Haşr Suresi Nedir, Kaç Ayet, Fazileti, Kaçıncı Suredir, Nelerden Bahseder, Hakkında Bilgi

Haşr Sûresi. Kur’ân-ı Kerîm’in elli dokuzuncu sûresi.

Medine döneminde Uhud Gazvesi’nden sonra hicretin 4. yılında nazil olmuştur. Yir­mi dört âyet olup fasılaları (o * f < ^ « o) harfleridir.

Sûre. ismini ikinci âyetteki “ilk sürgün” anlamına gelen “li evveli’l-haşr” ifadesin­den alır. Burada sözü edilen haşrin kıya­met gününde mahşerdeki toplanmayı ifa­de etmediği. Benî Nadîr adlı yahudi kabi­lesinin Medine’deki yurtlarından çıkarılıp sürgüne gönderilmesiyle ilgili olduğu, hem sûrenin âyetlerinden hem de tefsir kaynaklarında verilen bilgilerden anlaşıl­maktadır. Bundan dolayı sûreye Benî Na­dîr sûresi de denmiştir. Buhârî’nin el-Câmi’u’s-sahîh’inde (“Tefsîr”, 59/1} yer alan bir rivayete göre Saîd b. Cübeyr, Ab­dullah b. Abbas’ın yanında bu sûreyi Haşr sûresi diye andığında İbn Abbas sûrenin Benî Nadîr adını taşıdığını söylemiştir. İbn Hacer el-Askalânî, Abdullah b. Abbas’ın isim üzerinde titizlikle durmasını, âyetteki haşr sözünün “kıyamet günün­deki toplanma” şeklinde anlaşılmasından duyduğu endişeye bağlamaktadır.

Sûrenin nüzul sebebi, Nadîroğulları’nın daha önce Hz. Peygamber ile imzala­dıkları tarafsızlık antlaşmasını bozmala­rıdır. Müslümanların Bedir zaferine sevin­diklerini ve Tevrat’ta, sancağı yere düş­meyecek olan muzaffer peygamber diye anılan âhir zaman nebisinin bu peygam­ber olduğunu söyleyen iki yüzlü müttefik­ler. Uhud Gazvesi’nin müslümanlar aley­hine sonuçlanması üzerine fikir değiştir­mişlerdi. Reisleri Kâ’b b. Eşref, yanına bazı adamlarını alarak gizlice Mekke’ye gitmiş, müşriklerin reisi Ebû Süfyân ile bir ittifak antlaşması yapmıştı. Bu iha­neti öğrenen Resûl-i Ekrem, onları hiç beklemedikleri bir anda kendi yurtların­da kuşatma altına almıştı. Nadîroğulları. evlerinin muhkem yapılardan meydana gelmiş olmasına ve münafıkların reisi Ab­dullah b. Übey b. Selûl ile Mekke müşrik­lerinden ve diğer yahudi kabilelerinden gelecek yardımlara güveniyorlardı. Hal­buki hiçbir yerden yardım gelmemiş, Al­lah onların yüreklerine korku düşürmüş ve müslümanların bu kuşatması karşısın­da çaresiz kalarak yurtlarını terkedip sür­güne razı olmuşlardı. Müslümanlar ise bu başarıyı birlik ve beraberlik içinde ka­rarlı bir tutumla elde etmişlerdi. Sûrede yer alan bütün âyetler, bir toplumun Allah’a inanıp güvenmek ve O’nun rızâsını gözetmek sayesinde nasıl güçlü bir birlik oluşturacağına dikkat çeker; böyle bir milletin Önüne çıkan bütün engelleri aşa­bileceğini vurgular. Sûrenin asıl amacı müminlere tereddütsüz bir iman. üstün bir ahlâk, sarsılmaz bir maneviyatla yar­dımlaşma ve dayanışma ruhu kazandır­maktır.

Haşr sûresini üç bölüme ayırmak müm­kündür. Birinci bölüm (âyet 1-10), gök­lerde ve yerdeki bütün varlıkların Allah’ın yüceliğini dile getirdiğini. O’nun güçlü ve hikmet sahibi olduğunu bildiren bir âyet­le başlar. Savaş yapmadan elde edilen başarının sırf Allah’ın izni ve yardımıyla meydana geldiğini, bunu daha önceden Benî Nadîr yahudilerinin de müslüman­ların da beklemediğini belirten ikinci âye­tin sonunda bu olaydan herkesin ders al­ması gerektiği vurgulanır. Üçüncü âyet­te yeminini bozmuş, inanç ve değerleri­ne bağlılığını yitirmiş bir topluluk için sür­günün en hafif ceza olduğu, aslında böy­le bir toplumun dünyada da âhirette de daha ağır cezaları haketmiş bulunduğu açıklanır. Bunun ardından Allah’ın, andı bozan fâsıkları rezil ve rüsvâ edeceğine dikkat çekilir. 7-8. âyetler, gayri müslim-lerden silâh kullanmadan elde edilen ve İslâm devletinin gelir kaynaklan arasında yer alan feyin taksim esaslarını belirle­mektedir. 7. âyetteki, “Böylece o mallar içinizden yalnız zenginler arasında dola­şan bir imkân olmasın” anlamına gelen bölüm, kamu mallarının sosyal adaleti ve refahı yaygınlaştırma yönünde kullanıl­masını gerekli kılması bakımından özet bir önem taşımaktadır. Ayrıca âyette, ge­rek fey vb. devlet mallarının kullanımı ge­rekse diğer dinî, hukukî ve ahlâkî konu­larla ilgili olarak Hz. Peygamber’in orta­ya koyduğu sarih hükümlerin değiştiri­lemez olduğuna da işaret edilmektedir. Medineli ensarın Mekkeli muhacirlere karşı beslediği kardeşlik duygularını, bu­nun sonucu olarak kendilerine kucak açıp öz canlarına tercih etmelerini anlatan 9. âyet, İslâm toplumundan beklenen ve Kur’ân-ı Kerîm’in geneline hâkim olan sosyal dayanışma ruhunun karakteristik ifadelerini kapsar. Nitekim 10. âyet, diğer müslümanların da aynı kardeşlik duygu­larını taşımaları gerektiğini vurgulamak­tadır. Ayrıca 9. âyette en büyük kurtulu­şun insanın bencillikten, nefsinin çıkar düşkünlüğünden uzaklaşması ile elde edi­lebileceği, 10. âyette de iman edenlerin birbirine karşı yüreklerinde kin tutama­yacakları bildirilir.

İkinci bölümde (âyet 1 l-17|yeralanve münafıklarla yahudilerin sürgünden ön­ceki ilişkilerinden bahseden âyetler, mü­nafıkların ve Ehl-i kitap’tan oldukları hal­de imanlarını kaybetmiş olanların birbir­lerine nasıl yalan söylediklerini, sözlerin­den nasıl döndüklerini ve birbirlerinin aleyhinde nasıl çalıştıklarını gözler önüne serer. Bunların kendi çıkarlarını düşün­dükleri, asla fedakârlığa yanaşmadıkları, dışarıdan bakılınca bütünlük içinde bir topluluk izlenimi vermelerine rağmen gö­nüllerinin birbirinden kopuk olduğu an­latılır. Onlar birbirlerini baştan çıkarma hususunda şeytana benzerler; birbirleri­ni kurtarmaya gelince de herkesin kendi başının çaresine bakması gerektiğini öne sürerler. Bu âyetler, dolaylı olarak müslü-manlara böyle olmamaları gerektiği yo­lunda yapılan uyanlardır. Bu bölüm za­limlerin yerinin ateş olduğunu bildiren bir tehditle son bulur.

Üçüncü bölüm (âyet 18-24), Allah’tan korkmayı ve ebedî hayat için hazırlık yap­mayı Öğütleyen âyetle başlar. Dünyada­ki bütün kötülüklerin Allah’ı ve âhireti unutmaktan ileri geldiğine işaret edilir; müslümanların böyle olmamaları ve fâ-sıklardan uzak durmaları istenir. Cehen­nem ehliyle cennet ehlinin eşit olmadığı, esas kurtulanların cennet ehli olduğu vurgulanır. Kur’an’da verilen misaller in­sanların düşünmesi ve ibret alması için ortaya konmuştur. 21. âyette Kur’an’m, bir dağa indirilmiş olsaydı dağı parça par­ça edeceği ifade edildikten sonra tevhid inancının özünü teşkil eden son üç âyet­te Allah’ın birliği, yüceliği, eşsizliği, rah­met ve merhameti, gücü ve kudreti dile getirilir. Göklerde ve yerdeki her şeyin Allah’ı teşbih ettiğini bildiren âyetle baş­layan sûre, yine göklerde ve yerdeki her şeyin Allah’ı teşbihe devam etmekte ol­duğunu haber veren âyetle son bulur. Ay­nı şekilde birinci âyet gibi sonuncu âyet de. “O güçlü ve hikmet sahibidir” anlamı­na gelen ifadeyle biter.

Haşr sûresinde, dış düşmanlara ve içe­rideki münafıklara karşı dikkatli ve ted­birli olmayı öngören âyetlerin yanında bazı hikmetli öğütlere, hukukî hükümle­re, ahlâk ve eğitimle ilgili ilkelere de yer verilmiştir. Bütün bunlardan daha önem­lisi tevhid inancıyla ilgili âyetlerdir. Özel­likle sûrenin sonunda yer alan ve Cenâb-ı Hakk’m birliğini, yüceliğini, sonsuz aza­met ve merhametini bildiren âyetler, in­san kalbine tevhid akidesini ve Allah sev­gisini yerleştirmek amacını gütmektedir.

Sûrenin kendisinden önceki iki sûre ile yakın ilişkisi olduğu görülmektedir. Mü-câdile sûresi, “Haberiniz olsun, Allah’ın taraftarları mutlaka galip gelecektir” şeklinde bir müjdeyle son bulmaktadır. Haşr sûresinde bu galibiyetlerden birinin nasıl gerçekleştiği anlatılır. Mümtehine sûresinde ise Allah’a ve müminlere düş­man olanlarla dostluk kurmamak gerek­tiğini bildiren âyetlerden sonra izlenecek tutum belirlenir. Haşr süresindeki genel uyarılar Mümtehine sûresinde ayrıntıları ile açıklanır.

Haşr sûresinin faziletiyle ilgili olarak kaynaklarda bazı bilgiler yer almaktadır. Sûrenin özellikle son üç âyeti, Allah’ın yü­celiğini dile getiren isim ve sıfatlardan meydana geldiği için İslâm imanının te­melini oluşturur. Birçok hadis mecmu­asında (meselâ bk. Müsned, V, 26: Dârimî, “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 22; Tirmizî, “Şevâ-bü’l-Kur’ân”, 22; ] kaydedilen bir hadise göre, sabahleyin üç defa, “Eûzü billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm” de­dikten sonra Haşr sûresinin sonundaki üç âyeti okuyan kimse için Allah Teâlâ 70.000 melek görevlendirir, bu melekler akşama kadar ona dua ederler. Bu kim­se eğer o gün ölürse şehid olarak can ver­miş olur. Hadiste aynı müjde âyetleri ak­şamleyin okuyanlar için de tekrar edilmiş­tir. Ancak Tirmizî bu hadisi “garîb” olarak nitelendirmiş, başka bir senedinin bilin­mediğini söylemiştir. Diğer taraftan ha­disin senedinde yer alan râvilerden Hâlid b. Tahmân için kaynaklarda. “Zayıftır: ölümünden önceki son on yılda hadisleri birbirine karıştırıyordu ve her getirileni rivayet ediyordu” gibi değerlendirmeler yapılmıştır (Mizzî, VIII, 94-96; Zehebî, I. 232). Bununla birlikte sabah namazla­rından sonra Haşr sûresinin son üç âye­tinin okunması bir gelenek haline gel­miştir. Deylemî. Abdullah b. Abbas’tan ge­len şu rivayete yer verir: “Allah’ın ism-i a’zamı Haşr’in sonundaki altı âyettedir” {el-Firdeus, 1, 416). Ancak ism-i a’zamı başka sûrelerde gösteren rivayetler de vardır (Hâkim, I, 504-506).

İngiliz şarkiyatçısı Richard Bell’in, Haşr süresiyle ilgili bir makalesinde (bk. bibi.) sûredeki bazı âyetlerin yerlerinin uygun olmadığını ileri sürerek kendince farklı bir tertip düşünmesi, şarkiyatçıların Kur’an’ın vahye dayanmadığı şeklindeki ba­kış açısının ve bazı önde geien Batılı araş­tırmacılar tarafından da tenkit edilen Kur’an’ın tertibiyle ilgili mesnetsiz iddia­larının bir sonucu ola­rak değerlendirilmelidir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski