Ziya Gökalp ve Eğitim Anlayışı/Görüşleri, Hakkında Bilgi

Ziya Gökalp’in eğitim hakkındaki görüşlerini, aldığı eğitimin oluşturduğu birikimin yanı sıra dönemi­nin yerli ve yabancı eğitimcilerinin fikir­lerini inceleyerek ulaştığı kanaatler de yönlendirmiştir. Kendisinin önde gelen İslâm düşünürleri kadar bazı çağdaş Ba­tı filozofları üzerinde de incelemeler yap­tığı bilinmektedir. Ayrıca Türk folkloru hakkındaki araştırmaları, onun eğitimle ilgili görüşlerinin şekillenmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Kazandığı bu teorik bilgiler dışında rüşdiye, idâdî ve darülfünun gibi değişik seviyedeki okul­larda ders vermesi ve bu okul program­lan için yaptığı ıslahat teklif ve teşeb­büsleri de eğitimciliğinin uygulanması­na zemin teşkil etmiştir.

İmparatorluk devrinde aydınların sür­gün edildikleri şehirlerden biri olan Di­yarbakır’da doğmuş olması o dönemin sosyal, politik, kültürel ve ekonomik şart­ları içinde GÖkalp’in problemleri daha iyi kavramasına, devrin bazı aydınlarını yakından tanımasına imkân vermiş ol­malıdır. Bu arada GÖkalp Nâmık Kemal, Ziya Paşa ve Ahmed Midhat gibi devrin önemli kişilerinin eserlerini okumuştur. Ayrıca idâdîde öğrendiği Fransızca ile de FouülĞe, Tarde, Le Bon, Bergson ve Durkheim gibi Batı dünyasında isim yap­mış fikir adamlarının eserlerini incele­yerek bir taraftan geleneksel eğitim ve kültürün, diğer taraftan Batı fikir ve kül­tür hayatının gelişmesinden haberdar olmuştur.

GÖkalp’in eğitime dair düşünce ve tek­lifleri çeşitli kitap, makale ve şiirlerinde yer alırsa da özellikle 1915-1916 yılla­rı arasında Muallim mecmuasına “Millî Terbiye” başlığı altında yazdığı altı, “Ter­biye Meselesi” başlıklı iki ve 1918 yılı için­de Yeni Mecmua ‘ya eğitimde disiplin konusunda yazdığı beş yazıda yoğunla­şır (Makaleler V).

Ziya Gökalp cemiyet, fert. millet, mef­kure, medeniyet, kültür gibi kavramla­ra yüklediği sosyolojik anlamlar ışığın­da eğitimi “bir toplumda yetişmiş nes­lin yetişmekte olan nesle toplumun kül­türünü aktarması” şeklinde tanımlar ve aktarılacak olan şeyleri açıklamak için eğitimle öğretimi birbirinden ayırır. Eği­timi geniş anlamda kültürün, Öğretimi ise medeniyet içinde ulaşılan gerçeklik yargılarının aktarılması seklinde ele alan Gökalp’e göre öğretim bir anlamda fay­da amacı güder. Ekonomik çıkar, mad­dî kazanç, rahat bir yaşama düzeni sağ­lama öğretimin hedefidir. Çünkü öğre­tim “nâ-millî’dir, milletlerarasıdır; çağ­daş medeniyetin bilim ve tekniğine da­yanmaktadır. Türkiye’nin Batı medeni-yetiyle ilişkisi bu açıdan teknik yönde­dir.

Gökalp eğitimi kültüre bağlar. Eğiti­min amacı genç kuşağa millî kültürü ak­tarmaktır. Millî kültür milletin özünü oluşturur ve bir milletin hayati, dış görü­nüşünde çeşitli medeniyetlerin gelenek­lerinden oluşan ayn cinsten bir karmaşa gibi göründüğü halde, gerçekte birbiriy­le uyumlu kurumlardan meydana gelen katıksız bir kültürden ibarettir. Onun için kültüre ulaşmanın yollarını bilmek gerekir. Millî kültüre ulaşmak İsteyenler yabancı kültürün hayranı olmamalıdır; ortak bir geleneğin çeşitli milletlerde uğ­radığı değişiklikleri, yani farklı kurumları nasıl ortaya çıkardığını araştırmalıdır; bir kültürde mevcut zıt akımlar arasında­ki gizli bağlantı noktalarını bulmalıdır.

Türk milleti çağdaş bir toplum olma yolunda bulunduğuna göre eğitimde mil­lîliğin sağlanması, çağdaşlığına millîliği de ekleyerek onu olgunlaştıracaktır. Şu halde Türk çocuğu millî kültüre göre eğitim görmelidir. Eğitimin amacı kişi­lik sahibi fertler yetiştirmektir. Çünkü bunlar milletin seçkinlerini meydana ge­tirirler. Yapıcı ve yaratıcı kişiler bunlar arasından çıkar. Öte yandan Gökalp’e göre fert ancak millî kültürün temsilcisi olduğunda gerçek bir kişiliğe ulaşabilir.

Gökalp. daha 1916-1917 yıllarında Muallim mecmuasına yazdığı makalelerle sosyolojinin eğitime uygulanmasını sağ­lamaya çalışırken geniş anlamda eğiti­me sosyal ve kültürel muhtevası ile bakı­yordu. Bu anlayış çerçevesinde Gökalp’in millî kültür için tahrip edici gördüğü şey. medeniyetin ürünü olan fen ve tekniğin öğretilmesi değil yabancı milletlerin ge­leneklerinin benimsenmesidir. Bu gele­neklerin kültür süzgecinden geçmeden millî hayata karışması bünyeyi tahrip eder. Bir milletin ahlâkı, seciyesi ve zevk­leri kendine özgüdür. Dışarıdan kavram­lar, teknikler, metotlar alınabilir; duy­gular, heyecan ve zevkler ise bir kültü­re has unsurlardır.

Ziya Gökalp, Öğrenimlerini sürdüre­ceklerin yeni bilgilerle uzmanlaştıkların­da artık yeterince kültürel öğrenim görme fırsatı bulamayacaklarından, eğitim-Öğretimin İlk dönemlerindeki ders prog­ramlarında kültür derslerinin daha ağır­lıklı olmasını istemektedir. Eğitimin, top­lumun yetişen kuşağa fikir ve duygu­larını aktarması şeklindeki tanımı Durk-heim’inkinden farklı değildir. Fakat Gö-kalp’te yetiştirme unsuruna ağırlık ve­rilmiştir. Millî kültür halk içinde vardır. Bunu arayıp bulmak ve eğitim sırasın­da aşılamak gerekir. Eğitimin esası, halk içinde yaşayan bu ruhun okulda müs-bet ilimle terkip edilmesi suretiyle genç nesli bilgili ve iyi vatandaş olarak yetiş­tirmek olmalı, aydınların halkla, halkın aydınlarla iletişim kurması ve bütünleş­mesi bu şekilde sağlanmalıdır.

Gökalp. Türkiye’de kendi devrindeki eğitimin Batı’daki gibi karakterli, tutar­lı ve ahlâklı insanlar yetiştirmediği, koz­mopolit olduğu görüşündedir. Nitekim İstanbul’da Sahaflar Çarşısı medrese Öğ­rencilerine, Beyoğlu kitapçıları Avrupa maarifine. Babıâli’deki kitabevleri ise Tanzimat okullarına yönelik olarak işle­tilir. Buralarda yetişenler de sofu, Le­vanten ve Tanzimatçı tiplerini oluşturur. Bu kimselerde karakter ve tutarlılık gör­mek mümkün değildir. Bunun çözümü okulda kültürü (Türklük ve islâm­lık), pozitif bilgi ve Batıcılık’la yani çağ­daş medeniyetle birleştirmektir. Böyle­ce yeni nesil, hem İslâm ve Türklük de­ğerlerinden hareketle mevcut toplum­sal çevreye hem de pozitif ilimlerle koz­mik çevreye uyum gösterecektir. Şu hal­de Gökalp’e göre eğitimin hedeflerinden biri. kişinin öncelikle içtimaî ve tabii çevresine uyumunu sağlamaktır. Fert dil, din. ahlâk, estetik, hukuk, ekonomi vb. hususlarla ilgili değer yargılarıyla ahenk içinde sosyal çevreye uyum sağ­lar. Değer yargılan ise tabii olarak top­lumdan topluma değişir. Öte yandan her toplumda ortak olan gerçeklik yargıla­rının öğrenilmesi, medeniyetin yahut onu teşkil eden değerler olan bilim ve teknolojinin öğrenilmesi demektir. Gökalp’e göre, bir yandan değer yargıların­dan oluşan kültürü eğitimle ruhsal alış­kanlıklar haline getirirken Öte yandan medeniyeti oluşturan değerler konusun­da da çağa uyum sağlanacaktır.

Ziya Gökalp, sosyolojide pozitivist yak­laşımın metodoloji açısından takipçile-rindendir. Kendisi araştırmanın objektif olması, bunun için de sosyal olgunun araştırılmasında olgunun peşin hüküm­lerden soyutlanması ve bir nesne gibi ele alınması gerektiğini ifade eder. Ol­guların nesnel olarak ele alınmasıyla, dış görünüşlerindeki statik sınırların ve buradan hareketle his ve heyecanlarla karışmış dinamik nokta ve görünümle­rin tesbiti mümkün olacaktır. Gö­kalp’in sosyolojik açıdan problemlere yak­laşırken düşündükleriyle uyguladıkları arasında çelişkiye düştüğü Heyd tara­fından vurgulanmıştır. Ancak Gökalp, ülke­sinin meselelerini çözmek amacıyla sos­yolojik problemlerde yoğunlaşmış, hat­ta millî bir sosyolojinin temellerine de dikkat çekmiştir.

Gökalp’e göre bütün ilmî araştırma­lar gibi sosyolojik araştırmaların da üç temel şartı vardır,

a- Araştırma tama­men teorik olmalı, pratik faydaya yönel­miş olmamalıdır,

b- Duyguya değil akla dayanmalıdır,

c- Tümevarımcı olmalıdır. Gökalp kısaca, “Tetkikler nefsi (sübjek­tif) olmamalı, şey’î (objektif) olmalı” şek­linde özetlediği bu şartlara araştırma konusunun bağımsız bir gerçek olması şartını da ekledikten sonra Durkheim’i takip ederek bir toplumu onu oluşturan fertlerden farklı ve bağımsız bir gerçek olarak görmedikçe bilimin konusu yap­manın mümkün olmadığını ifade eder. Öte yandan nasıl din, hukuk, ekonomi, dil ve sanat millî pers­pektif açısından normatif karakter gös­teriyorsa, eğitimin sosyoloji açısından incelenmesi de normatif olup bir tür kül­tür sosyolojisi karakteri taşır.

Ziya Gökalp. herhangi bir kategori gi­bi ahlâkî sahanın da belli bir sebeplilik perspektifinden ilmî araştırma konusu olabileceğine inanır. Ahlâkî değerlerin aktarılmasındaki başarısızlığın eğitimde kargaşaya yol açtığını ileri süren Gökalp bu kargaşaya örnek olarak medrese, Le­vanten okulları ve Tanzimat mektepleri­nin telif edilemez durumunu gösterir.

Onun yöntem açısından bir özelliği de sosyal varlıkla fonksiyonel analiz ara­sındaki ilişkileri incelemesidir. Ona göre toplumda yeni oluşan dinamik karak­terlerin fonksiyonlarının kavranması ge­rekir. Milletin yaşadığı içtimaî hadise­ler, krizler, savaşlar vb. olaylar, sosyal bünye içinde millî idealler açısından or­taklaşa algılanıp belli sembollere dönüşürler. Bu idealler de milletin hayatında eğitim fonksiyonlarını sürdürür.

Gökalp’in ferdiyetçilik ve şahsiyet ay­rımının kavramsal temellerine indiği ve bu kavramlar arasındaki ilişkiyi kültür ve medeniyet ikilemi açısından tahlil et­tiği görülmektedir. Bu açıdan kültürle şahsiyet arasındaki ilişkilerin tahlili psi­koloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji alan­larının bir araya getirildiği bir bütünlük arzeder. GÖkalp, Amerikan ve Batı yak­laşımının davranışçı bir perspektif taşı­dığını, psikoloji ve psikiyatri ağırlıklı olduğunu ifade eder. Meselâ Broudy’de olduğu gibi bu yaklaşım tarzı istek, ar­zu, ihtiyaç ve eksikliklerin karşılanması. İnsanın kendi kaderini belirlemesi, ken­dini gerçekleştirme, kendine güven ve insanın kendisiyle bütünleşmesi gibi te­mel prensiplerde yoğunlaşmıştır. 1920-lerde yazılmış psikoloji kitaplarında da sıkça rastlanan bu prensipler, Gökalp’in yaklaşımında psikolojik olmaktan çıkıp sosyolojik bir nitelik taşımaya başlar.

Ziya Gökalp’in hangi tip ferdiyetçiliği savunduğu ve hangisini reddettiğine ge­lince, düşünüre göre şahsiyetin oluşma­sı mefkure, kolektif heyecan ve içtimaî şuurun ferdi sosyal şahsiyet haline ge­tirmesiyle mümkündür. Fert artık ken­di menfaatlerini unutur, bütün çabası­nı toplumun çıkan için kullanır. Böyle­ce fert toplumun kutsallığını hisseder ve toplumsallasın Yüksek derecede ah­lâk, dinî duygu ve kültürün Özümsenme-si onu güçlü bir şahsiyet yapar. Büyük adamlar bu duygu ile kavrulanlardır. Esasen pozitif şahsiyet de bununla ka­imdir.

Gökalp Türkleşmek, İslâmlaşmak ve muasırlaşmak prensiplerini eğitim gö­rüşleri açısından da ele almıştır. Muasırlaşmak, gerek teori gerekse uygula­ma açısından Avrupa’nın bilim ve tekni­ğinin alınması anlamına geliyordu. Gö­kalp’e göre Türk toplumu güçlenmek için bilim ve teknolojiyi kendisinin bir par­çası haline getirmek zorundadır. Toplu­mun ahlâkî ve manevî ihtiyaçları da din ve kültürle karşılanmalı, dolayısıyla eği­tim ve öğretim bu ihtiyaçları yerine ge­tirecek şekilde düzenlenmelidir.

İnsanın karakterini metafiziğe bağlı olmaksızın sosyal olgu açısından açıkla­yan Gökalp’in eğitim teorisi, okulun öğ­rencileri kitap kurdu olarak yetiştirme­sine, onlara karşı sert ve acımasız ol­masına, insan gerçeğiyle bağdaşmaya­cak katı bir disiplin uygulamasına karşı açık bir isyandır. Bu sebeple Gökalp, kültürün bir ürünü olarak yaygın eğiti­min eğitim alanındaki açıklan kapatmak üzere temel bir fonksiyonu olduğunu söyler. Gökalp’in eğitimde informel ar­kadaş ve referans gruplarına dikkati çe­kişi, bu konulara başkalarının da değin­miş olması muhtemel ise de VVillard Wal-ler’İn The Socioîogy ot Teacfting “inden çeyrek asır, Janes Coleman’ın The Adolescent Society’sİnden en az yarım asır ileridedir |Anar, s. XI], Ona göre eğitimin ana hedefi, millî seçkinleri yetiştirmek ve seçkinlerle kitleler arasındaki farklı­lığı azaltmak suretiyle eğitimin yaygın­laşmasını sağlamak olmalıdır. Kültür ve medeniyet arasındaki diyalog devam edeceğine göre eğitimin amacı sadece vatan severlik ve milliyetçilik olmama­lıdır. Gökalp’in temel düşüncelerinden biri. halkı kalitesizlikten ve kaderci ol­ma durumundan çıkarıp kendi kendini idare eden, inisiyatiflerini geliştirip kul­lanabilecek bir ruha yahut yaratıcılığa kavuşturmaktır ki böylece demokrasi ve çağdaşlaşma kendiliğinden oluşacaktır.

Öte yandan Gökalp’te disiplin mese­lesinin ele alınış biçimi, bugünün eğitim psikolojisinin ele aldığı şekilde bir iç di­siplin olarak görülür. Gökalp, cezalan­dırma ve korkutma ile iç disiplinin te­şekkül edemeyeceğini vurgulamış, fa­kat öğrencilerin disiplinli bir hayat sür­meleri halinde toplumun kurallarına da­ha kolaylıkla intibak edeceklerini belirt­miştir. Ona göre sosyalleştirme süreciy­le eğitimin ilişkisi açısından bütün yay­gın eğitim prensipleri, yani toplumda var olan ve henüz müfredat programla­rına alınmamış bulunan hususlar da top­lumun değerlerinin aktarılması bakımın­dan belli sonuçlar doğurmakta olup bun­ların gözden kaçırılmaması gereklidir. Gökalp, yaratıcı düşünme kabiliyetinin geliştirilmesine olan ihtiyacın farkında­dır; fakat yaratıcı kapasitenin kaynağı olarak sosyal hayatı gördüğü için bütün yaratıcılık kapasitesinin mefkurede var olduğunu kabul eder[393], Ona göre halk hikâyeleri ilmî bakımdan bir değeri yokmuş gibi görünürse de kahramanlarına atfedilen idealist azim­li ve insan üstü karakterler sebebiyle bu hikâyeler oldukça faydalıdır. Nitekim Mc. Clelland da millî karakterler ve bunların ekonomik gelişme ve modernleşme sü­reciyle ilgili problemlere etkisi bakımın­dan çocuk hikâyelerinin önemini vurgu­lamıştır.

Gökalp’e göre eğitimin görevlerinden biri de inisiyatif kullanabilme, mesuliyet yüklenebilme gibi hususlarda öğrencile­rin becerilerinin geliştirilmesidir. Eğitim fonksiyonel bir nitelik taşımalıdır. Öğ­rencilerin gelişmesi onların neyi tekrar edebildiğiyle değil, inisiyatiflerinin ne kadarını bağımsız olarak toplumun iyili­ği için kullanabilecekleriyle ölçülmelidir. Eğitimin kalitesi üretici vasfıyla orantı­lıdır.

Ziya Gökalp, kızlarına yazdığı mektup­lardan birinde öğrencinin en çok ilgi duy­duğu ve sevdiği ilim ve meslek dalına yönelmesi gerektiğine, çünkü çocukların hangi alana yeteneği varsa ondan zevk alacağına, böylece eğitimde başarının istidatları keşfetmeye bağlı olduğuna işaret ettikten sonra din ve ahlâk eğiti­mine de temas etmektedir. Bu alanlar­daki derslerin çocuklarda coşku uyan­dırması gerektiğini belirterek kendi dö­neminde bu derslerin coşkudan yoksun biçimde okutulduğundan çocuklara Al­lah ve mefkure sevgisi verilemediğin­den yakınmakta, onların bu duygulan ilâ­hilerden ve destanlardan aldıklannı, bu şekilde edebiyatın daha da önem kazandığını belirtmektedir.

Gökalp okulların her seviyede karma eğitim yapmasını savunmuştur. Ona gö­re öğretmen öğrencileri frenlemeden önce onları nasıl kontrol edeceğini ve onlara nasıl davranacağını bilmelidir. Öğretmenin öncelikli fonksiyonu, çocu­ğun ahlâkî gelişmesini olumlu yönde etkilemek ve Öğrenciye millî ülkünün ne olduğunu kavratmaktır.

Ziya Gökalp’in eğitim anlayışını şe­killendiren ana fikir, millî ve dinî (kül­tür) kimliği yitirmeksizin çağdaşlaşma­yı mümkün kılan bir eğitim sistemini oluşturma gayesinde yatmaktadır. Ona göre Türk Devleti, millî kültürün ve çağ­daş medeniyetin gereklerini yerine ge­tiren mefkûreci şahsiyetler yetiştirmek üzere teşkil edilmiş bir millî eğitim sis­temini hayata geçirdiği ölçüde geleceğe güvenle bakabilir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski