Hekimbaşı Nedir, Ne Demek, Tarihi, Hakkında Bilgi

Hekimbaşı. İslâm devletlerinde sarayın ve ülkenin sağlık işlerinden sorumlu hekimler için kullanılan bir unvan.

İslâm devletlerinde sarayda ve ülkenin çeşitli şehirlerinde bulunan tabipler için genellikle “reîsületıbbâ” unvanı kullanıl­mış olup aynı anlamda “hekimbaşı” tabi­ri daha ziyade Osmanlılar döneminde yay­gınlık kazanmıştır. Osmanlılar’ın ilk devir­lerinden itibaren resmî kayıtlarda reîsületıbbâ ve “seretıbbâ” gibi unvanlara rastlanmaktaysa da bu görevliler devlet ricali ve halk arasında hekimbaşı olarak anılmış, zamanla bu unvan ön plana çı­karak resmî literatüre de girmiştir. Eski Türkler’de “otacı iliği” denilen bir sağlık görevlisinin varlığı bilinmekteyse de bunun bir kurum niteliği kazanıp kazanmadığı belli değildir.

Hekimbaşılık kurumunun ilk defa eski Yunanistan’da ortaya çıktığı anlaşılmak­tadır. Tıbbın babası sayılan Grek hekim­leri, kendi haklarını garanti altına almak ve tıp mesleğini bilgisiz kişilerle sahte­kârlardan korumak için bu mesleğe gir­mek isteyenlerin eğitimlerinden sonra ayrıca bir imtihana tâbi tutulmalarını şart koşmuşlardı. İdareciler de bu konu­da ihtiyatlı davranarak her şehirde en meşhur hekimleri seçip onları diğer he­kimleri imtihan etmekle görevlendirirler­di: ancak bu imtihanı kazananlar “hekim­lik kürsüsü”ne oturabilirlerdi. Grekler’-deki bu usulü Galen (Câlînûs) eserlerinde anlatmıştır.

Hz. Peygamber’in hastalıklardan ko­runma ve tedaviyle ilgili emir ve tavsiye­leri, İslâm dünyasında tıp ilmine özel bir alâka gösterilmesi ve bu alanda gerekli kurumların teşekkül etmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle tıp bilgisi bulun­madığı halde hasta tedavi eden kimse­nin verdiği zararı ödeyeceğine dair hadis, yöneticiler ve hekimlerle ilgili idarî ve hukukî mesuliye­te işaret etmiş, İslâm devletlerinde sağlık işlerinden sorumlu resmî hekimlik mües­sesesinin kurulmasında etkili olmuştur.

İlk dönemlerde hekimler, belli bir bilgi ve tecrübeye sahip olunca hiçbir şart ve kayda bağlı olmaksızın mesleklerini icra ediyorlardı. Daha sonra içlerinden birinin başkan tayin edildiği ve gerektiğinde yö­neticilerin onun veya seçkin hekimlerin önünde diğerlerini imtihan ettikleri bi­linmektedir. İbn Ebû Usaybia’nın anlattı­ğına göre, 171 (787) yılında bir baş ağrısı çeken Abbasî Halifesi Hârûnürreşîd, Cün-dişâpûr’dan getirttiği Buhtîşû’ b. Curcîs’i Bağdat’taki ünlü hekimlerden Ebû Kureyş îsâ, Abdullah et-Tayfûrî, Dâvûd b. Serâbiyûn ve Sercis’in (Sergios) önün­de imtihana tâbi tutmuş, uzman olduğu­nu anladıktan sonra kendisini ödüllendi­rerek onun bütün hekimlerin başı (reîsü­letıbbâ) olmasını ve hepsinin kendisine ita­at etmesini emretmiştir Cüyûnü’t-en-bâ\s. 186-187). İbn Fazlullah el-Ömerî, o sırada Hârûnürreşîd’in tabibi Ebû Kureyş îsâ’nın reîsületıbbâ bulunduğunu kaydet­tiğine göre {Mesâlik, IX, 181) bu kuru­mun daha önce de mevcut olduğu anla­şılmaktadır. Halife Mu’tasım-Billâh ve or­du kumandanı Afşin’in de eczacıları (at-târ) imtihan ettikleri bilinmektedir. Afşin, tabip Zekeriyyâ b. Abdullah et-Tayfûrî’-nin yardımıyla karargâhın d aki eczacıları imtihandan geçirmiş, başarı gösterenle­re belge verip diğerlerini oradan uzaklaş-tırmıştır; Halife Mu’tasım da onun bu ic­raatını onaylamıştır.

Tıp mesleğinin resmî bir hüviyete ka­vuşması ise Halife Muktedir-Billâh za­manında (908-932) gerçekleşmiştir. Tıp tarihçisi Ahmed îsâ Bey. halkın menfa­atini korumak amacıyla hekimliği mü­essese haline getiren ilk müslüman dev­let adamının bu halife olduğunu söy­lemektedir. Mukte­dir- Billâh, halktan bir kişinin uygulanan yanlış tedavi sonucunda ölmesi üzerine muhtesib İbrahim b. Muhammed b. Bat-hâ’dan, Sİnân b. Sabit b. Kurre”nin imti­han ettikten sonra yetki belgesi verece­ği hekimler dışındaki kimselerin çalışma­larını yasaklamasını istemiş, bunun üze­rine mesleğinde ün yapmış hekimlerle halifenin özel hekimleri hariç bütün he­kimler Reîsületıbbâ Sinan b. Sabit b. Kur-re tarafından imtihandan geçirilerek ba­şarılı olanlara tıpta yetki belgesi verilmiş­tir. İbn Ebû Usaybia’ya göre Bağdat’ta bunların sayısı 860 kadardı füyûnü’t-en-bâ\ s 302). Bu uygulamanın arkasından, tıp eğitimini tamamlayan kimselerin he­kimlik yapma hakkını elde edebilmeleri için reîsületıbbânın önünde imtihan edilip diploma (icâzetü’t-tıb) almaları usulü geti­rildi. Ünlü hekim İshak b. Ali er-Ruhâvî, bu usulün IV. (X.) yüzyılın başla­rında Şam’da da devam ettiğini haber vermektedir. Reîsületıbbâlar, imtihanda başarısız olan­ların hasta tedavi etmelerini yasaklayıp bilgi ve tecrübelerini biraz daha arttır­malarını tavsiye ediyorlardı. Sistemin işleyişini kontrol yetkisi ise ihtisab teşkilâtına ve­rilmişti. Reîsületıbbâ başkanlığında Huneyn b. İshak’ın Mihnetü’l-etıbbû* {İm-tihânü’l-eübbâ’) adlı kitabındaki usule göre yapılan imtihanlarda muhtesib de bulunuyor ve başarılı olan hekimlere da­ha sonra onun huzurunda -Şeyzerî ve İbnü’l-İhve’nin eserlerinde kaydettikleri-Hİpokrat yemininin İslâm ilkelerine göre düzeltilmiş şekli okutturuluyordu.

Tedaviye başlayan hekim hastanın du­rumunu, hastalığın sebebini, kendi teş­hisini, uyguladığı tedaviyi, verdiği ilâçları “düstur” denilen bir kâğıda yazarak hasta sahibine vermek zorunda idi. Tedavi sonunda hasta iyileşirse hekim yazdığı düsturu geri alır ve ona dayanarak te­davi ücretine hak kazanırdı. Eğer hasta ölürse o takdirde hasta sahibi düsturu reîsületıbbâya götürüp İşin araştırılma­sını İsterdi. Reîsületıbbâ veya onun baş­kanlığında bir heyet düsturu inceledik­ten sonra hekimin bir kusuru olmadığını tesbit ederse tedavi ücretinin ödenme­sine, aksi halde yanlış tedavi ile hastanın ölümüne sebep olduğu için ücret alama­yacağı gibi hasta sahibine diyet ödemesi gerektiğine karar verirdi. Başarısız veya kötü niyetli oldukları anlaşılan hekimler meslekten uzaklaştırılırdı.

Reîsületıbbâlar, başlangıçta halife ve­ya sultanlar tarafından ülkenin en bilgili ve tecrübeli tabipleri arasından seçilip gö­revlendirilmekteydi; daha sonra bu yetki vezir veya naibe bırakıldı. Tıp mesleğinin en üst kademesinde bulunan reîsületıb-bânın görevleri, hekimlik imtihanından sonra hak edenlere belgelerini vermek, sağlık kurumlarıyla hekimlerin çalışma­larını kontrol etmek, ehliyetsiz kimsele­rin tıp mesleğinden uzaklaştırılması işin­de muhtesibe yardımda bulunmak ve ge­rektiğinde hakemlik yapmaktı. Endülüs Emevî Devleti’nde Dîvânü’l-ihtisâb’a bağ­lı olan Dîvân ü’l-etıbbâ’da görevli hekim­lerin başkanına “şeyhü’l-etıbbâ” denil­mekteydi. Fâtımîlerve Eyyûbîler zamanında nâib tarafından tayin edilen reîsületıbbâ asıl mesleklerin un­van sıralamasında birinci derecede bu­lunuyordu.

İbnüt-Tilmîz ve tıp eğitimine ilk defa tez hazırlama usulünü getiren Ebû Saîd el-Herevî, Selçuklular döneminde Bağ­dat’taki Bîmâristân-ı Adudî’de reîsületıb-bâlıkyapmışlardı. XVI. yüzyılın ortalarında da Halep’teki Nûred-din Zengî Bîmâristam’nın reîsületıbbâsı Hâşim b. Muhammed b. Nâsırüddin es-Serûcî idi.

Bütün İslâm devletlerinde devam etti­rilen hekimbaşilık müessesesinin Sicilya Kralı II. Friedrich zamanında (1197-1250) İtalya’da Salerno’da, daha sonra da İs­panya ve diğer Avrupa ülkelerinde de ay­nen uygulandığı görülür.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski