Hizb ut Tahrir Nedir, Kurucusu, Tarihi, Hakkında Bilgi

Hizbü’t-tahrî-ri’l-İslâmî. 1953’te Kudüs’te siyasî bir parti olarak ortaya çıkan İslâmî hareket.

Partinin kurucusu olan ve ismi onunla âdeta özdeşleşen Muhammed Takıyyüddin en-Nebhânî 1909’da Hayfa’nın İczim kasabasında doğdu. Ezher Üniversitesi’ni bitirdikten sonra Filistin’in çeşitli şehirle­rinde öğretmenlik ve kadılık yaptı. Genç­lik yıllarında İzzeddin el-Kassâm’la bera­ber İngilizler’e ve yahudüere karşı müca­dele planları hazırladı. Önceleri İhvân-ı Müslimîn’e yakındı; bu teşkilâtın lideri Hasan el-Bennâ’yı takdir ediyor, ayrıca konuşmalarında Seyyid Kutub’un görüş ve ifadelerine yer veriyordu. Daha sonra ce­maat olarak kalmayı Ön planda tuttuğu ve siyasî parti niteliği taşımadığı için Ha­san el-Bennâ’dan ayrıldı. Fi­listin’in İsrail tarafından işgal edilmesi üzerine (1948) bölgenin ancak düzenli bir fikrî ve siyası çalışmayla kurtarılabileceğini düşünen Nebhânî 1949 yılında parti­nin çatısını ve söylemini oluşturmaya baş­ladı. “Filistin’i Kurtarmak” başlığı ile ka­leme aldığı ilk yazısında İslâm’ın VII. yüzyıldan bu yana Filistin’e nasıl güçlü bir damga vurduğunu ortaya koydu, müslü-manlann sömürgeci güçlere boyun eğdiği için gerilediğini savundu. Ağustos 1950′-de Risâletü’l-‘Arab adıyla yayımlanan bir çalışmasını İskenderiye’de toplanan Arap Birliği Zirvesi’ne de sundu. Risalede esas olarak Araplar’ın gerçek mesajını İslâm’ın teşkil etmesi gerektiğini, ümmetin fikrî ve siyasî canlanmasının bu bilinçle sağla­nabileceğini vurguladı. Arap Birliği Zirve­si kendisini muhatap almayınca 19S3’te, o sırada Ürdün idaresinde bulunan Doğu Kudüs’te Hizbü’t-tahrîrn-İslâmt adıyla si­yasî bir parti kurdu. Onu parti kurmaya sevkeden temel sebebin, 1948’de Arap­lar’ın İsrail karşısında uğradığı hezimet veya İhvân-ı Müslimîn’in lideri Hasan el-Bennâ’nın öldürülmesinden (1949) duy­duğu üzüntü olduğu söylenir. Nebhânî Ürdün hükü­metine partinin kuruluşunu bildirdi. Hü­kümet, o sırada Ürdün ordusunun başın­da bulunan İngiliz generali Glubb Paşa’-nın isteği üzerine 1954’te partinin faali­yetlerini yasakladı. Bunun üzerine Lüb­nan’a giden Nebhânî 1956 yılında parti parasını zimmetine geçirdiği iddiasıyla tu­tuklandı. Aralık 1977’de ölünceye kadar Beyrutta gözaltında tutuldu. Nebhânî’-nin ölümü üzerine yerine Abdülkadîm Zellûm geçti.

Başta Kudüs, el-Halîl ve Nablus olmak üzere birçok bölgede faaliyetlerine gayri resmî olarak devam eden Hizbü’t-tahrî-ri’l-İslâmî, yasaklanmasına ve mensupla­rının çeşitli baskılara mâruz kalmasına rağmen kısa sürede İslâm dünyasında adını duyurdu. Bütün müslümanların bir ümmet bayrağı altında birleşmesini sa­vunan parti, özellikle sömürge yönetimin­de bulunan İslâm ülkelerinde veya Batı’-nın hegemonyasını çok yakından hisse­den müslüman topluluklarda rağbet gör­dü. Bu ülkelerde Özellikle İslâmî kimlik oluşturma heyecanı içerisindeki gençler Hizbü’t-tahrîri’l-İslâmrye yakınlık duydu­lar. Batı emperyalizminden şikâyetçi olan ve önceleri sosyalizme ilgi duyan lise ve üniversite öğrencileri de sosyalizm bir al­ternatif olmaktan çıkınca Hizbü’t-tahrîri’l-İslâmî’ye ilgi göstermeye başladılar. Avrupa’da yaşayan müslümanlar arasın­da daha çok gençler partinin söylemine sempatiyle bakmaktadırlar. Ancak hükü­metler partinin faaliyetlerini hiçbir zaman olumlu karşılamadılar. Libya lideri Kaddâfî. Arap milliyetçiliğine karşı çıkarak üm­metçiliği savunmasından dolayı Hizbü’t-tahrîri’l-İslâmî’yi Batı’nın ajanı olmakla suçlamıştır. Ürdün, Suri­ye, Libya,Tunus, Suudi Arabistan ve Mı­sır’da partinin birçok üyesi tutuklu bulun­maktadır.

Hizbü’t-tahrîri’l-İslâmrnin yönetim kad­rosunun en üstünde parti liderinin (emîr) başkanı olduğu yönetim komitesi bulu­nur; görevi tebliğ faaliyetlerini yönetmek ve önemli kararları almaktır. Daha sonra yönetim tarafından önceden belirlenmiş bölgelerde çalışan mu’temid başkanlığın­daki vilâyet komiteleri, son olarak da na-kibin yönettiği yerel komiteler gelir. Parti 182 maddelik bir anayasa tasarısı hazır­lamıştır. Nebhânî, Nizâm ü’l-islâm adlı eserinde bu anayasa tasarısının belli bir ülke için değil İslâm âleminde kurulacak İslâm devletinde uygulanmak için hazır­landığını söyler.

Kendisini siyasî parti olarak tanımla­yan Hizbü’t-tahriri’l-İslâmî’nin amacı ha­lifeliği ihya ederek İslâmî bir yönetim kur­maktır. Nebhânrye göre. “Sizden hayra ça­ğıran, iyiliği emredip kötülükten sakındı­ran bir topluluk (ümmet) bulunsun” mea­lindeki âyette (Âl-i İmrân 3/104) insanla­rın İslâm’a yönlendirilmesi, İyiliğin emre­dilip kötülükten sakındınlması ve yap­makta oldukları işler hakkında yönetici­lerden hesap sormak için siyasî partilerin kurulması öngörülmekte, hatta “ümmet” kelimesiyle doğrudan parti kastedilmektedir. Nebhânî, Hz. Peygamber’in Medi­ne’de otorite oluştururken ilk günden iti­baren yönetimi İslâm akidesi üzerine kur­duğunu, dolayısıyla İslâmî bir yönetim kurmanın müslümanlar için zaruri oldu­ğunu ileri sürer. Ona göre gayri İslâmî fikirlerin yavaş yavaş İslâm dünyasını sarması, eğitim programları­nın emperyalist ülkelerin empoze ettiği esaslara göre belirlenmesi, İslâm ülkeleri arasındaki bazı kültürel farklılıkların bü­yümesi, halk ile iktidarların çatışması, milliyetçilik ve sosyalizmin yayılması hilâ­fetin kurulmasına engel olan sebeplerin başında gelir. Parti, ümmeti İslâm dışı yönetimlerin askerî, politik, ekonomik ve kültürel hâkimiyetinden kurtarmayı amaçladığını iddia etmektedir. İslâm dün­yasının tekrar güçlenmesi hem kültürel hem siyasî gelişmeyle mümkündür. Müs­lümanlar olaylara siyasî bir gözle bakmalı ve ona göre hüküm vermelidir.

Tebliğ metodu olarak Hz. Peygamber’in hayatını, özellikle de Mekke dönemini örnek alan Hizbü’t-tahrîri’l-İslâmî günü­müzde müslümanlann o döneme eşde­ğer bir süreçte, yani dârülküfürde yaşa­dıklarını iddia eder. Çünkü bugünkü müs­lümanlar da aynen ilk müslümanlar gibi Allah’ın hükümlerinden başka hükümler­le yönetilmektedir. Mekke döneminin be­lirli safhaları vardı ve Resûl-i Ekrem her safhada farklı metotlar takip etmişti. Bu­na dayanarak Hizbüt-tahrîri’l-İslâmî de üç hareket safhası belirlemiştir. Birinci safhada insanlara tek tek tebliğde bulu­nulur. İkinci safhada bütün ümmete hi­tap edilerek müslümanlann en değerli varlığının İslâm olduğu ve İslâm’ı hayat­larını düzenleyen bir sistem şeklinde al­gılamaları gerektiği anlatılır. Üçüncü saf­ha ise İslâmî hükümlerin hayata geçiril­mesini sağlayacak ve onun mesajını dün­yaya duyuracak bir devlet kurmaktır.

Hizbüt-tahrîri’l-İslâmî silâhlı mücade­leyle, insanlara sadece ahlâkî değerleri öğütlemekle veya İslâm ülkelerine hâkim olan politik sistemlere bağlanmakla de­ğişimin gerçekleşemeyeceğine inanır. Her müslüman İslâm’ın kurallarına göre ya­şamayı hedef edinmelidir. İslâm kapita­lizm ve komünizmin karşısında bir ideo­lojidir. Temelde İslâmiyet’le çatışan bu ideolojileri sosyal, politik ve ekonomik açı­lardan tasvip etmek caiz değildir. Ekono­mide esas problem üretim değil mal ve üretimin dağılımıdır. Mülk edinme İslâm’ın koyduğu prensiplere göre olursa bu konuda bir mesele kalmaz. Kâğıt para yeri­ne altın ve gümüş para kullanılmalıdır. İs­lâm devletinin dış ilişkileri dârülharp ve dârülislâm esasına dayanmalıdır. Buna göre bütün müslüman devletler yekvü-cuttur. Diğer ülkelerle ilişkiler dârülharp esasına göre belirlenmelidir. Amerika, İn­giltere, Fransa ve Rusya gibi ülkelerle hiç­bir anlaşma yapılmamalı, askerî iş birliği­ne gidilmemeli, İsrail gibi ülkelere ise her zaman savaş halindeymiş gibi tavır alın­malıdır. Ayrıca Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası gibi kurumlara katılmak ve Arap Birliği gibi bölgesel kamplar oluşturmak da yanlıştır.

Özellikle Körfez Savaşı’ndan (199i) son­ra faaliyetlerini arttıran Hizbü’t-tahrîri’l-İslâmî’nin üyeleri bu savaşı, Ortadoğu’­daki müslüman ülkeleri yöneten liderlerin Batı’nın kuklası olduklarını gösteren önemli bir olay olarak değerlendirmekte­dir. Onlara göre Körfez Savaşı, İslâm üm­metinin kurtuluşu için köklü bîr değişimin şart olduğunu göstermiştir.

Hizbü’t-tahrîri’l-İslâmî’ye yönelik ten­kitlerin başında, savunulan fikrî oluşu­mun eğitimsiz elde edilemeyeceği ve kül­türleşme merhalesinin hemen inkılâba dönüşemeyeceği iddiası gelmektedir. Bazıları partinin düşüncelerini ümmetin kurtulu­şu için yegâne çare gibi görürken bazıları amacının açık olmadığını söyleyerek İs­lâm’a hizmet yerine zarar verdiğini savun­muşlardır. Bir diğer kesim ise Hİzbü’t-tahrîri’l-İslâmî’nin ıslah yönünde bir de­neme olduğunu ve eksikliklerinin yanın­da kazandırdıklarının da bulunduğunu, ancak artık bu denemenin sona erdiğini, çünkü belirlenen hedeflere şimdiye ka­dar ulaşamadığını öne sürmüştür. Hizbü’t-tahriri’I-İslâmî’nin milletlerarası ilişkiler konusundaki genel tavrının teorik açıdan olduğu kadar pratik bakımdan da tenki­de son derece açık olduğu, partinin orta­ya çıktığı çevredeki şartlardan doğan tep­kiye dayalı bir mahiyet taşıdığı da dikkat çekmektedir.

Hizbüt-tahrîri’l-İslâmî faaliyetlerini özel­likle sohbet halkalarıyla, okul ve dernek gibi yerlerde tertip ettiği konferans, pa­neller ve çeşitli yayınlarla gerçekleştirir. Bu yayınlar arasında Nebhânfnin kitap­ları ve İslâm dünyasıyla ilgili günlük siyasî gelişmelerin yorumlandığı yazıların yer aldığı broşürler ve birkaç dilde yayımla­nan el-yilâfe adlı dergi başta gelmekte­dir. Bazıları Türkçe’ye de çevirilen kitapların başlıcalan şunlardır: İnkazü Filis­tin (Dımaşk 1950); ed-Devletü’l-İslâmiy-ye {Dımaşk 1952); Nizâmü’l-İslâm,Nizâmü’I-hükm ii’I-İslâm el-Hilûie eş-Şahşiyyetü’l-İslâmiyye  et-Tekeüüiü’1-hizbî (Kudüs 1953); en-Nizâmü’l-iktişâdî fi’I-İslâm (Kudüs 1953); en-Nizâmü’l-ictimâCki fi’1-İslöm (Kudüs 1953); Nida’ hâr ile’l-câlemi’l-İsîâmî; Keyfe hüdimeti’l-hilâfeî; Na-zarût siyâsiyye li-Hizbi’t-tahrh. Hiz-bü’t-tahrîri’l-İslâmî’nin son önemli faali­yetlerinden biri, Ağustos 1994’te Lond­ra’da gerçekleştirdiği ve çeşitli ülkelerden çok sayıda kişinin katıldığı Hilâfet Konferansı’dır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski