İslam Hukukunda Cuma Tatili, Dayanakları, Delilleri, Hakkında Bilgi

İslâm geleneğinde ta­tille ilgili olarak bayram kavramı vardır; ramazan ve kurban bayramları yıllık, cu­ma da haftalık bayram günleridir. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde halkın İranlılar’dan alınma Nevruz ve Mihrican adlı iki bayramı kutladığını gör­müş ve, “Allah sizin için bu iki günü da­ha hayırlı iki günle, kurban ve ramazan bayramları ile değiştirdi” demiştir. Ayrıca kurban ve ramazan bayramlarının dışında haftalık olarak cu­manın Allah’ın müslümanlara tahsis et­tiği bir bayram günü olduğunu ifade et­miştir. Buna gö­re cuma müslümanların bir kutlama ve ibadet günüdür; bu günde şartlarına sa­hip olanların cuma namazını eda etmesi farzdır. Dolayısıyla cuma gününün ina­nanlar katında diğer günlerden farklı ve önemli bir yeri vardır (bk. CUMA). Ancak İslâmî gelenekteki cuma, Yahudilikteki cumartesi gününde olduğu gibi zorunlu bir tatil ve istirahat günü değil cuma na­mazının topluca kılındığı bir ibadet günü olarak anlaşılmıştır. İmam Mâlik, ashap­tan bir kısmının, yahudi ve hıristiyanların cumartesi ve pazar günleri yaptığı gibi kişinin cuma günü işi terketmesini mek­ruh gördüğünü rivayet etmektedir..

Hafta tatili konusuna, ferdî ve içtimaî hayatın birçok yönünü ele alan ve genel­de meseleci (kazüistik) bir tarzda oluşan fıkıh literatüründe değişik vesilelerle atıfta bulunulur. İslâm hukukunda çalış­ma hayatıyla ilgili konuların, bu arada çalışanların yeme, içme, dinlenme gibi tabii ve ibadet gibi manevî hak ve ihti­yaçlarının klasik dönem fıkıh kitaplarının icâre” bölümünde veya “edebü’l-kâdr türü eserlerde dolaylı olarak ele alındığı görülür. O dönem İslâm hukukçuları iş akdi açısından öğretmenlik, İşçilik, me­murluk vb. meslekler arasında bir fark gözetmezler ve ücret karşılığı çalışan ve­ya belli bir işi üstlenen kimseleri genelde “ecîr-i hâs” ve “ecîr-i müşterek” şeklin­deki ikili ayırım içinde ele alarak ortak hükümlere tâbi tutarlar.

İcâre akdinin genel yapısı içerisinde İş­çinin (çalışan) iş veren karşısındaki hakla­rından biri de dinlenme hakkıdır. “İnsana çalıştığından başka bir şey yoktur” (Necm 53/39) mealindeki âyet, ücretin ancak fiilî çalışma karşılığında hak edile­ceğine işaret etmektedir. Fıkıh literatü­ründe, genelde bir veya birkaç günlük veya götürü usulü iş akdi ele alındığın­dan ücret kural olarak fiilî çalışmanın karşılığını teşkil eden bir konumdadır. Hafta tatili ve tatil günleri için ücret tahakkuku konusu uzun süreli iş akdinin gündeme geldiği durumlarda ve dönem­lerde önem taşımaya ve tartışılmaya başlanmıştır. Çalışılmayan süre için işçi­nin ücreti hak edip etmeyeceği konu­sunda klasik dönem fıkıh literatüründe yer alan görüşleri bu çerçevede değer­lendirmek gerekir. Aslında tatil vb. tatil­ler için ödenecek ücret kişinin daha önce çalıştığı zamanlardaki emeğinin bir kar­şılığı olarak ele alınabileceği gibi, çalışa­nın tatil yaparak dinlenmesi gelecek günlerde verimini arttırıcı bir katkı, te­mel hak ve hürriyetlerin uzantısı sayıla­bilecek bir hak veya örf ve konumdan doğan bir şart olarak da değerlendirile­bilir. Şu halde meseleye farklı açılardan bakıldığında işçi ve diğer çalışanlar için ücretli hafta tatili mümkün, hatta ge­rekli hale gelebilmektedir.

Devletten maaş alarak çalışan kadının (hâkim) tatil günü ücreti hak edip etme­yeceği konusunun ilk dönemlerden itiba­ren tartışılmaya başlandığı ve bazı fakihlerin bu durumda hâkimlerin ücretli haf­ta tatili hakkının bulunduğu yönünde görüş beyan ettikleri görülür. Öte yan­dan bu gibi konuların İslâm hukukunda taraflar arası anlaşmaya, bu arada işçi ve iş veren arasındaki hizmet akdine ve­ya genelde mevcut örfe bırakılan konu­lar arasında yer aldığını da gözden uzak tutmamak gerekir. Nitekim değişik mes­lek gruplarıyla ilgili farklı örnek ve tartış­maların fıkıh kitaplarında çeşitli vesile­lerle ele alındığı görülmektedir. Meselâ ücret karşılığı çalıştığı için kural olarak “ecîr” statüsünde bulunan ve iş akdinde her gün çalışması şartı yer almayan bir müderrisin örfe göre hafta tatili yapabi­leceği ve bu günlerde derse girmediği halde ücret alabileceği öngörülmüştür. Mâliki fakihi Kâbisî de hafta tatili bağlamında Ebû Abdullah İbn Abdülhakem’den, “Öğretmen aylık ücret­le tutulur, cuma günleri ve halkın örfen tatil saydığı günleri tatil eder, bu sözleş­menin şartı gibidir” şeklindeki bir ifadeyi nakletmektedir. Hanefî fakihlerinden Sadrüşşehîd İbn Mâze, “Tatil gününde kadının ücre­tinden kesinti yapılır mı?” diye bir başlık açarak hâkimin hem dinlenmesi hem de kendi özel işlerini görebilmesi için hafta­da en az bir gün istirahat etmesi gerek­tiği üzerinde durarak tatil gününde üc­rete hak kazanıp kazanmayacağının tar­tışmasını yapar. Belh ulemâsının hafta tatilinde ka­dının ücretinden kesinti yapılacağı şek­linde, muhitindeki ulemânın İse aksi yön­de fetva verdiklerini nakleden İbn Mâze, doğru görüşün hâkimin ücretinden haf­ta tatilinde kesinti yapılmayacağını be­nimseyen kanaatin olduğunu ifade etmiş­tir. Çünkü kadı hafta tatilinde dinlenerek sonraki çalışma günlerine hazırlanmak­tadır. Buna göre tatil gününün faydası yargı görevinde bulunacağı diğer çalış­ma günlerine râcidir. Bundan dolayı da ücrete hak kazanır. Öte yandan, yapılan işin ve verilen ücretin uzun süreli veya en azından haftalık ol­ması halinde çalışan kişinin ücretli hafta tatiline hak kazanacağı şeklinde bir ilke­nin kabul edilmesi mümkündür. Çünkü İslâm hukukçularının bir kısmına göre işçi ve iş veren bir haftadan fazla süre­cek bir iş akdi yaptıklarında örf ve âdet esas alınacak ve istisnalar hariç cuma günleri iş süresi dışında tutulacaktır. Zira bu fakihlere göre müslümanlar İçin cuma, yahudiler için cumartesi, hıristiyanlar için de pazar günleri örfen çalış­ma günlerine dahil edilmez.

1190 yılı civarında İbn Meymûn’un bir soruya verdiği cevaptan, yahudilerle ortak iş yerlerindeki müslüman sanatkâr­ların (işçiler) Yahudilik vb. dinlerdeki gibi mecburi bir dinlenme gününe sahip ol­madıkları halde cuma günü çalışmayıp tatil yapmayı gelenek haline getirdikleri anlaşılmaktadır.- Cu­ma günü müslümanlar için cuma nama­zının edası dışında zorunlu bir istirahat zamanı sayılmadığından olsa gerek, sa­nayi devrimi öncesi İslâm toplumlarında hafta tatilinin cuma olarak kabul edilme­si yoluna gidilmemiş, zamanın İcaplarına ve sosyal hayatın seyrine göre bazan cuma, bazan da diğer günler hafta tatili olarak düşünülmüştür. Abbasîler za­manında mektepler ve resmî daireler cuma günleri kapalı tutulurken Osmanlılar’da Fâtih Sultan Mehmed devrinden itibaren medrese­lerin salı günleri tatil yapmış olması bu­na örnek teşkil eder. Bununla birlikte 1550-1557 yıllan arasını kapsayan bir araştırma, Osmanlı inşaat sektöründe cuma gününün hafta tatili olduğunu göstermektedir. Bunun yanında yahudi işçilerin cumartesi, hıristiyanların ise pa­zar günü çalışmadıkları görülmektedir.

Her zamanda ve her yerde uygulana­bilecek evrensel ilkelere sahip olması İs­lâm dininin en önemli bir vasfıdır. Deği­şen toplumlarda farklı özellik alabilecek hükümler İslâm’ın ruhuna ve yapısına uygun olarak ilgili zaman ve toplumun Örfüne bırakılmıştır. Günümüzde çalı­şanların haklan kapsamında yer alan hafta tatili, yıllık tatil vb. meseleler de İslâm hukuku açısından bu tür problem­lerdendir. Bundan dolayı İslâm hukuku kaynaklarında işçinin hak ve görevlerinin ele alındığı icâre akdinde işçinin çalışma süresi, istirahat ve tatiliyle ilgili bağlayıcı hükümler mevcut olmayıp bu hususlar taraflar arasındaki anlaşmaya bırakıl­mış, akidde karara bağlanmayan konu­larda ise örf ve âdet esas alınmıştır. İs­lâm toplumlarında çalışma hayatıyla ilgili diğer birçok kural gibi çalışanların hafta tatili hakları da bu çerçevede bir seyir takip etmiş, özellikle sanayi devrimin­den, geniş işçi ve memur kesimlerinin oluşmasından sonra daha da önem arzeden bir konu haline gelmiştir. Bu geliş­meler sonucunda İslâm ülkelerinde de çalışma ve ticaret hayatından resmî dai­relere kadar hukukî bazı düzenlemelere gidilmiştir. Öte yandan İslâm ülkelerinin anayasalarının hemen hepsinde çalışan­ların dinlenme hakkından söz edilir. Bazı İslâm ülkelerinde hafta tatili İslâmî gele­neğe uygun şekilde cuma günü olarak kabul edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski