) anlamı­nı vermiştir. Hamîd is­mine “öven” mânası verildiği takdirde Al­lah’ın bizzat kendisini övmesi de kelimenin muhtevası içinde düşünülebilir. Nitekim birçok âyette hamd Allah’ın zâtına izafe edilmiştir. Bunun insanlara hamdetmeyi öğretme amacını taşıdığı kabul edilir

Kur’ân-ı Kerîm’de hamd kavramı alt­mış bir yerde Allah’a nisbet edilmekte olup bunların on yedisini hamîd ismi oluş­turmaktadır. Hamd bir âyette lafza-i celâl yerine tek başına ve “övgüye lâ­yık olanın {Allah’ın) yolu” (sırâtü’i-hamîd) şeklinde yer almıştır (Hac 22/ 24). On âyette “her şeyden müstağni ve her şey kendisine muhtaç” anlamındaki gani”, üç âyette “yenilmeyen yegâne ga­lip” mânasındaki aziz, bir âyette “şanlı, şerefli” mânasındaki mecîd. bir âyette “bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan” anlamındaki hakim, bir âyette de “yardımcı ve dost” anlamındaki velî is­miyle birlikte kullanılmıştır. Doksan do­kuz esmâ-i hüsnâ içinde yer alan bu isim­ler, zât-ı ilâhiyyenin övülmeye lâyık oldu­ğunu belirten hamîdin içerdiği övgü yön­lerinden bazılarını ifade etmekte ve onu pekiştirmektedir.

Hamîd, doksan dokuz ismi ihtiva eden Tirmizî hadisinde yer almakla birlikte İbn Mâce’de yoktur. Na­mazda selâm vermeden önce okunan Salli ve Bârik dualarının her biri “hamî-dün mecîd” isimleriyle sona ermektedir. Bu salâtü selâm metinleri Kütüb-i Sitte’den başka Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i, Dârimfnin Sünen’ı ve İmam Mâlik’in el-Muvatta gibi ana hadis ki­taplarında yer almaktadır.

Hamd zât-ı ilâhiyyeyi kemal sıfatlarıyla nitelemek olduğuna göre hamîd “bu sı­fatları taşıyan, bütün iyilik ve güzellikler­le övülen, sayısız lütuf ve nimetlerine şük­redilen” demektir. Mutlak ve en mükem­mel varlık niteliği taşıyan Allah’ın zatî ve fiilî sıfatlarında övgüye lâyık olması tabii, hatta aklen zaruridir. Bunun yanında tak­dir ve tahminlerin üstünde bir eser olan tabiat da yaratıcı ve yöneticisinin övgü ve teşekküre lâyık bir varlık olduğuna ta­nıklık eder. Kur’ân-ı Kerîm’de, şuurlu bir canlı olan insandan önce göklerde ve yer­de bulunan herkesin, güneş, ay. yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanların Allah’a sec­de ettiği ifade edilirken buradaki secde­nin “şuurlu şuursuz itaat” mânası yanın­da “yaratıcının ergin sıfatlarının yansıtı­cısı” anlamını da içerdiğine işaret edil­mektedir. Aynı âyette insanlar “yeryü­zündeki akıllı varlıklar” (men fi’l-arz) şek­linde nitelendirilip fizik varlıklarıyla Al­lah’ın övgüsüne vasıta oldukları anlatıl­dıktan sonra psikolojik yetenekleri açı­sından tekrar söz konusu edilmiş ve bir kısmının itaat ettiği, bir kısmının ise in­kâr ve isyan yoluna saptığı belirtilmiştir (Hac 22/18).

Şüphe yok ki canlı cansız, şuurlu şuur­suz bütün kâinatın sahip olduğu iyilik ve güzellikler yaratıcısına râcidir. Bu ger­çekten hareket eden âlimler, başkaları­na yöneltilmiş bile olsa bütün övgülerin Allah’a mahsus olduğunu söylemişlerdir. Fakat tabiattaki her şey iyi ve güzel midir, ye­rilecek bir nesne veya olay yok mudur? Muhyiddin İbnü’l-Arabi’ye göre yerilecek yönü bulunan her şeyin mutlaka övüle­cek bir yanı da vardır, onun övülecek yanı Allah’a râcidir. Yerilecek yönüne gelince aslında zemmin dayanağı yokluktur. Şu halde onun ne temeli ne de dayanağı var­dır. Öyle anlaşılıyor ki İbnü’l-Arabî tabiat­taki kötülüklerin sunî ve arızî olduğunu kabul etmekte ve tabii olarak bunların Allah’a nisbetini doğru bulmamaktadır. İbnü’l-Arabî, ayrıca Allah’ın ilk peygam­ber Hz. Âdem’e esmayı, son peygamber Hz. Muhammed’e de onlarla kendisini sena etmeyi öğrettiğini ifade eder. Ebû Abdullah el-Halîmî, sayılamayacak kadar çok olan ilâ­hî nimetlerin içinden hayat ile aklı fevka­lâde önemli görmekte, Abdülkâhir el-Bağdâdî ise hamide “övü­len, gönül hoşluğuyla bağlanılan, şükre­dilen” anlamını verdikten sonra bu ismin müminlerle olan ilgisini şöyle belirtmek­tedir: Onlar hamîd olan Allah’ı rab. İs­lâmiyet’i din. Muhammed’i peygamber, Kabe’yi kıble, Kur’an’ı önder kabul etmiş ve bunlara gönülden bağlanmışlardır.

İnsanlar içinde de hamîd olanlar var­dır. Gazzâli’ye göre inancı, ahlâkı ve diğer davranışları övgüye lâyık olan kimse ha­mîd niteliğini taşır ki bu Hz. Muhammed’dir, sonra ona yaklaşan peygamber­ler, velîler ve âlimler gelir. Fakat hiç kim­se yergiden ve eksiklikten uzak olmadı­ğına göre mutlak mânada hamîd sadece Alİahtır.

Abdülkâhir el-Bağdâdî’ye göre hamîd ismi “övülen” mânasına alındığı takdirde övenlerin mevcudiyetini gerektireceğin­den ezelî olmaz; ancak kelimeye “öven” anlamı verilmesi halinde kelâm sıfatına râci olacağından ezelî niteliği taşır. Ebû Bekir İbnü’l-Arabî ise hamîdi zât-ı ilâhiyyeye râci sübûtî sıfatlardan ve kelâm sta­tüsü içinde mütalaa ettiği halde O’na hamd edecek­lerin bulunmadığı dönemlerde hamîd olmadığını ve daha sonra bununla nitelen­diğini söyler. Eş’arî âlimlerini bu kanaatlere sevkeden şey, onların hamd kavramını şükür mânasına almaları ve ayrıca fiilî sıfatlan hadis te­lakki etmeleridir. Halbuki hamdin ağır­lıklı mânası zât-ı ilâhiyyenin bütün kemal sıfatlarıyla vasıflanması yönündedir; ha­mîd ise bundan türeyen bir sıfat olup “kemal sıfatlarıyla nitelenen” demektir. Bu sebeple hamîd Allah’ın zatî isimlerin­den olup ezelîdir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’-de hamîdle birlikte kullanılan beş isimden sadece biri (velî) kevnî (insanla ilgili) olup diğerleri zâtidir. Allah’a nisbet edilen bü­tün isimler “esmâ-i hüsnâ” (en güzel isim­ler) diye nitelendirildiğine göre hepsi ha­mîdi pekiştirmekte ve açıklamaktadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski