Hüdavendigar Camii -Bulgaristan, Filibe- Tarihçe, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hudâvendigâr Camii. Bulgaristan’da Filibe’de XIV. yüzyılda I. Murad Hüdavendigâr tarafından yaptırılan cami.

Bulgarlar tarafından Cuma Camii denilen ibadethane Muradi­ye adıyla da anılmaktadır. Filibe’nin ulucamii durumundaki bu eser Bulgaris­tan’da inşa edilen ulucamilerin başında gelir. Aynı mimari tipte olan Sofya’daki mâbed ise Sadrazam Mahmud Paşa’nın hayratı olarak çok daha sonra yaptırılmış­tır. Filibe’den 1062’de (1652) geçen Evli­ya Çelebi bu şehri anlatırken, “Çarşı için­de cemâat-i kesîreye mâlik ulucami, Edir­ne fâtihi Gazi Hudâvendigâr Sultan Murâd hân-ı evvelindir” diyerek eserin I. Murad’ın vakfı olduğunu, ancak kitabesinin bulunmadığını söyler. Machiel Kiel İse bu caminin 1425 yılı civarında II. Murad tara­fından yaptırıldığını ileri sürer. Onun bu husustaki dayanağının, Ömer Lütfi Barkan tarafından yayımlanan 895 (1490) tarihli muhasebe kayıtlan ol­duğu bilinmektedir. Bu belgelerde Filibe’­deki bir cami için yapılan harcamalar ya­zılırken bunun Hazret-i Hudâvendigâr’ın ve Hazret-i Sultan Murad Han’ın vakfı ol­duğu bildirilir. Ancak bu ifadeden II. Murad’dan çok I. Murad anlaşıldığından eser için I. Murad’ın bani olarak kabul edilme­si daha inandırıcı görünmektedir. Filibe’­den bir elçilik heyetiyle 1553’te geçen Al­man Hans Dernschwam, şehrin ortasın­da büyük ve muhteşem bir cami gördü­ğünü belirtir. Adı verilmemekle beraber bu ancak Hudâvendigâr Camii olabilir. İn­şa kitabesinin yerinde ta’lik hattıyla yazıl­mış, şimdiye kadar bütünüyle yayımlan­mayan dört beyitlik bir tamir kitabesi bu­lunmaktadır. 27 Şevval 1199 (2 Eylül 1785) tarihli kitabeden Hudâvendigâr Camii’nin bu tarihte büyük ölçüde elden geçirildiği anlaşılmaktadır. 1234’te (1819) Filibe’de büyük hasarlara yol açan şiddetli deprem­de caminin zarar gördüğünü belirten bir ize rastlanmadığı gibi çok değişik bir süs­lemesi olan ve ayrıntıları ile orijinalliğini belli eden minaresinin hiç değişmeden zamanımıza kadar gelmiş olması depre­min zararsız olarak atlatıldığına bir baş­ka delil sayılabilir. Ekrem Hakkı Ayverdi, kapının iç yüzünde sıva üstüne boya ile ya­zılmış iki satırlık yazının Edirne’de de ba­zı camilerde kalem işi nakışlar yapan Nak­şı Çelebi’ye ait olup 1234 depreminin ar­kasından yazılmış olabileceğini ileri sürer. Bir vakitler elliyi aşkın ibadet yerine sahip olan Filibe’de ayakta bırakılan iki cami­den biri olan Hudâvendigâr Camii 1966′-da pek iyi durumda olmamakla beraber açıktı.

Evliya Çelebi‘nin de işaret ettiği gibi bu çeşit camilerdeki usule uygun olarak Fili­be çarşısının ortasında idi ve bir avlusu yoktu. İlk Osmanlı mimarisinde çok yay­gın olan kesme taş ve tuğla ile karma tek­nikte inşa edilmiş olup her taş sırasının arasında iki sıra tuğla bulunmaktadır. Ay­rıca bu dönem yapı sanatında sıkça kul­lanılan usule göre taşların aralarına diki­ne birer tuğla konulmuştur. Evliya Çelebi dışarıdan cümle kapısına bir merdivenle çıkıldığını bildirir. Fakat merdivenin yük­seklik ve biçimi zaman içinde değişmiş­tir. Ekrem Hakkı Ayverdi, caminin girişin­de iki yanı duvarlı ve altı desteğe dayanan bir son cemaat yeri olabileceğini düşün­müştür. Günümüzde ise basit bir merdi­venle iki yanında 4.50 m. derinliğinde ka­palı mekânlar vardır. Osman Keskioğlu’nun II. Murad Kütüphanesi olduğunu be­lirttiği bu mekân, çok belirli XIX. yüzyıl üslûbunda ahşap oymalarla süslü bir cep­heye sahiptir. Bu son cemaat yeri halen Nâzım Hikmet derneği, kütüphanesi ve okuma merkezi olarak kullanılmaktadır.

Ayverdi’nin de işaret ettiği gibi cephe­lerde açılmış pencerelerin bir kısmında görülen nisbetsizlikler ve iç mimariyle olan uyumsuzluklar bunlardan çoğunun geç bir dönemde, büyükbir ihtimalle 1199 (1785) tamiri sırasında açılmış veya değiştirilmiş olduğunu gösterir. Etrafı sil­melerle çerçevelenmiş cümle kapısı sivri bir kemer içindedir. Girişin iki yanındaki küçük oturma nişlerinin tepeleri mukar-naslıdır. Ayverdi, sağ cephede bulunan ve iki taraflı merdivenlerle ulaşılan girişin bir pencerenin bozulması suretiyle sonra­dan açılmış olabileceğini ileri sürerse de kapının daha iyi incelenmesi gerekir. Sa­hanlığı yarım yuvarlak bir kemere oturan merdivenler orijinal değildir. Sol cephenin kıble duvarı ile birleştiği yerdeki giriş ise sivri kemerinden ve nisbetlerinden de an­laşıldığı gibi orijinal olup bunun aslında hünkâr mahfiline bağlantı sağlayan giriş olduğu bellidir.

Rumeli’de kalan pek çok Türk eseri için uydurulan söylentilerden birine göre ca­mi Sveti Petka Kilisesi’nin yerinde inşa edilmiştir; ancak bu iddiayı doğrulayacak bir dayanak yoktur. Sadece yakın yıllarda, cami önündeki meydanın taş döşenerek düzenlenmesi sırasında kıble duvarı ile güney cephesi köşesinin uzağında Roma dönemine ait mermer bir yapının kalıntı­ları bulunmuştur. Bunlardan arasına gir-landlar işlenmiş öküz başlan olan (bukranion) bir friz, bu yapının bir kilise değil İlk-çağ”a ait bir pagan binası olduğunu açık şekilde belli etmektedir. İlkçağ’daki Philippopolis’in (Filibe) Türkler tarafından fethinden yüzyıllar Öncesine ait toprak altında kalmış bir yapı dolayısıyla mâbed hakkında ileri sürülen iddiaların gerçekle hiçbir alâkası yoktur. Hudâvendigâr Camii temelden bir Türk eseridir.

Ekrem Hakkı Ayverdi‘nin verdiği rakam­lara göre 25,53 x 31.40 m, ölçüsünde olan harim mekânı, birbirlerine ve beden du­varlarına kemerlerle bağlanan kare kesitli dört masif paye ile dokuz bölüme ayrıl­mıştır. Klasik çok kubbeli camiler prensi­bine uygun olmakla beraber burada sahnlar (netler) eşit olmayıp ortadaki geniş, yanlardakiler ise daha dardır. Ortadaki sahnın kıble yönünde peş peşe sıralanan kare planlı üç bölümün her biri çok basık kasnaklı, 8.50 m. çapında birer kubbe ile örtülmüş olup bunlarda Türk yapı sanatı geleneğine aykırı olarak çok dar pencere­ler görülmektedir. Bu aydınlatma men­fezlerinin orta bölümlere ışık sağlamak düşüncesiyle 1785 tamirinde açılmış ol­ması muhtemeldir. Dikdörtgen planlı olan yan bölümler tonozlarla örtülmüştür. Böylece burada, ilk Osmanlı döneminde çok yaygın olan dokuz kubbeli ulucamilerin daha değişik bir çeşitlemesi uygulan­mıştır.

Çok güzel bir örneği Bursa Ulucamii’nde görülen eski kapalı avlu geleneğinin hâtırası olarak orta sahndayer alan şadır­van havuzu Hudâvendigâr Camii’nde de bulunmaktadır. Ancak burada tam mer­kezde olmayıp ana eksen üzerinde girişe yakındır. Bu şadırvan havuzunun aslında da var olduğu, fakat herhalde biçiminin zamanla değiştirildiği kabul edilmelidir. Ayverdi’nin, Hudâvendigâr Camii’nin ilk biçimini gösteren restitüsyon çiziminde bu şadırvanı işaretlememesi bir eksiklik­tir.

Evliya Çelebi, Hudâvendigâr Camii’nin mihrab ve minberinin çok sade olduğu­nu belirtir. Gerçekten her ikisi de göste­rişsiz ve basit unsurlardır. Hiç bezemesi olmayan minber mermer taklidi boyan­mıştır. Duvarları, kubbe ve kemerleri kap­layan XIX. yüzyıla ait kalabalık kalem işi nakışlar Rumeli’de hâkim olan. duvar yü­zeylerini ağır nakışlarla doldurma mera­kından kaynaklanmış olup pek zevkli bir sanat ürünü sayılmaz. Kemerlerdeki mer­mer taklidi boyama ise daha da çirkindir. Mihrap binanın ilk yapıldığı dönemin üs­lûbunu aksettirmez. Esasen her tarafı boyanmış ve yarım kubbesi istiridye ka­buğu gibi dilimli bir motifle doldurulmuş, nişin içi de iki yana açılmış perde ve orta­da çiçek vazosu motifleriyle süslenmiştir. Yan taraftaki girişle bağlantılı mahfil ise barok üslûbunda olan bir eklemedir. Bu­rada da aynı kalem işi süslemeler görü­lür. Sol duvara yapıştırılmış bir mermer levha üzerinde güneş saati bulunmakta­dır.

Caminin, ilk yapıldığından günümüze kadar hemen hemen hiç değişikliğe uğ­ramadan gelen bir unsuru olan minaresi sol köşededir; gövdesine duvar kalınlığı içine açılan dar bir dehlizden ulaşılır. Taş­tan işlenen pabuç kısmından baklavalar­la yuvarlak gövdeye geçilmiş olup burası evvelce İshak Paşa’nın Selanik’teki camisindeki gibi sırlı tuğlalarla bir örgü moti­fine göre tezyin edilmiştir.( bk. Alaca İmaret Camii) İstanbul’da ise benzeri bir motifle süslenmiş tek minare Hacıhasanzâde Camii’ndedir. Minarenin şerefe çıkmaları, erken dönemde çok kullanılan biçimde geniş yuvalı mukamaslar halin­de idi. Geç bir dönemde şerefe korkuluğu demir parmaklığa dönüştürülmüş, daha yakın bir tarihte de kapalı bir korkuluk yapılırken mukarnasların biçimleri bozul­muştur. Petek kısmı ile sivri külahı XIX. yüzyılda yenilenmiştir.

Hudâvendigâr Camii, erken Osmanlı dönemi Türk mimarisinin Baikanlar’daki en büyük ve en değerli eserlerinden biri olmasına rağmen orada yayımlanan tu­rist rehberlerinde adı biie geçmiyordu. Fakat Batı’da basılmış daha yeni benzeri bir kitapta sanat değeri vurgula­narak yer almıştır. Çok kubbeli ulucamiler tipinin kendi içindeki çeşitle­melerinden birini temsil etmesi bakımın­dan Osmanlı dönemi Türk mimarisinde özel bir yere sahip olan Hudâvendigâr Ca­mii, yine I. Murad tarafından yapımına başlanan, fakat 1855 depreminde esas biçimini kaybeden Bursa’daki Şehadet Camii ile Edirne’deki Eskicami arasında yer alır. 1928’de Bulgaristan’da meyda­na gelen ve bir depremde duvarları çat­layarak Öylece günümüze ulaşan ve halen bazı vakitlerde ibadete açık olan cami, Fi­libe Müftülüğü’nün 1998 Haziranında aç­tığı bir kampanya ile onarıma alınmıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski