İslâm dünyasında tarikat yapılarına verilen adlardan biri olan hankah, bölge ve zaman faktörlerine bağlı olarak farklı nitelikte tesisleri tanımlamaktadır. Tasavvuf tarihinde zühd hayatının tasavvufa dönüştüğü, fakat henüz tarikat şeklinde teşkilâtlanmamış bulunduğu VIII. yüzyılın ikinci yarısında, İslâm mimarisi tarihinde ilk tarikat yapılarının öncüleri olan tesisler arasında hankah adıyla anılanlara rastlanır (yk. bk). Bu devirde özellikle İran-Türk kültür mirasının hâkim olduğu Batı Türkistan ve Horasan yörelerinde, çoğunun hayatlarının önemli kısmı yolculuklarda geçen ilk sûfflerin konaklaması için kurulmuş bazı hankahların varlığı tesbit edilmektedir.
XI. yüzyıldan önceye ait erken devir hankahlannın hemen hepsi ortadan kalkmış, bazılarının ise üzerine sonraki dönemlerde geniş kapsamlı tarikat tesisleri kurulmuş olduğundan mimari özellikleri gereğince aydınlatılamamıştır. Ancak Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın XIII. yüzyıl başlarında İbn Münevver tarafından kaleme alınan menâkıbnâmesinde X. yüzyılın son çeyreğiyle XI. yüzyılın ilk yarısında Horasan’daki hankahlara ait bilgiler verilir. Bu yapıların çoğunun bir şeyh ile dervişlerini barındıran alelade evlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Aynı devirde yine Horasan yöresinde ortaya çıkan ev-medreselerle bu ev-hankahların mimari tasarım açısından birbirinden pek farklı olmadığı, kökleri İslâm öncesi kültür katmanlarında bulunan dört eyvanlı Horasan evinin şemasını devam ettirdiği tahmin edilebilir. Böylece daha sonra. XII. yüzyıl başlarından itibaren İran, Anadolu, Suriye ve Mısır’da inşa edilecek olan Selçuklu, Zengî. Eyyûbîve Memlûk devirlerine ait hankahlarda uygulanacak dört eyvanlı şema ile bundan çıkarılan şemaların, ayrıca Osmanlı mimarisinde XIV-XVI. yüzyıllar arasında aynı şemaya bağlanan fütüvvet yapılarının (tabhâneli / zâviyeli camilerle “imaret” olarak anılan bazı yapılar! ilk örneği belirmiş olmakta, diğer taraftan tarikat mimarisiyle sivil mimari arasında XX. yüzyıla kadar sürecek olan yakınlığın temelleri atılmaktaydı.
İbn Münevver’in eserinde, Horasan hankahlannda “cemâathâne” veya “semâat-hâne” denilen toplantı ve âyin birimleriyle namazların kılındığı “musalla” adında farklı mekânların bulunduğu belirtilmiştir. XIII. yüzyılın sonlarında Anadolu’da şekillenmiş olan Mevleviyye tarikatının tekkelerinde (mevlevîhâneler). özellikle geniş kapsamlı âsitânelerin çoğunda, namaza mahsus mescid ile Mevlevî mukabelesinin icra edildiği semahanenin ayrı bölümler halinde tasarlanması muhtemelen bu geleneğe dayanmaktadır.
XI. yüzyılın ortalarında Yakındoğu’ya hâkim olan Büyük Selçuklular, idareleri altındaki topraklarda zahirî ilimlerin okutulduğu medreselerle İslâm’ın bâtınî tarafını temsil eden tarikat merkezlerini devletin koruma ve denetimi altında yeniden teşkilâtlandırmak ve kuvvetlendirmek, böylece Abbasî hilâfetinin gücünü yitirmesine paralel olarak gelişen Şiîleş-me eğilimlerine set çekmek siyasetini gütmüşlerdir. 0 yıllara kadar özellikle Horasan ve yakın çevresine mahsus olan “hankah” terimi Selçukluların desteğiyle batıya doğru yayılmış, böylece Yakındoğu’nun çeşitli yörelerinde Sünnî akidelere bağlı, zengin vakıfları olan, geniş kapsamlı hankahlar kurulmuştur.
Selçuklu sultanlıkları ile atabeglikler, özellikle Zengîler aynı tarikat siyasetini takip etmiş, daha sonra bu gelenek Zengîler’in halefi olan Eyyûbîler tarafından Mısır’a taşınmış ve burada Memlûk devrinin sonlarına kadar sürdürülmüştür. Öte yandan Azerbaycan ve İran’da, Sel-çukiular’ın halefleri olan Hârizmşahlar ile İslâmiyet’i benimseyen İlhanlılar tarafından hankahlar inşa ettirilmiş, ayrıca bu gelenek özellikle Abbasî Devleti’nin çökmesi üzerine nisbeten emin bölgelere göç eden sûfilerden bir kısmının Delhi Türk Sultanlığına sığınmasından sonra Kuzey Hindistan’a intikal etmiştir. Hiçbir zaman Türk kökenli hanedanlar tarafından yönetilmeyen Mağrib ile Endülüs’te hankah teriminin yerleşmemiş olması dikkat çekicidir.
Bu dönemde Suriye-Filistin-Mısır kuşağında hankah terimi daha ziyade seyyah dervişlerin barınağı olmakla birlikte bir tarikata meşrut olması gerekmeyen, hatta icabında devletin tayin ettiği yöneticiler tarafından idare edilebilen, tasav-vufî eğitimin nisbeten arka planda tutulduğu geniş kapsamlı kuruluşları ifade etmektedir. Bu hankahlardaki türbelerde genellikle bani konumundaki sultanlar veya emîrler gömülüdür. Buna karşılık Türkistan, Horasan, İran ve Hindistan’daki hankahların büyük çoğunluğu bir mürşidin yönetiminde müridlerin terbiye edildiği, belirli bir tarikata bağlı olan tesislerdir. Zengî, Eyyûbîve Memlûk hankah-lanndan farklı olarak bunların türbeleri hemen daima hankahın banisi veya manevî sahibi olan pîrlere ve şeyhlerin mezarlarına tahsis edilmektedir.
Kültür ve eğitim siyasetindeki bu gelişmelerin mimariye yansıması, o döneme kadar “şeyh evi” niteliğindeki binaların yerlerini özellikle hankah olarak tasarlanmış, bu arada daha fazla insana hitap edebilmesi için boyutları ve mimari programı geniş tutulmuş olan tesislere ter-ketmesi şeklinde olmuştur. Yine de söz konusu hankahların büyük çoğunluğunda Horasan kökenli şemaların geliştirilerek devam ettirildiği, iklim şartlarına bağlı olarak üstü açık veya kapalı merkezî bir avlunun çevresinde ibadet ve sohbete mahsus eyvanların, bunların arasına da derviş hücreleriyle mutfak, kiler, hamam türünden çeşitli hizmet birimlerinin yerleştirildiği görülmektedir.
Selçuklular tarafından 1071-1079 arasında fethedilen Kuzey Suriye’de tesbit edilebilen bu merkezlerden ilki, Rıdvan b. Tutuş’un azatlı kölesi Şemsülhavâs Lü’lü’ tarafından vali olarak görev yaptığı Halep’te 111 S’te inşa ettirilen Hankâ-hü’l-balat’tır. Aynı şehirde Nûreddin Zengî de 1148’de Hankâhü’l-kadîm’iyaptırmıştır.
İbn Hallikân, Türkistan ve Horasan kökenli sûfîlere yakınlık duyan Selâhaddîn-i Eyyûbî’nİn 1189’da Haçlılar’dan geri aldığı Kudüs’te Latin patriğinin sarayını tarikat ehline tahsis ederek buraya Han-kâh-ı Salâhiyye adını verdiğini, kayınbiraderi Muzafferüddin Gökbörü’nün ise ikisi Erbil’de, biri Halep’te olmak üzere üç hankah yaptırdığını bildirir. Ayrıca Eyyû-bî emirlerinden Alâeddin Tayboğa, Halep’teki konağını 1234’te “Araplaşmış sûfiler” için bir hankah olmak üzere vakfetmiştir. Halep’te kalıntıları günümüze kadar gelebilen Eyyûbî devri hankahlanndan, Sultan II. Nasır Yûsuf un 1237 tarihli Han-kâhu’l-Ferâfire eyvanlı tasarımı ve özenli bezemeleriyle dikkati çeker.
Eyyûbîler devrinde 1183-1185 yılları arasında Yakındoğu’yu gezen İbn Cübeyr, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nİn saltanatı sırasında Şam’da “havanîk” {hankahlar) olarak anılan çok sayıda tesisin bulunduğunu, bunların İçlerinden suların aktığı süslü saraylardan farklı olmadığını, hankahlarda yaşayan sûfîlerin her türlü maddî ihtiyaçlarının karşılandığını ve bu zümrelerin büyük nüfuz sahibi olduklarını nakletmekte, buralarda tertip edilen semâ meclislerinin güzelliğini bütün ayrıntıları ile anlatmaktadır. Makrîzî de Eyyûbîler tarafından Mısır’da kurulmuş olan hankahların dökümünü vererek bunlardan ilkinin, Fatımî sarayındaki hadımlardan Saîd es-Süedâ’nın elinden alınan konakta Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından tesis edilen Salâhiyye Hankahı olduğunu belirtir.
Memlûk devrinde 1326’da Kahire’ye giden İbn Battûta, Mısır kaynaklarında “fukara mine’l-Acem” olarak anılan, İran ve Horasan kökenli sûfîlere mahsus han-kahlardan söz etmekte, hepsinde bir şeyh ile “haris” denilen bir tür nakibin görev yaptığını yazmaktadır. Kahire’deki örnekler arasında Bundukdâriyye (1284!, Sultan 11. Baybars el-Câşankîr (Çaşnigîr) (1306), Emîr Moğoltay el-Cemâlî (1329), Küsün (1336), Huvand Togay (Ümmü Anûk) (1348’den az önce), Emîr Şeyhû el-İmâri (1355) ve Emîr Tenkizboğa (1362) han-kahiarı Türk (Bahrî) Memlükleri devrine ait: Sa’deddin İbn Gurâb ile (1400-1406) Sultan Farag (Ferec) İbn Berkük (1400-1411) hankahlan da Çerkez (Bura) Memlükleri devrine ait Örnekler arasında zikredilebilir.
Bu yapılardan çoğunda açık avlulu ve dört eyvanlı tasarımın devâsâ boyutlarda ele alındığı, bazılarında ise bu şemanın terkedilerek avlunun kıble yönüne aynı zamanda âyin mekânı olarak da kullanılan cami bölümünün, diğer yönlere de yaşama ve servis birimlerinin yerleştirildiği görülür. Bu ikinci gruba dahil olan hankahlarda eyvanlar bulunmadığından avlunun çevresine daha fazla derviş hücresi yerleştirilebilmekte, ayrıca hücreleri yalnızca avluya bakan pencerelerle donatmak suretiyle tarikat hayatına daha uygun, içe dönük bir tasarım elde edilmektedir. Dört eyvanlı hankahlarla Kahire’de bunların çağdaşları olan medreseler aynı tasarımı sergiler. Bu arada yine Kahire’de İnşa edilmiş Sencer el-Gavlî Medrese-Hankahı (1303) ve Sultan Ber-kuk Medrese-Hankahı (1384-1386] gibi çift fonksiyonlu bazı tesisler, bu iki yapı tipi arasındaki yakınlığı daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra hankahların birçoğunda süfîlere fıkıh. hadis ve tefsir gibi dersler de verilmekteydi. Hemen hepsi Memlûk sultanları, hanedan üyeleri, saray mensupları ve emirleri tarafından yaptırılmış olan Kahire hankahları, İslâm dünyasının diğer bölgelerindekilerden daha büyük ve âbidevî tasarımlan ile dikkati çekmekte, bu arada 100 kadar seyyah dervişin barınabildiği Sultan II. Baybars el-Câşankîr Hankahı kendi türünün en ihtişamlı örneğini teşkil etmektedir.
Azerbaycan’ın Hârizmşahlar’a intikal etmesinden (1255) bir yıl sonra Bakü-Şemâha yolunda Alibayramlı mevkiinde, Pirsagat nehri kıyısında mimar Şeyhzade Habîbullah b. Şeyh Muhammed Garu tarafından tasarlanan hankah çevreye hâkim bir kayalığın üzerinde bulunmaktadır. Surlar ve burçlarla kuşatılmış müstahkem bir yapı olan bu hankahta, açık bir avlunun çevresinde sıralanan birimler arasında yer alan ve aynı zamanda gözetleme kulesi olarak kullanılan minare mimar Mahmûd b. Mes’ûd’un eseridir. Söz konusu yapı ile, daha sonra Azerbaycan’a hâkim olan Akkoyunlular’ın Hasankeyf’te inşa ettirdikleri İmam Abdullah Zaviyesi arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.
İran’ın Natanz şehrinde İlhanlı Sultanı Olcaytu Han tarafından 1316″da dönemin ileri gelen safîlerinden Şeyh Abdüssamed İsfahânî için yaptırılan, içinde bu şeyhin türbesinin de bulunduğu hankah aynı hükümdarın inşa ettirdiği ulucami ile bir külliye meydana getirmekte, tuğla malzemesi, tasarımı ve çini bezemeleriyle Büyük Selçuklu geleneğini sürdürmektedir.
Türkistan’daki erken dönem hankahları XIII. yüzyılın ortalarından itibaren yerlerini, velî türbeleri çevresinde teşekkül eden geniş kapsamlı hankahlara terket-miştir. Çoğunlukla hükümdarların vakfı olan ve “işân” denilen şeyhlerin yönettiği bu tesisler bilhassa kış aylarında faaliyet göstermekte, ilkbahar geldiğinde işânlar, kendilerine bağlı göçebeleri ziyaret etmek ve hankaha yapmakla yükümlü oldukları maddî yardımı toplamak üzere aylarca sürebilen yolculuklara çıkmaktaydı.
İbn Battûta Hindistan’ı gezerken Hin-dûlar’ın yönetimi altındaki bölgelerde bile hankahlara rastlamış, bu arada Bombay yakınlarında Haunur’da Şeyh Muhammed en-Najorî’nin hankahında misafir edilmiş, ayrıca Kanbaya, Kaliküt ve Ko-lam’da da (Travankor) Kâzerûniyye tarikatına bağlı hankahlarda konaklamıştır.
Anadolu’da Selçuklu devrine ait tarikat yapıları içinde hankah olarak adlandırılanların en eskilerinden biri. XIII. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenebilen Afyon civarındaki Boyalıköy Hankahı’dır. Antik-çağ’dan beri bir kült merkezi olduğu anlaşılan ve sakin bir çevrede yer alan yapıda bol miktarda Bizans devrine ait devşirme malzeme kullanıldığı görülür. Hanka-hın ibadet ve barınma birimlerinin bulunduğu ana binasında dört eyvaniı şemanın alışılmadık bir örneği uygulanmıştır. Kuzeye açılan girişi. İki yandan beşik tonozlu birimlerle kuşatılmış olan bir geçit takip etmekte, bunun gerisinde”!” biçiminde ana mekân yer almaktadır. “T”nin beşik tonozla örtülü olan bacağı kıbie doğrultusunda uzanmakta ve güney duvarında bir mihrap bulunmaktadır. Söz konusu mekânın yanlarına ikişer adet beşik tonozlu birim, ortasına kapalı avlu niteliğinde kare planlı ve kubbeli bir hacim yerleştirilmiştir. Mihrap duvarına paralel gelişen beşik tonozlu iki eyvan da “T”nin kollarını meydana getirir.
Anadolu Selçuklu hankahları içinde dört eyvanlı şemanın en belirgin biçimde gözlendiği yapı. Konya’da Sâhib Ata Külliyesi’nin bünyesindeki 1279 tarihli hankahtır. Doğuda külliyenin dükkânları arasında yer alan taçkapıdan tonozlu bir geçit katedilerek yapının merkezini işgal eden kapalı avluya ulaşılır. Planı köşeleri pahlı bir kare biçiminde olan avlu aydınlık fenerli bir kubbe İle Örtülmüş, ortasına bir havuz yerleştirilmiştir. Avlunun güney. batı ve kuzey yönlerinde zeminleri yükseltilmiş beşik tonozlu üç eyvan yer alır, bunlardan güneydeki mihrapla donatılmıştır. Derinliği diğerlerinden az olan kuzeydeki eyvanın gerisinde, hankahla cami arasında bulunan ve her ikisiyle de bağlantılı olan türbede külliyenin banisi ile aile fertleri gömülüdür.
Tokat’taki 1288 tarihli Ebûşems Hankahı ile 1292 tarihli Halef Hankahf nda kare planlı, aydınlık fenerli kubbe ile örtülü bir kapalı avlu ve kıble yönünde buna saplanan, beşik tonozlu, zemini yüksek bir eyvan tasarımın çekirdeğini meydana getirir. İbadete ve âyinlere mahsus olan bu mekânların çevresinde tonozlu yaşama birimleriyle banilerin gömülü olduğu kubbeli birer türbe yer almaktadır. Halef Hankahf nda ayrıca kubbeli bir mescid bulunmaktadır.
Tasarımları açısından Horasan kökenli bir geleneği paylaştıkları görülen Anadolu Selçuklu hankahlarının, bu yönleriyle aynı yörede yer alan ve çağdaşları olan diğer tarikat yapılarından ayrıldıklarını söylemek mümkün değildir. Nitekim Anadolu’da XII ve XIII. yüzyıllarda inşa edilmiş olup ribât ya da zaviye olarak anılan tesislerde de han kanlardaki plan şemaları teşhis edilmektedir. Ayrıca söz konusu yapıların konumları ve fonksiyonlarına ilişkin, diğer yörelerdeki benzerleri için yapılabilen genellemelerin geçerli olduğu da iddia edilemez. Nitekim yanında eyvan biçiminde bir velî türbesi olan Boyalıköy Hankahı, Selçuklular tarafından yeni fethedilmiş bir bölgede Bizans devrine ait bir dinî tesisin yerinde, bölgedeki müslüman iskânına öncülük etmek amacı ile kurulmuş olmalıdır. Selçuklu başşehrinde dönemin ileri gelen vezirlerinden biri tarafından yaptırılan ve bu vezirin türbesini de barındıran Sâhib Ata Hankahı, özenli mimarisiyle olduğu kadar yer aldığı çevre ile de Boyalıköy Hankahı’ndan ayrılır. Tokat’taki iki örnek ise muhtemelen yönetici sınıfına mensup olmayan banileri ve fonksiyonun ön planda tutulduğu gösterişsiz mimarileriyle daha ziyade mütevazı şehir zaviyeleri olarak nitelendirilebilir.
Bazı müellifler, Osmanlı devrinde tarikat merkezi (âsitâne) konumunda ve çok defa tarikat pîrinin türbesini de barındırdığı için pîr evi niteliğinde olan önemli tesislerin hankah olarak adlandırıldığını ileri sürmüşlerdir. Nitekim Anadolu’nun en önemli iki âsitânesi ve pîr evi olan Mev-lânâ Külliyesi ile Hacı Bektâş-ı Velî Külliyesi, ayrıca Bektaşî âsitânelerinden Elmalı yakınındaki Abdal Mûsâ Tekkesi ve İstanbul Merdivenköy’deki Şahkulu Tekkesi, öte yandan Edirne’de Gülşeniyye/Se-zâiyye’nin merkezi olan Sezâî-yi Gülşenî Tekkesi. İstanbul’daki Mevlevî âsitânelerinden Galata ve Yenikapı mevlevîhâne-leri. bu arada yine İstanbul’da bulunan tarikat merkezlerinden Koca Mustafa Paşa (Sünbül Efendi) Külliyesi (Halvetiyye-Sün-büliyye), Nasûhî Tekkesi (Halvetiyye-Nasûhiyye). Cemâlîzâde Tekkesi (Halvetiyye-Ce-mâliyye-i Sâniyye), Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi (Celvetiyye). Kâdirîhâne Tekkesi (Kâdiriyye-Rûmiyye) ve Ebürrızâ Tekkesi’-ne (Bedeviyye) dair bazı kitabelerde bu tesisler hankah olarak anılmaktadır. Ancak âsitâne veya pîr evi sıfatlarını taşımayan zaviye statüsündeki birtakım tekkelerde de aynı durumla karşılaşılır. İstanbul’da bulunan birçok örnek arasında Halvetiy-ye-Sünbüliyye’den Merkez Efendi Külliyesi ile Eyüp Bahariye’de Şah Sultan Tekkesi. Nakşibendiyye’den Unkapanfndaki Emîr Buhârî Tekkesi, Sultanahmet Kadır-ga’da Özbekler Tekkesi. Eyüp’te Kâşgarî Tekkesi, Üsküdar’da Özbekler Tekkesi ile Selimiye Tekkesi, Sa’diyye’den de Sütlü-ce”deki Hasîrîzâde Tekkesi zikredilebilir. Bu arada birçok kitabede, kelime tekrarından hoşlanmadıkları bilinen divan şairlerinin aynı yapıyı “hankah, dergâh, tekke, âsitâne” gibi farklı şekillerde andıkları da dikkati çekmektedir. Ayrıca bu yapılar arasında, Anadolu Selçuklu hankah-larında tesbit edilebilen ortak bir tasarım anlayışını bulmak da imkânsızdır. Sonuçta Osmanlı devrinde hankah teriminin, daha ziyade âsitâneler ve pîr evleri için kullanılmakla beraber tarikat yapılarının statülerini ve fonksiyonlarını kesin surette belirleyici olmadığı, özellikle de belirli bir mimari tipe tekabül etmediği söylenebilir.
TDV İslâm Ansiklopedisi