Hokka Ne Demek, Nedir, Tarihçesi, Kullanımı, Hakkında Bilgi

Hokka. İçine mürekkep konulan genellikle çanak şeklinde küçük kap.

Arapça’da “küçük kutu” mânasına ge­len hokka kelimesi yaygın olarak mürek­kep koymaya mahsus çanak şeklindeki kaplar için kullanılır. Ressamların içinde boya ezdikleri porselen kaplarla boyalara yağ katmak için kullandıkları tenekeden küçük kaplara da hokka denilir. Mürek­kep hokkası karşılığında devât, mihbere, furza kelimeleri de kullanılmıştır. Furzayı İbn Manzûr “devâtın mürekkep yeri” şek­linde açıklamıştır. Özellikle celî yazı kalemlerinin rahat kullanımını sağlayan küp şeklinde ve ge­niş karınlı madenî hokkalara ise mecma’ adı verilir. Bunların şicâb denilen kapak­ları vardır. Devâttan gelen divit kelimesi Türkçe’de hokka, kalem ve kalemlikten oluşan yazı takımına ad olmuştur. Kâşgar-lı Mahmud’un verdiği bilgiye göre Türk­çe’de hokkanın karşılığı hafsı idi. Farsça’da ise hok­ka karşılığında devât. âme. hâlistân, hâ­liste kelimeleri bulunmakta, hâliste ayrı­ca hokkalara konan ham ipek (lika) için kul­lanılmaktadır. Farsça’da hokkaya “mürek­kep kabı” anlamında siyâhîdân adı da ve­rilir. Bu kelime bazı te­laffuz farklılıklarıyla günümüzde Özbek, Türkmen ve Uygur dillerinde de yer al­maktadır. Devâta, içindeki mürekkeple eser yazıla­rak İlmin yayılmasına vesile olmasından kinaye olarak “ümmü’l-atâyâ” da denil­miştir. Bazı müfessirler. Kalem sûresinin başındaki “nûn” harfini hokkaya ben­zetmişler ve arkasından gelen “kalem” kelimesiyle ilgisini düşünerek Allah’ın hok­ka ve kalem üzerine yemin etmek sure­tiyle bunların önemine dikkat çektiğini söylemişlerdir.

Hokka, eski Mısır gibi papirüs üzerine ve duvarlara mürekkeple yazı yazılan ve resim yapılan Dlkelefde öncelikle gelişmiş olmalıdır. Ahd-i Atîk’te yazı takımından ve hokkadan dolaylı olarak bahsedilmek­tedir. Kitâb-ı Mukaddes’in en eski tercü­melerinde geçen “qeset” kelimesi divit veya hokka şeklinde anlaşılmıştır.

Câhiiiye edebiyatında hokkadan söz edilir. İbn Kuteybe’nin kaydettiği bir riva­yetten mektebe (küttâb) giden çocukların hokka ve kalem kullandıkları anlaşılmaktadır. Bu konu­da verilen örneklerin ortaya koyduğu ke­lime zenginliği Araplar’ın yazı malzemeleri­ni iyi tanıdıklarını gösterir.

Hz. Peygamber’in nazil olan âyetleri va­hiy kâtiplerine yazdırmasına, bazı emirler kaleme aldırmasına, hükümdarlara mek­tuplar göndermesine ve birtakım yazılı antlaşmalar yapmasına rağmen hadisler­de yazı malzemeleri hakkında bilgi bulun­mamaktadır. Bununla birlikte bir âyetin nüzulü ve yazdırılmasıyla ilgili rivayetlerle son an­larında vasiyet yazdırma arzusunu ifade eden rivayette Resûl-i Ekrem’in devât, levh veya ketif (kürek kemiği) istediği gö­rülmektedir. Bu rivayetlerde geçen de­vât kelimesinin kalemlik ve hokkanın bu­lunduğu bir yazı takımını ifade ettiği söy­lenebilir. Ebû Saîd el-Hudrî’nin rüyasında Sâd sûresini yazdığına, secde âyetine gelince kalem ve devâtın secde et­tiğini gördüğüne dair rivayette ise devât kelimesi hokka an­lamında kullanılmıştır.

İbn Sa’d, Saîd b. Cübeyr’in biyografisi­ni verirken onun öğrencilerinden birinin hocasının yanına gelip giderken devamlı hokka bulundurduğu rivayetine yer verir. Irak yöresinde kullanı­lan bir tür hokkaya “hanîfe” denildiği ve Ebû Hanîfe’nin, yanında her zaman böy­le bir hokka bulundurduğu için bu kün­ye ile anıldığı söylenir. Kâ’b el-Ahbâr’ın da ben­zer bir sebeple bu adla çağrıldığı veya Kâ’bü’l-hibr diye anıldığı Kaydedilir. Özellikle hadis imlâ meclis­lerine katılan her öğrencinin bir hokkaya sahip olması gerekli görülmüş, hatta bu meclislere katılanların sayısı bazan hok­ka adediyle ifade edilmiştir. Meselâ IV. (X.) yüzyılda Nîşâbur’daki dârüssünnede yapılan bir hadis dersinde 1000 hokkanın sayıldığı ifade edilir ki bu imlâ meclisine katılan öğrenci sayısını göstermektedir.

‘Umdetü’l-küttâbadlı eserinde devât-tan kısaca söz eden Muiz b. Bâdîs’in ver­diği ölçülerden yazı takımını (divit) kastet­tiği anlaşılmaktadır. Zeytin ve ceviz gibi sert keresteli ağaçlardan da hokka yapıl­makla birlikte bu iş için en uygun ağaç abanozdur. Kitâbü’t-Tuijaf ve’l-hedâ-yada altınla süslü abanoz hokkaların he­diyelik eşyalar arasında sayıldığı görül­mektedir. Siyah bir renk aldığından bu tür hokka asil bir zen­ci anneye benzetilir. Şair İbnü’r-Rûmî bir kabile reisine böyle bir hokka hediye eder­ken, “Sana iyilik ve ihsanın asil ve şerefli bir zenci olan annesine gönderiyoruz. O kendini san altınla süslemiştir. Malum zenciler sarı giymeyi sever” mealinde bir şiir sunmuştur. İranlı şairler hokkayı, kendilerini ebedîleş-tiren şiirlerini onunla yazdıklarından âb-ı hayât sunan bir çeşmeye benzetirler. Âbı hayâtın karanlıkların derinliklerinden gel­diği söylenir ki bununla siyah (abanoz) hok­ka ima edilir. Ahşap hokkaların zamanla çatlayarak mürekkep sızdırmasını, madenî olanların da oksitlenmesini önlemek için iç yüzeylerine çam sakızı ve bal mumunun ısıtılarak eritilme-siyle elde edilen bir macun sürülür. Altın ve gümüş gibi değerli madenlerden, de­mirden, fağfurdan (porselen), camdan ve nadiren de olsa yeşimden hokkalar yapıl­mıştır. İmparator Cihangir’e hükümdar­lığının on dördüncü yılında muhtemelen bir nevruz hediyesi olarak sunulan koyu yeşil yeşim bir hokka bugün Metropoli­tan Sanat Müzesi’nde muhafaza edilmek­tedir. Demir hokkala­rın üstleri çok defa altın veya gümüş kak­malı yahut pirinç veya bakır üzerine gümüş savatlıdır. İran Selçukluları zamanı­na ait kakma tekniğiyle süslenmiş silin­dir gövdeli, kapakları üzerinde kubbe bi­çiminde tutamakları olan tunç ve pirinç hokkalar dünyanın birçok müze ve kolek­siyonunda yer almaktadır. Selçuklulardan günümüze ulaşan ve XII-XIII. yüzyıla tarihlenen fîrûze sırlı seramik hokkalardan dört hazneli bir tanesi Mehmet Akgül ko­leksiyonunda bulunmaktadır. Bu koleksiyonda aynı döneme ait değişik bronz hokka ve mürekkep yapı­mında kullanılan potalar da vardır.

Hokkalar kullanıldığı yere göre değişik şekillerde imal edilmiştir. Kâtip veya hat­tatın yanında taşıyabileceği çıkıntılı hok-kasiyla prizma şeklinde kalemliğe divit denir. Divitin kalemlikle hokkası arasında şekil ve tezyinat bakımından bir bütün­lük bulunur. Silindir biçimindeki kalemli­ğin dibine hokka, üstüne de rıhdan vida­lanarak yerleştirilmişse buna “kubur” adı verilir. İçi cam. dışı ağaç veya maden kaplı hokkalar da yapılmıştır. Hokka ve kubur ahşap ise bağa veya sedefle kaplanabilir.

Bulunduğu yerde kullanılan ve daha büyükçe olan hokkalar maden yanında se­ramikten de imal edilmiştir. Çin’den ge­tirilen değerli gülabdanlar, boğaz kısmı kesilip ağzına bilezik ve kapak, alttan çat­layıp kırılmasını önlemek için de bilezikli ayak yaptırılarak hokkaya dönüştürülür­dü. “Kalemdan” denilen, yazı aletlerinin içinde saklandığı sandık biçimindeki tez-yinatlı kutularda ekseriya içe açılan yuva­lara oturtulmuş olarak iki hokka bulunurdu. Nâdir de olsa çini kalemdanların yapıldığı görülmüştür. XVI. yüzyıla ait İz­nik İşi birkaç çini kalemdan günümüze ulaşmıştır. Osmanlılar’da zaman zaman sadrazam ve kaymakamla ileri gelen va­zifelilere divan tezkireleriyie birlikte hok­ka takımı da verilirdi.

Hokkanın kapağı kullanılmadığı zaman açık tutulmaması gerekir. Aksi takdirde içine giren toz zerrecikleri mürekkebi kir­letir ve yazım sırasında kamış kalemin ağ­zından yazıyı taşırıp bozar. Kapak mente-şeli ise kendiliğinden açılmasını önlemek üzere menteşenin karşı yönünde küçük bir kancası bulunur. Vidalı kapakların ka­patılırken mürekkebin dökülmesini önle­mek için dişlerinin iyi oturmasına dikkat edilir. Ayrıca mürekkebin dökülmesini ön­lemek ve kalemin yeteri kadar mürekkep almasını sağlamak için hokkanın içine ham ipek. yün veya pamuk konur. Bun­lardan son ikisi kalemin ucuna takıldığı için fazla tercih edilmez. Mürekkep koyu­laştıkça su ile inceltilir ve çalışırken güzel kokması için misk gibi güzel kokular katı­lır. Bundan dolayı hokka Hoten misk geyi­ğinin göbeğine de benzetilmiştir.

Yazı öğrenen talebenin bir saygı nişa­nesi olarak yazı meşki sırasında hokkayı elinde tutması ve hocasının kalemini mürekkebe rahatça batırmasını sağlaması bir gelenek olmuştur. Hattatlar arasında padişahların bile buna uyduklarını göste­ren menkıbeler anlatılır. Şeyh Hamdullah’ın talebesi olan Mahmud Defterî, İstanbul’un kendi is­miyle anılan Defterdar semtinde 1541 de yaptırdığı caminin minaresine hokka ve içinde kalem şeklinde bir alem koydur­muştur. Kalem 1766 yılındaki büyük dep­remde düşmüş, minarenin aleminde ya­kın zamanlara kadar durmakta olan hok­ka da günümüzde yok olmuştur. Hattat­ların mezar taşlarına hokka tasviri hakkedilmesi de bir gelenektir.

Hokka taşıdığı mürekkep dolayısıyla ya­zının üçte biri olarak görülmüştür. O tahtında oturan bir hükümdara benzetilir. Devlet işlerinde hokkanın önemini vurgulamak amacıyla devâtla devlet arasındaki yazılış benzerliğine dikkat çekilmiştir.

Tanzimat’tan sonra Avrupa’dan deği­şik biçimlerde cam ve seramik hokkalar gelmeye başlamış, eski tarzda içi likâlı mürekkep hokkaları sadece hattatlar ta­rafından tercih edilir olmuştur. Mektep talebeleri için de Avrupa’dan hokka ve rıh­danın konulacağı, ayrıca kalemlerin sıra­lanabileceği yuvaları olan seramikyazı ta­kımları ithal edilmiştir. Bugün hokka bel­li sayıdaki hattatlarca kullanılmaktadır. Eski hokka örnekleri ise müze ve koleksi­yonlardaki yerini almıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski