Hasîrîzâde Tekkesi. İstanbul Sütlüce’de bulunan, son devir tekke mimarisinin önemli örneklerinden bir Sa’dî tekkesi.
Hasırcızâde Tekkesi olarak da anılan tekke, Beyoğlu ilçesinin sınırlan içinde bulunan Sütlüce semtinde Elifî Efendi sokağı ile Çavuşbaşi Mescidi’nin sınırladığı bir arsada yer alır. Tekkenin banisi Hasîrîzade Şeyh Mustafa İzzî Efendi (ö. 1239/1823-24). Mısır’ın Demenhûr şehrinden olup Hasırcı Hoca lakabıyla tanınan Şeyh Halil Efendi’nin oğludur. Sa’diyye tarikatının İstanbul’daki en eski faaliyet merkezlerinden Eyüp’te Taşlıburun Tekkesi’nin beşinci postnişini Kırımlı şeyh Süleyman Sıdkı Efendi’nin damadı ve halifesi olan Mustafa İzzî Efendi mürşidinin vefatı üzerine Sütlüce’ye taşınmış, bir müddet sonra kiracı olarak oturduğu evi çevresindeki bir araziyle birlikte satın alarak 1199’da (1785) kendi tekkesini kurmuş, 1201 (1787) yılında da vakfiyesini düzenlemiştir.
Bu ilk yapının mütevazı ölçülere sahip bir zaviye olduğu tahmin edilebilir. Nitekim kuruluşundan kısa bir süre sonra muhtemelen XIX. yüzyılın başlarında, Mustafa İzzî’nin kardeşi saray hasırcı-başısı Emin Ağa’nın aracılığı ile III. Selim tarafından genişletilerek yenilenmiştir. Tekke, II. Mahmud tarafından 1231 (1816) ve 1252 (1836) yıllarında iki defa yeniden inşa ettirilmiş, bu arada tev-hidhâneye bir hünkâr mahfili eklenerek tam teşekküllü bir tarikat kuruluşu niteliğine kavuşturulmuştur. II. Abdülhamid, zamanla harap olan binalarını 1305’te (1887) cümle kapısı hariç yeni baştan yaptırmıştır. Bu yapılar tekkenin son postnişini Elif Efendi tarafından tasarlanmıştır.
Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra Vakıflar İdaresi’nin mülkiyetine geçen tevhidhâne-türbe binası giderek harap olmuş, türbe kanadı çökerek tarihe karışmıştır. Şeyh Elif Efendi’nin oğlu Şeyh Yûsuf Zahir Efendi’nin damadı tarihçi ve yazar Midhat Sertoğlu’nun girişimiyle 1960’lann başında tevhidhâne Vakıflar tarafından tamir ettirilmiş, ancak onarımdan sonra yine kendi haline terkedilmiştir. 1979’da bazı hayır sahipleri tarafından çatısı elden geçirilen yapı bugün çökme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Son yıllarda tevhidhânenin bir kısım kitabeleri ve süsleme ayrıntıları çalınarak satılmıştır. Hasîrîzade ailesinin mülkü olan harem-selâmlık binası 1970’lere kadar kısmen mesken olarak kullanılmış, 1983 yılında içindeki kıymetli hat levhaları, tarikat eşyası ve kitaplarla birlikte yanarak tarihe karışmıştır.
Tekkenin meşihatı sonuna kadar Sa’-diyye’ye bağlı kalmış, banisinin neslinden gelen ve Hasîrîzâdeler olarak anılan ailenin tasarrufunda bulunmuştur. Mustafa İzzî Efendi’nin oğlu ikinci postnişin Şeyh Süleyman Sıdkı Efendi (ö. 1253/ 1837) güzelliğinden ötürü Şeyh Sülün lakabı ile tanınırdı. Fatih Çarşamba’daki Murad Molla Tekkesi şeyhi ve aynı semtteki Mesnevîhâne Tekkesi’nin banisi, devrinin en ünlü mesnevîhanı Nakşibendiyye’den Şeyh Murad Efendi’den Meşnevî okuyarak icazet almış, ayrıca Mevleviyye ve Nakşibendiyye tarikatlarına da intisap etmiştir. Hasîrîzade Tekkesi’nin tarihinde Mevleviyye ile olan yakınlığı ve tekkede Mesnevi eğitimi Süleyman Sıdkı Efendi ile başlamıştır. Süleyman Sıdkı Efendi’nin büyük oğlu İsmail Necâ Paşa askerlik mesleğini seçmiş, ortanca oğlu Şeyh Hasan Rızâ Efendi (ö. 1302/1884) küçük kardeşi Ahmed Muhtar Efendi ile birlikte posta oturmuşsa da aşın cezbeli yaratılışı yüzünden 1864 yılında meşihatı terkederek Üsküdar’da bir evde inzivaya çekilmiştir.
Tekkenin üçüncü postnişini Şeyh Ahmed Muhtar Efendi (ö. 1319/1901), XIX. yüzyılın ünlü mesnevîhanlarından, Eyüp Gümüşsuyu’ndaki Hatuniye Tekkesi postnişini Nakşibendî şeyhi Hasan Hüsâmeddin Efendi’den Mesnevi okumuş, ayrıca Şâzeliyye tarikatından da hilâfet almıştır. 1297’de (1880) yerine oğlu Elif Efendi’yi vekil tayin ederek hacca gitmiş, dönüşte de meşihatı ona bırakmıştır. Tekkenin son postnişini Elif Efendi’nin meşihat döneminde Hasîrizâde Tekkesi parlak bir tasavvuf ve sanat hayatına sahne olmuş, devrin ileri gelen âlimleri, tarikat şeyhleri, mûsiki, edebiyat ve hat üstatları, devlet adamları ve saray mensupları tekkedeki âyinlere, mesnevi derslerine ve sohbetlere devam etmişlerdir.
Halic’e (batıya) doğru alçalan tekke arsasının güneybatı köşesinde yer alan cümle kapısı kesme köfeki taşıyla Örülmüştür. Empire üslûbunu yansıtan kapıda yanlardan toskan başlıklı pilastrların kuşattığı sepet kulpu biçimindeki kemerin üzerine, beyzî bir madalyon içindeki II. Mahmud tuğrasının iki eşit parçaya ayırdığı 1252 (1836-37) tarihli manzum kitabe yerleştirilmiştir. Kitabenin metni Süleyman Sıdkı Efendi’ye, ta’lik hattı ise Arapzâde Mehmed’e aittir.
İstinat duvarları ile setlere ayrılmış olan arsanın batı yönünde en alçakta kalan sete, kuzey-güney doğrultusunda gelişen ve harem, selâmlık, mutfak bölümlerini barındıran ahşap bina yerleştirilmiştir. Kagir bir bodrum üzerinde yükselen ve harem kanadında bir çatı katıyla donatılmış bulunan yapının güney kesimi selâmlığa, kuzey kesimi hareme tahsis edilmiş, köprü şeklindeki bir mâbeyn odasıyla birbirine bağlanan bu iki kanadın arasına, küçük bir avlunun gerisine tekkenin mutfağı yerleştirilmiştir. Bu yapının önündeki ve arkasındaki bahçeler de harem-selâmlık taksimatına bağlı olarak tuğla örgülü duvarlarla ikiye ayrılmış, öndeki (batıdaki) duvarın selâmlık bahçesi tarafında, II. Abdülhamid devrinde moda olan yapay kayalıklara yaslanan bir havuz tasarlanmıştır. XIX. yüzyıl ahşap sivil mimarisinin özelliklerini yansıtan bu binada harem ve selâmlık bölümlerinde orta sofalı plan tipi uygulanmış, çeşitli boyutlardaki odalar ve helalar kanatların ekseninde gelişen sofalara açılmış, zemin katta ve üst kattaki sofaları birbirine bağlayan merdivenler, Tanzimat devri saray ve konaklarındaki gibi üç kollu olarak tasarlanmıştır. Güneye açılan selâmlık girişiyle batıya bakan harem girişinin üzerinde dökümden mamul sütunlara oturan çıkmalar yer alır. Selâmlık girişinin üzerindeki çıkma şeyh odasına aittir. Bu odanın yanında Elif Efendi’nin özel kütüphanesini barındıran kitap odası bulunmaktadır.
Selâmlık girişinin karşısında (güneyinde), yekpare beyaz mermerden yontulmuş dikdörtgen prizma biçiminde bir abdest teknesi yer alır. Teknenin geniş ve dar yüzüne İki parça halinde, beyzî madalyonların içine yerleştirilmiş olan 1287 (1870) tarihli ta’lik hatlı manzum kitabe Aziz Bey’in imzasını taşımakta ve Nazif Ağa’nın vasiyeti üzerine kardeşi İsmail Paşa tarafından yaptırıldığını belgelemektedir. Abdest teknesinin arkasında, bahçe duvarına bitişik olarak tuğla duvarlı ve ahşap çatılı ahırın yıkıntıları dikkati çeker. Diğer taraftan, kuzey yönünde küçük bir hamam bölümünün bulunduğu harem kanadının arkasındaki bahçede yer alan su haznesine ait kitabede Hacıbekirzâde Ali Bey’in. babası Muhyiddin Efendi’nin ruhu için tekkenin su yollarını tamir ettirdiği ifade edilmektedir. Tevhidhânenin şerbethâne odasında korunmaya alınmışken çalınan bu kitabenin metni ve ta’lik hattı Şeyh Elif Efendi’ye aittir.
İkinci sette yer alan ve tevhidhâne ile buna bağımlı birimleri (şerbethâne, zâ-kirbaşı odası, hünkâr mahfili ve kasrı) barındıran ana bina güney cephesinde türbeye bitişmekte olup dış görünümü itibariyle ahşap bir konağı andırır. Kagir duvarlı bir havalandırma bodrumunun üzerine oturan iki katlı ahşap yapının batı cephesinde üç adet giriş sıralanır. Cephenin ortasında yer alan, şeyh efendinin, dervişlerin ve erkek misafirlerin kullandığı ana girişle selâmlığın üst katında arka cephesinde yer alan kapı arasında demir ızgaralı bir kaldırım uzanır. Tevhidhânenin ana girişi iki yandan ahşap dikmelerle kuşatılmış, camlı kapılarla donatılmış ve mermer bir kitabe levhasıyla taç-landırılmıştır. Metni Şeyh Ahmed Muhtar Efendi’ye, ta’lik hattı oğlu Elif Efendi’ye ait olan bu manzum kitabe 1305 (1887-88) tarihini taşımakta. II. Abdülhamid ile Tophane Müşiri Seyyid Mehmed Paşa’nın adlarını vermektedir. Üzerinde, son yıllarda yerinden sökülerek bir özel koleksiyona intikal etmiş bulunan Elif Efendi’nin ta’lik hattıyla yazılmış 1318(1900) tarihli mermer âyet levhası yer almaktaydı.
Kitâbeli ana girişin açıldığı taşlıktan tevhidhâneye, şerbethâneye, zâkirbaşı odasına ve hünkâr mahfili merdiveninin altındaki ardiyeye geçilmektedir. Zemini mermer kaplı, duvarları raflarla donatılmış olan şerbethâneden tevhidhâneye bir servis penceresi açılmakta, ayrıca fevkanî kadınlar mahfiline geçit veren harem kapısının gerisindeki küçük holle şerbethâne arasında bir dönme dolap bulunmaktadır. Mûsiki aletlerinin ve âyin kıyafetlerinin korunduğu, zâkirbaşi odası olarak anılan küçük mekân hünkâr girişiyle de bağlantılıdır. Ana girişin solunda (kuzeyinde) yer alan ve harem bahçesine açılan girişle sağında bulunan hünkâr girişi, üst katta tevhidhâneyi kuşatan kadınlar mahfiline ve hünkâr mahfiline ulaştıran merdivenlere geçit vermektedir.
Kareye yakın dikdörtgen planlı (12,35 x 10,70 m.) bir alanı kaplayan tevhidhânenin ortasında âyinlere ayrılmış bulunan bölüm köşeleri pahlı kare bir plan arzetmekte ve iki kat boyunca yükselmektedir. Bu bölümün çevresinde, her iki katta da kare kesitli on altı adet ahşap sütun sıralanır. Zemin katta mihrabın önündeki sütun açıklığı dışında, sütunların arası ahşap korkuluklarla kapatılarak bunların gerisinde kalan ve zemini bir sekiyle yükseltilmiş olan saha erkek seyirci mahfilleri olarak değerlendirilmiştir. Mihrap duvarının önünde, üç sütun açıklığına tekabül eden ve zâkirler maksuresi olarak kullanılan kesim ahşap korkuluklarla bu mahfillerden ayrılmıştır. Üst kattaki sütunların arasında bulunan korkuluk duvarlarının yüzeyi çıtaların çerçevelediği yatay dikdörtgen panolara ayrılmış, bunların içine, Şeyh Ahmed Muhtar Efendi’nin Sa’djyye tarikatı pîri Sa’deddin el-Cibâvî’ye ithaf ettiği methiye, oğlu Elif Efendi’nin ta’lik hattıyla ve siyah zemine yaldızla (zerendûd tekniğiyle) yazılmıştır. Branda üzerine yazılmış olan bu nefis yazı panoları da yerlerinden sökülüp kayıplara karışmıştır.
Güney cephesinde çıkıntı yapan mihrap nişi ortadaki büyük, yanlardaki küçük boyutlu üç adet yarım silindirden oluşur. Silindirlerin kesişme çizgilerine burmalı ahşap sütunçeler yerleştirilmiştir. Mihrabın sağındaki iki pencere bahçeye, solundaki kapıyla diğerlerinden daha geniş olan pencere ise türbeye açılır. Mihrabın yanında duran ahşap mesnevi kürsüsü ile sakal-ı şerif muhafazası paramparça edilmiş durumdadır. Tevhid-hâneyi doğu yönünde sınırlayan duvarla aynı yöndeki sokağın istinat duvarı arasına nemi önlemek amacıyla ince uzun dikdörtgen bir ardiye yerleştirilmiştir.
Üst katta mihrabın önündeki sütun açıklığı dışında, âyin mekânını sınırlayan sütunlarla duvarlar arasında kalan sahanın güneybatı kesimi hünkâr mahfili, geriye kalanı da kadınlar mahfili olarak değerlendirilmiştir. Aralarında bir kapıyla bağlantı kurulmuş olan bu mahfillerde korkuluk duvarlarının üzerinde ahşap kafesler yer alır. Hünkâr mahfiline ait olan kafes birimleri diğerlerine göre daha seyrek dokulu olup ihtiyaç halinde pencere gibi açılıp kapanabilecek şekilde imal edilmiş ve oymalı hotozlarla taçlandı almıştır.
Üst katın batı kesimini işgal eden minyatür bir hünkâr kasrı niteliğindeki kanat, bir sofa ile buna açılan iki oda ve bir hela-abdestlik biriminden oluşur. Büyük boyutlu olan ve padişahın dinlenmesine, şeyh efendiyle sohbet etmesine tahsis edilmiş bulunan oda, yapının giriş cephesinde hünkâr kapısının üzerinde dökümden mamul süslü konsollara oturan bir çıkma ile genişletilmiştir. Daha küçük boyutlu olan diğer oda ise padişahın maiyetinde bulunanlara ayrılmıştır.
Dikdörtgen planlı türbe kuzey yönünde tevhidhâneyle, doğu ve güney yönlerinde de istinat duvarlarıyla kuşatılmıştır. Türbenin batıya (bahçeye) açılan bir dizi dikdörtgen pencereyle aydınlandığı ve bu yöne doğru meyilli bir çatıyla örtülü bulunduğu bilinmektedir. Çatı çöktükten sonra ahşap sandukaların yerine betondan basit kabirler ve Latin harfli küçük mermer kitabeler konmuştur. Türbede, tekkenin batısındaki hazîrede gömülü olan Elif Efendi dışında tekkenin diğer postnişinleriyle Tophane Müşiri Seyyid Mehmed Paşa gömülüdür.
Tevhidhânenin güneyinde türbe kanadının batısında yer alan sarnıcın üzeri, yazlık sohbet mahalli olarak kullanılan bir sofa şeklinde düzenlenmiştir. Sofanın tam ortasındaki şerit kabartmalarıyla süslü mermer bilezik çalınmıştır. Türbenin üzerinde yer aldığı setle bu sofa arasında Şeyh Hasan Rızâ Efendi’nin eşi Ze-liha Samiye Hanım ile Şeyh Ahmed Muhtar Efendi’nin eşi Fatma Biâse Hanım’a ait iki mezar bulunmaktadır.
Cephelerine yalın bir ifadenin hâkim olduğu tevhidhâne binasının barındırdığı mekânlarda, II. Abdülhamid devrinin giderek Türk kökenli unsurları bünyesinde barındırmaya başlayan eklektik zevkine uygun süslemeler bulunmaktadır. Zemin katın duvarları panolara taksim edilerek içleri, yeşil ve sarı renkte somaki kaplamaları taklit eden boyamalarla doldurulmuş, ahşap sütunlar da yeşil porfiri hatırlatacak şekilde boyanmıştır. Mihrapta yeşil ve kırmızı zeminler üzerinde, kûfî yazıdan bozma örgülü motiflerin arasında besmele ile “yâ ma’bûd” ibaresi, ayrıca rûmîve palmet motifleri görülür. Üst kattaki sütunlara oturan kirişin yüzeyi alternatif olarak kare ve dikdörtgenlere ayrılmış, karelerin içine sekiz kollu yıldızlar, köşeleri rûmîlerle dolgulanan dikdörtgenlerin içine de kûfî besmeleler yerleştirilmiştir. Âyin mekânının tavanında ortada sekiz kollu büyük bir yıldız, kenarlarında buna paralel “L” biçiminde, üçgenlerle sonuçlanan dört adet kartuş bulunmakta, bunların içinde de beyaz, siyah, yeşil ve kırmızı ile resmedilmiş örgü motifleri, yıldızlar ve şemseler yer almaktadır. Yapıdaki diğer mekânların tavanları “çubuklu” denilen türdedir. Hünkâr mahfiliyle buna bağlı birimlerin duvarlarında dikdörtgen panoların içine rûmîlerle dolu şemseler ve köşebentler resmedilmiştir.
Hasîrîzâde Tekkesi’ndeki bezemelerin en ilginci, kadınlar mahfiline ait kafeslerin üzerine resmedilmiş olan hurma ağaçlarıdır. Osmanlı süsleme sanatında diğer birtakım bitkilere oranla pek az kullanılmış olan bu motifin varlığı, hurmanın Sa’diyye tarikatı erkânında önemli bir sembolik yerinin olmasıyla açıklanabilir. Özellikle bu bağlamda “hurma tekbirlemek” olarak adlandırılan tarikata intisap töreninde dervişlere şeyhleri tarafından tekbirle hurma yutturulması söz konusu bezemeyi anlamlı kılmaktadır. Örneklerine az rastlanan, kafes üzerine boyama tekniğini sergilemesi bakımından önemli olan bu kafesler de son yıllarda eski eser yağmacılarının hışmına uğramıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi