Hud Suresi Kaçıncı Sure, Kaç Ayettir, Fazileti, Konuları, Hakkında Bilgi

Hûd Sûresi. Kur’ân-ı Kerîm’in on birinci sûresi.

Mekke döneminde Yûnus sûresinden sonra ve İsrâ sûresinden önce nazil ol­muştur. Başından sonuna kadar âyetler arasındaki konu ve üslûp birliği sûrenin tamamının bir defada indiği kanaatini vermektedir, 1 2.17 ve 114. âyetlerin Me­dine’de nazil olduğu yolundaki rivayetler zayıftır. 123 âyetten oluşan sûreninfâsılası harfleridir. Adını 50, 53, 58, 60 ve 89. âyetlerde geçen Hûd peygamberin adından alır. Kaynaklarda sûrenin nüzul se­bebiyle ilgili herhangi bir açıklamaya rast­lanmamaktadır. Bununla birlikte eski çağ­ların inkarcı ve zalim toplumlarına yönel­tilmiş olan uyarı ve tehditlerdeki sert üs­lûba bakarak müşriklerin müslümanlar üzerindeki baskılarını iyice arttırdıkları Mekke döneminin son yıllarında nazil ol­duğu söylenebilir.

Fahreddin er-Râzî’nin kaydettiği bir ri­vayete göre İbn Abbas, bütün Kur’an’da Hz. Peygamber’i en çok etkileyen, onun saçlarının ağarmasına sebep olan âyetin Hûd sûresinde geçen, “Emrolunduğun gi­bi dosdoğru ol” mealindeki 112. âyet ol­duğunu söylemiştir. Aynı sahâbî. Hûd sû­resi hakkında rivayet edilen diğer hadis­leri de bu âyetle irtibatlandırmıştır. Bu hadislerin en meşhuruna göre Hz. Ebû Bekir, “Yâ Re-sûlallah, saçların ağardı” deyince Resûl-i Ekrem, “Beni Hûd. Vakıa. Mürselât, Am­me yetesâelûn (Nebe1) ve İze’ş-şemsü küvvirat(Tekvîr) sûreleri kocalttı” demiş­tir.

Geniş ölçüde peygamber kıssalarından oluşan sûrenin giriş mahiyetindeki ilk bö­lümünde, Kur’an’ın mânaları açıkça an­laşılacak şekilde berrak ve hikmetli olan âyetlerinin Allah tarafından insanların yalnız O’na kulluk etmelerini, O’ndan mağfiret dileyip tövbe etmelerini sağla­mak üzere indirildiği belirtilir. “Ona gök­ten bir hazine indirilmeliydi veya onunla beraber bir melek gelmeliydi” tarzındaki itirazlarıyla Hz. Muhammed’in peygamberliği ve Kur’ân-ı Kerîm’in Allah kelâmı olduğu konusunda şüphe uyandırmak is­teyenlere karşı Resûlullah teselli edilmek­te (âyet 12) müşriklerden, beşer sözü ol­duğunu ileri sürdükleri Kur’an’m benzeri on sûre getirmeleri istenerek onlara karşı meydan okunmaktadır. Her canlının rız­kını veren, yeri göğü yaratan Allah’ın sı­nırsız ilmine, engin kudret ve azametine dikkat çekerek hayatın bir imtihan oldu­ğunu, insanların sonunda Allah’a döndü­rüleceklerini bildiren âyetlerin ardından kendilerine tanınan fırsatları değerlendir­meyen inkarcıların artık âhirette azaptan kurtulma imkânlarının da kalmayacağı uyarısında bulunulur. Kendilerini dünya tutkularına kaptıranların İstediklerini el­de etseler bile bu dünyada yaptıkları iş­lerin âhirette onlara fayda sağlamayaca­ğı, cehennem ateşinden başka bir sonuç­la karşılaşmayacakları bildirilir.(âyet 15-22) Öte yandan Hz. Peygamber’in dave­tine uyarak iman edenlerin ve rablerine gönülden bağlananların cennetle ödüllen­dirileceği müjdesi verilir. Bu arada iki zümreden inkarcılar körlere ve sağırlara, müminler de gören ve duyan kimsele­re benzetilerek giriş bölümü inkarcıları sağlıklı düşünmeye çağıran âyetle son bulur.

Sûrenin bundan sonra gelen uzun bö­lümünde (âyet 25-99) Nûh. Hûd, Salih, İb­rahim, Lût. Şuayb ve Musa’nın tebliğ faaliyetleri anlatılarak bunlardan özellikle Nûh, Hûd. Salih, Lût ve Şuayb’ın davetle­ri ve kavimlerinin bu davetler karşısında­ki inkarcı ve inatçı tutumları ayrıntılı bi­çimde ortaya konmuştur. Nûh. Hûd. Sa­lih ve Şuayb’ın ilk tebliğlerinin tevhidle il­gili olması, bunların kavimlerinde müşrik-liğin hâkim inanç olduğunu göstermek­tedir. Ayrıca Lût’un kavminde eşcinselli­ğin yaygın olduğu (âyet 78-79) Şuayb’ın tebliğde bulunduğu Medyen halkı içinde de ticaret ahlâkının bozulduğu (âyet 84-85) anlaşılmaktadır. Bu bölümlerde pey­gamberlerin görevlerini hiçbir dünyevî karşılık beklemeden yaptıkları (âyet 29-51) kavimlerinin zarar görmelerini ve acı çekmelerini istemedikleri.(âyet 26-52) kendi güçlerine değil Allah’ın yardım ve desteğine güvendikleri (âyet 29-31, 34, 56,63) ifade edilirken muhatapları olan kitlelerin de çoğunlukla bu peygamberle­re karşı kaba ve küstah davrandıkları, on­ları küçümsedikleri. yalancılıkla suçladık­ları ve nihayet inkâr ve kötülüklerinde ıs­rar ettikleri bildirilmekte, en sonunda peygamberler ve onlara inananlar kurtu­lurken diğerlerinin çeşitli âfetlerle yok edildiği anlatılmaktadır. Nitekim Nuh’un kavmi tufanda boğulmuş (âyet 44) Hûd’un Âd isimli kavmi büyük bir azapla cezalandırılmış (âyet 58) Salih’in Semûd adlı kavmiyle Şuayb’ın muhatabı olan Medyen halkı korkunç bir gürültü ile (âyet 67, 94) Lût’un kavmi de başlarına taş yağdırılarak (âyet 82) helak edilmiştir.

Hz. Nuh’a ayrılan bölümde (âyet 25-49)…

Hz. Nuh’a ayrılan bölümde (âyet 25-49) tufan olayına geniş yer verilmiştir. Bura­da Nuh’un, “Ben size Allah’ın hazinele­ri benim yanımdadır demiyorum; gaybı da bilemem; ben bir meleğim de demiyo­rum” şeklindeki samimi ifadeleri (âyet 31) İslâm’daki peygamber telakkisini yansıt­ması bakımından; onun inkarcılar tarafın­da yer alan oğlunun gemiye alınarak kur­tarılması için Allah’tan dilekte bulunma­sına rağmen bu isteğinin reddedildiğini ve Nuh’un böyle yanlış bir dilekte bulun­masından mahcubiyet duyduğunu ifade eden âyetler(âyet 45-47) bir peygambe­rin evlâdı için dahi iltimas yapılamayaca­ğına imada bulunması açısından anlam­lıdır.

Sûrenin son bölümünde (âyet 100-124) Önceki kısımda yer alan peygamber kıssa­ları genel bir tahlile tâbi tutularak ceza­landırılıp helak edilen kavimlere haksızlık edilmediği, başta inkarcılıkları olmak üze­re bizzat kendi kötülükleri yüzünden he­lake uğradıkları belirtilir. İlâhî ceza onla­ra aniden gelivermiş, putları da kendileri­ni kurtaramam ıştır. Üstelik onlar bu put­lar yüzünden çok ağır cezalara çarptırıl­mışlardır. Kıssalar birer öğüt ve ibret ve­silesidir. Âhiret azabından korkarak bun­ların üzerinde düşünenler, milletlerin yük­seliş ve çöküşlerinde kendilerinden kaynaklanan sebeplerin bulunduğunu anla­malıdırlar.(âyet 101) İlâhî adalet, inkar­cıların ve refah yüzünden şımarıp ahlâkî çöküntüye sürüklenenlerin yakasını âhirette de bırakmayacak, ayrıca o gün Al­lah izin vermeden hiç kimse konuşama­yacaktır; putların kendilerine şefaat ede­ceklerini sanan müşrikler de hüsrana uğ­rayacaktır. Allah’ın cezalandırma ve mü­kâfatlandırma kanununa göre inkarcılar cehenneme gidecekler ve orada acıklı bir azabı tadacaklar, müminler ise cennetle mükâfatlandırılacak ve orada sonsuz bir saadet içinde yaşayacaklardır.(âyet 106-108) Kur’an’ın getirdiklerine karşı çıkan ve tıpkı geçmişte helak olup giden kavim­ler gibi atalarını taklit ederek putlara ta­pan Araplar da inkârlarının cezasını çeke­cektir. Bu arada sûrede Hz. Peygamber’e ve müminlere yönelik tavsiyelerde bulu­nularak onlardan dosdoğru olmaları, yal­nız Allah’ı dost edinmeleri, namaz kılma­ları ve sabretmeleri istenir. Geçmiş asır­larda yaşayan milletler arasında inanmış bir azınlığın dışında kötülüklerden uzak­laştıran ve İyiliği tavsiye eden faziletli kim­seler kalmadığı ve artık onlara hiçbir na­sihat tesir etmediği için helak oldukları anlatılır.(âyet 116)

Bu bölümde ayrıca Allah’ın iyi olan ve iyilik yapan (muhsin) kimselerin ecrini zayi etmeyeceği (âyet 115) halkı ıslahçı olan ülkeleri zulümle yıkıma uğratmayacağı (âyet 117) yolunda vaadde bulunulmak­tadır. Fahreddin er-Râzî, “Şirk çok büyük bir zulümdür (Lokman 31/13) mealinde­ki âyeti delil göstererek 117. âyetteki zu­lüm kelimesinin “şirk” anlamında kullanıldığını, buna göre bir toplumun müşrik ve kâfir olmasının onların toptan yok edil­mesine sebep teşkil etmeyeceğini, böyle ağır bir cezanın ancak toplumsal ilişkile­rin tamamen kötüleşmesinden, insanla­rın birbirine eziyet ve haksızlık etmesin­den kaynaklanabileceğini belirtir. Müslü­man hukukçuların da Allah haklan için hoşgörülü ve bağışlayıcı olmayı, kul hak­lan konusunda ise hassasiyet ve titizlik göstermeyi esas kabul ettiklerini hatırla­tan Râzî buna göre âyeti, “Halkı birbirine karşı İyilikle ve doğrulukla muamelede bulunduğu sürece senin rabbin sırf şirk sebebiyle ülkeleri helak edecek değildir” şeklinde açıklayarak bunun Ehl-i sünnet’in yorumu olduğunu söyler.

Sûrede, insanlar arasında görüş ve inanç farklılığı bulunmasının bir tesadüf olmayıp bizzat Allah tarafından takdir edildiği belirtilmekte, böylece dolaylı ola­rak bunun zihnî ve manevî gelişme gibi hususlarda Allah’ın insanlara bir lutfu ol­duğuna işaret edilmektedir. Geçmiş dö­nemlere dair anlatılanlarla Peygamber’in yüreğini güçlendirmenin, dolayısıyla ona ve diğer müminlere gerçeği bildirmenin amaçlandığı bildirilmekte, nihayet müminiyle münkiriyle herkesin dilediğini yap­makta serbest olduğu, fakat herkesin yaptığının sonucunu dikkate almak ve beklemek durumunda bulunduğu vurgu­lanmaktadır. Sûre, bütün işlerin Allah’a vardığı ve O’nun yapılan işlerden gafil ol­madığı uyarısıyla sona erer.

Hûd sûresi hakkında müstakil çalışma­lar yapılmıştır. Muhammed el-Emîn eş-Şinkltî’nin Me’dricü’s-su’ûd ilâ tefsiri sureti Hûd (Cidde 1988), Ahmed b. Rûhullah el-Câbirî’nin Tefstru sureti Hûd İbra­him b. Muhammed el-Me’mûnî’nin Hâşiyetü Tefsiri sureti Hûd ve Sadred-dinzâde Mehmed Emin Şirvânî’nin Tcfü-kât caiö Tefsiri sureti Hûd mine’l-Beyzâvî  adlı eserleri bunlardan ba­zılarıdır. Muhammed Sipedâr Han Dihlevî’nin Tefsîr-i Hûd diye bilinen Mazhar-i ‘Ulûm’u ile (Delhi 1310/1892) müellifi meçhul Tefsîr-i Sûret-i Hûd (Delhi 1905) adlı eserler Urduca’dır. Ayrıca Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun Yûnus ve Hûd Sûrelerinin Tefsiri adıyla yayımlanan (İstanbul 1983, 1984, 1987, 1991) tasavvufî bir tefsiri bulunmaktadır.

Sûrenin faziletine dair Abdullah b. Rebâh’tan, “Cuma günü Hûd sûresini oku­yunuz” mealinde bir hadis rivayet edil­miştir. Bazı tefsirlerde yer alan “Hûd sû­resini okuyana Nûh, Hûd, Salih, Şuayb, Lût, İbrahim ve Musa’yı tasdik ve tekzip edenlerin on katı ecir verilecektir; ayrıca bu kişi kıyamet gününde saadete eren­lerden olacaktır” anlamındaki Übey b. Kâ’b hadisinin ise mevzu olduğu kabul edilmiştir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski