Hanım Sultan. Osmanlılar’da padişah ve şehzade kızlarının kız çocukları için kullanılan unvan.
Osmanlılar’ın ilk döneminde padişahların oğulları ve bütün erkek torunları genel olarakçelebi, kızları ve kız torunları hatun şeklinde anılırdı. Dolayısıyla hanedan mensuplarını halktan ayıran bir unvan henüz ortaya çıkmamıştı. Orhan Bey’in paralarında kullandığı bilinen ve Niğbolu zaferini kazanması sebebiyle ilk defa Abbasî halifesi tarafından Yıldırım Bayezid’e verilen sultan unvanı zamanla padişahların anneleri, çocukları ve torunlarına da yaygınlaştırılarak geniş bir kullanım alanı buldu. Böylece hanedana mensubiyeti belirten bir mahiyet kazanan bu unvan, hanedanın erkek üyeleri için kullanıldığında genellikle isimden önce, hanımlarda isimden sonra gelmiştir. Fâtih Kanunnâmesi’nde padişah ve şehzadelerin kızlarının sultan unvanıyla anılmış olması bu kullanımı resmîleştirerek yaygınlaştırmıştır. Zamanla padişahın ve şehzadelerin kızlarının kızlarına da genel olarak “hanım sultan” denilmişse de padişah torunları ilk sırayı almıştır. Bunların erkek çocuklarına ise babalarına nisbetle “paşa oğlu, paşazade” veya “beyzade” denilmiş, fakat bunlar özellikle saray mensupları tarafından annelerine nisbetle “sultanzâde” olarak anılmıştır. Hanım sultanların babalarının hanedan mensubu olmaması gerekirdi. Nitekim sultan, şehzade veya şehzade oğullarından biriyle evlenirse kız çocuğuna yine sultan denilirdi. Hanım kelimesinin sultanlar tarafından isim olarak da kullanılması zaman zaman karışıklıklara sebep olmuştur. Nitekim Yavuz Sultan Selim’in Hanım adındaki kızı Hanım Sultan diye anıldığından annesinin sultan olduğu zannedilmiştir. Hanedana mensup olmanın gerektirdiği birtakım mükellefiyetlerden hanım sultanlar sultanlara nisbetle daha az etkilenirlerdi. Sultanlar, Anadolu’daki hükümdar ailelerinin ve devletin askeri hizmetinde bulunan önemli kişilerle evlendirilirlerken hanım sultanlar, aralarında veziriazamların da bulunduğu ileri gelen devlet ricali ile evlenip sultanlara göre daha bağımsız hareket etmişler, İstanbul’da kalma mecburiyetleri olmadığından eşlerinin görevlerinin bulunduğu yerlere birlikte gidebilmişlerdir. Hanım sultanların eşleri hanedana ait bir unvana sahip olmadıkları gibi çocukları da hanedan mensubu değildi. Ancak erkek çocukları, sultanzâdeler gibi zaman zaman kapıcıbaşılık ve benzeri görevlere getirilmiştir. II. Abdülhamid zamanında 1311 (1893-94) yılında ihdas olunup hanedan mensuplarından uygun görüleceklere tevcih edilebilen ve uygulamada valide sultanla sultan ve şehzadeler dışındakilere pek verilmemiş olan “hânedân-ı ÂI-i Osman nişanı’nın pek az sayıda hanım sultana verilmesi, son dönemlerde onların hanedan içindeki yerlerini göstermesi bakımından önemlidir.
Gerek eski ve yeni sarayda oturan gerekse saray dışında bulunan hanım sultanlara bazı şartlarda veya bizzat kendi müracaatları üzerine maaş verilirdi. Maaş miktarları farklı durumlarda değişmekle birlikte aynı şartlarda -Osmanlı muamelâtında emsaliyle kıyas esas olduğundan-bu miktar değişmiyordu. XVII. yüzyılda sarayda bulunan sultanlar günlük 400 akçeden ayda 12.000 akçe maaş alırken hanım sultanlar günlük 150 akçeden ayda 4500, saray dışındakiler ise günlük 30 akçeden ayda 900 akçe almaktaydılar. Sarayda oturanlar genellikle anneleri ölmüş olanlar veya babaları vefat edip anneleriyle beraber saraya gelenlerdi. Annelerinin yanında bulunanlara onların maaşlarından bir kısmının tahsis edildiği de olurdu. Hesaplarına İstanbul harc-ı hâssa emininin baktığı bu maaşlar, Dârüssaâde ağasının hazırladığı cetvellere göre Hazîne-i Âmire’den verilirdi. Hazîne-i Hâssa’nın oluşumundan sonra maaş, çeyiz vb. masrafları bu hazine bünyesinde yer almıştır. Hanım sultanların ayrıca “me’kûlât” ve “âdet-i ramazâniyye”, saray dışındakilerin de “hâne kirası” gibi çeşitli tahsisatları vardı. Ayrıca ihtiyaçları halinde padişahın iradesiyle kendilerine gerekli yardım yapılırdı.
Saraylardaki hanım sultanların sultanlarda olduğu gibi kalfaları, harem ağaları, baltacıları, kethüdaları, masraf kâtipleri gibi görevliler yanında kendilerine ait birtakım işleri yürüten kethüdaları da vardı. Ayrıca bütün hanım sultanlar İçin umumi bir hanım sultanlar kethüdâlığı makamı ihdas edilmişti. Bu makam genellikle devlet ricalinden bir kişiye ek görev olarak verilirdi.
Hanım sultanların evlenmeleri sırasında evlenecekleri kişinin belirtilmesinden çeyiz, nişan takımları, yeni ev için gerekli mefruşat vb.nin teminine, nikâhın akdi ve hanım sultanın yeni evine gidişine kadar yapılan bütün işlemler padişahın bilgisi dahilinde olurdu. Sultanların nikâhını şeyhülislâm, hanım sultanların nikâhını ise Rumeli kazaskeri damat ile gelinin vekilleri vasıtasıyla kıyar, kazasker ile vekillere damat tarafından samur, hanım sultan tarafından birer kakum kürk giy-dirilirdi. Bu kural henüz oluşmadan XVII. yüzyıl öncesinde padişah hocalarının da sultan nikâhlarını akdettikleri görülmektedir. Hanım sultan yeni evine perşembe günü götürülür, ertesi gün damat sadrazamı ziyaret eder, sadrazam kendisine samur kürk giydirir, böylece evlenme merasimi sona ererdi.
Hanım sultanların protokoldeki yerleri sultanlardan sonra olup kendi aralarındaki sıralamada ise yaş esas alınırdı. Elkâb olarak umumiyetle, Fâtih Kanunnâmesi’ndeki sultanlar el-kabında da yer alan “iffetlü. ismetlü” veya bunlardan biri kullanılırdı. Ancak nadiren de olsa bu sıfatların, daha ziyade sultan ve valide sultanlar hakkında geçen “devletlü” veya “saâdetlü” ifadeleriyle beraber “devletlü. ismetlü” şeklinde kullanıldığı da olmuştur. Dua cümlesi sultanlar için “dâmet ismetühâ”, hanım sultanlar için “zîdet iffetühâ” şeklinde iken zaman zaman her ikisi de tercih edilmiştir. Kendilerine tezkire yazılırken genellikle, “İffetlü, ismetlü, saâdetlü hanım sultân-ı aliyyetü’ş-şân hazretleri, hem-vâre visâde-pîrâyi mecd ü saadet ve sadr-ârâyi izz ü afiyet olmaları daavât-ı hâlisesiyle arîza-i muhlisi oldur ki” diye hitap edilirdi.
1913 yılında hanedan mensuplarını “Osmanlı padişahlarının evlât ve torunları İle hanedanın erkek çocuklarının kızları” olarak tarif eden bir düzenlemeden sonra bütün hanedan mensupları hakkında genel mükellefiyetler getirilmişse de bunlar hanım sultanları pek bağlayıcı olmamıştır. Ancak hanedan mensuplarının, yakışıksız davranışları ve görevlerine uygun olmayan hareketleri halinde padişah tarafından uyarma, kınama veya saraya kabul edilmeme gibi bir ceza ile cezalandırılacaklarına dair hüküm hanım sultanlarla eş ve çocukları için de geçerli kılınmıştır. Aynı düzenlemede, hanedan mensupları arasındaki davalarla haciz ve vesayet işlemlerinin, oluşturulacak hanedan meclisi tarafından karara bağlanarak padişahın icra yetkisine bırakılması hükmü getirilmiştir. Ayrıca hanedan mensuplarının vefatları halinde bir merasimin uygulanması kararlaştırılmış ve bu merasim üç sınıf üzerine düzenlenmiştir. Hanım sultanlara genellikle ikinci sınıf cenaze merasimi yapılmıştır.
Hanım sultanlar da diğer hanedan mensupları gibi çeşitli hayır eserleri yaptırıp vakıflar tesis etmişlerdir. Nitekim Mekke ve Medine’ye her yıl gönderilen surre-ye katkıda bulunan vakıflar arasında hanım sultanlara ait olanlar önemli bir yer tutar.
TDV İslâm Ansiklopedisi