Timur Türbesi/Mezarı Nerede, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Gûr-ı Emîr. Timur’un Senıerkant’taki türbesi ve buna bağlı olan külliye.

Umurlu mimarisinin en güzel ve en önemli eserlerinden biri olup İslâm tür­be mimarisinin başta gelen örneklerin­dendir. Aslında hankah, medrese ve de­ğişik mimari kısımlardan teşekkül eden geniş bir külliye niteliğiyle kurulmuş, tür­be özelliğini inşaatın sonlarına doğru ge­lişen olaylar neticesinde kazanmıştır.

Önceleri Ruhâbâd adı verilen Gûr-ı Emîr’in (Gûr-i Mîr “hükümdarın türbe­si”) ilk bölümlerinin banisi, Timur’un ge­nellikle seferler sırasında yerine saltanat naibi bıraktığı ve kendisine veliaht tayin ettiği, Emîrzâde-i A’zam adıyla tanınan, büyük oğlu Cihangir Mirza’dan olma bü­yük torunu Muhammed Sultan Mİrza’-dır. 1399 yılında başlayan inşaat 1403’e kadar devam etmiş ve bu sürede, tarihî kaynaklardan, asilzade çocuklarının ter­biye ve tahsiline ayrılmış bir medrese ile hükümdarlık misafirlerinin ağırlanmasına mahsus bir külliye olarak teşkilâtlandırıldığı öğrenilen ilk yapılar inşa edilmiş­tir. Zaman içinde ortadan kalkan bu ilk bölümlerin mimari durumu hakkında an­cak arkeolojik kazılar sonunda bilgi sahi­bi olunabilmiş ve ortaya çıkarılan kalın­tılardan, külliyenin Timurlu mimarisine uygun bir teşkilâta göre planlanmış mer­kezî bir tören meydanı ile ona açılan han­kah ve medreseden teşekkül ettiği anla­şılmıştır. Muhammed Sultan Mirza’nin Ankara Savaşı’ndan sonra görevlendiril­diği askerî faaliyetler sırasında ölmesi(Sivrihisar 1403) Timur’u çok üzmüş ve Semerkant’a nakledilen veliahtın naaşı, büyük Ölçüde bitmiş olmakla beraber bazı mimari faaliyetleri henüz sürdürü­len külliye içinde geçici bir kabre kon­muştur. 1404 yazında batı seferinden dönen Timur külliyede bazı değişiklikler yapılarak bir türbe inşa edilmesini iste­miş ve derhal başlatılan inşaat, aynı yılın son ayları boyunca sürdürülen hızlı bir çalışma ile 1405 yılının Ocak ayında ta­mamlanmıştır. Ancak aynı günlerde Ti­mur’un ölmesi üzerine(18 Şubat 1405) türbeye Timur defnedilmiş ve bu tarih­ten sonra külliye Gûr-ı Emîr adıyla anıl­mıştır. Bir aile kabristanı olarak kullanıl­maya başlanan türbeye Tİmurlular’ın il­gisi büyük olmuş, hanedanın en önemli hükümdarlarından ikisi ve şehzadeler bu­raya demediImiştir. Bunlar Muhammed Sultan Mirza’dan başka onun kardeşi Pîr Muhammed Mirza, Timur’un oğulların­dan Celâleddin Mîrân Şah Mirza ve Şâh-ruh Mirza İle oğlu Uluğ Bey’dir. Türbede gömülü hanedandan gelmeyen tek kişi. Timur’un hocası ve yakın dostu olan Aziz Nur Seyyid Bereke’dir.

Gûr-ı Emîr’in inşasından sonra bakım, onarım ve yeni birimler eklenerek geniş­letilmesi işlerini üstlenen şahıslar İçinde en önemli kişi Uluğ Bey’dir. Otuz sekiz yıl süren veliahtlık ve Semerkant valiliği sü­resince türbeyle yakından ilgilenen ve hü­kümdarlığı sırasında da Semerkant’ta oturarak bu ilgisini devam ettiren Uluğ Bey. ilk önce Aziz Nur Seyyid Bereke’nin defnedildiği yıl içinde türbenin büyük meydana açılan ana eyvanı ile bağlantılı kapısını kapattırmış ve bugün Uluğ Bey Koridoru adıyla tanınan doğu tarafındaki ilâve giriş kısmını. 1434 yılında da külli­yenin günümüze kadar ayakta kalabilen diğer bir önemli kısmı olan büyük cümle kapısını inşa ettirmiştir. Öteki bölümle­rin zaman içinde harap olması sebebiyle bugün bu kapı ana külliye ve türbeden ayrı imiş gibi bir intiba bırakmaktaysa da kompleksin önemli bir parçasıdır. Türbe­deki son imar faaliyeti XVII. yüzyılda ger­çekleştirilerek batı kısmına büyük bir ey­van eklenmiştir; ancak bu inşaatın bitiri­lemediği görülmektedir.

Bir otorite ve hâkimiyet timsali olarak inşa edilen ve gökyüzünü örnek alan tür­be bütün ihtişamıyla uzun yıllar ayakta kalmış, bu arada çok sayıda seyyah ve tarihçi tarafından sitayişle zikredilmiştir.

Bunların en meşhuru, 1404 yılının son aylarındaki inşaat faaliyetine bizzat şahit olan, Kastilya Kralı III. Enrique’nin Timur nezdindeki elçisi Ruy Gonzalez de Clavijo’dur.

XVII. yüzyıldan sonra bakımsızlık sebe­biyle harap olmaya başlamış ve zamanla mimari bölümlerin bazıları yıkılıp tezyi­natın da büyük bir kısmı bozulmuştur. XIX. yüzyıl seyahatnamelerinde harap, fakat hâlâ muhteşem olduğundan bah­sedilen Gûr-ı Emîr XX. yüzyıla kubbesinin önemli bir bölümü yıkılmış, iç ve dış tez­yinatı çok bozulmuş, büyük cümle kapısı dışındaki diğer bölümleri ortadan kalk­mış vaziyette girmiş ve yüzyılın ikinci çey­reğinden itibaren Sovyet yetkilileriyle ilim adamlarının dikkatini çekmeye başla­mıştır. 1940-1950 yıllan arasında M. E. Masson ve V. A. Şişkin’in başkanlığında yürütülen arkeolojik çalışmalarla külliye­nin birimlerine ait temeller ortaya çıka­rılarak kompleksin plan durumu tesbit edildikten sonra V. H. Zasipkine başkan­lığındaki bir heyet tarafından dış kısım­ların restorasyonuna başlanmış, 1960-1970 yıllarında da iç kısımlar restore edil­miştir. 1941’deki arkeolojik araştırmalar sırasında türbenin ölü mahzeninde de faaliyette bulunulmuş ve antropolojik incelemeler yapılmıştır. Bu geniş kapsamlı ilmî çalışmalar çerçevesinde Sovyet şar­kiyatçısı A. A. Semenov türbe ve külliye içinde yer alan kitabeleri yayımlamıştır. Bu kitabelerin en uzunu ve tarihî bakım­dan en değerlileri lahitler üzerinde bulu­nanlar olup sahiplerinin kimliğini ve şe­ceresini vermektedir. Bugün Leningrad Ermitaj Müzesi’nde muhafaza edilen ve bu türbeden geldiği belirtilen mozaik bir çini kitabede binadan Timur’un mezarı diye bahsedilmektedir. Çok sayıda hat örneğinin tezyinî eleman olarak kullanıl­dığı türbe dışında, sanat tarihi ve tarih açısından önem taşıyan bir başka kitabe de külliyenin ana girişini teşkil eden ve merkezî meydana açılan Uluğ Bey’in yap­tırdığı taçkapının cephesinde bulunmak­ta ve bu çini mozaik kitabede eserin mi­marı Muhammed b. Mahmûd el-Bennâ et-İsfahânrnin adı okunmaktadır.

Türbenin de içinde yer aldığı külliyenin planı merkezî bir tören alanına göre ter­tip edilmiştir. Doğuda ve batıda bulunan medrese ile hankah karşı karşıya gelen girişleriyle bu meydana açılmaktadır. An­cak arkeolojik kazılar sonucunda tesbit edilen bu binalardan medresenin planı ortaya çıkarılmışsa da hankahınkini ke­sin biçimiyle çizebilmek mümkün olma­mıştır. Doğu-batı ekseni üzerinde bulu­nan bir giriş eyvanı ve karşısındaki bir ikinci eyvanla, kare bir avlu etrafına sıra­lanmış bölmelerden teşekkül eden med­rese kendi içinde bağımsız teşkilâta sahip bir bina olup Timuriu medreselerinin özelliklerini göstermektedir.

Külliyenin esas merkezî binasını teşkil eden türbe bütün tören meydanına hâ­kim durumdadır. Dışarıdan kenar uzun­lukları 8,75 m. olan bir sekizgen, içeri­den 10,22 x 10.22 m. ölçüsünde kare bir mekân olarak inşa edilen türbenin planı, sekizgen dış görünüme uygun düşen bir iç teşkilâta sahiptir. Bu teşkilât hem iç mekânın daha ferah olmasını sağlayacak, hem de kubbenin taşınmasını kolaylaştı­racak biçimde tasarlanmış ve oda dört yönde 4,56 x 2,83 m. ölçülerindeki dört nişle kenarlara doğru genişletilmiştir. Bu büyük nişlerin üzerinde bulunan gizlen­miş kemerler kubbeye geçişi destekle­mektedir. Yerden 22,55 m. yüksekliğe sahip bulunan 10 rn. çaplı iç kubbeye ge­çiş pandantiflerle sağlanmış, bunu örten 37 m. yüksekliğindeki 14,60 m. çaplı dış kubbe ise yuvarlak bir yüksek kasnak üzerine oturtulmuştur. Soğan biçimi dış kubbe, kaburga kemerler şeklindeki tez-yinî mahiyet gösteren mimari eleman­larla teşkilatlandırılmıştır. Yüksek kas­naktan bu kaburga kemerli soğan kub­beye geçiş mukarnaslar vasıtasıyla ger­çekleştirilmiştir. Türbe iç mekânının gü­neydoğu köşesindeki bir merdivenle ini­len cenaze mahzeni, dört yöne açılan dört kollu bir plana göre inşa edilmiştir.

Merasim avlusunun kuzeyinde yer alan büyük ve derin eyvan türbenin esas girişi iken sonradan Uluğ Bey tarafından ör­dürülmüş ve binanın doğu tarafında ya­pılan uzun bir ilâve ile giriş bu yöne alın­mıştır. Eski girişi teşkil eden kuzeydeki yüksek sivri kemerli büyük eyvan, bugün ancak şerefelerine kadar sağlam kalmış olan iki minareyle desteklenmiştir. Daha eski örneklerde olduğu gibi, bütün külli­yeye hâkim durumda bulunan giriş eyva­nının ve onun gerisinde yer alan ana ya­pının önemini belirtmek için inşa edildiği bilinen bu iki minare ile destekledikleri ey­van teşkilâtının, daha sonra yapılan ve bu­gün temelleri ortaya çıkarılmış olan ilâve­lerin arkasında gizli kaldığı anlaşılmakta­dır. Uluğ Bey tarafından inşa ettirilen kori­dor dört bölmeli bir geçittir ve her bölme­nin üstünde tonoz örtüler yer almaktadır.

Restorasyonlarla eski güzelliğine ka­vuşturulan türbenin ve büyük taçkapının tezyinatı muhteşem olup kapı ile türbe­nin cephesinde mozaik çinilerden, iç yü­zünde ise değişik malzemelerden fayda­lanılarak yapılmıştır. Taçkapının süsleme­leri, mukarnaslarla birlikte bitkisel mo­tiflerin hâkim olduğu bir görüntüye sa­hiptir. Türbenin dış cephesinde yer alan tezyinat farklıdır ve daha çok siyah ve fîrûze mozaik çiniler kullanılarak yapılmış kûfî yazı kuşakları ile geometrik motif­lerden oluşmaktadır. Sonradan ilâve edi­len mimari kısımların örttüğü bölümlerin dışında kalan yerlerden anlaşıldığına göre, sekizgen alt gövdenin dış cepheleri ism-i celâl ve ism-i nebevi, kubbe kasna­ğı ise “hüvelbâki” ibarelerinin meydana getirdiği kûfî hat örnekleriyle tezyin edil­miştir. Minarelerde de bu tip bir tezyina­tın bulunduğu anlaşılmakta, geometrik süsleme şeritleriyle son bulan kasnak üze­rindeki kubbenin ise lâcivert ve firuze çi­nilerle yapılmış geometrik tezyinata sa­hip olduğu görülmektedir.

Türbenin içi çeşitli malzemenin deği­şik tarzlarda kullanılmasıyla ağır ve göz alıcı biçimde süslenmiştir. Duvarların alt kısımları akik rengi altıgen çinilerle kap­lanmış ve bu kaplamalar bir mukarnas şeridiyle sonuçlandırılmıştır. Bu kısmın üstünde ve zeminden 2 m. yükseklikte yeşim zemin üzerine altın yaldız harfler­le yazılmış bir âyet kuşağı yer almakta, daha yukarıda da sıva üzerine yapılmış kalem işlerinin üstünde değişik malze­menin kullanıldığı yıldızlardan oluşan bir bölüm göze çarpmaktadır. Yan nişlerin üst kısımlarındaki mukarnaslar. firuze rengi boyalı ve altın yaldızlı kalıplanmış kâğıtla kaplanmıştır; bu kısmın üstünde de yine altın yaldız harflerle yazılmış bir kitabe şeridi bulunmaktadır. Kubbenin içi de kalıplanmış kâğıtla kaplanmış ve tepede karşılaşan palmetlerle süslenmiş­tir. Türbenin içinde bulunan lahitlerin en muhteşemi Timur’a ait olup koyu renk yeşimdendir; diğerleri ve ölü mahzenin­de bulunanlarsa mermerdendir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski