Hitabet. Etkili ve güzel konuşma sanatı, retorik.
Arapça aslı hatâbe olan kelime “hutbe okuma, güzel söz söyleme, vaaz ve nasihat etme” gibi anlamlara gelir. Terim olarak “bir topluluğa bir maksadı anlatmak, bir fikri açıklamak, öğüt vermek, bîr görüşü benimsetmek, bir eyleme teşvik etmek gibi amaçlarla yapılan güçlü ve etkileyici konuşma veya güzel konuşma sanatı” mânasında kullanılır. Konuşan kişiye hatîb, yaptığı konuşmaya da hitabe denir.
İlk defa para karşılığında hitabet dersi veren ve bu konuda kitap yazan kişinin Sicilyalı Koraks (m.ö. V. yüzyıl) olduğu bilinmektedir. Koraks Grekçe’de “karga” anlamına geldiğinden İslâmî kaynaklar ondan Gurâb el-Hatîb diye söz ederler. Öğrencisi Tisias da onun koyduğu ilkeler doğrultusunda hitabetle ilgili bir eser kaleme almış, ayrıca Atina’nın en ünlü hatiplerinden Lusias. Gorgias ve Isokrates’i yetiştirmiştir. Bunlar diyalektiği (cedel) başarıyla kullanan, herhangi bir konuda rahatlıkla polemik yapabilen birer sofist olarak da tanınıyorlardı. Bu dönemde hitabet bir sanat dalı olmanın yanında iyi gelir getiren bir meslekti. Yunan şehir devletî sisteminde politikacıların halk meclisinde temsil ettikleri kesimin çıkarlarını başarılı bir şekilde savunabilmeleri için iyi birer hatip olmaları gerekiyordu. Bu ihtiyacı karşılamak üzere hitabet kursları açılıyor, bunun yanı sıra gezgin hatipler tarafından isteyenlere para karşılığında ders veriliyordu. Fakat sofistlerce hitabetin amacı doğruyu ortaya çıkarmak değil muhatabı kandırmak ve ona kendi görüşünü kabul ettirmekti. Bundan dolayı hatipler kelime oyunlarına başvuruyor, kavramlar üzerinde keyfî yorumlar yapıyorlardı. Bu anlayış giderek kavram kargaşasına, şarlatanlığa ve sofistik mantığın yayılmasına yol açmıştı.
Antik dünyanın üç büyük filozofu Sokrat. Eflâtun ve Aristo bu zihniyetle mücadele etmişlerdi. Ancak düşüncenin yapı taşları durumunda olan kavramları sorguladığı için Sokrat da sofistlikle suçlanmış, zayıf delili güçlü, güçlüyü zayıf göstermenin yöntemini Öğreterek gençlerin zihnini çeldiği ileri sürülmüştü. Eflâtun “ikna ve inandırma sanatı” olarak tanımladığı hitabeti şiddetle eleştirmiş ve hatipleri, hakikat bilgisine sahip olmaksızın inandırma yollarına başvurdukları İçin reddetmiştir. Ona göre hatip, daima kendi üstünlüğünü öne çıkararak kalabalığın takdirini kazanmayı amaç edindiğinden tamamen sahte değerlere dayanmaktadır; dolayısıyla şiir gibi hitabetin de ideal devlette yeri yoktur. Bu alandaki görüşlerini Gorgias, Phaidros ve Devlet diyaloglarında dile getiren Eflâtun, dönemin en tanınmış sofisti ve hitabet hocası Thrasy-makhos’u ağır bir dille eleştirmiştir. Aristo ise İslâm mantıkçıları tarafından Kitâbü’l-Hatâbe adıyla tanınan ünlü ftheiorica’sında, daha Önceki ve çağdaşı ünlü hatiplerin ve bu konuda yazan müelliflerin görüşlerini aktarmanın yanı sıra mantığı hitabete uygulayarak bu sanata yeni boyutlar kazandırmıştır. Bu bakımdan onun kitabı kendi türünde en eski ve sistematik bir eser olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Aristo eserinin başında, “Hitabetin diyalektikle yakın ilgisi vardır; her İkisi de belli bir ilme dayanmadan amaca ulaşmak İster”; “Her ne kadar hitabet ahlâk ve siyasetin alanına girerse de daha çok diyalektiğe benzer, hatta onun bir bölümüdür dedikten sonra hitabetin mantığın temeli olan kıyasla ilişkisini şöyle belirtir: “Hitabet ve diyalektikten başka mantıkî kıyas yardımıyla ters bir sonuca ulaşan hiçbir sanat yoktur. Aristo, kendisinden önce bu konuda yazanların örtülü kıyası ihmal ettiklerini, halbuki bu tür kıyasın delilin esasını oluşturduğunu ve dinleyiciyi ikna açısından analojiden (kıyâs-ı temsîlî) daha etkili olduğunu önemle vurgular. Ancak hatip, dinleyenleri ikna edebilmek için sık sık analojiye de başvuracaktır. Bütün bunlar hitabetle mantık arasındaki yakın ilişkiyi gösterdiği gibi Rhetorica’nın Organon’a dahil eserler içinde yer almasını savunanların da haklılığını göstermektedir. İslâm mantıkçıları da Rhetorica’yı mantık külliyatından saymışlardır.
Aristo yine Rhetorica’da hitabeti ve onu diğer ilimlerle sanatlardan ayıran Özellikleri şöyle açıklar: “Hitabet, herhangi bir konuda ikna etme yollarını kullanma melekesidir. Bu diğer ilim ve sanatlarda bulunmayan bir özelliktir. Çünkü onların amacı kendi konularıyla ilgili meseleleri öğretmek, hitâbetinki ise diyalektik gibi ikna etmek ve susturmaktır. Bundan dolayıdır ki hitabetin belli bir konusu yoktur. İnsan, inandırma yol ve yöntemlerini kullanma melekesinden faydalanarak kendisine sunulan hemen her konu üzerinde karşısındaki kişiye veya topluluğa hitapta bulunur. Ona göre hitabetin değişmeyen üç unsuru hatip, konu ve dinleyicidir. Konuşmanın etkileyici ve inandırıcı olması her şeyden önce hatibin ahlâkî durumuna bağlıdır. Konunun seçimi ve gerçeklere dayanması da büyük Önem taşır. Ayrıca hatibin, dinleyicilerin psikolojik durumunu dikkate alması önemli bir husustur. Aristo dinleyiciyi ve zaman unsurunu dikkate alarak üç tür hitabetten söz eder.
a) Siyasî hitabet. Devlet adamının veya politikacının devlet işlerinin düzenli ve sağlıklı yürütülebilmesi için gereken önerileri ortaya koymak, zararlı ve tehlikeli şeylere karşı uyanlarda bulunmak üzere yaptığı konuşmadır. Bu tür hitabet geleceğe yöneliktir,
b) Adlî hitabet. Kendini veya müvekkilini savunmak yahut başkasını suçlamak amacıyla yapılan konuşmadır. Dava konusu olay veya suç geçmişte kaldığı için bu tür hitabet geçmişe yöneliktir,
c) Törensel hitabet. Çeşitli vesilelerle düzenlenen törenlerde hatibin genellikle övgü veya yergide bulunmak üzere yaptığı konuşma olup içinde bulunulan zamanla ilgilidir Aristo’nun bu tasnifte yer vermediği dinî, askerî ve akademik gibi başka hitabet türleri de vardır. Eski Yunan’da bu üç tür hitabet alanında şöhret yapmış hatiplere örnek olarak sırasıyla Demostenes, Cicero ve Perik-les gösterilir.
Hitabet ve belagatla doğrudan veya dolaylı ilgisi bulunan her konuya Rhetorica’da yer verilmiştir. Meselâ eserin birinci bölümünde kanun koyma, suç-ceza, ada-let-zulüm, iyi-kötü, haklılık-haksızlık, mutluluk-mutsuzluk, yazılı-yazısız kanunlar, devlet şekilleriyle bunların özelliklerinden antlaşmalara ve işkence türlerine kadar birçok konu siyasî ve adlî hitabet açısından değerlendirilmiştir. İkinci bölümde gerek hatip gerekse dinleyiciler açısından psikolojiye ağırlık verilmiştir. Dinleyiciyi etkileyebilmek için hatibin ses tonu ve mimiklerinin önemi vurgulanırken öfke, serinkanlılık, dostluk-düşmanlık, korku-güven, haya – hayâsızlık, merhamet, hiddet, haset ve gıpta gibi ruh hallerinin tahlili yapılmış, üçüncü bölüm ise daha çok hitabet ve belagatın kurallarına ayrılmıştır.
Rhetorica Arapça’ya birkaç defa tercüme edilmiştir. Îbnü’n-Nedîm’in “eski tercüme” diye tanıttığı çevirinin kime ait olduğu belli değildir. İbnü’n-Nedîm, İs-hak b. Huneyn ile İbrahim b. Abdullah’a ait iki tercümenin bulunduğunu, ayrıca Ahmed b. Muhammed es-Serahsfnin el yazısıyla bu eserin 100 yaprak tutan bir nüshasını gördüğünü söyler. Fârâbî. İbn Sînâ ve İbn Rüşd Rhetorica üzerinde günümüze kadar gelen çalışmalar yapmışlardır. Fârâbrnin Kitâ-bü’l-Hatâbe adıyla kaleme aldığı eserin Rhetorica’nm birinci ve kısmen ikinci bölümünün kısa bir tefsiri mahiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Fârâbî hitabete dair meseleleri açıklarken asıl metne bağlı kalmamış, akıcı üslûbu ve kendi kültür dünyasından verdiği Örneklerle bu sanata yeni boyutlar kazandırmıştır. Ayrıca Fârâbî’den itibaren “beş sanat” diye anılan eserlerin dördüncüsünün Rhetorica olduğu hatırlanmalıdır.
İbn Sînâ, henüz yirmi bir yaşında iken Rhetorica’nm birinci bölümünün son faslı dışındaki kısımlarını şerhetmiş, bu çalışması Kitâbü’l-Mecmû adlı eseriyle el-Behce fi’l-mantık’ta yer almıştır. Daha sonra eserin tamamını eş-Şifnın mantık bölümünün sekizinci kitabı olarak şerhetmiş-tir; ancak bu çalışmasında esas aldığı Arapça tercümenin çok bozuk ve yer yer anlaşılamayacak derecede hatalı olduğundan yakınır. Onun ifadesinden Rhetorica’yı şerheden başka kişilerin de bulunduğu fakat kendisinin onların yorumunu beğenmediği anlaşılmaktadır. İbn Sînâ eseri, aslındaki sistematiğe bağlı kalmadan dört bölüme ayırdığı gibi alt bölümlerde de farklı bir düzenleme uygulamış, bu arada kendi kültür dünyasından örnekler vermek suretiyle okuyucuya yardımcı olmaya çalışmıştır.
İbn Rüşd, Telhîşü’l-Hatâbe adlı eseriyle Rhetorica’nm orijinal planına bağlı kalarak bir şerhini gerçekleştirmiştir. İbn Rüşd’ün diğer şerhlerinde olduğu gibi bunda da Aristo’ya ait metinden birkaç kelime alıntı yaptıktan sonra yoruma başladığı, açıklamaları uzattıkça uzattığı, çok defa ifadelerin Aristo’ya mı kendisine mi ait olduğunun ayırt edilemediği ve bazan yorumlarının asıl metnin birkaç katını bulduğu görülmektedir. İbn Rüşd ayrıca, okuyucunun Grekçe’deki belagatı kavrayabilmesi için Arap belagatı ile Aristo’nun belagat kuralları arasında karşılaştırmalar yaparak her iki edebiyattaki benzer ve farklı yönleri göstermeye çalışır. Bunun için yerine göre Kur’ân-ı Kerim ve hadislerden. Arap şiir ve belagatından örnekler verir. Bu durum onun hem Aristoculuğunu hem de İslâm bilim, düşünce, kültür ve edebiyatına olan hâkimiyetini ortaya koymaktadır. İbn Rüşd çalışmasında yer yer Fârâbî’nin Rhetorica tefsirine de göndermelerde bulunmuş ve onu takdirle anmıştır.
İslâm kültür tarihinde ilk defa Kİndî retorik kelimesinin karşılığının belagat olduğuna dikkat çekmiştir. Hitabet Arap edebiyatında belagatla ilgili görülerek edebî İlimlerden meânî. beyân ve bedî’ arasında değerlendirilmiş, bu sebeple de İbn Sînâ’-dan sonraki mantıkçılar eserlerinde bu konuya yer vermemişlerdir.
TDV İslâm Ansiklopedisi