Han. Türk hükümdarlarının İslâm öncesi dönemden beri kullandıkları bir unvan.
Çin kaynaklarına göre Asya Hunları önceleri şanyü veyatanhu /tanju unvanlarını kullanmışlardır. III. yüzyıldan itibaren bunların yerini kağan / kaan ve han almaya başlamıştır. “Bağımsız yönetici” anlamına gelen han kelimesinin dişili ise hanımdır (bazı lehçelerde hanış). Aslında Türk göçebe devletinin başında kağan bulunur, o da akrabalarını han rütbesiyle kendisine bağlı oymakların başına yönetici olarak tayin ederdi. Fakat zamanla han unvanı “imparator, şah. sultan” karşılığında hükümdarlar için kullanılmaya başlanmıştır. Meselâ önceleri bir kabile reisi olan Timuçin, Moğol İmparatorluğu’nu kurup başına geçtiği zaman han unvanını almış ve o tarihten sonra Cengiz Han adıyla şöhret bulmuştur.
Hârizmşahlar’ın ordu teşkilâtında emîr muadili bir rütbe oluşturan hanın Dede Korkut hikâyelerinde de hükümdardan çok bey karşılığında kullanıldığı görülmektedir. Yine Anadolu’nun doğu ve güneydoğusundaki özel statülü birimlerin hâ-kimleriyle Safevîler döneminde İran’daki taşra yöneticilerine “bey, paşa” anlamında han denilmiştir. Bu kelime aynı zamanda Delhi Sultanlığından beri Hindistan müslümanları arasında soyluluk unvanıdır. “Hanlar hanı” anlamına gelen hân-ı hânân ise özellikle Hindistan’da kurulan İslâm devletlerinde askerî bir makamın adı olmuştur.
Osmanlı padişahları içinde hanı bir hükümdarlık unvanı olarak ilk benimseyen I. Murad’dır; Yıldırım Bayezid ilk defa bu unvanı tuğralarına. Çelebi Sultan Mehmed de sikkelerine koydurmuştur. Han unvanı Kırım girayları ile Türkistan’da kurulan Hîve, Buhara ve Hokand devletlerinin hükümdarları için de kullanılmış, hatta bu devletler “hanlık” adıyla tanınmıştır; Karahıtay hükümdarları ise gürhan unvanıyla anılmıştır.
Kağan unvanı mutlak ve evrensel bir niteliğe sahiptir. Nitekim Oğuz Kağan destanında hükümdar, “Ben Uygurlar’ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir” sözleriyle bu durumu ifade etmektedir. Kağanın imparatorluk içindeki yeri ve fonksiyonu bağlı oymak ve kabileleri bir arada tutmak, bunların sayısını arttırmak, birbirleriyle ve kendisiyle olan ilişkilerini devlet teşkilâtı içinde düzene koymak, ordunun başkumandanı sıfatıyla savaşları yönetmek, halkını bolluk içinde yaşatmak şeklinde özetlenebilir.
Göktürk ve Uygur hükümdarlarının resmî unvanı olan kağan daha önce Avarlar tarafından da kullanılmış ve Avrupa’ya taşınmıştır (kaganus). Bu unvanın Türkler’-den önce Proto-Moğollar’da da bulunduğu ve çok defa “kaan” şeklinde söylendiği bilinmektedir. Göktürk hükümdarlarına kağan yerine han da deniliyordu; özellikle Tonyukuk Kitâbesi’nde bu unvana daha çok rastlanmaktadır. Türk devletlerinden Uygurlar ve Hazarlar birer kağanlık olarak kurulmuş, hatta Hazar tesiriyle ilk Rus hükümdarları da kağan unvanını benimsemişlerdir. Cengiz Han’ın oğulları genellikle kağan unvanıyla anılmışlar ve bu unvanın kâtipler tarafından resmî yazışmalarda kullanılması için emirler çıkarılmıştır. İlhanlı hükümdarları sikkeleri üzerine kağan unvanını çok defa “el-a’zam, el-âdil” sıfatlarıyla birlikte koydurmuşlardır; Gâzân Han ise “kâğânü’l-a’zam” yerine “es-sultânü’1-a’zam” yazdırmayı tercih etmiştir.
İlk defa Arap müelliflerinin Türk. Moğol ve Çin hükümdarları için kullandıkları hakan (hâkân) unvanı kağanın Arapçalaşmış şeklidir ve İslâmiyet’in Türkler’le Moğollar tarafından kabul edilmesinden sonra onlar arasında da yaygınlaşmıştır. Bu unvanı Fâtih Sultan Mehmed’den itibaren daha çok “sultânü’l-berreyn ve hâkânü’l-bahreyn” tabiri içinde Osmanlı padişahları kullanmışlardır.
TDV İslâm Ansiklopedisi