Gökçeada/İmroz Nerede, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

İmroz. Bugün Gökçeada adıyla bilinen, Çanakkale iline bağlı ilçe ve ada.

Ege denizinin kuzeyinde Çanakkale Boğazı’nın batısında Gelibolu yarımadasına 18 km. mesafede bulunmakta olup 279 km2’lik yüzölçümü ve 92 kilometrelik kıyı uzunluğuyla Türkiye’nin en büyük adaşı­dır. Stratejik açıdan büyük önem taşıyan adadaki Avlaka Burnu Türkiye’nin en batı ucunu oluşturur. 1970’li yıllara kadar kul­lanılan İmroz adı Grekçe İmbros’tan gelir. Bugün bu ad yerini Gökçeada’ya bırak­mıştır.

Adanın iskân tarihinin ne kadar eskiye indiğine dair kesin bilgiler yoktur. Burada yer alan antik İmbros şehrinin kimler ta­rafından kurulduğu da bilinmemektedir. Kaleköy yakınlarında harabeleri bulunan antik İmbros şehrinin ilk iskân yeri oldu­ğu düşünülmektedir. Burası kıyıda küçük bir körfeze bakan mevkide bulunuyordu. Diğer önemli yerleşme mahalli, kıyıdan 5 km. kadar içeride bugünkü ilçe merkezi­nin bulunduğu 50 m. yüksekliğindeki bir tepe üzerindeki antik Panagia idi. Milât­tan önce 500’de Atina’ya bağlanan ada bir asır sonra Delos birliğine tâbi oldu. Ro­ma hâkimiyeti ardından Bizans idaresi altına girdi. Latin istilâsı (1204) sırasında Latin İmparatorluğu’na dahil oldu. Latin hâkimiyetinin sona erişiyfe birlikte yeni­den Bizans toprağına katıldı. Stratejik önemi dolayısıyla Bizanslılar 1261’den iti­baren Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de tica­rî faaliyetlerini arttıran ve bazı adaları el­lerinde bulunduran Ceneviz ve Venedikli-ler’e karşı adayı ellerinde tutmaya çalıştı­lar. Özellikle komşu Taşöz ve Semadirek hâkimi Cenevizli Gattilusio ailesi İmroz’u kendi nüfuz alanı içine almak için gayret sarf etmekteydi. Bu maksatla XIV. yüzyıl­dan itibaren bölgede faaliyet gösteren Osmanlılar’ı buradan uzakta tutmak için her türlü siyasî manevrayı yaptıkları, hat­ta yıllık vergi ödemeyi kabullendikleri be­lirtilir. 1403’te bu sulardan geçen İspan­yol seyyahı ve elçisi Clavijo, İmroz’un Bi­zans’a ait olduğunu yazar. Yine 1444’te Anconah Cyriacus da buranın Bizans’ın elinde bulunduğunu belirtir.

İstanbul’un fethinden sonra aslen İmrozlu bir asilzade olan tarihçi Kritobu-los’un anlattıklarına göre adadaki idare­ci zümre korkuya kapılıp Kefalos Burnu’n elan İtalyan gemilerine binerek kaçmış; onların kaçtığını gören bir kısım halk da göç etme yolları aramaya başlamıştır. Kritobulos. bunun üzerine Gelibolu sancak beyi ve donanma kumandanı Hamza Bey’e haber yollayarak adalara hücum etme­mesi için anlaşma yaptığını, onun vasıta­sıyla diğer adalardan gelen temsilcilerin de dahil olduğu bir heyeti Fâtih Sultan Mehmed’e gönderdiğini, bunların şimdi­ye kadar süren idarenin devamına karşı­lık yıllık vergi vermelerini ve bunu topla­yacak bir idareci yollanmasını istedikleri­ni, bu şekilde halkın göçünü engellediğini yazar. Başpiskopos ve cemaat ileri gelenlerinden oluşan heyet, Enez hâkimi Pala-mede Gattilusio’nun gönderdiği temsil­cilerle birlikte hareket ederek adanın Pa-lamede’ye verilmesini de sağladı (1453). Fakat Palamede aynı yıl ölünce yerine bir oldu bitti ile geçen küçük oğlu Dorino (Doria), İmroz’a idareci olarak Joannes Laskaris Rhyndakanes’i gönderdi. Dorino’nun bir gâsıp olduğu kanaatinde bu­lunan halkın muhalefeti ve Osmanlı do­nanmasının Enez’e yürümesi üzerine Do­rino Semadirek’e kaçtı. Kaptanıderyâ Yû­nus Bey onu getirtmek için buraya bir ge­mi yolladı, kendisi de İmroz’a giderek zor­lukla ulaşabildiği Kefalos Burnu’nda Kri-tobulos’u yanına çağırtıp idareyi ona ver­di. Dukas ise 30 Haziran 1455’te Midilli hâkimi Dorinos’un Öldüğünü, yerine Do-minico’nun geçtiğini, bu şahsın da kendi­sini Midilli ve Limni için yıllık vergiyi padi­şaha götürmekle görevlendirdiğini, İm­roz’un bu sırada yıllık 1200 altın karşılığı Enez hâkimine verildiğini belirtir. Ancak Kritobulos’un İmroz’daki durumunu bir süre daha koruduğu anlaşılmaktadır. Onun, Limni ve Taşöz’e çıkartma yapan ve ardından yirmi gemiyi İmroz’a gönde­ren papalık donanmasını usta bir diplo­masiyle uzaklaştırmayı başardığı da bilin­mektedir (1456 sonbaharı). Daha sonra Kritobulos, Mora’daki Mistra Despotu De-metrius Paleologos’a haber göndererek İmroz ve Limni’nin ona verilmesinde ara­cılık yapabileceğini bildirdi. Nitekim Mo­ra seferi sonrasında bölgedeki mülkünü kaybeden Demetrius’a bu adaların ida­resi bırakıldı (1460).

1466’da Osmanlı-Venedik mücadelesi sırasında Venedikliler’in eiine geçen İm­roz 1470’te geri alındı. Bu kesin hâkimi­yetin başlangıcında adanın idarî statüsü hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Bu­nunla beraber XVI. yüzyıla ait tahrir ka­yıtlarından ada halkının Osmanhlar’a taraftar olduğu ve Venedikliler’e karşı mü­cadele ettiği anlaşılmaktadır. Bunun kar­şılığı olarak bazı vergilerden muaf tutulan ada Gelibolu sancağına bağlanmış ve Limni kadısının hukukî yetki alanı içine alın­mıştı. Ayrıca daha sonra bir nahiye olarak idarî statü de verilmiş oldu. İmroz’un XVI. yüzyıl başlarındaki durumunu tasvir eden Pîrî Reis buranın iki kalesi olduğunu, bi­rinin deniz kıyısında bir kaya üzerindeki İmroz, diğerinin daha iç kesimdeki İskinit adlarını taşıdığını yazar. Bu ifadeler, 925 (1519) tarihli Gelibolu Sancağı Tah­rir Defterîndeki İmroz’la ilgili kayıtlara göre oldukça yetersiz kalmaktadır. Bu deftere göre adada iki kale, iki de köy mevcut olup ge­lirleri sancak beyi hassına dahildi. Pîrî Reis’in İmroz adıyla kaydettiği iskele kıs­mındaki kale, defterde Balyanbolu sonra bundan bozma Balabanlu olarak geçer. Buraya bağlı toplam on üç mahalle adı kaydedilmiştir. Kale muhafızları ve Ayo-yani mahallesindeki az sayıda iki hâne, beş bekâr müslüman dışında ahalisi hı-ristiyanlardan oluşuyordu. Her biri ayrı yerleşme birimi olup dağınık bir özellik gösterdiği anlaşılan on üç mahalledeki hıristiyan nüfus toplamı 240 hâne, 194 mücerretten ibaretti. Vergi vermekle yü­kümlü olan bu nüfus dışında “müsellem” olarak kayıtlı bir başka grup daha vardı. Yetmiş üç kişiden oluşan bu hizmetli sta­tüsündeki zümrenin yanında ayrıca bu­nunla ilişkili bulunduğu anlaşılan “vele-dân-ı müsellemân” kayıtlı yetmiş yedi ki­şinin daha adları deftere yazılmıştı. Bu hıristiyan müsellem grubu yalıları koru­mak, hisarı beklemek, tamirini yapmak ve gözetleme görevini yerine getirmekle yükümlüydü. Bunların başı “sermüsel­lem” olarak belirtilen Anderye kaptandı ve nöbetleşe olarak hizmetlerini yapmak­taydılar. Günde nöbetle altışar kişi hisar hizmeti görüyordu. Veledân-ı müselle­mân kaydedilenler de bunların yedek kuv­vetleri yardımcı hizmetlileriydi. Yine ver­gi muafiyeti tanınmış bir başka grup üç aileden oluşan ve adanın ayanı, önde ge­len kimseleri olarak belirtilmişti. Bunlar muhtemelen adanın eski idarecilerinin soyundan gelen kimselerdi. Bu üç aile [Leşkeri v. Sivastopoli, Mihal v. Ralu, Pa­pa Kostantin v. Komneno] ve bunların ah­fadının kullandığı Laskaris, Paleolog (Mi­hal v. Raluoğlu Palolugo), Komneno gibi adlar onların şovlarıyla ilgili ipucu ver­mektedir. Bunlar 1530 yılında da yine biri hariç [Leşkeri v. Sivastopoli ailesi] durum­larını korumuşlardı.

936’da (1530) Balyanbolu yine bağlı mahalleleriyle birlikte kaydedilmiş olup top­lam nüfus 260 hâne, 149 mücerret be­kâr, 108 bîveden (dul kadın) ibaretti. Dolayısıyla 925’te (1519) kale hizmetlileri dışında sivil nü­fusun hemen hemen aynı kaldığı anlaşıl­maktadır. Bu son tarihte müsellem kayıtlı hizmetli grubun sayısı kırk dokuza, buna bağlı olan veledân-ı müsellemân zümresi de yirmi hâne, yirmi bir bekâra kırk bir nefer inmiştir. Her iki tarihte de sadece merkez Balyanbolu nüfusunun 2000 do­layında bulunduğu tahmin edilebilir. Bu­radaki mahalle olarak kayıtlı yerleşme bi­rimlerinin her biri birer papaza bağlı şe­kilde yazılmıştır. Bunlar muhtemelen ma­hallelerin temsilcisi sıfatını da taşıyorlar­dı. Doğrudan doğruya kilise adıyla anılan Aya Kiraki, Aya Yorgi ve Panaye mahalle­lerinden sonuncusunun bugün ilçe mer­kezine tekabül eden Panagia tepesinde bulunduğu tahmin edilebilir. Lonca adlı mahalle yine muhtemelen eski İmbros İskelesi’nin bulunduğu yerdeydi. Burası aynı zamanda bir iş ve ticaret merkeziy­di. Bunun hemen üstünde kale yer alıyor­du.

Adanın diğer kalesi İskinit (Dereköy) ikinci önemli merkezdi. Burası altmış iki hâne, elli iki bekâr nüfusa sahipti ve Tl-rindefil oğlu Papaz Yorgi’nin sorumlulu­ğu altındaydı. 936’da (1530) nüfusu yet­miş dört hâne. yirmi sekiz bekâr, sekiz de bîve olarak verilmişti. 977 (1569) yılına doğru İskinit daha da gelişti ve üç ma­halleli bir kasaba hüviyeti kazandı. Bu ta­rihte burada toplam 377 erkek nüfus (ne­fer) olduğu tesbit edilmişti. Bu iç kesim­deki kalenin nüfusunda görülen artış, muhtemelen deniz kıyısındaki yerleşme birimlerinin korsan baskınlarına açık ol­masından kaynaklanmaktaydı. Nitekim Balyanbolu Kalesi bu son tarihte önceki­lerden farklı olarak çoğu Papa Manol, Pa­pa Kostantin, Papa Stavri, Papa Kago gi­bi kişi adları taşıyan dokuz mahalleye ve toplam 486 erkek nüfusa sahipti. 925’ten (1519) buya­na burada nüfusça önemli bir değişme [yaklaşık 2000 kişi] olmamasına karşılık İskinit Kalesi, aradan geçen elli yıl içinde üç katına (400 kişiden yaklaşık 1200 kişiye) ulaşan bir artışa sahne olmuştu. 977’de (1569) tamamlanan tahrir sırasında İm­roz, Kanunî Sultan Süleyman’ın İstan­bul’daki cami ve imaretinin vakfı duru­mundaydı. 1556 tarihli vakfiyeye göre ada gelirleri buraya ait bulunuyordu ve bu vakıf statüsü adaya yeni imkânlar ta­şınmasına yol açmıştı.

İki kalesi dışında adanın iç kesimlerin­de yeni bazı yerleşim birimleri de oluş­tu. 925″te (1519) Ayatodori ve Ayavirini adlı iki köy varken 977’ye (1569) doğru köy sayısı yedi olarak belirtilmiştir. Bu köylerin önemli bir kısmı 936’dan (1530) sonra kurulmuş olmalıdır. İmroz’un zira­ata elverişli topraklara sahip olması yeni yerleşme yerlerinin teşekkülünde rol oy­namıştır. Bunlar içinde Anorfi adıyla ka­yıtlı olan köy muhtemelen daha önceki Ayavirini imlâsıyla yazılan köyle aynı yer­leşme yeriydi ve 977’ye (1569) doğru burası üç mahalle, 275 erkek nüfusuy­la üçüncü büyük iskân birimiydi. Diğer köyler arasında Giliki (Bademliköy), Agritiye (Tepeköy), Ayatodori (Zeytinliköy) bugüne ulaşan bir nüfus sürekliliği ka­zanmıştı.

XVI. yüzyıl boyunca İmroz’un ticarî fa­aliyeti Balyanbolu İskelesi’nden gerçek­leşmiş olup burada bir gümrük bulunu­yordu. Adaya gelen veya buradan gön­derilen her çeşit maldan gümrük rüsu­mu bu iskeleden tahsil ediliyordu. 925’te (1519) elde edilecek gümrük geliri tah­mini 14000 akçe idi. Bu rakam 936’da (1530) 6500, 977’ye (1569) doğru 12000 akçe dolayında olmuştur. Yine burada “papucciyan rüsumu” adlı bir vergi daha tah­sil edilmektedir. Bu da ayakkabı imalâ­tını hatıra getirmektedir. 977’ye (1569) doğru ticarî hacmin bir göstergesi olan ihtisab resminin 1500 akçe olduğu dikka­ti çekmektedir. Ada halkının statüsünde de bu yıllarda önemli bir değişme olduğu İmroz kanunnâmesinden anlaşılmakta­dır. Buna göre ada halkı 936’lara (1530) kadar cizyelerini toplu bir rakam (maktu) üzerinden öderken bu usul kaldırılarak herkesin kendi durumuna göre vergi ver­mesi Kanunlaştırıldı. Böylece şahısların vergi yükü nisbeten hafifletilmiş oldu. Ayrıca ada halkı avarız türü vergilerden de muaf tutulmuştu.

Ada halkının asıl geçim kaynağını zira­at ve hayvancılık teşkil ediyordu. Ziraata elverişli topraklan çeşitli mahsullerin ye­tişmesine imkân tanımaktaydı. Buğday, arpa, nohut, bakla, börülce, pamuk gibi ürünlerle zeytin, ceviz üretimi, bağcılık ve ipek böceği yetiştiriciliği de yapılıyor­du. Yine keten ekiminin yapıldığı, kebe denilen bir tür dokumanın köylerde imal edildiği anlaşılmaktadır. Özellikle koyun­culuk adanın başta gelen ekonomik geçim vasıtasını oluşturuyordu. Bir kısım adalının da balıkçılıkla ve sünger avcılığıyla meşgul olduğu, gemileriyle ticaret yap­tığı bilinmektedir,

İmroz adası XVII. yüzyılda Venedikliler’in saldırılarına hedef oldu. Girit savaş­ları dolayısıyla Venedikliler Çanakkale Boğazı’nı abluka altına aldılar ve Bozcaada ile birlikte İmroz’u da tehdit ettiler. 1655’te Çanakkale’den çıkıp Girit’e gitmek is­teyen Osmanlı donanması ada sularında Venedik gemileriyle çatıştı. Aynı yıllarda Evliya Çelebi İmroz hakkında çok az bilgi vererek buranın sadece limanı ve iki ka­lesinin olduğunu ve gayet mâmur bulun­duğunu yazar. İmroz 1698’de yine Venedikliler tarafın­dan tazyik edildi. Venedikliler adanın Kö­mür Limanı’na çıkarak halkı haraca kesti. 1110 Saferinde Ağustos 1698 Kaptanıderyâ Mezemorta Hüseyin Paşa idaresin­deki Osmanlı donanması İmroz’daki Ve­nedik gemilerinin üzerine yürüdü ve on­ları geri çekilmeye mecbur bıraktı. Adaya çıkan Hüseyin Paşa halktan Venedik do­nanması hakkında bilgi toplamaya çalıştı ve bir süre burada kaldı. Bundan sonra ada bazı korsanlık faaliyetleri dışında önemli bir tehlikeyle karşılaşmadı. XIX. yüzyılda bir kaza statüsünde olduğu be­lirtilen İmroz 1831’de toplam 2505 kişi­lik erkek nüfusa sahipti. 1256 (1840) sayımına göre Agritye, Ayatodori, Giliki. İskinit, Panaye ve Kal’a adlı altı köyü olan adada toplam 2815 erkek nüfus tesbit edilmişti. 1886’da ise burada toplam 9116 kişi yaşıyordu. Bütün bu rakamlar XVI. yüzyıldaki nüfusla hemen hemen aynı hacmi göstermekte ve adada büyük öl­çüde nüfus değişikliği olmadığını düşün­dürmektedir. Aynı yıllara ait salnamele­re göre adada bir cami. sekiz kilise, yedi mektep vardı. Balkan savaşları sırasında Yunanlılar tarafından işgal edilen İmroz (1912) ertesi yıl yapılan Londra Konferan-sı’nda Osmanlılar’a bırakıldı. Çanakkale savaşları esnasında müttefik güçlerin destek ve ikmal merkezi oldu. Nihayet Lozan Antlaşması ile Çanakkale Boğazf-nın emniyeti açısından Türkiye Cumhuriyeti’ne aidiyeti kabul edildi.

İmroz’un nüfusu 1927’den bu yana gi­derek arttı. Adanın Rum ahalisi zamanla bura­dan göç ederek azaldı. Tarıma elverişli nâ­dir adalardan olan İmroz’da günümüzde sekiz yerleşme merkezi vardır. Bunlar il­çenin ve adanın merkezi ve eski adı Çı­narlı olan kasaba ile Bademli, Dereköy, Kaleköy. Tepeköy. Uğur­lu, Yenibademli ve Zeytinliköy’dür. Bağ­cılık, koyun yetiştiriciliği, balıkçılık yapı­lan adada 1961’den sonra gelişim hızlan­mış ve giderek bir turizm beldesi haline dönüşmüştür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski