Hamidiye Külliyesi -İstanbul- Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hamidiye Külliyesi. İstanbul’da I. Abdülhamid tarafından XVIII. yüzyıl sonlarında inşa ettirilen külliye.

Bahçekapı semtinde Hamidiye caddesi üzerinde yer alan külliye, Osmanlı döne­minde İstanbul’da yaptırılan selâtin kül­liyelerinin sonuncusudur. Ancak şehrin hâkim ve itibarlı bölgelerinde yer kalma­dığından talihsiz bir seçimle yapılar Emi­nönü-Sirkeci arasında ticaret muhitinin içinde kurulmuştur.

Cevdet Paşa’nın bildirdiğine göre Ha­midiye Külliyesi’nin temeli, sadrazamla şeyhülislâmın da katıldığı bir törenle 1191 Şabanında {Eylül 1777} atılmıştır. Aynı yı­lın zilkade ayında {Aralık 1777) külliyenin bazı binaları tamamlanmış, medrese ile beraberindeki kütüphanenin yapımı ise

1194’te {1780) bitirilmiştir. Külliyeye ait 1S Muharrem 1195 (11 Ocak 1781) tarihli vakfiye sureti günümüze kadar gelmiş olup Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunmaktadır. Külliyenin yanında bir se­lâtin camii yapılması için yer olmadığın­dan ibadethanesinin Boğaziçi’nin Anado­lu yakasında Beylerbeyi sahilinde yapıldı­ğı yolunda bir iddia varsa da medresenin yakınında dışarıdan farkedilmeyen küçük bir caminin bulunması bu görüşü çürüt­mektedir. Esasen Beylerbeyi’ndeki bü­yük cami, I. Abdülhamid’in kendi adına değil annesi Valide Râbİa Sultan için 1192′-de (1778) yaptırılmıştır.

Külliyenin mimarı, Hafız İbrahim Ağa’-nın yerine 1191’de (1777) tekrar başmi-marlığa getirilen ve 1198 Ramazanına (Ağustos 1784) kadar bu görevde kalan Mehmed Tâhir Ağa. bina emini de Şeh­remini Hafız Mustafa Efendi’dir. Bazı ka­yıtlardan, XX. yüzyılın başlarında medre­senin oldukça bakımsız durumda bulun­duğu anlaşılmaktadır. Biraz da bu sebep­le, İttihat ve Terakki Fırkası’nın iktidara geçtiği II. Meşrutiyet yıllarında Evkaf nâ­zın olan Hayri Efendİ’nin uygun görme­siyle, külliyenin caddenin karşı tarafında yer alan imareti ve sıbyan mektebi yıktı­rılarak yerine bugün mevcut olan IV. Va­kıf Hanı yapılmıştır. II. Meşrutiyet iktida­rı, o yıllarda İstanbul’u imar etmek ve yol açmak düşüncesiyle dikkatli bir değerlendirme yaptırmaksızın vakıf eserlerinden bazılarını yıktırıp aynı adla başka yerler­de yeni binalar inşa ettirdiğinde en bü­yük zarara uğrayan eser Hamidiye Külli­yesi olmuştur. Nitekim külliyenin köşesin­de bulunan sebil yerinden sökülerek Alem­dar Yokuşu’nda, Gülhane Parkı girişinde­ki Soğukçeşme Kapısı karşısında Zeyneb Sultan Camii avlu duvarına bitişik olarak yeniden kurulmuştur. Cadde kenarında sıralanan arasta gözleri de çeşitli dükkân­lara dönüştürülmüştür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise bu dükkânların arkasında yer alan medrese ve cami, İstanbul Tica­ret Borsası’nın hukuk işleri danışmanı avukat Muvaffak Benderli’nin İfadesine göre, 1926’da yıktırılıp yerlerine bir bor­sa binası yapılması şartı ile Evkaf İdaresi tarafından Ticaret ve Zahire Borsası’na tahsis edilmiştir. Ancak bu proje gerçek­leşmediğinden yapılar günümüze kadar gelebilmiştir.

Cami
Medresenin arkasında Büyük Postahane tarafında bir avlu duvarı ile çevrili olarak yer almıştır. İçinde bulun­duğu yapı adası her taraftan binalarla ku­şatılmış olduğundan cami dışarıdan gö­rülmemektedir. Buraya medresenin için­den ve arka taraftaki Yeni Postahane cad­desinden olmak üzere iki yerden geçilebilmekteydi. Son cemaat yeri bulunma­yan camiye medrese avlusuna açılan ka­pıdan, bir tarafı taş ve tuğladan karma teknikte bir duvarla diğer tarafı dört mermer sütunlu bir revak biçiminde ya­pılmış ve üstü beşik tonozla örtülü bir dehlizle ulaşılır. Buradaki sütunlardan yalnız ikisi serbest olup uçlardakiler med­rese ile caminin duvarlarına gömülüdür. Duvarda açılmış bir kapı cami avlusunun arka bölümüne geçit sağlar. Bir tarafı re­vak halindeki bu dehliz bir bakıma son cemaat yeri gibidir.

Külliyeyi inceleyen mimar İ. Birol Alpay’ın verdiği ölçülere göre cami içten 10×10 m. ölçüsünde bir kare şeklindedir. Kita­besi, dehlizin bitiminde olan ve dolayısıy­la yan cephede açılmış bulunan kapısı üs­tünde yer almıştır. Taş ve tuğladan kar­ma teknikte inşa edilen duvarların her cephesinde iki sıra halinde pencereler yer alır. Yalnız kıble cephesinde alt dizide sadece iki pencere bulunmasına karşılık diğer cephelerde dörder pencere vardır. Giriş cephesinde ise bir pencerenin yeri­ne kapı yerleştirilmiştir. Alt dizi pencere­leri, Türk mimarisinin klasik üslûbunda olduğu gibi sivri tahfif kemerleri içinde taş söveli, dikdörtgen biçimdedir. Külliye borsaya tahsis edildiğinde cami pence­relerinden bazıları örülerek kapatılmış, içine de betondan bir tabiiye dökülmek suretiyle harim mekânı iki kat haline ge­tirilerek bozulmuştur. Böylece caminin içi mimari hüviyetini tamamen değişti­ren müdahalelere uğrarken evvelce bir ibadet yeri olduğunu gösteren diğer ele­manlar da yok edilerek yazı ve nakışlan silinmiş, minber ortadan kalkmış, mih­rap nişinin İçi yeri bile belli olmayacak şe­kilde doldurulmuştur. Burayı dikkatle incelediğini belirten Birol Alpay’ın yazdığı­na göre mihrap çok ustaca kapatıldığı için bütün araştırmalara rağmen bulunama­mıştır.

Caminin harimi, 9,50 m. çapında ve ze­min tabanından itibaren tepe noktası 8 metreye kadar yükselen büyük bir kubbe ile örtülüdür. Böylece bitişiğindeki med­reseden ayrı bir kitle olarak tasarlanmış olan cami, külliye içindeki yerleşimi bakı­mından da dikkat çekici bir planlama Ör­neği teşkil eder. Burada medreselerde usulden olan, hücrelerden daha büyük öl­çülerde bir dershane- mescidin olmayı­şına karşılık medrese binasından tama­men ayrı bir caminin bulunması da yeni ve değişik bir uygulamadır.

Medrese

Caddenin kenarında ve ona paralel olarak uzanan medresenin girişi ara sokakta açılmış olup kapısı üstünde kitabesi vardır. Bu kapıdan, üstü aynalı tonozla örtülü bir holden geçilerek giri­len avlu 16 x 31,30m,öiçüsündedir. Otuz mermer sütunun çevirdiği avlunun üstü borsaya tahsis edildiğinde betonarme ko­lonlar üzerine oturan bir çatı ile kapatıla­rak mimarisi bütünüyle değiştirilmiştir. Revakların gerisinde ise kubbeli hücreler sıralanır. Revak bölümlerini çapraz tonoz­lar örtmektedir. Kubbe ve tonozlar dış­tan kurşunla kaplanmıştır. Hücrelerin her biri dışarıya açılan iki, revaklara açılan bir pencereden ışık almaktadır.

Medresenin yan cephesiyle cadde ke­narındaki dükkânların arkasında hücre pencerelerinin ışık ve hava alması için dar bir dehliz bırakılmıştır. Hücrelerin al­tında revaka açılan kapılardan taş mer­divenlerle inilen beşik tonozlu bodrumlar bulunmaktadır. Avlunun ortasındaki şa­dırvan da yerinden sökülmüş, sadece fıs­kiye kısmı arka avluya yerleştirilmiştir. Burada duvara yapıştırılmış çok zengin süslemeli. barok üslûbunda muhteşem bir de çeşme görülür. Bunun da külliye­nin elemanlarından biri olduğu ve yapıya ait bazı binalar yıktırıldığı sırada bulun­duğu yerden sökülüp buraya taşınarak ye­niden kurulduğu zannedilmektedir. Med­resenin giriş holünün sağ tarafında bir duvarla ayrılmış olan küçük bir avlu ke­narında helalarla gusülhane yer alır.

Cevdet Paşa’nın 1839’da tahsil için İs­tanbul’a geldiğinde bir süre kaldığı Ha-midiye Medresesi’nde, Konya’da Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi’nde bulunan 13 Rebîülâhir 1286 (23 Temmuz 1869) ta­rihli bir İstanbul medreseleri listesinde belirtildiğine göre bu yıllarda seksen do­kuz kişi barınmaktaydı.

Rûmî 20 Ağustos 1330 (2 Eylül 1914) tarihli İstanbul medreselerinin durum­ları hakkındaki ayrıntılı raporda Hamidiye Medresesi’ndeki hücre sayısının yirmi bir olduğu bildirildikten sonra şöyle de­nilmektedir: “Bir adet müderris odasıyla birlikte yirmi beş odası olup tahtânîleri (alt odalar) varsa da âdeta bodrum halin­de olduğundan gayr-i meskûn ve mes­kûn olanlar da cereyân-ı havadan ve nü-fûz-ı ziyadan pek az müstefîd olduğun­dan rutubetli bir haldedir. Dershane ve mescid olarak müsta’mel harâb bir ma­hal ile matbah ve çamaşırhanesi, ufak bir ta’mire muhtâc gusülhânesi. küçük ve ha­râb abdesthâneleri de muhtâc-ı ta’mir ol­duğu gibi umûma güşâde olduğundan temiz tutulması imkân haricindedir ve bunun men’i elzemdir. Kâfi vüs’atte bir avlu ve harâb, suyu akmaz bir şadırvan ve ma’mûr bir de kütüphanesi vardır. Hâl-i hâzıriyle talebe iskânına fenni hıfzı’s-sıhha müsâade etmeyeceği gibi, birtakım ta’dilât ve ta’mîrât-ı fenniyye ile kâbil-i iskân olabilirse de etrafı mağazalarla mu­hat ve piyasanın en kalabalık mahalli ol­duğundan böyle bir mahalde talebeyi bu­lundurmak muvafık olmasa gerektir. Di­ğer havadar bir mahalle nakli daha münâsib olacakdır. İkişer kişiden 50 talebe kadar ikamet edebilir”. Bu raporun sonunda med­resenin kadro dışı olduğuna işaret edil­dikten başka 13 Şubat 1335’te (1919) eklenen notta da “harap” kaydı düşül­müştür.

İttihat ve Terakki iktidarı tarafından çıkarılan bir kanunla külliyenin 1911 yı­lında kapatılan imareti Evkaf İdaresi’ne gelir getirmesi için yıktırılarak yerine IV. Vakıf Hanı yapılmıştır. İmaretle birlikte medresenin de ortadan kaldırılması o de­recede kesinleşmişti ki daha yıkıma ge­çilmeden aynı adla Sultan Selirn Camii ve Külliyesi imaretinin yerinde yeni bir med­rese ve kütüphane yapılması uygun gö­rülmüş ve Mimar Kemâleddin tarafın­dan 1915-1917 yılları arasında yeni bir Hamîd-i Evvel Medresesi inşa edilmiş­tir. Fakat burada önce Medresetü’l-mü-tehassısîn açılmış, 1924’te yapı Cumhu­riyet Kız Lisesi’ne çevrilmiş, arkasından da Sultan Selim Kız Enstitüsü adını al­mıştır ve halen faaliyetlerini sürdürmek­tedir.

Külliyede, XVI. yüzyıldan itibaren sık olarak rastlanan cami avlusunu çeviren medrese planı uygulanmadığı gibi cami de medrese bünyesinden tamamen ayrı ve cemaate açık bir ibadet yeri olarak ta­sarlanmıştır. Böylece değişik bir düzen­leme örneği olan külliyede ayrıca medre­se hücrelerinin altındaki bodrum odala­rının varlığı da bir yeniliktir.

Kütüphane
Külliyenin köşesinde yer alan kütüphane, Osmanlı dönemi Türk kütüphanelerinin hemen hepsinde oldu­ğu gibi içindeki kitapların rutubetten za­rar görmemesi için büyük kemerli bir ze­min katının üstüne oturtulmuştur. Yapı­ya, ara sokağa açılan cümle kapısından girilen küçük avlunun solundaki bir mer­divenle ulaşılır. Kütüphane, merdivenle çıkılan bir giriş mekânını takip eden hep­si de aynalı tonozlarla örtülü iki odadan ibarettir. Döşemesi bir seki halinde yük­seltilen ve mermer sütunlarla ayrılan oku­ma odası cadde üzerine açılan pencere­lerden bol ışık alır. Evvelce bu okuma oda­sının çok zengin biçimde nakışlarla be-zendiği ele geçen eski bir gravürden an­laşılmaktadır. Okuma salonunun sağ ta­rafında mücellithâne olarak bilinen ayrı bir mekân daha vardır. Vaktiyle yıktırıl­ması tasarlanan I. Abdülhamid Kütüp-hanesi’nin de yeni yapılan medreseye ta­şınması düşünülmüşken yıkım gerçekleş­memiş, sadece kitaplar nakledilmiştir. Kütüphane günümüzde İstanbul Tica­ret Borsası’nın toplantı salonuna dönüş­türülmüş, bu arada eski gravürde gö­rülen nakışları da ortadan kaldırılmıştır (ayrıca bk. HAMİDİYE KÜTÜPHANESİ).

Aşhane-İmaret

Caddenin öbür tarafın­da medresenin karşısında, yerinde IV. Va­kıf Hanı yapılmak üzere yıktırılan aşhane-imaretin mimari düzenini gösteren bir rölövesi şimdiye kadar elde edileme­miştir. Eskiden Emniyet Müdürlüğü’nün önünden geçerek Sirkeci’ye uzanan so­kağın köşesinde imaretin çeşme ve sebili vardı. Bunun üstünde de sibyan mekte­bi bulunuyordu. Aşhane-imaretin cadde üzerindeki girişi âbidevî bir kapı görünü­mündeydi. Bütünüyle mermerden olan bu kapının yanında bir de çeşme bulun­duğu eski bir fotoğraftan anlaşılmakta­dır. Yarım yuvarlak kemerli kapı geçidi, yanlarında çifte sütunlar olan bir mimari çerçeve içindedir. Kademeli ve ağır silme­ler kapı girişini taçlandırır. Kemerle sil­meler arasında bir kitabe vardı.

Mevcut tek fotoğrafından öğrenildiği kadarı ile imaret de medreseler gibi or­tada avlusu bulunan bir bina idi. Muhte­melen bu avlunun etrafında sütunlu bir revak, gerisinde de bazı mekânlar sırala­nıyordu. Fotoğraftan sezildiği kadarı İle imaretin cadde üzerindeki girişinden baş­ka bunun karşısında arka sokağa açılan ikinci bir girişi daha vardı. İmaretin kita­belerinden bazıları Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi’ne götürülmüştür.

Sibyan Mektebi
Evvelce sebilin oldu­ğu köşede bulunan sibyan mektebinin planı hakkında da herhangi bir bilgi yok­tur. Eski fotoğrafından bir köşesinin pah-li olduğu anlaşılan mektep kesme taş ve tuğladan karma teknikte inşa edilmişti. Üstünü kurşunla kaplanmış bir tonoz Ör­tüyordu. Cephelerinde ise yarım yuvar­lak tahfif kemerli, taş söveli dikdörtgen pencereler açılmıştı. Sebilin arkasındaki pahta da İki pencere vardı. Girişinin yan sokaktan, üstünde kitabe de bulunan kü­çük bir kapıdan olduğu anlaşılmaktadır.

Sebil ve Çeşmeler



İmaretin köşesinde sibyan mektebinin altındaki sebil ve çeş­meler yerlerinden sökülerek Sûr-ı Sultânî’nin Soğukçeşme Kapısı (şimdi Gülhane Parkı girişi) karşısında Zeynep Sultan Camii’nin dış duvarı köşesinde yeniden kurulmuştur. Özellikle sebil, Türk sanatında XVIII. yüzyılın ikinci yansında hâ­kim olan barok üslûbun çok kuvvetli şe­kilde kendisini belli ettiği eserlerden biri­dir. İleriye taşan dört pencereli, yuvarlak planlı sebilin iki yanında birer de çeşme vardır. Hepsi geniş ahşap bir saçakla ko­runmuş, üstü iki kademeli kasnağa sa­hip bir kubbeyle örtülmüştür. Aslında üç basamaklı bir kaidenin üstünde bulunan sebilin pencerelerinde tunçtan dökül­müş ve barok üslûpta motiflerle bezen­miş şebekeler vardır. Bu pencerelerin ara­larına üçlü sütunçe demetleri yerleştiril­miş, kemerlerin üstlerindeki barok süs-lemeli silmelerin aralarına manzum kita­beler yerleştirilmiştir. Sebilin iki yanında­ki mermer çeşmelerin yüzeyleri İç içe ba­rok kemerlerle hareketlendirilmiş, her birinin alınlığı birer kitabe ile taçiandınl-mıştır.

 

Arasta. Medresenin ana caddeye ba­kan duvarı önüne bir sıra kagir dükkân­dan oluşan bir de arasta vardı. Külliyeye gelir sağlamak düşüncesiyle yapılan bu dükkânlar kütüphane ile türbenin arasın­daydı. Burada, medrese hücreleri pence­relerinin hava ve ışık alabilmesi için ara­da 3.50 m. kadar üstü açık bir dehliz bı­rakılmıştır. Evvelce kemerli cepheleri cad­deye bakan, üstleri beşik tonozlarla ör­tülü bu dükkânlar günümüzde mimari özelliklerini kaybetmiş durumdadır. Kül­liye her dönemde şehrin en işlek caddelerinden birinin kenarında bulunduğuna göre imaret binasının altında, medrese­nin yanında olduğu gibi ikinci bir sıra dük­kânın yer almış olması muhtemeldir. Es­ki bir fotoğrafta sıbyan mektebinin altın­da bir dükkân görülmekteyse de dükkân­ların bütün imaret cephesi boyunca de­vam edip etmediği bilinmemektedir.

Türbe

Külliyenin bir parçası da med­resenin bulunduğu alanın ucunda yer alan I. Abdülhamid’in türbesidir. Padişah 7 Nisan 1789’da öldüğünde daha önce 1780’de yapılmış olan bu türbeye defne-dilmiştir. Aynı yerde 1807-1808 yılları ara­sında kısa bir süre padişahlık yapan IV. Mustafa da yatmaktadır. Mehmed Ziya Bey’in, türbenin yerinde evvelce Aya Logotheton Manastın’nın bulunduğunu yaz­masının ilmî bir dayanağı yoktur. Ayrıca İstanbul’un 14S3’te fethinden külliyenin yapımına başlandığı 1777 yılına kadar bu­rada bir manastır kalıntısının durmuş ol­ması da mümkün değildir. Yalnız külliye­nin yakınında, esası Fâtih Sultan Mehmed dönemine ait Yıldız Dede Hamamı ve Türbesi’nin bir Bizans kalıntısı üstünde bu­lunduğu bilinmektedir.

Kesme taştan yapılan türbe aslında ka­re bir plana sahip olmakla beraber köşe­leri barok mimarinin esaslarına uygun biçimde yuvarlaklaştırılarak pilastrlarla süslenmiştir. Yapıyı üç kademeli bir sa­çak silmesi üstünde sekiz köşeli sağır kas-naklı bir kubbe örtmektedir. Kubbeye ge­çişi sağlayan trompların yarım kubbecik-leri dışarıya aksetmiş, bunlarla birlikte ana kubbe ve bütün örtü sistemi kurşun kaplanmıştır. Türbenin önünde bir giriş holü vardır. Bunun sağ tarafının duvarla kapalı olmasına karşılık diğer tarafı ve ön cephesi sütunlu revak halindedir. Bu hol iki kemerle ortadaki kare, yanlardakiler dar ve dikdörtgen biçiminde üç bölüme ayrılmıştır. Orta bölümün üstünü küçük bir kubbe, yan bölümleri ise yarım kub­beler örtmektedir. Buradan içeriye ge­çişi sağlayan kapı kemerinin üstüne bir âyet işlenmiştir. Cephelerde açılmış, içe­riye bol ışık girmesini sağlayan iki sıra halindeki pencerelerden alt dizide olan­ların üzerleri yarım yuvarlak tahfif ke­merli ve dikdörtgen biçimlidir. Üsttekiler ise dikdörtgen çerçeve içine alınmış olup yarım yuvarlak kemerlidir. Alttaki pen­cerelerde demir lokma parmaklıklar bu­lunur. Üst pencerelerde görülen demir­den yuvarlak çerçeveli camlar XIX. yüzyı­lın sonlarında takılmış olmalıdır. Ayvan-saray’da Atik Mustafa Paşa (Câbir) Camii’nde de rastlanan bu tip demir petekli pencereler çok geç bir dönemde, belki 1894 depreminden sonra yapılmıştır. Abdülhamid Türbesi’nin ilgi çeken bir özel­liği de caddeye uyum sağlayan kavisli iki köşe pencerelerinin iki yanında yapılmış olan çeşmeciklerdir. Gelip geçenin su iç­mesi ve içeride yatana bir Fatiha okuma­sı için düşünülmüş olan bu zarif sebil-çeşmeler barok sanatına ait motiflerle bezenmiştir.

Türbenin içinde I. Abdülhamid ve IV. Mustafa’nınkinden başka on sekiz sandu­ka bulunmaktadır. Bunlar çok genç ölen hanım sultanlarla şehzadelere ait olup hepsinin künyeleri sandukalarında ki ya­zılarla birlikte Mehmed Ziya Bey tarafın­dan kaydedilmiştir. Aynı bilgileri kısalta­rak tekrar eden Halûk Şehsuvaroğlu tür­be ve burada yatanlar hakkında şunları yazmaktadır: “Hamidiye türbesinde I. Ab-dülhamidin on üç çocuğu, oğlu II. Mah-mudun üç ve torunu Abdülmecidin iki çocuğu medfundur. Şehzade sandukala­rının bir kısmı kavuklu, bir kısmı da fesli­dir. Sandukaların üzerinde bulunan koyu renk kadifelere sırma ile isimler, âyetler ve bazılarında ölüm tarihlerini ihtiva eden mersiyeler işlenmiştir. IV. Mustafa’nın sol cihetinde. Şehzade Murad ve Emine Sultanın sandukalarının yukarısında du­var içinde (kadem-i şerif} bulunmaktadır. Kadem-i şerifin bulunduğu yerin kapıla­rı sedef kakmadan yapılmıştır. Türbenin eski eşyaları arasında güzel bir avize, II. Mahmudun hattı ile bir besmele, Hz. Pey­gamber isimlerini ihtiva eden altı köşeli rokoko bir levha bulunmaktadır. Türbe­nin içinde pencerelerin üstünde dolaşan tahminen bir buçuk arşın genişliğinde çepçevre mermer kuşak üzerinde “sûre-i Mülk”, kapının iç tarafında ve üstün­de ve diğer taraflarda muhtelif âyetler yazılıdır”. Türbede pek çok yazı vardır. Bun­lardan, kuşak halinde binanın içini dola­şan sûrenin Dîvân-ı Hümâyun hocaların­dan Mehmed Emin Efendi tarafından 29 Zilhicce 1194″te (26 Aralık 1780) yazıldığı ketebe kaydından öğrenilmektedir. Tür­benin geniş bir tanıtımı Hakkı Önkal’ın kitabında bulunmaktadır.

Hazîre

Türbenin iki taraftan etrafını saran hazîrede Mehmed Ziya Bey’in lis­tesini verdiği pek çok mezar yer alır. Ha-zîrenin Hamidiye Türbesi sokağına açılan, külliyenin diğer binalarının üslûbunda mermer söveli bir kapısı vardır. Türbenin ana cadde tarafındaki bahçesinde I. Ab­dülhamid’in sadrazamlarından Karavezir

lakabı ile tanınan Silâhdar Seyyid Meh­med Paşa’nın kabri bulunmaktadır. Hazî-rede I. Abdülhamid’in başkadını, el-Hâc Hatice Kadın, üçüncü kadını Binnaz Ka­dın, beşinci kadını Mu’tebere Kadın ile III. Mustafa’nın başkadını Şevkinur Kadın ve ikinci kadını Seyyare Kadın’ın mezarları vardır. Burada ayrıca saraya mensup mu-sâhib ve çuhadar gibi devlet adamları da yatmaktadır.

Hamidiye Külliyesi’nin muhtelif binala­rında çok sayıda kitabe bulunmaktaydı. Külliyenin bütünlüğü bozulduğunda bun­lardan bazıları yerlerinden sökülmüşse de külliye henüz bütünüyle mevcut oldu­ğu sırada Mehmed Ziya Bey bu kitabele­rin kopyalarını alarak yayımlamıştır.

Hamidiye Külliyesi, tarihî değeri ve şeh­rin gelişmesindeki rolü bakımından öne­mi dikkate alınmaksızın mimari bütün­lüğünü bozan müdahalelerle büyük öl­çüde tahribe uğramış. İstanbul’un de­vamlı olarak “yenileştirilmesi” merakı bu külliyenin de perişan edilmesine yol aç­mıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski