Hilye Nedir, Ne Demek, Anlamı, Hakkında Bilgi

Hilye. Bilhassa Hz. Peygamber’in fizikî özellikleri, bunları anlatan edebî eserler ve aynı konuda hüsn-i hatla yazılmış levhalar için kullanılan terim.

Sözlükte “süs, ziynet, kolye” gibi mâna­lara gelen hilye mecazen “yaratılış, su­ret ve güzel vasıflar” demektir. Kelime Osmanlı kültüründe Resûl-i Ekrem’in vasıflarını, bu vasıflardan bahseden ki­tap ve levhaları ifade etmek için kullanıl­mıştır.

Hz. Peygamber’in hilyesi hakkındaki ri­vayetler hadis kitaplarında “Şıfâtü’n-nebî” ve “Fezâll” gibi başlıklar altında veril­miştir. Bu rivayetleri hadis kaynaklan ya­nında çeşitli eserlerden derleyip bir ara­da değerlendiren ve “şemail” adıyla bir ilim haline getiren Tirmizî, Kâdî İyâz gibi müellifler ise hilye konusunu şemail kitap­larının Resûlullah’ın vücut yapısıyla ilgili özelliklerinin anlatıldığı “Halku Resûlillâh” adlı ilk bölümünde incelemişlerdir. “Hasâisü’n-nebî” türü eserler içinde de hilye hakkında bilgi bulunmaktadır.

Sahâbîler, Resûl-i Ekrem’in vasıflarını kendi ilim ve idrakleri nisbetinde tesbit etmeye çalışmış, bu durum hilye konu­sunda değişik rivayetlerin ortaya çıkma­sına sebep olmuştur. Söz konusu riva­yetlerde Resûl-i Ekrem’i lâyıkıyla tavsif edebilmek için devrin Arapça’sında pek sık rastlanmayan kelimelerin kullanıl­dığı dikkati çekmektedir. Bu sebeple il­gili rivayetlerin anlaşılmasını sağlamak amacıyla bunların şerhedilmesi yolu­na gidilmiş ve bu ihtiyaç aynı zaman­da tercümeyi de gerekli kılmıştır. Tirmi-zî’nin şemail ve hilye türü eserlere kay­naklık eden eş-Şemâ’ilü’n-nebeviyye ve’l-haşâiişü’l-Muştafaviyye’sinin pek çok şerhi bulunmaktadır. Bunlar arasın­da en yaygın olanı Ali el-Kâri’nİn Cemcu vesâ’il fî şerhi’ş-Şemâ’H’ıĞir. Hoca Sâ-deddin Efendi’ye nisbet edilen, 988’de (1580) kaleme alınmış Risâletü’ş-şemâi-liyye adlı eser, sadece hilye hadislerinin tercü­mesini veren en eski mensur hilye örneği kabul edilebilir. Diğer bazı Türkçe eserler de “şemail” adını taşımakla birlikte sadece hilye hadislerinin tercüme ve şerhin­den ibarettir. Bu husus şemail kelimesi­nin hilye anlamında da kullanıldığını gös­terir.

Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Şemâilü’n-nübüvveti’l-Ahmediyyeti’l-Muham-mediyye adlı Arapça-Türkçe karışık men­sur eseri bu konudaki ilk örneklerden bi­ridir. Kitabın birinci bölümünde Hz. Pey­gamber’in hilyesi ve şemâiliyle ilgili riva­yetler kaydedilmekte, ardından Türkçe mensur mevlidi andıran bir kısımdan son­ra eser Resûl-i Ekrem’in ahlâkına dair Arapça bir metinle sona ermektedir. Tek nüshası Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde mevcut olan bu eserin yanında Hüdâyî’nin Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir mecmuada Hilye-İ Resûlullah” başlığını taşı­yan yirmi beş beyitlik bir hilyesi daha bu­lunmaktadır.

Hâkânî Mehmed Bey’İn 1007’de (1598-99) Hilye adlı manzum eserini kaleme almasından sonra hilye türü eserlerin yaygınlaştığı görülür. Hafız Osman da (ö. 1110/1698) hilyeye dair rivayetlerin me­tinlerini hat ve tezhip sanatının estetik ölçüleri içinde levha olarak düzenlemiştir. Böylece Hz. Peygamber’in fizikî özellikle­rini anlatan eserlerle hattat ve müzehhiplerin ortaya koyduğu levhalar “hilye-i şe­rif, hilye-i saadet, hilye-i Resûlullah, htl-yetü’n-nebî” gibi adlarla anılmıştır.

Hilyenin müstakil bir tür olarak geliş­mesinin en önemli sebepleri. Hz. Peygamber’i rüyada gören bir müslümanın onu gerçekten görmüş sayılacağına dair ha­disle peygamber sevgisi­ni her şeyin üstünde tutan Türkler’in bu sevgiyi diğer milletlerde görülmeyen bir şevkle edebiyata aktarmaları konusun­daki gayretleridir denebilir. Hz. Ali’den ri­vayet edilen, “Hilyemi gören beni görmüş gibidir. Beni gören insan bana muhabbet­le bağlanırsa Allah ona cehennemi haram kılar; o kişi kabir azabından emin olur. mahşer günü çıplak olarak hasredilmez” mealindeki hadis de bu rağbetin sebep­lerinden birini teşkil etmiştir. Herhangi bir dinî dayanağı tesbit edilememekle birlikte içinde hilye bulunan evin felâkete uğramayacağı ve üzerinde hilye taşıyan kişinin her türlü musibetten korunacağı­na inanılması da bu hususta teşvik edici bir rol oynamıştır. Hilyelerin giriş kısmın­da “havâss-ı hilye” başlığı altında buna benzer bilgilerle hilyeye büyük saygı gös­teren Hârûnürreşîd’in nail olduğu şeyleri anlatan “hikâye-i Hârûnürreşîd” başlıklı bir manzumeye yer verilmesi de âdet ol­muştur.

Hilye yazan müellifler bazan Nahîfi’nin eserinde olduğu gibi, rivayetleri tahrîc etmek suretiyle sıhhatlerine de İşaret etmişlerdir. Ayrıca Hz. Peygamber’den bahseden birçok eserde onun hil-yesiyle ilgili bilgilere de rastlanmaktadır. İslâmî Türk edebiyatındaki bu çeşitlilik diğer müslüman milletlerin edebiyatla­rında mevcut değildir. Nitekim Fars ede­biyatında çok nâdir görülen hilye, Arap edebiyatında mensur olarak ve şemailin içinde bir bölüm halinde ye almaktadır.

Hilyelerde genellikle Resûl-i Ekrem’in her vasfı ayrı ayrı ele alınarak önce bunu ifade eden ibarenin Arapça aslı verilmiş, ardından on beş-yirmi beyit halinde ter­cüme ve şerhi yapılmıştır. Bazı müellifler ise hilye hadislerindeki kelimelerin gra­mer özelliklerine dair çalışmalar yapmış­lardır. Süleymaniye Kütüphanesİ’ndeki bir mecmua içinde bulunan eser, Hâkânî’nin hilyesindeki Arapça konu başlıklarının doğru okun­ması için telif edilmiştir. Hilyelerde esas olarak Hz. Peygamber’in fizikî özellikleri anlatılmakla birlikte bazı eserlerde ruhî portresiyle ilgili hususlara da yer verilmiş­tir. Bu tarzın en tanınmış Örneği Nahîfî’-nin Hilyetü’l-envâr’ıdır. Zamanla diğer peygamberler, Hulefâ-yi Râşidîn ve aşere-i mübeşşere ile din ve tarikat büyükle­ri için de bu tür eserler kaleme alınmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski