Huzaa Kabilesi Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Huzâa. Kahtânîler’e mensup bir Arap kabilesi.

Huzâa kabilesinin soyu ve şeceresi üze­rinde ensâb ve İslâm tarihi âlimleri ittifak edememiştir. Büyük çoğunluk menşeini Güney Arabistan’daki Kahtânîler’e bağ­larken bazıları kabilenin Adnânîler’in bir kolu olduğunu ileri sürer. İbn Hazm, Huzâa’nın Adnânîler’den geldiğinde şüphe bulunmadığını belirtir.[54] Bu görüşü delillendirmek üzere birtakım hadisler nakledilmiştir. Huzâa’nın Kahtân soyundan olduğu görüşünü savunanlar ise genellikle şu şekilde bir şe­cere verirler: Huzâa b. Amr b. Luhay (Rebîa) b. Harise b. Amr Müzeykıyâ b. Âmir b. Harise b. İmruülkays b. Sa’lebe b. Ma­zin b. Ezd. Kabilenin menşeini Güney Ara­bistan’a bağlayanlara göre, yaklaşık V. yüzyılda San’a’daki Me’rib Seddi’nin yıkı­lacağı anlaşılınca aralarında Huzâa’nın da bulunduğu Ezd kabileleri topluca kuzeye doğru göçmüşler, Mekke civarına geldik­lerinde diğer kardeş kabileler daha kuze­ye doğru yollarına devam ederken Huzâa burada onlardan ayrılıp “geride kalmış” ve bundan dolayı o ta­rihten itibaren Huzâa adını almıştır. Hu­zâa’nın soyu konusunda birbirine zıt bu iki görüşü birleştirme çabasında olan ri­vayetler de nakledilmiştir. Belâzürî’nin yazdığına göre Kamea (ümeyr) b. İlyâs, kardeşleriyle arasında çıkan bir ihtilâf do­layısıyla Yemen’e göç ederek Ezd kabi­lesiyle ittifak kurmuş, bu sebeple soyu Ezd’e nisbet edilmiştir. Süheylî ise Luhay henüz küçük yaşta İken babası Kamea’nın ölümü üzerine annesi­nin Yemenli Harise İle evlendiğini ve Hârise’nin Luhayy’i evlât edindiğini söyleye­rek böylece iki yönden de nesebin doğru olduğunu, kabileyi Kahtân’a bağlayan şe­cerenin Luhayy’i evlât edinmesi itibariyle Hârise’ye, Adnan’a bağlayan şecerenin ise onun öz babası olması hasebiyle Kamea’ya dayandığını belirtir.

Kaynaklarda mübalağalı bir şekilde 300, hatta 500 yıl sürdüğü nakledilen Hu-zâa’nın Mekke hâkimiyetinin nasıl başla­dığı konusundaki rivayetler de farklılık göstermektedir. Bunlardan genellikle be­nimsenen rivayete göre Güney Arabis­tan’dan göç sırasında Mekke yakınların­daki Merrüzzahrân’da konaklayan kabi­le, o sırada Mekke’ye sahip olan Cürhümlüler’den geçici oturma izni istemiş ve ta­lebinin reddedilmesi üzerine çıkan çatış­mada galip gelerek bölgeye yerleşmiştir. Bunun ardından Cürhüm ile Huzâa’nın Mekke’de bir süre beraberce yaşadığı an­laşılmaktadır. Huzâa reislerinden Luhay (Rebîa) b. Harise, Cürhüm’ün son reisi Ha­ris b. Mudâd’ın kızı Füheyre ile evlenmiş ve bu evlilikten Amr b. Luhay doğmuştur. Bu evlilik ise Kabe’nin idaresini meşru yoldan ele geçirebilmek için yapılmıştır. Nitekim Amr b. Luhay büyüyünce Cür­hüm’ün zulüm ve ahlâksızlıklarını, hacı­lara reva gördüğü haksızlıkları ileri süre­rek Kabe’nin muhafızlığında hak sahibi olduğunu iddia etmiş, bunun üzerine çı­kan savaşta Cürhüm kesin bir yenilgiye uğrayarak şehirden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu sırada İsmâiloğulları sayıla­rının azlığı sebebiyle savaşa karışmamış, daha sonra Huzâa ile anlaşarak şehirde­ki varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Mekke’de Huzâa hâkimiyetini kurarak büyük bir itibar kazanan Amr b. Luhay, Hz. İsmail’in tebliğ ettiği tevhid dinini bo­zan, gittiği Belkâ’dan Hübel putunu ge­tirip Kabe’nin yanına dikerek şehre put­perestliği sokan ve bahîre, vasîle, sâibe, hâmî âdetlerini koyan kişi olarak bilinir. Onunla birlikte kabi­le kalabalıklaşıp güçlenmiş ve birçok kola ayrılmıştır. Bu kollar arasında en güçlü­sü Kâ’b b. Amr oğullan idi.

Huzâa, zaman zaman Kabe muhafızlı­ğının Araplar arasında siyasî, dinî ve ikti­sadî yönden sağladığı üstünlük imkânını elde etmek için Mekke idaresine göz di­ken çeşitli kabilelerin saldırısına uğradı. Amr b. Luhayy’in ölümünden sonra yeri­ne geçen oğlu Kâ’b zamanında Kays Ay­lan bu maksatla şehrin üzerine yürümüş, fakat mağlûp olarak çekilmek zorunda kalmıştı. Acelân bölgesinde de Benî Hü-zeyl ile bir çarpışma meydana gelmişti. Kureyş ile yapılan muharebe ise Mekke idaresi açısından Huzâa’nın sonu olmuş­tur. Kureyş reisi Kusay b. Kilâb, Kabe mu­hafızı Huleyl b. Hubşiyye’nin kizr Jubbâ ile evlenmişti. Huleyİ yaşlılığı dolayısıyla görevlerini yürütemez duruma düşünce Kabe’nin anahtarlarını kızı Hubbâ’ya ver­di; böylece Kusay karısı vasıtasıyla elde ettiği anahtarlarla Kabe’yi açıp kapatma­ya başladı. Huleyl’in ölümü üzerine Kusay Kabe muhafızlığını tamamen sahiplen­mek isteyince Huzâa buna karşı çıktı; Ku­say da Kinâneoğullan’nın ve Kudâa’nın yardımlarıyla Huzâa’ya karşı savaş açtı. Diğer bir rivayette ise bu savaşın sebebi olarak Kusayy’m Kabe’nin anahtarlarını bir tulum şarap karşılığında Ebû Gubşân el-Huzâî’den satın alması ve Huzâa’nın bunu kabul etmemesi gösterilir. Ebtah1-ta yapılan savaşta her iki taraftan pek çok kişi ölmüş, fakat bir sonuca varılamamış­tı. Bunun üzerine anlaşmazlığı halletmesi için iki tarafın rızâsı ile Ya’mer b. Avf b. Kâ’b’in hükmüne başvuruldu. Ya’mer idare hususunda Kusayy’ın lehi­ne karar verdi; ancak Huzâa için de Mek­ke hareminde oturabilme ruhsatı tanıdı. Böylece bu tarihten itibaren hâkimiyet Huzâa’nın elinden çıkmış ve Kusayy’ın şahsında Kureyş’e geçmiştir. Yapılan ant­laşma ile Huzâa’ya Mekke’de oturma iz­ni verilmiş olmasına rağmen kabile men­suplarının birçoğu Hicaz’ın diğer yerleri­ne dağıldılar ve daha çok Merrüzzah-rân’dan Medine yakınlarındaki Hâşâ da­ğına kadar olan kesime yerleştiler. Ace-lân, Erâk ve su kaynakları ile bahçelerinin bolluğuyla meşhur Kudeyd en önemli böl­geleriydi. Mekke’de ikamet eden Huzâa-lılar da vardı. Bunlardan Hz. Peygamber döneminde yaşayan Büdeyl b. Verkâ yük­sek bir itibara sahipti.

Kusayy’ın önderliğindeki Kureyş ite Hu­zâa arasında yapılan savaşın doğurduğu kin ve nefretin zamanla kaybolduğu ve yerini dostane münasebetlere bıraktığı anlaşılmaktadır. Kureyş’in hacla ilgili bir uygulamasından ortaya çıkan hums sı­nıfına Kureyş’in yanında Huzâa da girmiş­ti. Huzâa’nın kollarından Mustalik ve Ha­ya. Kureyş’le ittifakı olan kabileler toplu­luğu (Ehâbîş) içerisinde yer alıyordu. Nite­kim Abdülmuttalib’in Mekke idaresi sı­rasında şehre hücum eden Benî Bekir b. Abdümenât’a karşı Zâtü Nekîf te meyda­na gelen çarpışmaya Ehâbîş’in üyesi sıfa­tıyla onlar da katılmış ve Benî Bekir ağır bir bozguna uğratılmıştı. Ayrıca Abdül-muttalib ile Huzâa arasında Kabe’nin için­de yazılıp duvarına asıldığı söylenen özel bir ittifak antlaşması vardı. Huzâalılar da­ha sonra zaman zaman Resûl-i Ekrem’e bu antlaşmadan söz etmiş, hatta yazılı metnini göstermişlerdi. Hâşimoğullan ile Huzâa’nın bazı kolları arasında yapıldığı anlaşılan bu dostluk antlaşması dolayısıy­la Huzâa’dan birçok kişi İslâm’a girme­den önce de Hz. Peygamber’e iyi davran­mıştır.

Mekke ile yakın irtibatının bulunması sebebiyle Huzâa kabilesi, Resûlullah’ın İs­lâm’a davet faaliyetinden daha ilk anlar­da haberdar olmuştu. Bu münasebetle ilk müslümanlar arasında Huzâalı bazı şah­siyetleri görmek mümkündür. Bunlardan Muattib b. Avf b. Âmir önce Habeşistan’a, daha sonra Medine’­ye hicret etmiş ve Bedir Gazvesi’ne katıl­mıştır. Hicret sırasında Huzâa’ya bağlı Eslemliler’in arazisinden geçerken bu kabi­lenin reisi Büreyde b. Husayb tarafından yolu kesilen Hz. Peygamber büyük bir tehlike atlatmış, fakat kısa bir konuşma­nın ardından Büreyde’yi ve adamlarını müslüman ederek onların muhafızlığı ile emniyet içinde Medine’ye ulaşmıştır. Bu olayın ardından Büreyde vasıtasıyla İslâ­miyet’in Eşlem arasında yayıldığı anlaşıl­maktadır. Büreyde daha sonra da İslâm’a önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bedir şehidleri arasında Huzâalılar’dan Züşşi-mâleyn b. Abdü Amr da vardı: buna kar­şılık bazı Huzâalılar düşman saflarında yer almıştı. Kureyş, Uhud Gazvesi için Mekke’den hareket ettiği zaman duruma şa­hit olan Huzâa’nın meşhur şairi Amr b. Salim, yanında kabilesinden bir grupla Medine’ye giderek durumu Hz. Peygam­ber’e bildirmiştir. Uhud’da şehid düşen ilk sahâbî Huzâa’dan Muhammed b. Müs­lim’dir. Uhud Gazvesi’nin ardından Ebû Süfyân’a müslümanların büyük bir orduy­la kendilerini takip ettiğini söyleyerek on­ların telâş içinde Mekke’ye dönmesini sağlayan da Ma’bed el-Huzâî olmuştur. O sırada büyük çoğunluğu müslüman oian Eslemliler Medine’ye hicret emrine uya­caklarını bildirmişler, ancak stratejik ko­numları ve Kureyş’i yakından takip etme imkânına sahip olmaları sebebiyle Resûl-i Ekrem’den yurtlarından ayrılmamaları talimatını almışlardır. Ayrıca Hz. Peygamber’in İslâm’a samimi bağlılığı dolayısıy­la. “Allah Eslem’e selâmet versin” şeklin­de hayır duada bulunduğu bilinmektedir.

İslâm’a karşı Eslem’in ve genelde Hu­zâa kabilesinin bu müsbet tavrına kar­şılık onun bir kolu olan Benî Mustalik, 5 (627) yılına kadar Ehâbîş’in bir üyesi sıfa­tıyla Kureyş müşriklerinin yanında yer al­dı ve İslâm devleti için bir problem teşkil etti. Benî Mustalik reisi Haris b. Ebû Dırâr, Müreysî suyu başında karargâh kurup müslümanlara karşı çevredeki kabi­leleri de kışkırtarak asker toplamaya baş­lamıştı. Bu faaliyetten haberdar olan Hz. Peygamber’in düzenlediği baskında Benî Mustalik’ın birçoğu esir edildi, bazıları da öldürüldü. Esirler arasında bulunan rei­sin kızı Cüveyriyye ile Resûi-i Ekrem’in yaptığı evlilik savaşın doğurduğu düş­manlığı hafifletmiş, ayrıca esirlerin karşı­lıksız serbest bırakılması sonucunda ka­bilenin hemen hemen tamamı müslüman olmuştur. Hendek Gazvesi için müşrikler Mekke’den Medine’ye doğru harekete geçtiklerinde Hz. Peygamber’e çok kısa zamanda durumu bildiren haberci grubu da Huzâa’ya mensuptu.

Resûl-i Ekrem’in 6 (628) yılındaki umre yolculuğu Kureyş’in engellemesi yüzün­den Hudeybiye’de sona erince Huzâa’nın reislerinden Büdeyl b. Verkâ gelip Hz. Peygamber’le görüşmüş, Mekke’ye dönü­şünde de sırf Kabe’yi tavaf amacıyla ge­len insanları engellemenin doğru olmaya­cağını belirterek Kureyş eşrafına bu ziya­reti kabul ettirmeye çalışmış, ancak on­lardan sert tepki görmüştü. Hudeybiye’­de imzalanan antlaşmaya göre Benî Be­kir b. Abdümenât Kureyş’in yanında yer alırken Huzâa müslümanlara bağlı taraf oldu. Resûl-i Ekrem Hudeybiye’den dön­dükten sonra artık Huzâa’dan İslâm’a girmeyen kimse kalmamıştı. Bu gelişme, Huzâa ile yakın teması bulunan Kureyş müşriklerini ürkütmüş ve gelecek hak­kında endişeye düşürüp Hudeybiye Antlaşması’nın şartlarını ihlâle sevketmiş olmalıdır. Benî Bekir ile Huzâa arasın­da Câhiliye döneminden beri süregelen bir kan davası vardı. Hudeybiye Antlaş­ması bu kan davasının bir tarafa bırakıl­masını ve on yıllık bir barışı öngörmesine rağmen 8 (630) yılında Kureyş’in desteği­ni alan Benî Bekir Huzâa’ya bir gece bas­kını düzenledi. Vaktiyle Abdülmuttalib’le bir araya gelerek Hâşimoğulları-Huzâa antlaşmasına Huzâa adına imza koyan yaşlı reis Kâ’b b. Amr’ın da öldürüldüğü bu baskından Huzâalılar canlarını Mek­ke’ye kaçıp Büdeyl b. Verkâ’nın evine sığı­narak kurtardılar. Huzâa, bu olayın inti­kamının alınması konusunda Medine’ye bir heyet göndererek Hz. Peygamber’e müracaat etti. Huzâa’ya karşı gerçekleş­tirilen bu katliam Mekke’nin fethiyle so­nuçlanan bir sefere yol açmış ve Huzâa’­dan Kâ’b b. Amr oğulları da Kudeyd’de 500 kişilik bir kuvvetle İslâm ordusuna katılmıştı.Fetihten sonra Resûl-i Ekrem. Mekke’­nin harem bölgesini belirleyen taşlan  (alem) yenileme işini Huzâa’dan Temîm b. Üseyd’e verdi. Asr-ı saâdet’te zekât âmilligi gibi görevler yapmış başka Huzâali-lar da vardır. Huzâalılar bu tür görevlere Hz. Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde de getirilmiştir. Hz. Ömer, divan teşkilâtı­nı kurduktan sonra bizzat kendisi Kudeyd’e gelir ve burada divana göre bü­tün Huzâalılar’ın haklarını dağıtırdı. Küfe ve Basra şehirleri kurulduğu zaman bazı Huzâalılar buralarda topluca ayrı mahal­lelere yerleştiler. Kûfe’de vefat eden son sahâbî Eslem’den Abdullah b. Ebû Evfâ idi. Küfe ve Basra divanlarında görevli olan Abdullah b. Halef de Huzâa’ya men­suptu; oğlu Talha ise Sicistan divanında görev yapmıştır. Hz. Osman’a karşı girişi­len isyana bazı Huzâalılar da katıldı; bun­lardan Amr b. Hamık halifenin öldürül­mesinde rol oynamıştır.

Hz. Ali döneminde Huzâa kabilesinin büyük bir kısmı önün saflarında yer almış, buna rağmen Siffîn’de bazı Huzâalılar Muâviye tarafında çarpışmıştır. Adî b. Amr oğullarından Abdullah b. Büdeyl b. Verkâ, bazı Huzâalılar’ın katıldığı bu sa­vaşta Hz. Ali’nin sağ cenah kumandanı ve Irak kurrâsının etrafında toplandığı üç önemli şahsiyetten biri idi. Sa’d b. Sâriye, Hz. Ali adına sâhibü’ş-şurta olarak bir sü­re görev yapmış, ardından Azerbaycan’a vali tayin edilmiştir. Huzâa’nın Hz. Ali’ye bağlılığı daha sonra da devam etmiş, onun taraftarları arasında daima pek çok Huzâalı bulunmuştur. Tevvâbîn’in re­isi Süleyman b. Surad da bu kabiledendi. Sayıları az olmakla birlikte Emevî idare­sinde görev alan Huzâalılar da vardır. Öte yandan Abbâsîler’in Emevî idaresine kar­şı başlattıkları ihtilâlde Huzâa’nın rolü bü­yük oldu. İhtilâlin öncüsü Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, 103 (721) veya 104 (722) yılında Horasan’da ayaklanma faaliyetlerini yürütmek üzere bir araya toplattığı yetmiş kişiden seçtiği on iki na-kibin beşi Huzâa’dandı. Ebû Müslim-i Ho-rasânî 129’da (747) Merv bölgesinde Hu­zâa’ya ait bir köyü karargâh yapmış ve et­rafa propagandacılarını göndermişti. Hu­zâalılar bu çağrıya uyup destek vermekte gecikmediler. Bu sebeple ihtilâlin başlan­gıcında Huzâa birtakım mevkiler elde et­ti. Ancak Abbâsîler’in iktidara tamamen sahip olmasından sonra Huzâa’nın verdiği desteğe uygun bir karşılık görmediği anlaşılmaktadır.

Mısır, Mağrib ve Endülüs’ün fethine Huzâalılar da katıldığı için bu ülkelerde, özellikle Endülüs’te yerleşmiş birçok Hu­zâalı vardı. Bunlar bu ülkelerde uzun sü­re kabilelerinin varlığını sürdürmüşlerdir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski