Hammad bin Ebi Süleyman Kimdir, Hayatı, Ebu Hanifenin Hocası, Hakkında Bilgi

Ebû İsmâîl Hammâd b. Ebî Süleyman Müslim b. Yezîd el-İsfahânî el-Kûfî (ö. 120/738) Ebû Hanîfe’nin hocası, döneminin Küfe fakihi.

Babası aslen İsfahan’ın Bürhuvâr nahi­yesinden olup rivayete göre İsfahan me­likinin oğludur. Kaynakların verdiği bilgi­ye göre babası, Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin İsfahan’ı fethi sırasında (20/641 veya 21/ 642) esir düştü ve onun huzurunda müs-lüman oldu. Ebû Mûsâ el-Eş’arî ile arala­rında bir nevi himaye ve hükmî hısım­lık anlaşması demek olan “velâ bağı” ku­rulduğu İçin Eş’arî nisbesiyle de anılır. Ebû Süleyman, Ebû Mûsâ tarafından Hz. Ömer’e götürüldü ve onun huzurun­da Müslümanlığını yeniden ilân etti. Hz. Ömer kendisine Kûfe’de bir arazi verdi (Ebü’ş-Şeyh, I, 95). Ebû Nuaym ise İsfa­han’ın fethi sırasında oranın melikinin Fâzûsfân (Pâdûspân) olduğunu (Zikru ah-bâriîşbahân, 1, 46), Ebû Süleyman’ın Bürhuvâr’da esir alındığını ve Muâviye’nin Ebû Musa’ya hediye ettiği on köle ara­sında yer aldığını kaydeder. Ancak Ebû Süleyman’ın fetih sırasında Müslümanlığı kabul ettiği göz önüne alınırsa bu son rivayetin doğru ol­maması gerekir. Nitekim başka kaynak­larda Muâviye’nin onu Hakem Vak’ası’nda Dûmetülcendel’de (veya Ezruh) bulunan Ebû Musa’ya elçi olarak gönder­diği ifade edilir (İbn Sa’d, VI. 332; İclî, s. 132).

Kaynaklarda Ebû Mûsâ el-Eş’arî ailesi­nin veya onun oğlu İbrahim’in yahut da torunu Bilâl b. Ebû Bürde’nin mevlâsı olarak anılan Hammâd’ın hayatı hakkın­daki bilgiler oldukça sınırlıdır. İyi bir tah­sil görmesi için babası tarafından Küfe Mescidi’nde hadis ve fıkıh okutan İbra­him en-Nehaî’nİn yanına verildi. Varlık­lı bir insan olan babası oğlunun ilimden başka bir şeyle uğraşmasını istemiyor, bunun için elinden geleni yapıyordu. Üs­tün bir zekâya sahip olan Hammâd’ın ye­tişmesinde şüphesiz ki en büyük pay, Emevîler döneminde Irak bölgesinde fık­hı düşüncenin ve re’y hareketinin geliş­mesine Öncülük eden ve Irak medresesi­nin imamı olarak anılan İbrahim en-Ne-haî’ye aittir. Hammâd Nehaî’nin en önde gelen öğrencisiydi. Onun yetişmesinde, daha çok hadisçi kimliğiyle tanınan Âmir b. Şerâhîl eş-Şa’bî’nin de önemli katkısı olmuştur. Hadis tahsil ettiği hocaları ara­sında ashaptan Enes b. Mâlik, tabiînden Saîd b. Müseyyeb, Hasan-ı Basrî. Saîd b. Cübeyr, Ebû Vâil Şakik b. Seleme, Abdul­lah b. Büreyde, Hz. Ömer’in mevlâsı Ab-durrahman b. Sa’d ve İbn Abbas’ın mev­lâsı İkrime el-Berberî vardır. Böylece ta­biîn neslinin son halkasında yer alan Ham­mâd, sahabe döneminden itibaren böl­gede oluşan ve seçkin tabiîn âlimlerinin ilim meclislerinde ve ders halkalarında giderek zenginleşen Kur’an ve hadis bil­gisini, fıkhı düşünce ve çözüm örnekle­rini farklı hocalardan öğrenme ve kendi re’y ve yorumlarıyla da bunu geliştirip sentez yapma imkânı bulmuştur.

Nehaî hayatta iken fetva vermeye baş­layan Hammâd, onun ölümü üzerine (96/ 714) Küfe bölgesi ilim muhitinin ortak ta­lep ve kabulü sonucu Küfe Mescidi’nde İlim halkasının başına ve fetva makamı­na geçerek hayatının sonuna kadar yir­mi dört yıl fıkıh okuttu. Nehaî’ye de ken­disinden sonra kimden fetva istenebile­ceği sorulunca Hammâd’ı aday göster­mişti. Zira Hammâd fıkıhçı kişiliğiyle te­mayüz etmiş, re’y ve kıyas konusunda kendini yetiştirmişti. Derslerine on sekiz yıl devam eden Ebû Hanîfe’den başka ün­lü öğrencileri arasında oğlu İsmail, Ha­kem b. Uteybe, A’meş, Zeyd b. Ebû Üney-se, Mugire b. Miksem. Hişâm ed-Destü-vâî, Muhammed b. Ebân el-Cu’fî, Hamza b. Habîb ez-Zeyyât, Mis’ar b. Kidâm, Süf-yân es-Sevrî, Şu’be b. Haccâc, Hammâd b. Seleme vardır. Böylece Hammâd, dönemindeki fıkhî tefekküre katkısının ya­nı sıra Küfe bölgesinde İbn Mes’ûd’la baş­layan, birinci ve ikinci nesil tabiîn âlimle­rinin katkılarıyla gelişip zenginleşen ilmî mirasın, aralarında Ebû Hanîfe’nin de bu­lunduğu tebeu’t-tâbiîn nesline aktarıl­masında âdeta bir köprü görevi de üst­lenmiştir. Bundan dolayı İbrahim en-Ne-haî ve öğrencisi Hammâd, daha sonrala­rı Hanefî mezhebi adıyla anılacak olan İrak fıkhının ve re’y ekolünün doğuşuna zemin hazırlayan, hatta müessir olan iki önemli şahsiyet olarak anılmaktadır.

Kûfe’de hocası Nehafnin izinden yürü­yen Hammâd re’y ile içtihada, hükümle­rin illetlerini ve şâriin maksadını araştır­maya, âyet ve hadisleri bu yönüyle yorum­lamaya önem vermiş ve bu konuda ön­cülük etmiştir. Hac dönüşü başından ge­çenleri Kûfeliler’e anlatan Hammâd, Hi­caz’ın meşhur âlimleri Atâ b. Ebû Re-bâh, Tâvûs b. Keysân ve Mücâhid b. Cebr ile karşılaştığını söyler ve onların nasla-rın zahirine tutunmalarını, illet ve makâ-sıd yönünde derinleşmemelerini kaste­derek, “Sizin çocuklarınız ve torunlarınız onlardan daha âlimdir” der. Çağdaşı İbn Şübrüme, ilim konusunda Hammâd’dan daha güvenilir bir kimse görmediğini be­lirtir. Ebû Hanîfe de onu tabiî âlim Atâ b. Ebû Rebâh’tan üstün görürdü. Vekî* b. Cerrah ise, “Ham­mâd olmasaydı Kûfeliler fıkıhsız kalırdı” demiştir (Tirmizî, V. 741). Âlimler ve tabakat müellifleri, Hammâd’ın dirayetli bir fakih olduğu ve döneminin fakihleri arasında seçkin bir yere sahip bulundu­ğu yönünde benzer ifadeler kullanırlar.

Hammâd re’y ve ictihad anlayışı, fıkhî tefekkür ve metot bakımından hocası Ne-hafden büyük çapta etkilenip âdeta onun yolunu takip etmekle birlikte, dirayetli bir müctehid olması sebebiyle hocasın­dan devraldığı fıkhî mirası diğer muhit­lerden edindiği bilgilerle mezcetmiş ve neticede onu geliştirip zenginleştirerek bir sonraki nesle aktarmıştır. Konuyla il­gili özel bir araştırma yapan Muhammed Revvâs Kal’acî, Hammâd’ın fıkhî görüş ve tercihlerinin birçok konuda hocası ile benzerlik arzettiğini, yirmi altı meselede ise hocasından farklı düşündüğünü ifade eder {Meusû’atû fıkhı Hammâd b. Ebî Sü­leyman, s. 22). Kaynaklarda, özellikle de musannef türü hadis mecmualarında yer alan bilgilerle sınırlı olarak tesbit edilebi­len bu görüş farklıkları [a.g.e.,s. 22-26), iki fakihin hemen hemen aynı ilmî mu­hite ve bilgi birikimine sahip olduğu da düşünülürse Hammâd’ın ilmî dirayetini göstermede yeterli bir ipucu sayılmalı­dır. Meselâ Hammâd, eğitilmiş av köpe­ğinin satışının caiz olmayışı, kölenin diye­tini âkılenin üstlenmesi, muhâleanın ta­lâk değil ayrılık olduğu, beytülmâlden ça­lanın elinin kesilmesi, şüfa hakkının yal­nız bitişik komşuya ait olması, bir gruba zina iftirasında bulunana sadece bir had-din gerekmesi gibi görüşleriyle hocası Nehaf den ayrılmıştır.

İbnü’n-Nedîm Hammâd’ın kadılık yap­tığını belirtirse de bu bilgi başka kaynaklarca doğrulanmamak-tadır. Ancak onun Küfe Kadısı Abdullah b. Nevf el-Eş’arî’ye bir olayla ilgili olarak danışmanlık yaptığı, bir başka Küfe Kadısı Muhârib b. Disâr’ın hü­küm verirken iki yanında yer alan Ham­mâd ile Hakem b. Uteybe’ye danıştığı ri­vayet edilir.

Bir yakınının ölmesi üzerine Hammâd ondan kalan mirası almak için muhteme­len 112 (730) yılında yerine Ebû Hanîfe’yi bırakarak Basra’ya gitti. Kendisiyle arasında velâ bağı bulunan Basra Valisi (yahut Kadısı) Bilâl b. Ebû Bürde ile görüştü. Bu ziyaret sırasında Hammâd b. Seleme, Hişâm ed-Destüvâî gibi Basralı meşhur muhaddisler ondan hadis dinlediler. Hammâd b. Ebû Süley­man, hadislerin senedlerinde kopukluk olmaksızın rivayet edilmesi (isnad) usulü­nü Basra’ya ilk getiren kişidir. Hammâd b. Seleme’nin anlattığına göre Katâde b. Diâme rivayette bulunacağı zaman, “Hz. Peygamber’den bize ulaştı (beleganâ an…)”; “Ömer’den bize ulaştı”; “Ali’den bize ulaş­tı” diye söze başlar, hemen hemen hiç sened vermezdi. Hammâd Basra’ya gelin­ce, “İbrahim ve filân bize rivayet etti (had-desenâ)” demeye başladı. Bunun üzerine Katâde de isnadla haber rivayet etti.

Hammâd’ın hadisçiliği hadis âlimleri arasında tartışmalara konu olmuştur. Basralı âlim Osman el-Bettî. “Hammâd re’yini söyleyince İsabet ederdi; İbrahim’­den rivayette bulununca hata ederdi” di­yerek bir yandan onun güçlü fıkıhçı şah­siyetini ortaya koyarken öte yandan aynı derecede güçlü bir râvi olmadığına işa­ret etmiştir. İbn Maîn, Ebü’l-Hasan el-İc-lî, Nesâî, İbn Hibbân gibi hadis münek­kitleri ise onu sika kabul ederler. Hadisçi-lik yönünü zayıf görenler, özellikle hayatı­nın sonlarında hafızasının zayıflaması se­bebiyle hadisleri karıştırdığını, sara nö­betleri geçirdiğini, Mürciî olduğunu ileri sürerler. Re’y ekolünden olması da hadis-çilerin bu yöndeki eleştirilerine Önemli bir zemin teşkil etmiştir. Nitekim bir rivayete göre İmam Mâlik. “İraklılar deyince ak­lımıza Basralilar gelirdi. Kûfe’de de Al-kame, Esved, Şüreyh gibi âlimler vardı. Hammâd adında biri ortaya çıktı; dine itiraz ederek din hakkında re’yi ile konuş­tu” demiştir.

İbn Sa’d, Hammâd’ı çok hadis rivayet eden kişiler arasında sayarken {et-Taba-kât,V], 333) Ebü’l-Hasan el-İclîonun ha­dislerinin 200’den daha az olduğunu söy­ler. Zehebî, Hammâd’ın çok rivayette bu­lunmamasını rivayet döneminden önce vefat etmiş olmasına bağlar. Ancak Ebû Hanîfe’nin naklettiği yaklaşık 2000 hadisin Ham­mâd’dan rivayet edilmiş olduğu göz önü­ne alınırsa rivayetlerinin pek de az olmadığı anlaşılır. Ebû Hanîfe, Ham­mâd’ın kitaplarını Muhammed b. Câbir’-den alarak rivayet etmiştir.

Buhârî el-Edebü’I-müfred’ûe, Müslim el-Câmi*u’ş-şahîh’te bir yerde, ayrıca diğer dört sünen sahibi Hammâd’dan ha­dis rivayet etmişlerdir. Buhârî el-Câmi\ı’ş-şahîh”m\n bab başlıklarında Hammâd’ın fikirle­rine yer vermiş ve bir yerde  onun aracılığıyla Nehaî’nin görüşünü nakletmiştir. Hammâd’ın naklettiği müs-ned. mürsel ve mevkuf rivayetlerin bü­yük kısmı Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybânfnin el-Âşâr adlı eser­leriyle günümüze intikal etmiştir.

Hammâd’ın kelâmcılık yönünün bulun­madığı ve herhangi bir kelâmı görüşün savunuculuğunu yapmadığı belirtilir (İc-lî, s. 132). Sabit b. Aclân. kendisine ce­maatten ayrılmamayı emreden ve ehl-i ehvâdan sakındıran pek çok kişi arasın­da Hammâd’ı da sayar. Hammâd’ın, dö­neminin en önemli tartışma konuların­dan biri olan halku’l-Kur’ân* meselesin­de Kur’an’ın yaratılmadığı görüşünü sa­vunduğu ve aksi görüşte olanla­rı tekfir ettiği bilinmektedir. Bununla be­raber kaynaklar umumiyetle onun Mür-cie’den olduğunu kaydeder. Bir rivayete göre Hammâd, Zer b. Abdullah el-Heme-dânîile birlikte Kûfe’ye Mürcie anlayışını getiren ilk kişidir. Mürcie’yi benimsedikten sonra hocası Nehaî onun yanına gelmesini yasaklamıştır. Süfyân es-Sevrî, Nehaî’nin öğrencilerinden (ya­hut kendi arkadaşlarından) çekindikleri için Hammâd’ın yanına gizlice girdikle­rini söyler. Bazı iddialara göre ise Hammâd. Küfe Mürcie ekolünün reisi olması için kendisine teklif edilen 40.000 dirhe­mi almak amacıyla Mürcie mezhebine girmiştir. Ancak ilk dönem kaynaklarında Hammâd’ın zengin olduğuna dair yer alan bilgiler bu iddianın haklılığı konusun­da şüphe uyandırmaktadır.

Hammâd’in, “Tevhide inandıktan son­ra farzları terketmenin sakıncası yoktur” şeklindeki aşırı Mürciî anlayışı benimse­diğine dair bir bilgi yoktur. Bir rivayete göre Hammâd Basra ziyaretinden Kûfe’-ye dönünce, “Basr ahlar’ı nasıl buldun?” sorusuna. “Onlar aramızda konaklamış bir grup Şamlıdır” cevabını verir. İbn Sa’d bu sözü, “Hz. Ali konusunda onlar bizim gibi düşünmez” şeklinde yorumladıktan sonra Hammâd’ın Mürciî olduğunu kay­deder. İbn Sa’d’ın bu ifadesini, Hammâd’ın hemşehrisi ve çağdaşı Küfe Kadısı Muhârib b. Disâr’la ilgili olarak söyledikleriyle birleştirince onun Hammâd’ı da Hz. Ali ve Hz. Osman’ın durumunu tehir (irca) eden, iman ve küfürlerine hüküm verme­yenler anlamında ilk Mürcie’den saydığı anlaşılır. Zehebî, Hammâd’ın Mürciîliğİ’-ni ibadetleri İmandan saymama ve imanı dil ile ikrar, kalp ile tasdik olarak görme şeklinde tanımlanan “fukaha Mürciîliği” olarak nitelendirir ve Ehl-i sünnet’in yer­leşik görüşüyle bu görüş arasında lafzî olmaktan öteye gitmeyen bir farklılık bu­lunduğunu belirtir. Nitekim bu anlayışı Ebû Hanîfe’nin de benimsediği bilinmektedir. İbn Abdülber. Ebû Hanîfe’nin Mürcie anlayışını Hammâd’dan aldığını söylerken bunu kastetmiş ol­malıdır.

Kaynakların verdiği sınırlı bilgiler ara­sında Hammâd’ın zengin ve cömert ol­duğu, ramazanda kalabalık misafir grup­larına iftar verdiği, etrafındaki fakir ve kimsesizleri devamlı gözettiği, giyim ve kuşamına özen gösterdiği ve onuruna düşkün olduğu rivayetleri de bulunur (Ze­hebî. V, 234-238; İbnü’l-İmâd, I. 157). Hicaz. Basra ve Rakka gibi şehirlere olan kısa süreli yolculukları dışında ömrünün büyük bir kısmını Kûfe’de geçirdiği anla­şılan Hammâd’ın 119’da (737) vefat etti­ğine dair bazı rivayetler varsa da kaynak­ların çoğu 120 (738) yılında birleşmekte­dir. Oğlu İsmail’in de meşhur âlimlerden olduğu bilinmektedir(Ebü’ş-Şeyh, I, 154; EbÛ Nuaym, I, 248-249).

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski