Ham­za Bali -Bosnalı Şeyh- Kimdir, Hayatı, İdamı, Hakkında Bilgi

Ham­za Bâlî (Ö. 980/1572-73) Bayramî-Melâmî tarikatına mensup sufi.

Bosna’nın İzvornik kasabası yakınların­daki Orloviçte doğdu. Hayatıyla ilgili en geniş bilgi, Melâmî müelliflerinden La’lî­zâde Abdülbâki’nin (ö. 1159/1746) Ser­güzeştinde bulunmakta ve burada Bâlî Ağa diye anılmaktadır. La’lîzâde’nin, ba­bası La’lî Mehmed Efendi’den naklen an­lattığına göre, Hamza Bâlî’nin mürşidi Hüsâmeddin Ankaravî İstanbul’daki müridlerine mektup yazarak inşa ettirdiği camide kılınacak ilk cuma namazında ha­zır bulunmalarını ister. Ancak açılışa ge­lenler arasında Bâlî Ağa’yı göremeyince İstanbul’dan gelen dervişlere onu sorar, dervişler de Bâlî Ağa’nm kendileriyle gel­mediğini, fakat mutlaka geleceğini söy­lediğini bildirirler. Bu arada dervişlerden biri, onun eskisi gibi riyazete devam etmediği yolunda bazı şikâyetlerde bulu­nurken Hüsâmeddin Ankaravî ayağa kal­kıp camiden dışarı çıkar. Tam bu sırada Bâlî Ağa atından inip mürşidine yönelir, mürşidi de onu kucaklayarak birlikte ca­miye girerler. Daha sonra Hüsâmeddin Ankaravî, Bâlî Ağa’ya riyazeti terkettiğine dair haberler aldığını söyleyerek sitem­de bulunur; fakat Bâlî Ağa işin içyüzünü anlatınca bu haberlerin, bazı melâmîce davranışları hakkındaki sözlerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığı ortaya çı­kar. Yine La’lîzâde’nin verdiği bilgiye gö­re, Bâlî Ağa’nın açıklamalarından sonra mürşidi ona halini gizlemek için böyle yaptığını kendisinin de bildiğini, insanla­rın zahirine bakarak kendisini tenkit et­tiklerini, bundan sonra adını Hamza koy­duğunu söyler ve, “Bu meşrep senin şehâdetine sebep olur. sultânü’ş-şühedâ Hazret-i Hamza’nın sancağı altında haşrolursun” der. La’lîzâde ve La’lîzâde’nin anlattığı bu olayı aynen tekrarlayan Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi, Bâlî Ağa’nın bundan sonra Hamza Bâlî diye tanındığını kaydederler. Hamza Bâ­lî’nin Bosna’dan İstanbul’a ne zaman git­tiği ve mürşidi Hüsâmeddin Ankaravfye ne zaman intisap ettiği bilinmemektedir.

Hammer, kaynak göstermeden Ham­za Bâlî’nin Kanunî Sultan Süleyman devri vezirlerinden Pertev Mehmed Paşa’nın maiyetinde çalıştığını söyler. La’lîzâde’­nin “bazı vüzerâ hizmetinde bulunduğu” şeklindeki ifadesi de Hammer’in görüşü­nü teyit etmektedir. Hüsâmeddin Ankaravî’nin ölümünden sonra (964/1557) La’­lîzâde’nin İfadesiyle “ta’yîn-i ilâhî” ile hi­lâfet ve kutbiyet makamına geçen Ham­za Bâlî İstanbul’dan Bosna’ya gidip irşad faaliyetini orada sürdürdü ve kısa zaman­da birkaç bin mürid edindi. Meyhanelere gidip tasavvufa istidadı olanları hakka da­vet ettiği, sözlerini işitenlerin cezbeye ge­lip tövbe ederek müntesipleri arasına ka­tıldıkları rivayet edilir. Fakat Bosna meşâyihi onun ümmî olduğunu ve irşada muktedir bulunmadığını ileri sürdüler; bir kısım zahir ulemâsı da bazı hallerini istidrâc olarak yorumlayıp kadıya başvurdular. Kadı durumu İstanbul’a bildirdi. İstan­bul’dan Bosna’ya teftiş için gönderilen mübaşire, Hamza Bâlî hakkında anlatı­lanların doğru olması halinde onun İstan­bul’a getirilmesi emredildi. Tahkikattan sonra Hamza Bâlî’yi İstanbul’a götüren mübaşir, Bosna’da onun hakkında söyle­nenleri devlet ricaline anlatınca Şeyhü­lislâm Ebüssuûd Efendi’den fetva isten­di. La’lîzâde’nin naklettiğine göre Ebüssuûd Hamza Bâlî’yi tarikat şeyhlerine sor­du ve onlardan, “Cahil ve nakıstır, dördün­cü esmada kalmıştır. Oğlan Şeyh İsmail Ma’şûki tarikatındandir” cevabını alınca, “Üstadım fâzıl-ı Rûm İbn Kemal merhu­mun fetvası ile katlolunan İsmail’in katli zendeka ve ilhâda bina olunmuş idi; Şeyh Hamza dahi ol tarikte zındık ise katli meşrudur” sözleriyle öldürülmesine fet­va verdi. Hamza Bâlî bu fetva üzerine Süleymaniye’de Deveoğlu Çeşmesi’nin önünde idam edildi {Sergüzeşt, s. 39-40). Zeyli Şekaik müellifi Atâî ise (ö. 1045/ 1635) Hamza Bâlî’nin 964 (1557) yılında vefat eden mürşidi Hüsâmeddin Ankaravî’nin yerine geçtiğini, beş yıl irşad fa­aliyetinde bulunduğu sırada şeriata ay­kırı halleri görüldüğünden 969’da (1561 -62) İstanbul Tahtakale’de boynunun vu­rulduğunu, I. Ahmed devrinde Edirne ka­dısı olan Sarı Mehmed Efendi’nin olayın şahitlerinden biri olduğunu söyler. Yine Atâî’nin verdiği bilgiye göre mürşidinin başının yere düştüğünü gören baltacılar zümresine mensup bir müridi hançeriyle boynunu vurarak intihar eder. Atâî gibi La’lîzâde ve Müstakimzâde de olayın 969 (1561-62) yılında cereyan ettiğini kaydet­mişler, olayla ilgili bilgi veren Mehmet Ali Ayni, Sâdık Vicdanî, Abdülbaki Gölpınarlı da bu tarihi doğru kabul etmişlerdir.

Hamza Bâlî’nin idam edildiği Süleyma­niye’de Deveoğlu Yokuşu’nun başındaki Hacı Hamza Mescidi’nin naziresinde Ham­za Bâlî’ye ait bir mezar taşı, mescid avlu­sunun batı cephesinin duvarında da ta’-lik hattıyla yazılmış bir kitabe bulunmak­tadır. 969 tarihli bu kitabede, “Bosnevî eş-Şeyh Hâce Hamza hazretlerinin merkad-i münevvereleridir” denildikten son­ra kendisinin ilâhî cezbeye müstağrak ol­duğu, sohbetine katılanların da cezbeye girdikleri, bazı halleri istidrâc olarak gö­rüldüğünden burada şehid edildiği belir­tilmektedir ki bu ifadeden burasının Ham­za Bâlî’nin mezarı değil meşhedi olduğu anlaşılmaktadır. La’lîzâde’nin, bazı men­suplarının cellâda bahşiş vererek mürşidlerinin naaşım alıp Silivrikapı dışında bir yere naklettiklerini kaydetmesi de bu gö­rüşü doğrulamaktadır.

Başbakanlık Arşivi’nde bulunan İzvor­nik beyine ve kadısına yazılmış 19 Zilhic­ce 980 (22 Nisan 1573) tarihli fermanda (MD, nr 22/585), Tuzla’da Eski Cuma ma­hallesinde Hasan Subaşı oğlu Sefer’in evin­de ikamet eden Hamza adlı kişinin yaka­lanması, bulunamazsa kefilleri olan Hacı Hasan Camii imam ve hatibi Hacı İbrahim ile Cafer Halîfe, Eski Cami hatibi Osman Halîfe, Hacı Beyazıt Camii hatibi Sinan Ağa tarafından bulunması ve Dergâh-ı Muallâ çavuşlarından Mustafa’ya teslim edilip İstanbul’a gönderilmesi emredilmektedir. Aynı tarihi taşıyan Bosna ve Hersek beyine hitaben kaleme alınmış diğer bir fermanda (BA, MD, nr. 22/586) Hamza adlı kişinin o bölgede aranması, yakalanıp Dergâh-ı Muallâ çavuşlarından Mustafa’ya teslim edilmesi istenmekte­dir. Hersek beyine yazılmış 26 Rebîülâhir 981 (25 Ağustos 1573) tarihli fermanda ise (BA, MD, nr. 22/374) önceki iki fermanla yakalanması istenen Hamza’dan “sabı­kan ele girip katlolunan Hamza” diye bah­sedilmekte, ona mensup olan mülhidlerin Kadılar tarafından sorguya çekilip mülhidliği sabit olanların hapsedilmesi emredilmektedir. Adem Hancİc ve Muhammed Hadzjahic tarafından yayım­lanan bu belgelerde adı geçen kişi Hamza Bâlî ise 19 Zilhicce 980 ile {22 Nisan 1573) 26 Rebîülâhir 981 (25 Ağustos 1573) tarihleri arasında idam edilmiş olmalı­dır.

Kadı Nûrullah diye tanınan müderris ve müftü Münîrî Belgradi’nin fö. 1026/1617′-den sonra) SilsiIetü’I-mukarrebîn adlı eserinde yer alan bilgiler bu konuya ışık tutması bakımından önemlidir. Münîrî’-nin naklettiğine göre Hamza Bâlî İstan­bul’da takibata uğrayacağını anlayınca memleketi Bosna’ya giderek Yukarı Tuzla’da ikamet etmeye başlar. Fakat Hal­veti şeyhi Nûreddinzâde’nin devlet nezdindeki ısrarlı teşebbüsleriyle İstanbul’­dan bölgeye onu yakalamak için bir çavuş gönderilir; Hamza Bâlî İstanbul’a getiri­lerek sorguya çekilir ve hapse atılır, daha sonra da gizlice öldürülür. Olayın bütün safhalarında Nûreddinzâde’nin en önemli rolü oynadığını söyleyen Münîrî, Hamza Bâlî’nin mensuplarından bir yeniçerinin, “Ah şeyhim!” diyerek kendini hançerledi­ğini ve hadisenin 980 (1572) yılında cere­yan ettiğini bildirir. Bu durumda Atâî’nin verdiği 969 (1561-62) tarihinin yanlış ol­duğu, Hacı Hamza Camii’ndeki kitabenin de Atâfye dayanılarak yazıldığı kabul edi­lebilir. Ancak Hamza Bâlî’nin tarikatına mensup olan XVII. yüzyıl Melâmî müellif­lerinden Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-fuâdınöa olayı tarih vermeden birkaç satırla zikretmesi ve torunu La’IÎ-zâde’nin Atâî’nin verdiği tarihi kabul et­mesini açıklamak güçtür. Halvetî-Sinânî şeyhi şair Seyyid Nizamoğlu da (ö. 1010/ 1601) Hamza Bâlî olayında Nûreddinzâ­de’nin rolü konusunda Münîrî’yi doğru­layan bilgiler vermektedir. Nûreddinzâde’nin din gayretiyle müftüye ve kazas­kere gidip Hamza Bâlî’nin aleyhinde bu­lunduğunu ve ortadan kaldırılmasına ça­lıştığını söyleyen Seyyid Nizamoğlu, ayrıca onun Hamza Bâlî’nin 100’den fazla men­subunu da öldürttüğünü yazar. Zeyl-i Şeköik’te Nûreddinzâde’ye geniş yer ayıran Atâî’nin, onun Hamza Bâlî olayın­daki rolü hakkında hiçbir şey söylememe­si dikkat çekicidir. Münîrî saray mensup­larından, yeniçerilerden ve devlet ricalin­den önemli kişilerin Hamza Bâlî’ye bağlı olduğunu, Bosna’da çok sayıda müridi bu­lunduğunu, onun yolunu takip eden bir­çok kimse İle karşılaştığını, bunların aşk ve muhabbetten başka ilkeleri olmadığı­nı, Hamza BâlTden “sultan” diye söz ettik­lerini bildirir. Ayrıca, “Şehâdet edenler­den ve mecliste hazır bulunanlardan böy­le işittim” diyerek Hamza Bâlî’nin zındık­lığı ve ilhâdı gerektirecek bir şeyle suçlan­madığını, “İstesem İstanbul’dan taunu defederdim” dediği ve bu sözde ısrar et­tiği için katledildiğini, bunun da katli ge­rektiren bir suç olmadığını söyler. Ancak Hamza Bâlî’nin öldürülmesinden sonra özellikle Bosna ve civarında yoğun olarak bulunan mensuplarının sıkı şekilde takip edilmesi için bölgeye gönderilen ferman­larda ondan ve mensuplarından “mülhid” diye bahsedilir. Bu fermanlardan bazıları M. Tayyib Okiç tarafından yayımlanmış­tır.

Öyle anlaşılıyor ki, Hamza Bâlî’nin sa­raydan ve önemli devlet ricalinden, yeni­çerilerden çok sayıda mensubu olması, tarikat silsilesinin Safevîler’e ulaşması ve devletin benimsediği Sünnî esaslarla uyuşmayan inançları devleti ve bir kısım zahir ulemâsını; çile ve riyazeti, esma. evrâd ve ezkârı kabul etmemesi de bazı tarikat şeyhlerini tedirgin etmiş, bu du­rum Hamza Bâlî’nin idam edilmesine yol açmıştır.

Bayramî Melâmîleri’nin şehid olduğu­na inandıkları Hamza Bâlî’nin tarikat sil­silesi Hüsâmeddin Ankaravî, Sârbân Ahmed. Oğlan Şeyh İsmail Ma’şûki. Pîr Ali Aksarâyî, Bünyâmin Ayâşî, Emîr Sikkînî vasıtasıyla Hacı Bayrâm-ı Velî’ye ulaşır. Bunlardan Emîr Sikkînî ve Sârbân Ah-med hariç diğerleri çeşitli vesilelerle devletin takibatına uğramışlardır. Ken­disinden sonra Hamzaviyye adını alan tarikat Bursalı Hasan Kabâdûz tarafın­dan devam ettirilerek XX. yüzyıla ulaş­mıştır.

Hamzaviyye mensuplarından Habeşîzâde Rahîmî Efendi, “Der Ta’rîf-i Ricâl-i Hamzaviyye” başlıklı manzumesinde ke­mal ehlinin Cenâb-ı Hakk’a vuslat için terk ve tecridi, çile ve erbaîni şart koştukla­rını, riyazet ve perhiz yapmadan nefsin terbiye edilemeyeceği kanaatinde olduk­larını söyledikten sonra “hâdî-i sebîl-i re-şâd Hamza Bey” diye andığı Hamza Bâlî*-nin. Hakk’a gitmek isteyen kimsenin bu gibi zorluklara katlanmasına gerek olma­dığını, bu güç yolun artık yasaklandığını, çile çekmenin ilme bir katkısı olmadığını, zikirle idrakte bir arınma sağlanamaya­cağını, HakK’ın sırrını kuluna kendisinin bahşedeceğini ifade ettiğini. “Bir nazar­la er eyler âdemi er / Sana lazımsa var ara bul er” dediğini nakleder. David Ungrad. Stefan Gerlach ve Philippe du Fresne-Ca-naye gibi Batılı seyyahların Hamza Bâlî’­nin Hıristiyanlık’tan etkilendiğini söyle­melerinin (bk. Clayer, s. 87} gerçekle ilgi­si yoktur.

La’lîzâde’nin, “Kabr-i şerifleri beyne’l-ahbâb malumdur” ifadesinden. Hamza Bâlî’nin defnedildiği yerin mensupların­ca gizli tutulduğu anlaşılmaktadır. Müs-takimzâde ise kabrin Silivrikapi’dan Sey­yid Nizam’a giden yolun sağ tarafında ol­duğunu, yanına daha sonra Hamzaviyye’-ye mensup şair Tiflfnin(ö. 1070/1659-60) defnedildiğini söyler. Kabir daha sonraki bir tarihte Mevlânâkapı’dan Silİvrikapfya giden yolun sağında caddeye yakın çok yaşlı bir ağacın altına nakledilmiştir. Ak­şam üstleri dergâhtan çıkıp Hamza Bâ-

İfnin kabrine giderek burada bir süre otu­ran Yenikapı Mevlevîhânesi postnişini Os­man Selâhaddin Dede’nin emri üzerine kabir Abdülaziz devri ricalinden. Âdile Sultan’ın eşi Kaptanıderyâ Mehmed Ali Paşa tarafından 1281 (1864-65) yılında demir şebekeli açık bir türbe haline dö­nüştürülmüş, zamanla eskiyen demir şe­beke sökülerek türbe 1996 yılında taş iş­çiliğiyle yeniden inşa edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski