Hümâyun. Bazı İslâm devletlerinde ve özellikle Osmanlılar’da hükümdarı ve hükümdara aidiyeti ifade etmek üzere kullanılan bir terim.
Sözlükte “uğurlu, mübarek, kutlu” anlamına gelen ve aslında bir kuşun adı olan Farsça hümâ kelimesinin sonuna “gibi” anlamındakiyûn ekinin getirilmesiyle teşkil edilen bu tabirin ortaya çıkışı, ölen bir padişahın yerine halefi bulunmadığı takdirde bir meydanda uçurulan hümâ kuşunun başına konduğu kişinin hükümdar olması rivayetine dayandırılır. Halk arasındaki “başına devlet kuşu konmak” deyimi de bu rivayeti yansıtır. Hümânın seçtiği kişi uğurlu, kutlu ve bahtlı sayıldığı için sonraları kelime padişahlar hakkında kullanılmıştır. Ancak hükümdar ve hükümdarla ilgili yerler dışında kelimeye şair ve yazarların eserlerinde yine “mübarek, uğurlu, kutlu” anlamında rastlanır. Nitekim başta Firdevsî’nin Şah-nâme’si olmak üzere hepsi de XI. yüzyılda yaşamış Ferruhî-i Sîstânî. Unsûrî, Esedî-i Tûsî ve Nâsir-ı Hüsrev’in eserlerinde bu anlamda kullanılmıştır. Ayrıca aslı hü-may olan bu kelimenin, eski Türk devletlerinde hakanın hanımının ongunu olan umaydan geldiği de ileri sürülür.
Kelime özellikle hükümdarı ifade etmek üzere önce İran, daha sonra diğer İslâm devletlerinin literatürüne girmiştir. Müntecebüddin Bedî (VI./XII. yüzyıl) tarafından Selçuklular döneminde yazılmış bu nevi terimleri ihtiva eden Atebetü’l-ketebe adlı eserde yer almamasına rağmen kelimenin o dönemde kullanıldığı bilinmektedir. Nitekim Reşîdüddin Vat-vât’a (ö. 573/1177) izafe edilen Vesâ’ilü’r-resâ’ii’in bir bölümünün başlığı “Elkâb-ı Hümâyun” olup kelime burada hükümdarı nitelemektedir.
Hükümdarla ilgili yazılarda hümâyun kelimesi “tevki’-i hümâyun” veya “hükm-i yarlıg-ı hümâyun çünânest” (hükümdar fermanının emri şöyledir) örneklerinde görüldüğü gibi Özellikle giriş ve bitiş kısımlarmda yer almaktadır. Aynı gelenek Selçuklulardan Osmanlilar’a da geçmiştir. “Nişân-ı hümâyun ve tuğrâyi meymun hükmü oldur ki” veya “nişân-ı hümâyun ve misâl-i meymun hükmü oldur ki” örneklerinde ise hümâyun ve “meymun” kelimelerinin eş anlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir.
Timurlular dönemi tarihçisi Hâfız-ı Ebrû’nun (ö. 833/1430) eserinde bu kelimeye “râyet-i hümâyun, ordu-yı hümâyun, hükm-i hümâyun” gibi şekillerde rastlanır. Safevîler’de de yaygın olarak görülmekte olup “rakam-ı hümâyun, hükm-i hümâyun, fermân-ı hümâyun, mühr-i hümâyun” vb. terkiplerde yer alır. XVI. yüzyılda yöneticiler için “newâb-ı hümâyûn-ı mâ” şeklinde de kullanılmıştır. Kaçarlar zamanında kelimeye “derbârı hümâyû-nî ve “a’lâ hazret-i hümâyun” hükümdar hazretlerine gibi şekillerde de rastlanır. İran’da yakın zamanlarda şah için kullanılan hümâyun tabiri yerini “şâhinşâh-ı Arya-mihr”e bırakmıştır. Mâverâünnehir bölgesinde Buhara hanları arasında “hükm-i hümâyun şüd, ferâmîn-i hümâyun” ve Kaçarlar’daki gibi “fermûcleyi hümâyûnî” şeklinde kullanılmıştır.
Hümâyun kelimesine yaygın biçimde Osmanlı Devleti’nde rastlanır. Bu tabirin kullanılışının Özellikle Fâtih Sultan Mehmed devrinden itibaren yaygınlaştığı ve bunun devletin bir imparatorluk vasfını kazanmasıyla ilgili bulunduğu söylenebilir. “Zât-ı hümâyun, fermân-ı hümâyun, hatt-ı hümâyun, nâme-i hümâyun, tugrâ-yi hümâyun, harem-i hümâyun, sarây-ı hümâyun, enderûn-ı hümâyun, mâbeyn-i hümâyun, bâb-ı hümâyun, dîvân-ı hümâyun, otağ-ı hümâyun, ordu-yı hümâyun, donanma-yı hümâyun” vb. örneklerde görüldüğü gibi doğrudan padişaha veya onun şahsında devlete ait yer ve müesseseler için kullanılmıştır.
Farsça’da ve Osmanlı Türkçesi’nde “hümâyun- baht, hümâyun- re V” terkiplerinde olduğu gibi hümâyunun bazan nitelediği kelimenin önüne geçtiği de olurdu. İstanbul Bebek’te Lâle Devri’nde Hümâyunâbâd adıyla bir köşk yapılmıştı. Kelî-le ve Dimne adlı ünlü eser Alâeddin Ali Çelebi tarafından Hümâyunnâme adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. Kelime, Behmenî ve Bâbürlüler’de doğrudan hükümdarların ismi olarak da kullanılmıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi