Haydar İsmi Anlamı, Hz. Ali'nin Lakabı, Sözlük ve Edebiyatta Hakkında Bilgi

Haydar. Hz. Ali’nin lakabı.                 ,

Sözlükte “inmek; süratli iş yapmak: sert ve dolgun olmak” anlamlarına gelen hadr (hudûr, hadâre) masdanndan türe­yen haydar (hayder, haydere) kelimesi Arapça’da aslana. Özellikle “diğer aslan­lar arasında kralın insanlar arasında dur­duğu gibi duran” (sürü lideri olan) erkek aslana verilen bir isimdir; veriliş sebebi de aslanın ensesinin kalınlığı ve pençeleri­nin güçlülüğüdür.

Aslan, en eski dönemlerden beri he­men bütün milletlerde olduğu gibi Araplar’da da kuvvet, cesaret, kahramanlık sembolü sayılmış ve bu sebeple Hz. Ali’­ye de “Haydar” denilmiştir. Ancak Haydar’ın onun adı mı yoksa lakabı mı oldu­ğu kesin biçimde bilinmemekte, kaynak­larda ve özellikle şiirlerde her ikisi için de örnekler bulunmaktadır. Meselâ Hz. Ali’­nin, Hayber Gazvesi sırasında söylediği kabul edilen bir şiirinde annesi Fâtıma bint Esed’in kendisine “Haydar” dediğini hatırlatarak övündüğü kaydedilir {Lisâ-nü’l-‘Arab, “hdr” md.). Bir rivayete göre annesi ona isim olarak kendi babasının adı Esed’i. diğer bir rivayete göre ise Hay-dar’ı vermiştir {a.g.e., a.y.). Fuzûlî’nin, “Emîrü’l-mü’minîn Haydar Aliyyi’bni Ebî Tâlib / Ki Cibrîl-i emîndir halvet-i vahdet­te derbânı” ve Osman Şems Efendi’nin, “Habîbin yâri kim Haydar Alîdir / Cemâlin­de kemâlin müncelîdir” beyitlerinde Hay­dar Hz. Ali’nin adı olarak kullanılmıştır.

Ancak genel kanaat Haydar’ın Hz. Ali’nin lakabı olduğu şeklindedir ve ona yalnız Haydar denilmeyip Esedullah da denil­mesi bunu teyit etmektedir ki Esedullah aynı zamanda Hz. Hamza’nın da lakabı­dır. Aynı şekilde Hz. Ali’ye Haydar’ın yanı sıra “Haydar-ı Kerrâr” denilmekte ve bu durum da kelimenin lakap olduğunu ve ona savaştaki cesaret ve kahramanlığın­dan dolayı sonradan verildiğini göster­mektedir. Çünkü Hz. Ali’nin düşman as­kerlerinin arasına tıpkı ceylan sürüsüne dalan bir aslan gibi tek başına daldığı ve onun gibi döne döne saldırdığı bilinmek­tedir (kerrâr “savaşta döne döne saldıran”).

Hz. Ati İslâm dünyasında yaygın biçim­de Haydar, Haydar-ı Kerrâr. Haydarullah, Esedullah, Şîr-i Yezdan, Şîr-i Huda ve Al­lah’ın aslanı lakaplarıyla tanınır. Bunun bir sonucu olarak Haydar adını taşıyan bütün müslümanların göbek adı Ali’dir. Semerkanftaki ünlü Şîrdâr Medresesi de adını taçkapısının iki yanında bulunan ve sırtından insan yüzlü güneş doğan as­lan tasvirlerinden alır ki bu kompozisyon Allah’ın aslanı ve ilim şehrinin kapısı sa­yılan Hz. Ali’nin sembolüdür. Şahlık dö­neminde İran’ın devlet arması ve bayrak motifi olan, sağ pençesiyle kılıç tutan ve sırtından güneş doğan aslan ise kılıç (zül-fikar) sebebiyle daha da belirgin biçimde Hz. Ali’yi sembolize etmekteydi. Hindis­tan ve Pakistan’daki Haydarâbâd şehir­leri de adlarını Hz. Ali’nin bu lakabından almıştır.

Hz. Ali. divan edebiyatında cesaret ve kahramanlık söz konusu edildiğinde te­nasüp, tevriye veya telmih yoluyla Hay­dar olarak anılır: “N’ola can versen ona bir demde bin can sayd eder / Gamzesi­nin zülfıkâr-ı can-şikârı Haydar’ın” (Zatî); “Kabza-i teshirine mevhûb kavs-i Rüste-mî / Bâzû-yi ikbâline mevrûs zûr-i Hayda-rî” (Nedîm). Haydar lakabının kerrâr sıfa­tıyla birlikte kullanılması da çok yaygın­dır: “Haydar-ı Kerrâr’ıyım meydân-ı naz­mın Bâkiyâ / Nevk-i hâme zülfikâr u tab’ı düldüldür bana” (Bakî); “Gâh açar ihsan elini Haydar-ı Kerrâr-veş / Gâh açar rûz-i gaza kudret elinde zülfikâr” (Taşlıcalı Yahya). Haydar ve Haydar-ı Kerrâr, tasav-vufî şiirlerde Hz. Ali’nin değişik özellikle­rini anlatan çeşitli bağlamlar içinde kul­lanılmıştır: “Kaldırma yüzün hâk-i reh-i şâh-ı Neceften / Haydar gibi sultanlara sultân ele girmez” (Kemâlî Efendi); “Sırr-ı Haydar’dan göründü nûr-ı rabbü’1-âle-mîn / Lâ fetâ illâ Alî lâ seyfe illâ zülfikâr” (Seyyid Nizamoğlu); “Fâriğ-i havf ü recâ-yım rind-i Haydar-meşrebim / Can fedâ-yi râh-ı cananım Hüseynî-mezhebim”

(Nâmık Kemal); “Olursa kal’a-i Hayber hi-câb-ı gaflet eğer / Eder şikeste anı pen­çesiyle Haydar-ı aşk” (Osman Şems Efen­di); “Eyledim niyyet salât-ı aşk-ı Haydar kılmağa/ Bu namazı tâebed kılmak-du­rur niyyet bana” (Kemâlî Efendi). Hay­dar kelimesinin hazfedilerek sadece Ker­râr sıfatının kullanıldığı da görülür: “O bi­lir Ahmed-i Muhtâr’ı kime erdi ise / İlm-i mâhiyyet-i Kerrâr gönülden gönüle” (Os­man Şems Efendi). Farsça “şîr” kelime­si de “şîr-i Huda. şîr-i Yezdan, şîr-i mer-dân” şeklinde ve Hz. Ali’nin diğer sıfat­larıyla birlikte kullanılmıştır: “Dâmâd-ı fahr-ı âlem şîr-i Hudâ-yı Haydar / Hatm-i nebî Muhammed hatm-i velayet Alî” (Seyyid Nizamoğlu); “Şâh-ı merdan şîr-i Yezdan Murtazâ hakkı için / Şol yüzünde berk uran nûr-ı Huda hakkı için” (Seyyid Nizamoğlu); “Şimdi bu meydân içinde himmet-i Kerrâr-ı aşk/Şîr-i merdân-ı za-ferdâr-ı vegâ kılmış beni” (Osman Şems Efendi).

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski