Hüvelbaki Nedir, Felsefede, İslam Filozoflarında Anlamı, Hakkında Bilgi

Hüvelbâki. Varlık anlamında kullanılan bir felsefe terimi.

Arapça’da “O odur, o kendisidir” anla­mına gelen bu ibareyi ilk İslâm filozofu Kindî. bir cinse dahil olan türlerin kapsa­mındaki her şahıs için kullanmıştır. Bun­dan dolayı her bir şahıs veya fert kendi­siyle özdeştir; başkası değildir. Şu halde hüve hüve mutlak bir kavram olarak ele alındığında onun karşıtı gayr (başkası) te­rimidir. Bu durumda bir şeyin hüve hüve (kendi kendisi) olması başkası olmaması demektir. Ebû Rîde, Kindî’nin bu kavra­mı “kendi başına var olan şey” anlamında­ki hüviyetle aynı anlamda kullanmış ola­bileceğini belirtir. Nitekim Kindî de Ebû Rîde’nin görüşü­nü doğrulayacak biçimde hareket çeşit­lerinden olan dönüşümü (istihale) açıklarken, “Bir şey, hüve hüve olarak kalırken niteliklerinin değişmesidir” demektedir. Bu da her şahsın bir cevher olduğu gerçe­ğini dile getirmektedir. Çünkü felsefî bir kavram olarak cevherin temel Özelliği, de­ğişen arazları taşımakla birlikte kendisinin değişmeden kalmasıdır. Nitekim Arapça felsefî metinlerde Tanrı (bari1) “hüve hü­ve” olarak nitelenmekte ve böylece onun tarifinin yapılamayacağı ifade edilmekte­dir. Aynı şekilde Fârâbî de hüve hüvenin “birlik ve varlık anlamı­na geldiğini ve. “Zeydün hüve kâtibün” ile “Zeydün mevcudun kâtibün” önerme­lerinin aynı gerçekliği belirttiğini söyler.

Hüve hüve ifadesinin en açık biçimde İbn Sînâ metafiziğinde “varlık” anlamın­da kullanıldığı görülür. Bu sebeple kâmil mânada hüve hüve yalnızca Tanrı için kullanılır. Çünkü İbn Sînâ’ya göre Tanrı’-dan başka her şeyin hüve hüve oluşu ken­disinden  değil başkasındandır Tann’nın li-zâtihî hüve hüve ol­ması O’nun varlığı İle mahiyetinin bir ve aynı olması demektir. Şu halde varlığı ken­dinden olan. yâni li-zâtihî hüve hüve olan şey vâciübü’l-vücûddur. Li-zâtihî hüve hü­ve olanın varlığı ve mahiyeti aynı olduğu için mantıkî bir tanımı yapılamaz. Akıl, böyle bir varlık hakkında MO vardır” anla­mında “O O’dur” (hüve hüve) yahut “O ken­di kendisidir” diyebilir. Bu durumda var­lığını başkasından alan yani sebebi olan her varlık li-zâtihî hüve hüve olan Tanrı dikkate alınmaksızın hüve hüve olamaz. Diğer bir ifadeyle Tann’dan başkasına an­cak mecazi olarak hüve hüve denilebilir.

Fakat başkası dikkate alınsın veya alınma­sın varlığı kendinden olan bir şey gerçek anlamda hüve hüvedir. İbn Sînâ da hüve nüveyi Fârâbî’de olduğu gibi varlık anla­mında kullanmaktadır. Ancak İbn Sînâ. varlığı vacip ve mümkin olarak ikiye ayır­dığı gibi hüve hüveyi de “li-zâtihî hüve hü­ve” ve “li-gayrihî hüve hüve” olmak üzere ikiye ayırmakta ve birincisini Tanrı, ikin­cisini Tann’nın dışındaki varlıklar için kul­lanmaktadır. Tevrat’ta Tanrı için kullanı­lan Yahve kavramının da “ey O” anlamına geldiği ve Kur’an’da Tanrı için kullanılan “hüve” (0) zamirine benzediği söylenmek­tedir. İbn Sînâ’ya göre hüve hüve, man­tık bakımından bir şeyin en derin teme­linde (künhünde) aklın idrakine konu olan kısmıdır. Şeyi hüve hüve olarak idrak et­mek, onu bütün arazlarından arındırılmış biçimde en temelinde idrak etmektir. Bu seviyedeki bir idrakte bir bakıma akıl onunla birleşir (ittihad) ve bu idrakin so­nunda büyük bir haz duyar. İbn Sînâ’ya göre Tanrı’nın dışındaki şeyler çeşitli açı­lardan birbirinin aynı (hüve hüve) olur. Bu sebeple nitelik bakımından birbirine ben­zeyenlere “şebîh”, nicelik yönünden ben­zeyenlere “müsâvî”, izafet açısından ben­zeyenlere “münâsib”, cins itibariyle bir­birinin aynı olanlara “mücânis”, tür bakı­mından birbirinin aynı olanlara “müma­sil”, duyuların idrak ettiği özelliklerinde birbirine benzeyenlere “müşâkil” denirs

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski