Hançer -Silah- Nedir, Ne Demek, Tarihçesi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hançer. Arapça asıllı bir kelime olan hançer (hıncer, hındr, çoğulu hanâcir), ortalama 30-35 cm. uzunluğunda eğri, sivri uçlu, çift veya tek ağızlı bir bıçak türü olup eğriliğinden dolayı düz ve çift ağızlı ka­madan ayrılır; namlu uzunluğu 45 santi­metreyi geçenler kısa kılıç sayılır. Nam­lusu kın denilen bir mahfaza içinde ve kabzası kolaylıkla ele gelebilecek şekilde bel kuşağına sokularak veya kemere ya­hut boyuna asılarak taşınır. Savaş ala­nından çok teke tek çarpışmalarda kul­lanılır ve fırlatıldığında bir uzak dövüş si­lâhı görevi yapar. Eğri olmasının sebebi, ilk vuruş anında eğri kılıcın daha iyi kes­mesi gibi bunun da daha İyi ve daha ko­lay saplanmasıdır. Kavsi içe gelecek şe­kilde tutularak hasmın göğüs kısmı he­def alınıp genellikle yukarıdan aşağı doğ­ru vurulur.

Hançerin tarihçesi kama kadar eskiye gitmez; çünkü ondan geliştirilmiş bir si­lâh çeşididir. En eski örnekleri sayılabile­cek tunçtan yapılmış eğri namlulu kesici silâhlara, milâttan önce II. binyıldan iti­baren Mezopotamya’nın Sâmî uygar­lıklarında rastlanır. Bu durumdan Sâmî kökenli olduğu anlaşılan hançer özellikle Araplar tarafından geliştirilmiş ve daha çok soylularca gösterişli kıyafetlerinin vazgeçilmez bir aksesuarı olarak benim­senmiştir. Yanda taşınmasından dolayı Araplar’ın cenbiyye de dedikleri hançer zamanla İslâmiyet’in girdiği bütün ülke­lere yayılmış ve sarıkla birlikte âdeta müslümanların alâmet-i farikası haline gelmiştir.

Bölgelere göre bazı değişiklikler gös­teren Arap hançerinin en tipik örneği Arabistan’da, özellikle Yemen’de görü­lür. Bu namlusu kısa, enli, fazla kavisli ve derin kan oluklu bir modeldir; bazılarının kavsi ortada belli bir açı yapar. Kısa nam­luya göre iki misline varacak kadar uzun tutulan kının kavsi ise çok daha fazladır ve birçok örnekte kının ucu kabza başına yaklaşarak hançere orak gibi bir görü­nüm verir. Bugün geleneklerine en sadık Arap ülkesi olarak tanınan Yemen’de hançer taşımak yasak değildir ve Özellik­le kabzaları gergedan boynuzundan ya­pılıp ortalama 15.000 Amerikan dolarına satılan hançerler zengin gençlerin en büyük tutkusunu oluşturur. Gergedan boynuzu kabzaların sade bırakılmasına karşılık fildişi, akik ve abanoz gibi diğer kıymetli maddelerden yapılmış olanlar genellikle altın ve gümüş telkârî beze­melerle süslenir. Arap hançerleri arasın­da yaygın bir üne sahip bulunan Fas han­çerinin namlusu kabzadan itibaren orta­ya kadar düz ve tek ağızlı, ortadan ucu­na kadar ise eğri ve çift ağızlıdır; kan oluğu nadiren görülür. Arap hançerle­rinin en meşhuru ise özellikle Osmanlı­lar döneminde bütün dünyanın tanıdı­ğı Şam hançeridir (hançer-i Dımaşki). Önlü Şam çeliğinden yapılan ve kabzası fildişi, boynuz, sert ağaç vb. üzerine şamkâri metal işçiliğiyle süslenen bu hançer tipi 30-35 cm. boyunda, fazla enli olmayan hafif kavisli bir namluya sahiptir ve bu haliyle küçük bir süvari kılıcına benzer; çift veya tek ağızlı, kan oluklu veya oluk-suz olabilir. Şam hançeri yeniçeriler ta­rafından çok tutulmuş ve İstanbul’da da benzerleri yapılmıştır. Ayrıca Şam han­çeri Batı resim sanatına ve edebiyatına girmiş, tablolardaki müslümanlar bel­lerinde bu hançerle resmedilirken mese­lâ Tolstoy’un ünlü romanı Kreutzer Sonat’ta kadın kahraman kocası tarafın­dan bu hançerle öldürülmüştür. Arap hançerlerinin bütün tiplerinde, kın üze­rine geçirilen bileziklere takılmış taşıma halkaları bulunur; çünkü sıcak ülkelerde yaşayan Araplar bellerine genellikle ku­şak sarmamaktadırlar.

İran hançerlerinde namlu Fas hançe­rinde olduğu gibi ortaya kadar düz gelip sonra derin bir kavisle kıvrılır; en karak­teristik özelliği kavsinin dik açıya yakla­şacak derecede abartılı olmasıdır. Nam­lunun düz kısmı tek, kavisli kısmı çift ağızlıdır ve üzerinde geniş bir kan oluğu bulunur. Bazılarının ucu ve kan oluğu parlak çelikten, kesici yan tarafları ise mat çelikten yapılmıştır. Kabzalar genel­likle fildişi veya kemikten olup oyma tek­niğiyle süslenmiştir; altın veya gümüşle kaplanıp taş kakmalarla zenginleştiril­miş yahut minelenmiş örnekler de bulunmaktadır. Ahşap kınlar genellikle de­senli deri ya da ipek ve kadife türü ku­maşlarla kaplanmış, kabzanın yapıldığı maddeye uygun olarak yer yer altın veya gümüş levhalarla takviye edilmiştir.

İslâmiyet’in Orta Asya’ya girişinden sonra burada görülen hançerlerin en ün­lüsü tek ağızlı, hafif kavisli ve kan oluklu Türkmen hançeridir. Genellikle namlular üzerinde bitkisel motifli altın kakmalar (zernişan) bulunur. Kabzalar kemik veya fildişi, kınlar ise ahşap üzerine deri. ka­dife yahut gümüş kaplamadır; gümüş levhalar telkari süslemelerle veya değer­li taşlarla zenginleştirilmiştir. Buhara bölgesi hançerlerinin kabzaları daha çok abanoz ya da gül ağacından yapılmış ve akik, mercan, lapislazuli, yeşim gibi de­ğerli taşlarla murassa’ hale getirilmiştir. Kabza ve kın üzerinde bulunan gümüş levhalar ise Kafkasya etkisinde kalarak bazan sevâd, bazan da mine teknikle­riyle süslenmiştir.

Anadolu ve Balkanlar’daki Türk devri hançerlerinde namlular uzunca ve az kavislidir. Genellikle kemer bağlantıları bulunmayan bu hançerler bele sarılı ku­şaklar arasında sol tarafa sokularak ta­şınmıştır. Ancak bir kısmının kınları üzerinde Arap hançerlerinde olduğu gibi bir bilezik ve buna bağlı bir taşıma hal­kasının bulunduğu görülür. Osmanlı dö­nemine ait hançerlerin kabzaları genel­likle kemik veya abanoz, gül ağacı ve pe­lesenk gibi kıymetli ahşaptan yapılmış olup üzerleri oymalarla yahut telkari ve levha halinde gümüş bezemelerle, de­ğerli taş kakmalarla süslenmiştir. Bir veya birden fazla kan oluğu olan namlu­ların birçoğu menevişli çeliktendir ve bunların üzerinde çok defa sahibinin ve­ya yapan ustanın adı (silâhların bu kıs­mına “namlu” |namlı, isimli] denilmesi­nin sebebi de üzerindeki bu adlardır), çeşitli imalâthane mühürleri, Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler, bazan da Ashâb-ı Kehf in isimleri, mühr-i Süleyman, çark-ı felek, çeşitli saadet düğümleri gibi sem­bolik yazılarla desenler ve stilize edilmiş bitki motifleri bulunur. Kınlar daima ah­şap üzerine kadife veya deri kaplanmış, kenarları ile ağız ve uçları gümüş, bafon veya pirinç levhalarla takviye edilmiş ve bu kısımlar çeşitli tekniklerle süslenmiştir.

Ateşli silâhların yaygınlaşmasından sonra hançerin kullanımı tören silâhı şeklinde devam etmiştir. Evliya Çelebi, askerî merasimleri anlatırken gümüş kemerlere takılı murassa’ hançerlerden bahsetmektedir. XVIII. yüzyılda yaşayan Kont Marsigli ise hançerin, yeniçeriler ve onlara Özenen delikanlılar tarafından ku­şaklarının sol tarafında aksesuar gibi taşındığını belirtir. Osmanlı hançerleri­nin en güzel örneklerini Topkapı Sarayı’nda ve Askerî Müze’de bulmak müm­kündür. Bunlar arasında, özellikle dün­yada “Topkapı hançeri” diye tanınan ve III. Ahmed devrine (1703-1730) ait olan kabzası iri zümrütlü ve kabza başı göm­me saatli hançer, titiz kuyumculuk işçili­ği ve kaliteli malzemesiyle bir sanat şa­heseridir.

Gelişimini tamamlamış, oymalarla süslü kemik ve fildişi kabzalı, namlusu çakmak taşından yapılmış ilk örnekle­rine Anadolu ve Mısır neolitik kültürle­rinde rastlanan kama, düz ve çift ağızlı simetrik namlu şekliyle hançerden ayrı­lır. Türkçe’nin yalnız batı lehçelerinde bulunan kama ismi Ermenice “iri çivi, mıh; oduncu kaması” anlamındaki kam kelimesinden gelir. Namlu uzunluğu 15-45 cm. arasında değişen kama, bütün dünya kültürlerinin en eski silâh türleri arasında yer alır. Ateşli silâhların icadın­dan sonra kullanımı hançer gibi azalma­mış, bir tipi kabzasında yapılan düzenle­meyle “süngü” veya “kasatura” adı altın­da tüfek ucuna da takılabilen bir asker silâhı olarak yaşamasını sürdürmüştür (süngülerin tek ağızlı olanları da vardır).

Türk-İslâm dünyasındaki en tanınmış kama türü “Kafkas (Çerkez) kaması” adıyla bilinen ve Çerkez. Çeçen, İnguş, Ermeni, Gürcü gibi Kafkas milletleri ta­rafından kullanılan ve en eski örnekle­rine Kuzey Kafkasya’daki milâttan önce III-II. binyıla ait Kuban-Maikop kurgan­larında rastlanan kamadır. Namlusu or­talama 30 cm. boyunda ve 4-5 santimet­reden başlayıp gittikçe sivrilen bir ikiz­kenar üçgen görünümünde olup geniş ve derin kan olukludur. Üzerinde genellikle Osmanlı hançerlerinde görüldüğü gibi yapan ustanın veya sahibinin adına, bazı âyetlere ve bitkisel motiflere rastla­nır. Fildişi, kemik veya boynuzdan yapı­lan kabzalar yuvarlak başlıdır ve tepede vuruş sırasında başparmağın oturması için bir oyukluk. yanlarda da elin kayma­ması için çakılmış kabaralar bulunur. Kın ve kabzalarda sevâdlı gümüş süslemeler hâkimdir. Kın üzerindeki bileziklere takı­lan halkalar vasıtasıyla kemere asılır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski