Hüsâmeddin Çelebi (Ö. 683/1284) Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin, Mesnevi’yi yazmasına vesile olan müridi ve halifesi.
622’de (1225) Konya’da doğdu. Urmiye’den Anadolu’ya göç edip Konya’ya yerleşen bir aileye mensuptur. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Mesnevisinin 1. cildinin önsözünde onun aslen Urmiyeli olduğunu ve. “Kürt olarak yattım, Arap olarak kalktım” diyen bir şeyhin soyundan geldiğini kaydeder. Bu şeyhin, Vefâiyye tarikatının kurucusu Tâcülârifîn Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî (ö. 501/1107) veya Urmiyeli Hüseyin b. Ali b. Yezdânyâr (ö. 333/944-45) olduğu öne sürülmektedir. Hüsâmeddin’in ancak üç nesil öncesine giden şeceresinde dedesinin adı Ahî Türk olarak kaydedilmiştir. Fakat bunun bir unvan olduğu kesindir. Hüsâmeddin Çelebi’ye Ahî Türkoğlu unvanı verilmesi babasının Konya ve yöresindeki ahilerin şeyhi olması sebebiyledir.
Eflâkî’nin anlattığına göre Konya’daki fütüvvet ehli, henüz ergenlik çağına ulaşmadan yetim kalan Hüsâmeddin’i babasının yerine ahî şeyhliği postuna oturtmak istemişlerse de Hüsâmeddin adamlarıyla beraber Mevlânâ’nın müridi olmuştur. Eflâkî, sahip olduğu mal varlığının hepsini Mevlânâ ve müridierine bağışlaması üzerinelalaların onu uyardığında, “Bana Allah’ın elçisine zahiren uymak müyesser oldu, Sizi de Allah rızâsı için Mevlânâ’nın aşkı ile azat ettim” dediğini nakleder. Mevlânâ’ya samimi bir sevgiyle bağlanan Hüsâmeddin ergenlik çağına ulaşınca bütün ahîler ve dostlarıyla birlikte onun hizmetine girmiş, en yakın müridi ve halifesi olmuştur. Mevlânâ’ya bağlılığından dolayı mensup olduğu Şafiîliği terkedip Mev-lânâ’nın mezhebi olan Hanefîliğe girmek istemiş, fakat Mevlânâ buna izin vermemiştir.
Hüsâmeddin, Tâceddin Mu’tezz’in aracılığı ile Ziyâeddin Vezir Tekkesi’ne şeyh tayin edildi. Onun bu tekkeye şeyh olmasına karşı çıkanlar bulunmasına rağmen Mevlânâ’nın desteğiyle bu mevkiyi elde etmişti. Eflâkî, Hüsâmeddin’in Mevlânâ’ya gösterdiği sevgiye karşılık Mevlânâ’nın da kendisini diğer dostlarından ve akrabalarından daha üstün tuttuğunu, onun bulunmadığı bir mecliste konuşup neşelenemediğini söyler.
Mevlânâ kendisine gelen hediyelerin hemen hepsini Hüsâmeddin’e gönderirdi. Bir defasında Emîr Tâceddin Mu’tez önemli miktarda bir para gönderince oğlu Bahâeddin Veled, “Bizim evimizde hiçbir şey yok; nereden bir şey gelse Çelebi’ye gönderiyor” diye serzenişte bulunmuş, Mevlânâ da, “Ey Bahâeddin! Bir dilim ekmeğim bulunsa yine Çelebi’ye gönderir ve onu kimse ile mukayese etmem” demişti. Mevlânâ’nın Hüsâmeddin Çelebi’ye gösterdiği bu saygı ve iltifatı gören kimseler Mevlânâ’yı onun müridi sanmışlardır.
Mevlânâ Meşnevi’sini, eserin birçok yerinde “Hak ziyası, Hak nuru, ruh cilâsı, dinin ve gönlün hüsâmı (kılıç), cömert Hüsâmeddin” gibi vasıflarla övdüğü Hüsâmeddin Çelebi’nin teşvikiyle yazmıştır. Hüsâmeddin, Mevlânâ’nın dost ve yakınlarının Hakîm Senâî’nin Hadîkatü’l-hakîka’sını veya Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t-tayr ve Muşîöe/name’sini okuduklarını görüp böyle bir eserin onun tarafından da yazılmasını gönlünden geçirdi ve bu düşüncesini Mevlânâ’ya söyledi. Mevlânâ da sarığının arasından Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini ihtiva eden bir kâğıt çıkarıp ona verdi ve kâtipliğini yaparsa devamını yazdırmaya hazır olduğunu belirtti. Eserini bu olaydan sonra yazmaya başlayan Mevlânâ semâ ederken, hamamda yıkanırken, yolda giderken aşka gelip Mesnevi beyitlerini söylemiş, yazma işi bazan gece sabahlara kadar devam etmiştir.
Meşnevî’nin her cildine başlarken Hüsâmeddin Çelebi hakkında övgülü ifadeler kullanan Mevlânâ bazan eserini “Hüsâmînâme” adıyla anmiştır. Meşnevî’nin yazılmasına Hüsâmeddin’in sebep olduğunu belirterek kendisine minnet ve şükran duygularını açıklamıştır. Hüsâmeddin Çelebi’nin yazdığı Meşnevî nüshası günümüze ulaşmamıştır. Konya Yûsuf Ağa Kütüphanesi’ndekİ bir nüshada onun yazdığı nüshadan yapılan bazı nakiller bulunmaktadır. Hüsâmeddin Çelebi Konya’da 12 Şaban 683 (24 Ekim 1284) tarihinde vefat etmiş ve Mevlânâ’nın baş ucuna defnedilmiştir.
TDV İslâm Ansiklopedisi