Hermes Kimdir, Hermetik Düşünce, Hakkında Geniş Bilgi

Hermes. Çeşitli kültürlerde değişik isimlerle anılan mitolojik veya yarı mitolojik bir şahsiyet.

Dinler tarihiyle felsefe ve bilim tarihle­rinde geriye doğru gidildiğinde ortak bir kutsal şahsiyetten söz edildiği görülür. Değişik gelenek ve kültürlerde farklı isim­lerle anılan bu şahsiyet Greko-Latin lite­ratüründe Hermes Trismegistos (aş. bk.) diye şöhret bulmuştur. Bu kişinin felse­fe, bilim ve edebiyat tarihlerinde daha çok mitolojik veya yarı mitolojik nitelik­lere sahip bir şahsiyet olarak ortaya çık­masına karşılık dinler tarihinde bir pey­gamberle Özdeşleştirilmesi dikkat çeki­cidir. Bazı müellifler eski Mısır dinindeki Thoth’u, Mûsevîlik’teki Uhnuh’u, Budizm’­deki Buda’yı, Zerdüştîlik’teki Höşeng’i ve İslâm’daki İdrîs’i onunla birleştirmişler­dir. Meselâ Taberi ve Fahreddin er-Râzî’-ye göre İbrânîler’in Uhnuh’u ile Kur’ân-ı Kerîm’deki İdrîs aynı şahıstır {Târîtju’t-Jaberî, I, 103; Mefâtîhu’l-ğayb, XXI, 233-234). Bîrûnîise İdrîs’in Buda olabileceği­ni düşünmektedir [et-Âşârü’t-bâkıye, s. 188) Bazıları da birkaç Hermes’ten söz edilebileceğini ileri sürmüşlerdir (İbnii’l-Kıftî, s. 346-350). İlgili rivayetler arasında­ki farklılıklara rağmen Hermes motifinin bütün kültür ve medeniyetlerde asgarî şu üç ortak özelliğe sahip bulunduğu gö­rülmektedir: a) Bir şekilde tufanla bera­ber anılır; b) Bütün kültürlerde seçkin, bilgili, nebî veya velî bir kişi olarak göste­rilir; c) En önemlisi bütün geleneklerde onun yüce bir makama (semâya) çıktığı düşünülür.

Hermes isminin kökeni hakkında farklı görüşler vardır. Kelimenin aslının Süryâ-nîce olduğunu ve “âlim” anlamına geldi­ğini söyleyenlere göre Hermesü’l-Herâ-mise tamlaması da “âlimlerin âlimi” de­mektir. Mandeistler nur meleklerinden Zehrun’u güneş feleğiyle özdeşleştirdik­lerinden Hürmüz veya Hermez adının bu­radan geldiği ve daha sonra bunun Sâbi-îler tarafından Hermes’e dönüştürüldü­ğü muhtemel görülmektedir; çünkü Sâ-biîler Mısırlı Hermes’i kendi peygamber­lerinden biri olarak tanıyorlardı. İbrânî-ler’e göre onun adı Uhnuh’tur ve “ders vermek, inâbe vermek” ya da “aydınlat­mak” anlamlarını taşımaktadır (EJd., VI, 793(. Bu durumda Uhnuh ismi “çok ders vermek, çok ders çalışmak” anlamlarını içerir; Arapça’daki İdrîs de bundan türetilmiştir (Fîrûzâbâdî, VI, 51 (. Diğer bir gö­rüşte ise Mısır firavunlarından güneş mo­noteizminin kurucusu Akhnaton’un (m.ö. 1375-1354) adının Uhnuh’a, ölüler âlemi­nin tanrısı Oziris’in adının da İdrîs’e dö­nüşmüş olabileceği ileri sürülür (A. Gas-sân Sâbûnî, s. 8). Mes’ûdî Hermes keli­mesinin Utârid gezegeni anlamına geldi­ğini söylerken onun kozmik bir değer ifa­de ettiğini vurgular {Mürûcü’z-zeheb, I, 39}. Hint geleneğinde bir felekî Buda, bir de tarihî Buda bulunmaktadır. Tarihî Bu-da’nın annesinin adı Maya’dır; Grek mi­tolojisindeki aynı adı taşıyan büyük tan­rılardan Zeus”un oğlu Hermes’in annesi­nin adı da Maia’dır. Ayrıca Sâbiîler’in Her­mes için kullandıkları Buzasaf ismiyle Bu­da (Budha) ismi arasında da bir benzerlik göze çarpmaktadır. İran kültüründe ise Höşeng diye anılan Buda’nın ulvî şeyler­den ilk bahseden bilge olduğu düşünü­lür.

Hermes’in. hikmetin kaybolmasından korktuğu için Barbâ ve Panopoüs (Ihmîm) adlı piramitleri inşa ettirerek kendinden sonra gelecekler için bütün ilimlerin for­müllerini bunların iç duvarlarına kazıdığı rivayet edilir. Bundan dolayı Hermes ke­limesiyle “ehram” arasında bir irtibat ku­rulur [ABr., X, 601) ve onun İç duvarlara kazıdığı bu yazılara “hierograph” (kutsal harf) denilir. Bunlar, hikmetin ehil olma­yan ellere geçmesini önlemek için sem­bolik tarzda yazılmıştır.

Eflâtun aritmetik, geometri, yazı ve diğer bazı İlimlerin kurucusu olarak Mısır tanrısı Thot’tan bahsetmiştir (Pha-idros, s. 110; Philebos, s. 25). Mısırlılar’m Aa Aa (üç kere büyük) Tehuti şeklinde söyledikleri “mürşid” veya “öğretmen” anlamına gelen bu ismi Grekler Hermes Trismegistos tercümesiyle kendi dilleri­ne almışlardır. Bazı müslüman düşünür­ler bu üçlü oluşa “hikmet üçgeni” (müsel­les bi’l-hikme) anlamını verirken bunu nü­büvvet, hikmet ve hilâfetin Allah tarafın­dan ona bahsedilmesi diye yorumlarlar (Nişancızâde, 1, 124-128). Bazı müellifler ise bundan üç ayrı Hermes bulunduğu anlamını çıkarırlar (aş. bk.).

Yunan ve İslâm felsefî geleneklerinde-ki muhteva ile ilginç benzerlikler göste­ren Mısır kaynaklı efsaneye göre Thot gü­neş tanrısı Horus’un oğludur. Herodot Thoth’un, yahudi âlimi Profıat Duran da Enoh’un Hermes olduğunu ileri sürerler (EJd, IX, 372). Ancak Mısırlı Thoth’un Yu­nanlı Hermes’e dönüşmesi sürecinde var­lığının semavî yanını kaybederek birtakım kozmik güçlere sahip bir Grek mitolojik şahsiyeti haline geldiği görülür. Çok daha sonraları ortaya çıkan Hermesçilik akımı da bu yüzden saf metafizikten ziyade ta­biat ilimleriyle ve sihirle ilgilenmiştir. Ro­malılar ise ona Merkür Trismegistus adı­nı verirlerdi. Çiçero’ya göre, Argus’u öldü­ren Merküri adlı bir zat bu olay üzerine Mısır’a kaçmak zorunda kaldı, orada Mı­sırlılar için kanunlar koydu ve öğütler ver­di. Mısırlılar ona Thoth dediler ve yılın bi­rinci ayını (eylül) onun adıyla andılar. Bu bilgileri Çiçero’dan aktaran Lactantius ay­rıca Hermopolis şehrini kuranın da o ol­duğunu, bu kişinin Eflâtun ve Pisagor’-dan çok önce yaşadığını söylemektedir. Roma kaynaklarında yaşadığı dönemle il­gili başka görüşler de vardır.

İslâm kültüründe Hermes’in karşılığı İdrîs peygamberdir. Felsefî literatürde daha çok Hermes. ilahiyatta ise İdrîs adı kullanılır (bk. İDRÎS). Bazı müslüman dü­şünürler, “Hermesü’l-müselles” tabirin­den her biri değişik özelliklere sahip üç ayrı Hermes olduğu sonucunu çıkarırlar (İbn Cülcül, s. 5-10). Onlara göre birinci Hermes veya Hermesü’l-Herâmise Gau-omarth’ın (Ar. Ciyûmert, Giyûmers) sülâ­lesinden gelir ve Uhnuh / İdrîs ile aynı şah­siyettir. Telakkiye göre insanlara gökler hakkında ve tıp konusunda bilgiler veren ilk insan odur; ayrıca yazının mucididir ve insanlara giyinmeyi öğretmiş, onlara Nûh tufanından haberler vermiş ve Allah’a ibadet için mâbedler yapmıştır. İkinci Hermes tufandan sonra Bâbil’de yaşa­mıştır. Tıp, felsefe ve sayıların gizli özel­liği bulunduğunu konu alan ilmin (ümü havâssi’l-erkâm) üstadıdır. Pisagor’un ho­cası olan bu kişi tufanın ardından ilim ve hikmeti ihya etmiş, Nemrûd’un tahri­binden sonra da Bâbil’i yeniden kurmuş­tur. Kitâbü Zahîreti’l-İskender’öe tu­fandan önce bütün bilgileri deniz kena­rında bir tünel içerisine gizlediği, çok son­ra Belinus’un (Apollonios) bunu bulduğu ve Aristo’ya verdiği, onun da İskender’e aktardığı söylenir. Üçüncü Hermes ise (Mısırlı Hermes) Fustat yakınlarındaki Mü-nif’te (Men-nofer, Memphis; İskenderi­ye’den önceki ilim merkezi) doğmuş, Agathedemon’un (Ar. Gûsâdîmûn, Agsâ-zîmûn, Agâsâzîmûn) öğrencisi olmuş ve birçok şehir kurmuştur. Aynı zamanda tıp, felsefe, simya, hayvanlar ve zehirli bitkiler hakkında kitaplar yazmıştır. Bu­nun, Aristo ile Eflâtun’u şerheden İsken­deriye okulu mensuplarından Hermes el-İskenderî olduğu da rivayet edilir.

İslâmî kaynakların çoğu. Hermes’in do­ğum yeri olarak Aşağı Mısır’da Münif’i, bazıları da Bâbil’i gösterir ve kendisinden Âdem ile Şît’in şeriatını terkedenlerden uzaklaşması istendiğinde Mısır’a gittiği­ni söyler. Efsanesinin geçtiği kültürlere göre Yemen, Mısır, Bâbil, Harran, Fars gibi değişik yerlerde doğduğu da rivayet edilir. Tufandan önce veya sonra yaşa­dığı konusunda da farklı görüşler vardır. Şüphesiz antik düşüncelerle müslüman-ların temasta bulunduğu yegâne kanal Ortadoğu hıristiyan merkezleri değildi: Bâbil dinine ait unsurları Grek gelene­ğinin ezoterik yönleriyle birleştiren Har­ran’daki Sâbiîlik de vardı. Sâbiîler’in ünlü bilginlerinden Sabit b. Kurre. Hermes’in Kitâbü’n-Nevâmîs”m\ Süryânîce’den Arapça’ya çevirmiştir. Kindî’nin talebesi İbnü’t-Tayyib es-Serahsî ise Hermes’i Sâ-biî dininin kurucusu olarak gösterir. Ko­nuyla ilgili rivayetler arasında Sâbiî söz­cüğünün Sâbi’den türetildiğini ve bunun da Hermes’in veya İdrîs’in oğlu Metuşe-lah’ın oğlunun adı olduğunu nakledenler vardır. Bugün dahi Irakta varlığını sür­düren küçük Sâbiî cemaati 7 Ocak (Azer) gününü Hermes bayramı diye kutlamak­tadır.

Hermes’in bizzat kendisine ve onun adıyla anılan ekole nisbet edilen birtakım yazılı metinler günümüze Grekçe ve Arap­ça kaynaklar yoluyla aktarılmıştır. Grek kaynaklarında “gerçekleri açığa çıkaran Thot”un yüzlerce kitap yazdığı söylenir. “… Rivayetlerden anlaşılan odur ki orta­da Hermes-Thot’a atfedilen muhteşem bir bilgelik kütüphanesi, çok zengin bir külliyat vardı” {ERE, VI, 626). Bu Thot Ki-tabı’nın veya külliyatının Mısır medeni­yetinde mukaddes sayılan bütün ilimleri içerdiği ve bir rivayete göre 10.000 veya 20.000 yıllık bir geçmişi olduğu ileri sü­rülür (Bergier, s. 10). Yine bu kaynaklarda gramer, mantık, hitabet, aritmetik, geo­metri, müzik ve astronomiden meydana gelen “yedi hür ilmi” Hermes-Thoth’un bulduğu, ancak meşhur İskenderiye Kü­tüphanesi yangmı sırasında bu tür eser­lerin pek çoğunun zayi olduğu da söyle­nir (ERE, VI, 626). Bu metinler, yaklaşık milâttan önce 300’lü yıllara doğru Grek­çe’ye çevrilip tasnif edilmeye başlanmış ve milâttan önce 1. yüzyılın başı ile milât­tan sonra II. yüzyılın sonu arasında bu­gün “Hermetik külliyat” denilen şekliyle ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla elde bulunan bu en eski Hermetik metinlerin büyük bir kısmı Grekçe ve çok az bir kısmı da La­tince’dir. Hermetik külliyat denilince baş­lıca şu eserler akla gelmektedir: Grekçe Corpus Hermeticum, Latince Asclepius, Grekçe Stobaeus’un Anthologium’u, Kıptîce Nag Hammadi metinleri. Latin­ce ve Grekçe asıllarından bugünkü Batı dillerine bu külliyatın çevirisini yapanlar çoğunlukla ilk üç kitabı esas almışlardır. Nag Hammadi metinleri ise yeni bulun­duğu için daha çok tek başına değerlen­dirilmiş ve yayımlanmıştır. Grek felsefe­sinin itibar kaybettiği milâttan sonra II. yüzyılda da bir üstatla talebesi arasında geçen diyaloglardan oluşan Hermetik me­tinler büyük bir vecd ile okunuyordu. Ef­lâtunculukta ve Stoacılık’ta mevcut dü­şünceler Hermesçilik’te bir din ya da bir dinî felsefe olarak yaşanıyordu.

Hermetik külliyatta eski Mısır dininden, Tevrat’tan, Zerdüştîlik’ten, Stoacı, Eflâ-tuncu, Yeni Eflâtuncu, Pisagorcu ekoller­den ve Gnostisizm’den gelen birçok mo­tif bulmak mümkündür. Mircea Eliade’-ye göre bu metinler, az bir İranî tesir dı­şında tamamıyla Mısır-yahudi senkretiz­mi Örneğidir (A History ofReligious İdeas, il, 295). Asclepius”ta Mısırlıların dinî inançlarına ve onların kozmosun güçleriy­le sihri irtibatlarına geniş yer verilir. Di­ğer metinlerde ise ruhların felekleri aşa­rak nasıl ilâhî sahaya ulaşmaya çalıştık­ları ve ruhun yükselişine engel olan be­den ve madde bağlarından kurtulmanın nasıl mümkün olabileceği anlatılır. Her­metik külliyat iyimser ve kötümser ol­mak üzere iki doktrine sahiptir. Bunlar­dan İyimseri monistik ve panteisttir. Bu telakkide âlem iyidir, güzeldir, çünkü o Tann’yı içinde saklar. Âlemin güzelliğini müşahede ve murakabe eden kimse ilâ-hîliğe varır. Tann’dan ve âlemden sonra insan üçgenin üçüncü köşesini oluşturur. Kötümser doktrinde ise aksine esasen âlem kötüdür. Nitekim âlem hiçbir şekil­de yüce Tanrı’nın işi değildir. Zira Tanrı her şeyin fevkindedir; dolayısıyla âlemi terketmeyen, ona sırt çevirmeyen Tanrı’-ya ulaşamaz.

İlk kilise babalan Tertullan. Lactantius ve hatta St. Agustine gibi dinî otoriteler birçok yönden Hermetik külliyatı eserle­rinde kullanıyorlardı. Hıristiyanlığın IV. yüzyıldaki zaferlerinin ardından papalığın gücünün gittikçe artmasıyla resmî Hıris­tiyanlık tek geçerli yorum haline geldi. Hermesçilik ise o dönemde büyük saldı­rılara mâruz kaldı ve onbinlerce Herme­tik el yazması tahrip edildi. XV. yüzyılda Hermetik külliyatın Batı dillerine çevril­mesine başlanmış, sonraki yüzyıllarda da orijinallerinin ve çevirilerinin yayımı sür­dürülmüştür {ERE, VI, 626). Mütercim­lerden kardinal Francesco Patrizzi’ye göre, Grekler’in bütün felsefî sistemleri ya­ni Pisagorcular’ın mistik matematikleri, Eflâtun’un ahlâkı ve teolojisi, Aristo ve Stoacılar’ın fizikleri hep bu eserlerden alınmadır.

Teknik tabiriyle Hermesçilik hem eski Mısır’da Hermes’in ardından kurulmuş olan Öğreti için, hem de bu Öğretinin be­nimsendiği bâtını nitelikli ekollerin çalış­ma sistemleri hakkında kullanılır. Bu öğ­retinin hareket noktası gerçeğin araştırıl­masıdır. Fakat bunun için önce erdemli bir ruh sahibi olmak şarttır. Madde karan­lık ile özdeştir, ışık İse ruhtur ve aydınlık ruhtadır. Dünya hayatı ruhun maddeyle mücadelesinden meydana gelen bir imti­han sürecidir. Hakikate erebilmek bu im­tihanı kazanmaya bağlıdır. XVI. yüzyılda gittikçe büyüyen bir Katolik Hermesçiliği’-ne şahit olunmaktadır. Hermetik düşün­celer kıta Avrupa’sından Britanya adaları­na da ulaşır. Thomas More (Jtopia’sında bu doğrultuda bir yaklaşım sergiler. Dö­nemin diğer düşünürleri Agrippa, Ro-bert Fludd ve Athanasius Kircher’in Her-mesçiliği müdafaaları hararetle sürer. Fakat söz konusu dönemin belki de en önemli Hermesçi düşünürü Giordano Bru-no’dur. Ancak onun Hermesçilik anlayışı Hıristiyanlık karşıtı idi ve sonunda engi­zisyon mahkemesi kararıyla Roma’da ya­kılarak öldürülmesine (1600) yol açtı.

Dönemin diğer pasif dinî öğretilerine nisbetle Hermesçilik insanın kudretleri­ne büyük önem veriyor, onun isterse koz­mosun sırlarını öğrenebileceğini, tabiatı hükmü altına alabileceğini ve hatta İlâh-laşabileceğini söylüyordu. Hermesçiliğin dinî içerikli üstün insan ideali ve bunu ya­ratmak için kullandığı bazı pratikler, da­ha sonra Rönesans düşünürlerinin insa­nî kapasiteye yapacakları önemli vurgu­da ters çevrilerek kullanıldı. Rönesans döneminde Hermetik külliyatın yirmi iki baskı yapmasına karşılık muhtevasında-ki dinî üst prensipler unutulunca Her­mesçilik öğretisi profan hale geldi; iç bo­yuttaki İlerleme metotları yerini dış bo­yuttaki teknolojik ve bilimsel ilerlemele­re bıraktı. Hermesçiler’in ruhta gerçek­leştirmeyi düşündükleri devrim Röne­sans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışıl­dı. Fakat XX. yüzyıla gelindiğinde orijinal Hermesçilik üzerine araştırmaların tek­rar başladığı görülmektedir. Hermetik külliyatın günümüz Batı dillerine tercü­meleri arasında A. J. Festugiere’in dört cilt halindeki Fransızca Corpus Herme-ticum’u (Paris 1945, 1954). W. Scott’un yine dört ciltlik İngilizce Hermetica’sı (Oxford 1924-1936; Boston 1985) ve J. Kroll’ün Almanca Die Lehren des Her-mes Trismegistos’u (Münster 1914) zik­redilebilir. Bugün Batı’da “Hermetik dü­şünce” denildiğinde daha çok astroloji, simya, sihir ve okült bilimler anlamında­ki avamı Hermesçiük anlaşılmaktadır. Ba­zı çağdaş müslüman ilim adamlarına gö­re bu anlamdaki Hermesçiliğin, tarihî ve manevî bakımdan İslâm kültürü ile bağ­lantısı dolayısıyla müslüman bilim adam­larınca da incelenmesi çok önemli ve ge­reklidir (Nasr, Traditional islam in the Mo­dern World, s. 209).

Hermetik külliyatın doğruca Mısır’dan (İskenderiye) değil İslâm kaynaklarından Batı’ya aktarıldığı ve bunların Grekçe ve Latinceler’i İle Arapçalar’ının tamamıyla aynı muhtevaya sahip olduğu ileri sürü­lür (Nasr, İslâm ue İlim, s. 198). Arapça Hermetik metinler konusu ilk defa Louis Massignon tarafından ele alınmıştır. Ona göre Grek felsefesi adıyla anılan felsefî düşüncenin İslâm dünyasında rahatlıkla yer bulabilmesinin sebebi, müslümanla-nn bu felsefenin ardında İdris nebîye ka­dar uzanan bir silsile görmüş olmalarıdır. Martin Plessner, H. Corbin, Seyyid Hüse­yin Nasr gibi birçok ilim adamı da daha sonra bu görüşe katılmıştır. Ayrıca Mas-signon’un Eranos toplantılarında sundu­ğu Arapça Hermetik kitaplar listesi de sıhhatli değildir; bazı eserleri unuturken Hermetik oldukları şüpheli bazılarını lis­teye dahil ettiği görülür. Bu liste daha sonra M. Plessner gibi araştırmacılarca geliştirilmiş ve en son Fuat Sezgin tara­fından tamamlanmıştır {GAS, IV, 31 -43). Sezgin burada, hem Hermes’in şahsına hem de Hermesçi sayılan diğer yazarlara atfedilen Arapça eserlerin bir listesini vermektedir.

Arapça Hermetik kitaplar konusunda en çok tartışılan husus bunların doğru­dan Arapça olarak mı kaleme alındıkları, yoksa bu dile sonradan tercüme mi edil­dikleri meselesidir. J. Ruska’ya göre eser­lerin büyük bir bölümü X ve XI. yüzyıllar­da yazılmış orijinal çalışmalardır; bunlar ne Grek ne de Kıptî üslûp özellikleri taşır. Öte yandan G, L. Levis, F. Sherwood Tay­lor ve Stapleton ise Arapça Hermetik ya­zıların Grekçe asıllarının bulunduğunu ileri sürerler. Nallino. 1909’da Ambrosia-na Merkez Kütüphanesi’nde VVrzu mii-tûhi esrâri’n-nücûm adlı Hermes’e nis-bet edilen bir kitaba rastladığını ve bu kitabın Grekçe’den Arapça’ya çevrilen ilk eser olduğunu, tercümenin 125 (743) yı­lında yapıldığını söyler [a.g.e., IV, 34-35).

Bu konuda kesin bir hükme varabilmek, yapılacak yeni araştırmalar yanında, bil­hassa mevcut Arapça ve Grekçe metinle­rin karşılaştırmalı olarak incelenmesine bağlıdır. III. (IX.) yüzyılda müslümanlar epeyce bir Hermetik kitapla tanışmışlar­dı. Ebû Ma’şer el-Belhî Fî Esrâri Hlmi’n-nücûm ve el-Medhalü’1-kebîr adlı eser­lerinde Hermes’e atfedilen Kitâbü’1-Es-râr’dan alıntılar yapmaktadır. İbnü’n-Ne-dîm el-Fihrist”\nde (s. 496) yine ona at­fedilen yirmi iki adet Arapça risaleden bahseder ki bunların on üçü simyaya, be­şi astrolojiye ve dördü sihre dairdir; bu eserlerden günümüze sadece birkaçı ge­lebilmiştir.

Hermetik metinlerin Arapça olanları içinde Kitâbü Mu’âzeleü’rt-nefs, Risa­le ü’l-mevHzo ve Makale fi’t-tevhîd ad­lı üç eserin nisbeten ilmî olduğu söylene­bilir. Bunlardan birinci eserin Latince, Al­manca, İngilizce ve Farsça tercümeleri mevcuttur; kim tarafından ve hangi ta­rihte çevrildiği bilinmeyen Arapça’sını da ilk defa Philemon Beyrut’ta yayımlamış­tır (1903). Abdurrahman Bedevi’nin el-Eflâtûniyyetü’I-muhdeşe Htıde’l-^Aiabiçerisinde yeniden yayımladığı eser (s. 53-116) Efdalüddîn-i Kâşânî tarafından YenbûSı’l-hayât adıyla Farsça’ya çevril­miştir. Fleischer. bu kitabın bir Mısırlı hı-ristiyan Platoncu’nun elinden çıkmış ola­bileceğini. Bardenhauer ise tipik bir müs-lüman Arap ürünü olduğunu söyler.

Levhu’z-zümürrüd (Tabula smaragdi-na) adıyla meşhur olan eser de en önemli Hermetik kitaplardan sayılmaktadır. Her-mes tarafından yazıldığı ve daha sonra gömüldüğü söylenir. Rivayete göre çok sonraları Tyanalı Apollonios kitabı bul­muş ve yaratılışın sırlarını ondan öğren­miştir. Eser, müslüman simyacıların eli­ne bazan onun Sırrü’l-halîka’sı, bazan da Sözde (Pseudo) Aristo’nun Sırrü’1-es-rûf\ içerisinde geçmiştir. J. Ruska tara­fından neşri yapılan ve çeşitli şerhleri olan eser birçok makaleye konu teşkil etmiş­tir; Grekçe tercümesi bilinmemekte, La­tince ve Almanca tercümeleri bulunmak­tadır.

Fuat Sezgin tarafından Hermes’in şah­sına nisbet edilen kırk dört eserin tesbiti yapılmıştır (GAS, IV. 31-43); bunların ya­nında ayrıca konulan coğrafyadan tarıma, Üm-i havastan rasat aletlerine kadar değişen birçok isimsiz Arapça risale da­ha ona mal edilir. Plessner, Arapça Her­metik kitaplar içerisine Empedokles ile İhvân-ı Safâ’nın üstatlarından sayılan Ah-med Hayyâl’in eserlerinin de katılması ge­rektiğini söyler. Arapça Hermetik eser­ler içerisinde belki de en önemlilerinin müellifi, İslâmî kaynaklarda daha çokSâ-hibü’t-Tılısmât, bazan da Hakim lakabıy­la anılan Tyanalı Apollonios’tur. Diğer bir önemli Hermetik düşünür de Ebû Mes-leme el-Mecrîtî’dir. Güyetü’1-hakim ve ehakku’n-netîceteyn bi’t-takdîm adlı eserinde sihir ve tılsıma büyük ölçüde yer vermiştir. Başka bir Mecrîtfye ait ol­duğu da söylenen bu kitap, Kastilya- Leon Kralı X. Alfonso’nun emriyle 1256’da İs­panyolca’ya tercüme edilmiştir. Latince tercümesi ise Picatrix adını taşımakta ve birçok kütüphanede yazması bulun­maktadır. Helmut Ritter eserin Önce Arapça’sını, sonra da Plessner ile bera­ber Almanca tercümesini neşretmiştir. Mecrîtî’ye daha başka eserler de nisbet edilir (bk. MECRÎTÎ) Öte yandan Hermes’e hikemiyat türünden bazı sözler ve ahlâkî öğütler de atfedilmiş, bunlar çeşitli kitap­lar kanalıyla günümüze ulaşmıştır (me­selâ bk Hurıeyn b. İshak. II, 13; Sicistânî, s. 32-34; İbn Miskeveyh, s. 214-216; Ibn Fâtik, s. 7-26, Şehristânî, II, 114).

Müslümanlar Hermetik felsefeyle Şam ve Mısır’ın fethinden sonra karşılaştılar ve bunda Sabitlerin büyük rolü oldu. VI. yüzyılın ortalarından itibaren bu düşün­cenin önemi Batı dünyasında nisbeten azalırken Doğu’da. özellikle Sâbiîler ara­sında arttı. Kendi insanları tarafından dışlanan Sabit b. Kurre’nin (ö. 288/901) Bağdat’a gitmesi ve Halife Mu’tazıd-Bil-lâh’ın onayı ile orada yeni bir okul kurma­sı sonucunda Bağdat, Harran’ın yanı sıra Hermetik literatürün müslüman dünya­ya yayıldığı ikinci bir merkez haline geldi. Afîfî, müslüman düşünürlerin Hermetik espriye Kur’an’da geçen “ed-dînü’l-kay-yim” olduğu inancıyla yaklaştıklarını söy­ler {BSOAS, Viıı [19511, s. 84}. Nasr’a gö­re ise İslâm düşüncesi denilince dikkatler daha çok kelâm ilmine ve Meşşâî felsefe­ye yönelir. Fakat bütünlüğü yakalayabil­mek için aslında Hermesçiler’in. İşrâki-ler’in ve sûfîlerin de görüşlerine başvur­mak gerekir (Islamic Life and Thought, s. 96). II. (VIII.) yüzyıldan itibaren yeni Pi-sagorcu ve Hermetik felsefe bazı çevre­lerde yayılmaya başladı. Hermetik düşün­celerle ilk ilgilenen müslümanlar. sentezci bir fizik görüşüne ve zamanın farklı devreler (edvar ve ekvâr) halinde periyodik bir şekilde telakki edilmesine inanıyorlar­dı (bk. devir). Fizikte Hermetik tema­yülde olanlar âlemin birliğini kabul edi­yor, Aristocu ay altı ve ay üstü âlem ayırı­mına karşı çıkıyorlardı. Bu ekolün tabiat görüşüne göre çeşitli varlık mertebele­ri, unsurlar, renkler, şekiller, keyfiyetler, sesler, dahilî ve haricî duyular arasında karşılıklı bir mukayese ve mukabele var­dı. Bu kozmik ve tabii keyfiyetlerin uyu­mu İhvân-i Safâ’nın Risalelerinde, ast­rolojik yönden de Bîrûnî’nin et-Tefhîm’in-de uzun uzun ele alınmıştır.

Hermetik temayül fizikte tekil ve so­mut sebebi kabul etmekle Aristocuların genel sebep anlayışlarına karşıdır. Her muayyen sonuç için muayyen bir sebep aramaları ve bunun için deneysel ve so­mut bir yöntem kullanmaları Hermes-çiler’i Aristoculardan ziyade Stoacılar’a yaklaştırmıştır. Hermetik tıp anlayışı da Galen tıbbı yerine hastalıkların, sonuçla­rından çok doğrudan doğruya sebepleri­ni araştırmaya yönelen Hipokrat tıbbıyla uyuşmaktaydı. Bu beraberlik İslâmî dö­nemde de sürmüş ve deneysel metodun doğmasına zemin hazırlamıştır. Daha sonra bu metot metafizik ve mistik kalı­bından soyutlanınca pozitif bilimin ana metodu haline gelecektir. İslâm’da bu metodun Ebû Bekir er-Râzî tarafından sembolik mahiyetine itibar edilmeksizin gerek tıpta gerekse simyada kullanıldığı­na şahit olunmaktadır. Râzî bu açıdan manevî simyadan maddî olanına geçiş noktasıdır. Bu felsefeyi izleyenlerin tabi­at felsefesinde ilgileri uzak sebepler de­ğil vasıtasız, doğrudan sebepler üzeri­nedir. Onlar ayrık önermeli, kıyasa dayalı Aristocu mantık yerine Stoacılığa meyle­derler. İslâm dil okulları içerisinde de Bas­ra Aristocu iken Küfe Hermesçi idi deni­lebilir. Aynca bu tarz felsefeye meyleden­ler matematiksel sembolizme ve tılsımı konu alan bilimlere de özel bir ilgi duy­muş, tıpla astroloji ve havas ilimleri ara­sında irtibat kurmuşlardır. Hermetik te­olojinin bir özelliği olan Tann’nın sıfatları ve isimleriyle zâtı arasında bir ayırım bu­lunmadığı inancı Arapça Empedoklesva-rî eserlerde de görülür. İbnü’l-Kıftî’ye gö­re bu inanç ünlü Mutezile kelâmcısı Al-lâf ı ve Endülüslü bilge İbn Meserre’yi de etkilemiştir. Massignon ayrıca, sıfatların Tann’dan ayrı olduğunu reddeden Cehm b. SafVân’m da Hermetik düşünceden et­kilenip etkilenmediğinin araştırılması gerektiğini söyler. İşrâki filozoflar Hermes’i ya da İdrîs’i hikmetin kaynağı, filozofların ve bilgelerin ilki sayar, ona “filozofların babası” unvanını verirler.

Müslümanlar arasındaki felsefede her ne kadar Hermesçiliğin etkisi IV. {X.) yüz­yıldan sonra kaybolmaya başladıysa da Hamîdüddin Kirmanı ile İsmâilî felsefeci­lerin yazılarında ve Sühreverdî’nin İşrâk mektebinde devam etti. Esasen Herme­tik düşünceler felsefenin İşrâkileşmesini sağlayan en önemli unsurlardandı. İşrâki okulda etkili olan diğer bir Hermetik esp­ri de VI. (XII.) yüzyıldaki birçok dinî-fel-sefî eserde görüldüğü gibi. insana haki­kati aramasında yardım eden ve o insa­nın ruhî arayış seyrinin sonunda kendisiy­le birleşen bir “semavî rehber” telakki-sidir. İbn Sina’nın Hay b. Yakzân’ı, Nec-meddîn-i Kübrâ gibi bazı sûfîlerin “semâ­daki şâhid” görüşleri ve Kur’ânî temalar­dan “er-refîku’l-a’lâ”nın hep bu “tam-ta-biafı ifade ettikleri söylenir. Sühreverdî el-Meşâri* ve’l-mutârahâfta şöyle söy­ler: “Hermes dedi ki: Bana nesnelerin il­mini getiren manevî bir varlıkla karşılaş­tım. Sen kimsin diye sordum. Ben senin tam (kâmil) tabiatınım cevabını verdi”. Aynı temayı Osmanlı mutasavvıf ediple­rinden NevTnin de işlediği görülür {Ne-tâyicü’t-fünün, vr. 25b). Ayrıca Hermetik teolojide Tann’nın mutlak mütealliği, in­san aklının kendi gücüyle ve kıyas yoluyla O’nun bilgisine ulaşamayacağı, ancak te­celliler ve zuhurlar olabileceği, sadece du­alar, münâcâtlar ve zâhidâne bir yaşan­tıyla O’na yakınlaşılabileceği, O’ndan tec­rübeyle zevk almanın akla değil ruha ait olduğu ve yalnız kendini arındırma yoluy­la aydınlanmaya ve hakikatin keşfine va­rılabileceği gibi hususlar İslâm tasavvu-fundaki yaklaşımlarla da bir bakıma ben­zerlik gösterir. Fakat mutasavvıflara gö­re bu tür bilgiler veya faaliyetler birer ara­cıdır, nebevî kaynağa tâbi olmak zorun­luluğu vardır.

Müslümanlar arasındaki Hermetik dü­şüncelerin tarihini tesbite çalışanlar, bir bakıma ilkmüslüman Hermesçi’nin Emevî Emîri Hâlid b. Yezîd b. Muâviye olduğu­nu, Ca’fer es-Sâdık ile bu düşünce tarzı­nın daha geliştiğini, talebesi Câbir b. Hay-yân ile de zirveye ulaştığını söylerler. Hâ­lid b. Yezîd’e on beş kadar telif ve ter­cüme eser isnat edilir. Bunların içinde en önemlileri Firdevsü’l-hikme, Kaşo’id fi’1-kîmyâ’, Vaşiyyetün li-veledih’tk. Ca’fer es-Sâdık’a bu konuda nisbet edi­len eserler arasında ise Risâletü ‘l-vesâyâ ve’I-füşûi, Risale fi’1-kîmyâ3, T<fri-fü tedbîri'1-hacer en önemlileridir. Öte yandan eski kimyacıların en büyüklerin­den sayılan Câbir b. Hayyân'a bu konuda yüzlerce eser nisbet edilir (Sezgin, IV, 196-395}. İhvân-ı Safâ'da da Hermes motifi­nin canlı tutulduğu görülür. Onlardan da­ha önce ilk İslâm filozofu sayılan Kindî'-nin astrolojiye, simyaya ve tılsıma karşı duyduğu ilgi dikkate alındığında onun da Hermetik felsefeyle bir şekilde irtibatlı ol­duğu söylenebilir. Hatta talebelerinden İbnü't-Tayyib es-Serahsî. hocası Kindî"nin Hermes'i Sâbiîliğin kurucusu saydığını ve onun Asklepius'a öğütlerini içeren tevhid üzerine bir eserini okuduktan sonra, "Hiç­bir müslüman filozof bunu daha güzel ifa­de edemezdi" dediğini aktarır (ibnü'n-Nedîm,s. 320).

Şehâbeddin es-Sühreverdî, İşrâki felse­fenin özünü oluşturan “nur fetsefesfni anlatırken kendisinin yeni bir şey söyle­diği iddiasında değildir. Çünkü ona göre bu ilmin unsurları yani hikmet, Tanrı ta­rafından insanlara Peygamber İdrisya da Hermes vasıtasıyla açıklanmıştı. Bu hik­met daha sonra iki kola ayrıldı; birincisi İran’a, ikincisi Mısır’a yayılıp buradan es­ki Yunan’a geçti; bu iki kanaldan da (Yu­nan ve Pers) İslâm medeniyetine girdi. Sühreverdî bir de kendi şahsî düşünce silsilesini verir. Ona göre bu hikmet gele­neği kendisine Hermes, Agathedemon, Asklepios, Pisagor, Empedokles. Eflâtun. Zünnûn-i Misrî ve Seril et-Tüsterî yoluyla ulaşmıştır {Hikmetü’l-İşrâk, s. 12). Molla Sadra da Sühreverdî gibi Âdem’den İbra­him’e, Yunanlılar’a, filozoflara ve İslâm sûfîlerine kadar kopmayan bir silsile ile aktarılan gerçeğin birliğine inanır ve dün­yanın her yerine yayılan hikmetin kayna­ğının Şît ile Hermes olduğunu söyler. En­dülüslü düşünür İbn Sebln’in felsefesin­de de silsile yine Hermes’e kadar çıkarıl­maktadır. İbn Seb’în Büddü’l-ıârif’te (2. levha) Allah Teâlâ’dan. ilk devirlerde Her-mes’in remzettiği hikmetin yeniden in­şasında kendisine yardımcı olmasını is­ter. Yine bir başka yerde (ResâV, s. 162-163) kendisinin Meşşâîler’den daha eski bilgilere sahip bulunduğunu, çünkü bu bilgilerin ilk zamanlarda Hermes’in rem­zettiği hikmet olduğunu belirtir.

Abdurrahman Bedevî, Gazzâlî’nin İh-yâ’ü ‘uiûmi’d-dfn’İnde “Kitâbü’l-Murâ-kabe ve’1-muhâsebe” bölümünün Her­mes’e atfedilen Zecrü ‘n-nefs adlı kitap­la gerek üslûp gerekse yapı bakımından büyük benzerlikler taşıdığını ileri sürmektedir. Sûfî düşünürlerden Zünnûn-i Mısrî. Süfyân es-Sevrî, Cüneyd-i Bağda­dî, Hallâc-ı Mansûr gibi kişilere de Hermetik türden bazı eserler izafe edilir. Afîfî’-ye göre, bütün müsiüman düşünürler içe­risinde hepsinden fazla Hermetik motif­ler taşıyan kişi İbnü’l-Arabfdir. Afîfî, onun görüşleriyle Hermesçi düşünce arasında önemli paralellikler kurarken “amâ, ne-fes-i rahmânî, nur, zulmet, su, ilâhî keli­me, semavî eflâke ve onların ötesine ru­hanî mi’rac, el-hadretü’1-ilâhiyye” kav­ramlarının benzerlerini Hermetik külli­yatta bulmanın mümkün olduğunu söy­ler. T. Burckhard da, “Hermesçiliğe yeni bir ruhanî eksen veren, daha doğrusu onu son dönem Grek natüralizminin boğma­sından kurtararak orijinal yapısını tam manasıyla yeniden kuran hareket, İslâm inancının bâtınî tefsiri olan vahdet-i vü-cûd doktrinidir” diyerek bir bakıma Afî-fTyi destekler.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski