Hırka-i Şerif/Saadet Nedir, Tarihçe, Hikayesi, Hakkında Bilgi

Hırka-î Saadet. Hz. Peygamber’in Topkapı Sarayı’nda Mukaddes Emanetler Dairesi’nde korunan hırkası.

Resûl-i Ekrem’in ashabından Kâ’b b. Züheyr’e hediye ettiği hırka olup bugün Topkapı Sarayı’nda sergilenmektedir. Yay­gın olarak “hırka-i saadet” adıyla anılan bu hırkadan (bürd, bürde) başka Hz. Pey­gamber’in Veysel Karanî’ye verilmesini vasiyet ettiği söylenen bir hırka daha var­dır. İstanbul-Fatihte bulunduğu camiye de adını veren bu hırkaya ise “hırka-i şe­rif” denilmektedir. Ancak tarihî kaynak­larda her iki ismin birbirinin yerine kulla­nıldığı da görülmektedir.

Hırka-î Saadet, 124 cm. boyunda ge­niş kollu, siyah yünlü kumaştan dikilmiş krem renginde yün astarlı bir hırkadır. Topkapı Sarayı kumaş uzmanları tarafın­dan yapılan inceleme sonucunda hırkanın Hz. Muhammed devrine ait olduğu kana­atine varılmıştır. Hırka, Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan iç içe iki altın sandık­ta bohçalara sarılı olarak muhafaza edil­mektedir. Zamanla yer yer harap olmuş bulunan hırkanın sağ ön tarafında 0,23 x 0,30 cm. ebadında bir parça ile sağ ko­lunda eksik bir kısım vardır. Hırka, mual-lakât-ı seb’a şairlerinden Kâ’b b. Züheyr’in 9 (630-31) yılında müslüman olduğu sı­rada huzûr-ı saadette okuduğu kaside do­layısıyla bizzat Hz. Peygamber tarafından şaire giydirilmek suretiyle hediye edilmiş­tir. Bu sebeple şiir daha sonra İslâm lite­ratüründe Kaşîdetü’l-bürde, el-Bürde, Kaşîde-i Bürde (hırka kasidesi} adıyla meşhur olmuştur. Ancak İbn İshakve İbn Hişâm gibi ilk dönem tarihçilerinin eser­lerinde sözü edilen olaya dair bilgi bulun­mamaktadır. Bu hadise. İN. (IX.) yüzyıl müelliflerinden İbn Sellâm el-Cumahî ve İbn Kuteybe’nin şuarâ tabakatıyla ilgili eserlerinde kaydedilmekte, hırkayı Muâ-viye’nin satın aldığı ve halifeler tarafından bayramlarda giyildiği belirtilmektedir {7a-bafcâtü’ş-şu’arâ5, s. 47; eş-Şfrue’ş-şu’arây, I, 156). Muâviye hırkayı 10.000 dirhem gümüş karşılığında satın almak istemiş­se de Kâ’b buna rızâ göstermemiş, fakat Kâ’b’ın vefatından sonra mirasçılarından 20.000 dirheme satın almıştır. Hırka da­ha sonra Emevîler’e ve Abbâsîler’e inti­kal etmiş ve halifelerce önemli törenler­de giyilmiştir (İbnü’l-Esîr, II, 276; Süyûtî, s. 19). İbn Kesîr, çok meşhur bir husus ol­makla birlikte bu bilgiyi kendisini tatmin edecek bir senedle bulamadığını kayde­der {el-Bidâye, IV, 373). Hilâl es-Sâbî. ha­lifelerin cülus merasimlerini anlatırken onların Hz. Peygamber’in kılıcını kuşan­dıklarından ve omuzlarına onun bürdesi-ni aldıklarından söz eder {Rusûmü dâri’i-hilâfe, s. 90-91). İbn Reşîkel-Kayrevânî, Muâviye’nin bu hırkayı 30.000 dirheme satın aldığını belirtirken Resûlullah’ın Kâ’b b. Züheyr’e ayrıca 100 deve verdiğine dair bir rivayeti de kaydeder (el-‘ümde, 1,11). Süyûtî, Muâviye’nin satın aldığı hırkanın Emevîler’in yıkılışı sırasında kaybolduğu­nu yazar {Târîhu’l-hulefâ*,s. 19). Zehebî ise Abbasî halifelerinin elinde bulunan hırkanın Ebü’l-Abbas es-Seffâh tarafın­dan Eyle (Akabe) hâkiminden 300 dinara satın alınan hırka olduğunu belirtir. Re-sûlullah bunu. Tebük Gazvesi sırasında Eyle halkına gönderdiği emannâme ile birlikte hediye etmişti (Târîhu’l-İslâm, s. 495).

Hırka-i saadet Moğol istilâsından son­ra Bağdat’tan Mısır’a götürülmüş. Yavuz Sultan Selim 923’te (1517) Mısır’ı fethe­dince Mekke şerifi II. Berekât tarafından, sultana bağlılığının nişanesi olarak oğlu Ebû Nümey vasıtasıyla Kahire’ye gönde­rilen Mekke’nin anahtarlarıve diğer kut­sal emanetlerle birlikte İstanbul’a getiril­miştir. Mısır’da Sultan Kansu Gavri’nin li­manda elli adet gemide beklettiği büyük bir hazine ve mukaddes emanetlerin Ya­vuz Sultan Selim’in gönderdiği Kara Pîrî Paşa tarafından ele geçirildiğini ve bun­ların Mısır’ın fethi sırasında Yavuz’a tes­lim edildiğini söyleyen Evliya Çelebi bu arada iki hırkadan da söz eder {Seyahat­name, 123). Ancak Hz. Peygamber’e ait bir teşbihten bahsetmesi ve saydığı eşya­ların bir kısmının halen mevcut emanetler arasında bulunmaması. Evliya Çelebi’nin anlattıklarından en azından bir kısmının doğru olmadığını akla getirmektedir.

Atâ Bey, Yavuz Sultan Selim’in kutsal emanetleri saraya getirdiğinde onların muhafazası için Has Oda (hâne-i hâssa) adı verilen özel bir mekân yaptırdığını söy­ler [Târih, I, 93). Ancak gerek Yavuz Sul­tan Selim dönemine gerekse daha son­rasına ait başka bir kaynakta bu bilgiye rastlanmamaktadır. Teşkilâtı Fâtih Sultan Mehmed tarafından kurulan Has Oda’nın binasını da büyük bir ihtimalle bu padi­şah yaptırmıştır. XVI ve XVII. yüzyıl Os­manlı kaynaklarında hırka-i saadet hak­kında fazla bilgi bulunmamaktadır. 111. Murad’m hırka-i saadeti 0,57 x 0,45 x 0,21 m. ebadında altın bir mahfaza içine koydurduğu bilinmektedir. 1. Ahmed’in imamı Safî Mustafa Efendi Zübdetü’t-tevârîh adlı eserinde verdiği bilgiye göre (TSMK. Revan Köşkü, nr. 1304. vr. 1283) sultan Has Oda’daki tahtının üzerine bir raf yaptırarak hırka-i saadeti buraya koy­durmuştur. IV. Murad da hırka-i saade­ti, Evliya Çelebi’nin babası kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî Efendi’ye yaptırdığı murassa’ bir taht üzerinde muhafaza et­tirmiştir. Zübdetü’t-tevârîh’ten öğrenil­diğine göre (vr. 128″) I. Ahmed zamanın­da mukaddes emanetlerin tamamı Has Oda’da değildi. XVI. yüzyıl çinileriyle kaplı olan bu oda II. Mahmud döneminde res­tore edilmiş, yeni bir şömine eklenmiş, kubbe tezyinatı ve duvarların üst kısım­ları elden geçirilerek bütün bina mukad­des emanetlere tahsis edilmiş, bu arada kafes işi kapılar yapılınca hırka-i saadetin konulduğu taht yeniden sanduka tarzı bir mahfazaya çevrilmiştir. Bu dönemler­de hırka-i saadeti korumakla görevli kırk has odalı mevcuttu. Bunların görevi oda­ları süpürmek, burada mevcut mushaf-lann ve diğer kitapların tozunu almak, buhur yakmak, gül suyu serpmek, altın ve gümüş eşyaları parlatmakve binanın tabanını yıkamaktı (Uzunçarşılı, s. 325, 455). Üçüncü avluya açılan kapının bulun­duğu duvarın köşesinde buhur çekmek için kullanılan bir değirmen taşı, aynı du­varın diğer tarafında da süprüntülerin atıldığı bir kuyu vardı. Dört has odalı gece nöbeti tutarve Kur’an okurlardı [a.g.e., s. 32). Has Oda’nın korunması oda ağasının sorumluluğundaydı ve nöbeti yirmi dört saat sürerdi.

Osmanlı sultanları hırka-i saadete hilâ­fet alâmeti olarak ayrı bir değer vermiş, ona yakın olmaya özen göstermişlerdir.

I. Ahmed’in gittiği her yere hırka-i saade­ti de beraberinde götürdüğü bilinmekte­dir {a.g.e., s 256). II. Mustafa ve III. Ah­med dönemlerinde Has Oda görevlisi olan Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa hırka-i saadet hakkında geniş bilgi vermektedir.

II.  Mustafa hırka-i saadeti özel bir arabayla ramazan için gittiği Çatalca’ya gö­türmüş ve özel bir odada muhafaza ede­rek ramazanın on beşinde törenle ziya­ret etmiştir. Saltanatına son veren ayak­lanma meydana geldiğinde Edirne’ye gi­derken hırka-i saadeti yanına almayı ih­mal etmemiştir (Nusretnâme, II. 45, 183).

III. Ahmed de hırka-i saadeti beraberin­de bulundurmaya özen göstermiş, i 127′-de (1715) yaz aylarını geçirmek üzere Ter­sane Bahçesi’ne, kış aylarını geçirmek için Valide Sultan Sahilsarayı’na gittiğinde ve oğullarından birinin sünnet merasimin­de hırka-i saadeti de yanında bulundur­muştur (Uzunçarşılı, s. 213. 338-339, 397).

IV. Murad kılıç kuşanma töreninin ardın­dan Has Oda’daki hırka-i saadeti ziyaret ederek dua etmiştir (Evliya Çelebi, 1,227). II, Mustafa, tahta çıkacağını öğrenince Has Oda’ya giderek hırka-i saadetin önün­de icra edilen dua merasiminden sonra saltanat elbiselerini giyerek kendisine ya­pılan biati kabul (Silâhdar, 1,4), daha son­ra da her cuma hırka-i saadeti ziyaret et­miştir (a.g.e., I, 32).

Hırka-i saadetin savaş zamanlarında daha büyük bir önem kazandığı bilinmek­tedir. Bunun en kayda değer örneği III. Mehmed’in Eğri seferinde (1596) yaşan­mış, savaş Osmanlılar aleyhine gelişmek­te iken Hoca Sâdeddin Efendi etkili söz­lerle padişahı yerinde tutmuş ve ona hır­ka-i saadeti giydirerek muhtemel bir he­zimeti zafere dönüştürmüştür (Kâtlb Çe­lebi. Fezleke, 1.90). II. Mustafa, bütün seferlerinde ordunun cesaretini arttırmak İçin hırka-i saadeti beraberinde taşımış­tır {Silâhdar. 1,67, 183, 186). III. Ahmed de askerlerin moralini yükseltmek için hır­ka-i saadet ve sancak-ı şerifi yanına alır­dı {a.g.e., II, 290). Yeni bir padişah tahta çıktığında sadrazam, şeyhülislâm, Dârüs-saâde ağası ve yüksek rütbeli görevlile­rin biati Has Oda’da (Hırka-i Saadet Dai­resi) gerçekleşirdi (Silâhdar, II, 187-189: Cevdet, IV, 237; Uzunçarşılı, s. 187).

Osmanlı döneminde hırka-i saadet et­rafında teşekkül eden önemli gelenekler­den biri de ramazanın on beşinci günü ya­pılan ziyarettir; eğer bu gün cumaya rast­larsa ziyaret cumartesi gününe bırakılır­dı. Sultanlar Topkapı Sarayı’nı terkettik-ten sonra bile hırka-i saadet saray içinde kalmış, ya sultanın odasında ya da Sofa Köşkü’nde muhafaza edilmiş ve ziyaret törenlerine Hırka-i Saadet Alayı denilen bir tören eklenmiştir.

Ramazan ayının on ikinci günü başta padişah olmak üzere Has Oda ağaları mu­kaddes emanetleri Revan Odası’na taşı­dıktan sonra her taraf süpürülür, gül su­yu ile yıkanır, öd ve amber yakılır, böyle­ce hırka-ı saadet ziyarete hazırlanırdı. Ra­mazanın on dördünde ziyaret merasimi­ne katılacak olan devlet adamlarına da­vet tezkireleri gönderilirdi. Sadrazam ve davetliler, ertesi gün öğle namazından sonra Bâbüssaâde Önünde silâhdar ağa tarafından karşılanırdı. Sadrazam sağın­da silâhdar ağa, solunda Has Oda başı, şeyhülislâmın da sağında ve solunda bi­rer Has Odalı ağalarla beraber çuhadar, rikâbdar. tülbent, anahtarve peşkir ağa­lan protokol sırasına göre hırka-i saadetin ziyaret edileceği yerde toplanıp imâm-ı evvel, imâm-ı sânî. Has Oda imamı ve pek çok müezzin ayakta Kur’an okurlar, pa­dişah, şeyhülislâm, sadrazam ve diğer erkân hırkayı ziyaret ederlerdi. Akşama ka­dar süren bu törende yeniçerilere ve öte­ki ocaklılara baklava dağıtılır (Şem’dânî-zâde, II, 79), ilgililere rütbelerine göre hil-*at giydirilir, ziyaretçilere de üzerinde, “Hırka-i hazret-i fahr-i rusüle / Atlas-ı cerh olamaz pây-endâz //Yüz sürüp zey­lini takbîl ederek / Kıl şefî-i ümeme arz-ı niyaz” gibi misraların yazılı olduğu çevre­ler verilirdi. Ramazan ziyaretlerinde hır­ka-i saadetin gümüş tahtı ve altın anah­tarlı altın sandukası bizzat sultan tarafın­dan açılır, yedi ipek kadife bohça içindeki hırka-i saadet çıkarılır, uçları su dolu bir kâseye hafifçe batırılarak ıslatılır ve bu su. dolu kazanlara taksim edilir, kazanlar-daki su ise içilmek üzere dağıtılırdı. I. Ah­med tarafından başlatılan bu âdet. son­raları hirka-i saadete zarar verdiği gerek­çesiyle sadece bohçanın bir kısmı ıslatıl­mak suretiyle devam ettirilmiştir. Ancak II. Mahmud tarafından bunun yerine özel olarak hazırlanmış, üzerine hırka-i saa­det hakkında bir şiir yazılmış tülbentlerin hirka-İ saadete sürülmesi ve bunların zi­yaretçilere dağıtılması âdeti yerleştiril­miştir. Ziyaretin sonunda hırka-i saadet yine sultan tarafından yerine konulur, ge­lecek ramazana kadar açılmazdı. Önce Hz. Aişe’nin yanında bulunan, onun vefatı üzerine kardeşi Esma’ya intikal eden Re-sûl-i Ekrem’e ait bir cübbenin. Esma ta­rafından yıkanıp suyunun şifa için kulla­nıldığı (Mûsned, VI, 348; Müslim, “Libâs”, 10) ve Ömer b. Abdülazîz’in özel bir oda­da muhafaza ettiği Resûlullah’a ait eşya içinde yer alan, onun ter kokusunun sin­diği bir kumaşın talep üzerine ıslatılıp sı-kıimasıyla elde edilen suyun bir hastaya iyi geldiği (İbnü’l-Cevzî, el-Vefâ, II, 555-556) şeklindeki rivayetler, bu tür eşyanın şifa ve teberrük amacıyla kullanılması âdetinin sahabe ve tabiîn dönemine ka­dar indiğini göstermektedir.

Osmanlı sarayında belli günlerde yapı­lan hırka-i saadet ziyaretleri ve bu vesi­leyle düzenlenen Hırka-i Saadet Alayı zen­gin folklorik özellikleriyle asırlar boyunca toplumun temel dinamiklerinden birini teşkil etmiş ve bu törenlerle ilgili olarak pek çok müellif tarafından bilgi verilmiş­tir (meselâ bk. Esad Efendi, s. 30-33; Ahmed Râsim. II, 340-341; Ugaklıgtl. I, 176-177; II, 126-127; Pakalın, II, 805-806). Yah­ya Kemal’in 1921 Şubatında yazdığı şu sa­tırlar, Türkler’in hırka-i saadete karşı bes­lediği derin saygının en güzel bir tezahü­rüdür: “Bu devletin iki manevî temeli var­dır: Fâtih’in Ayasofya minaresinden okut­tuğu ezan ki hâlâ okunuyor! Selim’in hır­ka-i saadet önünde okuttuğu Kur’an ki hâlâ okunuyor! Eskişehir’in, Afyonkara-hisar’ın, Kars’ın genç askerleri! Siz bu ka­dar güzel iki şey için doğuştunuz” {Aziz İstanbul, s. 120).

Saltanatın ilgası üzerine hem hırka-i sa­adet ziyareti, hem de Hırka-i Saadet Dai-resi’nde günün her saatinde Kur’an okun­ması âdeti kaldırılmıştır. Cumhuriyet’in ardından Tbpkapı Sarayı müze haline ge­tirildikten sonra Has Oda 1962 yılına ka­dar ziyarete kapalı tutulmuş, bu tarihten sonra da hırka-i saadet ziyareti manevî derinliğinden yoksun turistik bir mahiyet kazanmıştır. 1980’de müzenin açık oldu­ğu saatler içinde. Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi Kıraat Bölümü’n-de ihtisas yapan hafızlar tarafından okun­mak üzere yeniden Kur’ân-ı Kerîm tilâve­tine başlanmıştır. Bu uygulama bazı tek­nik sebepler yüzünden sürdürülemeyince 15 Mart 1991 tarihinde İstanbul Müf­tülüğü ile yapılan protokol gereği görev müftülüklerce seçilen yedi imam tara­fından nöbetleşe yürütülmüştür. Hırka-i Saadet Dairesi’nde 25 Ekim I99ffdan iti­baren yirmi dört saat boyunca Kur’an oku­ma uygulaması başlatılmıştır.

Asırlar boyunca gerek padişahlar ge­rekse müslüman halk tarafından büyük bir saygı İle korunan, Osmanlı töresi ve törenlerinde önemli bir yere sahip olan hırka-i saadet, bugün altın sırmalı yedi ipek kadife kumaşa sarılmış olarak üst­ten iki kanatlı bir altın çekmecede mu­hafaza edilmekte, bu çekmece de Sultan Abdülaziz döneminde yapılan altın bir sanduka içine yerleştirilmiş olarak Hır­ka-i Saadet Dairesi’ndeki bir gümüş taht üzerinde teşhir olunmaktadır.

Hırka-i Şerif, Hz. Peygamber’in bir di­ğer hırkası yine İstanbul’da Hırka-i Şerif Camii’nde muhafaza edilmektedir. Resûl-i Ekrem’in vasiyeti üzerine Hz. Ömer ile Hz. Ali’nin Yemen’deki Karen köyüne giderek Veysel Karanfye hediye ettikleri­ne inanılan bu hırka (Ocak, s. 84-88) krem renginde yünlü bir kumaştan yapılmış­tır. Yen ve yakalarında şemseli bordur mo­tifleri bulunan hırka, geçmeli çark-ı felek deseni delikli dokuma şeklinde olup yer yer yıpranmıştır. Hırka-i şerif bugün sakal-ı şerif ve Veysel Karanîye ait kemer ve takke ile birlikte bir mahfaza içerisin­de özel bir dairede korunmaktadır.

Veysel Karanî Sıffîn’de Hz. Ali’nin safla­rında şehid olunca hiç evlenmediği ve ev­lâdı da olmadığı için hırka-i şerif kardeşi Şehâbeddin el-Üveysî’ye intikal etmiştir. Daha sonra Oveys ailesinin, Irakve Güney­doğu Anadolu bölgesinde ikamet ettiği dönemlerde burada sık sık meydana ge­len çarpışmalar yüzünden huzuru kaçmış ve Zîver el-Üveysî zamanında kesin olarak bilinmeyen bir tarihte Kuşadası’na göç edip yerleşmiş, uzun müddet ziraatla meşgul olup aşiret halinde yaşamıştır. El­lerinde Hz. Peygamber’in hırkasının bu­lunması sebebiyle aileye karşı daima say­gı gösterilmiş ve Üveysîler o bölgede dinî bir önem kazanmıştır. Daha sonra I. Ahmed’in isteği üzerine aile İstanbul’a gel­miş ve reisleri olan Şükrullah el-Üveysî”-nin Fatih civarındaki Yavuzselim’de kira­ladığı evde İstanbul halkının hırka-i şerifi ziyaret etmesi sağlanmıştır. Bu ziyaret­lerin her yıl artması üzerine önce I. Abdülhamid Fatih semtinde tek odadan iba­ret bir hırka-i şerif dairesi yaptırmış, ar­dından Sultan Abdülmecid bir cami (Hır­ka-i Şerif Camii) inşa ettirerek (1851) hır­ka-i şerif burada muhafaza edilmeye baş­lanmıştır, özellikle ramazan ayının ikinci yarısında valide sultan tarafından bura­da ziyarete açılan hırka-i şerif, Osmanlı devlet erkânının Topkapı’daki hırka-i sa­adeti ziyaret ettikten sonra bu camiye gelerek hırka-i şerifi de ziyaret etmeleri geleneğini başlatmıştır. Ramazan ayının ilk haftasından başlanarak arefe gününe kadar halkın ziyaretine açık bulunduru­lan hırka-i şerif ziyaretleri için günümüz­de herhangi bir resmî protokol mevcut değildir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski