Huzur Dersleri Nedir, Osmanlıda Tarihçesi, Hakkında Bilgi

Huzur Dersleri. Osmanlılar’da 1759’dan 1924 yılında hilâfetin kaldırılmasına kadar ramazan ayında padişahın huzurunda yapılan tefsir dersleri.

Kuruluş yıllarından itibaren Osmanlı padişahları gerek ilmî ortamı canlandır­mak, kültürel gelişmeyi sağlamak, gerek­se iktidarlarını çeşitli kesimler nezdinde desteklemek ve hanedanın meşruiyetini ortaya koymak gibi düşüncelerle huzur­larında ilmî toplantılar yapmak üzere et­raflarına ulemâyı toplama, hatta özel ho­ca edinme konusuna önem vermişlerdir. Fâtih Sultan Mehmed döneminden itiba­ren bizzat padişahın da katıldığı ilmî sohbetler ve tartışmalar büyük bir yoğunluk kazanmıştır. Bu tür toplantılar hakkında dönemin kronikleri yanında ulemâ biyog­rafilerini toplayan eserlerde ve daha geç dönemler için sır kâtipleri tarafından tu­tulan rûznâmelerde bilgiler vardır. Ancak bunun düzenli bir şekilde tertip edilme­si XVIII. yüzyılın ikinci yansından sonra gerçekleşmiştir. Daha önce 12 Muharrem 1080 (12 Haziran 1669) tarihinde IV. Mehmed’in akşam ve yatsı namazları arasın­da Şeyhülislâm Minkârîzâde Yahya Efen-di’ye Beyzâvî’nin Envârü’t-tenzîl ve es-rârü’t-te’vîl adlı tefsirinden ders verdir­diği ve bunu âdet haline getirdiği, döne­min ünlü vaizi ve padişahın hocası Vanî Mehmed Efendi’ye de haftada iki defa ders yaptırdığı bilinmek-teyse de bunlar münferit uygulamalar olup XVIII. yüzyıl ortalarına kadar huzur dersleri adıyla ramazan ayına mahsus ders takririnin sürekli bir şekilde yapıldığı söylenemez. Tayyarzâde Atâ Bey’in huzur derslerinin başlangıcını Osmanlı Devleti1-nin kurucusu Osman Gazi’ye kadar götür­mesinin ise  mesnedi yok­tur. Ancak arada önemli farklar bulun­makla birlikte Önceki derslerin, daha son­ra sadece ramazanda yapılan düzenli ders­lere örnek teşkil ettiği düşünülebilir.

Huzur derslerine örnek olabilecek ilk sistemli uygulamanın III. Ahmed zama­nında Nevşehirli Damad İbrahim Paşa ta­rafından 1136’da (1724) yapıldığı bilin­mektedir. İbra­him Paşa, devrinin tanınmış âlimlerini bazı ramazanlarda kendi sarayında top­layarak onlara Kur’an’dan bazı âyetlerin tartışmalı tefsirini yaptırmış, 1140 Ramazanında (Nisan 1728) bu derslerden birine III. Ahmed de katılarak başından sonuna kadar takip etmiştir. III. Musta­fa’nın, babası III. Ahmed’in yanında genç bir şehzade olarak bu derslere katılması ve bundan etkilenerek huzur derslerini ihdas etmiş olması kuvvetle muhtemel­dir. Daha sonraki padişahlar da bu gele­neği sürdürmüşlerdir. Nitekim 1168 Ra­mazanında (Haziran 1755) III. Osman’ın, Şerefâbâd’da kütüphane hocası Hamîdî Efendi’yi huzuruna davet ederek tefsir dersi yaptırdığı ve dersin sonunda ona ihsanlarda bulunduğu görülmektedir.

Başlangıç ve esas teşkil etmesi bakı­mından önemli olan ilk huzur derslerinin zamanı, mekânı, iştirakçileri ve bunlara yapılan ihsanlar hakkında. Mustafa Rûznâmesînde önem­li bilgiler bulunmaktadır. İlk derste Fetva Emini Ebûbekir Efendi mukarrir, Nebih Mehmed, Konevî İsmail. Müzellef ve İdris efendiler de talip (muhatap) olmuşlardır. Kâdî Beyzâvî’nin tefsirinden, “Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakın­larınız aleyhine de olsa Allah için şahitler olarak adaleti gözetin” mealindeki âyet (Nisâ 4/135) takrir edilmiştir. Bu ders, başlangıcından itibaren tartışmalı geçmiş ve Sultan Mustafa tarafından ders sonun­da her âlime yüz altın ihsanda bulunul­muştur. 18-29 Ramazan 1172 (15-26 Ma­yıs 1759) tarihleri arasında cuma dışında her gün padişahın huzurunda yapılan bu dersler Sepetçiler Kasrı, Sarık Odası, Ağa Bahçesi. Sofa ve Divanhane gibi Tbpkapı Sarayı’nın çeşitli mekânlarında gerçekleş­tirilmiş, toplantılara müzakereci olarak beş altı kadar âlim katılmıştır. Dersler Öğ­le ile ikindi arasında icra edilir, ikindi na­mazından sonra padişah Harem’e çekilir­di.

Huzur derslerinde dersi takrir eden âli­me “mukarrir”, müzakereci durumunda olan âlimlere önceleri “talip”, daha sonra “muhatap” denilmiştir. Bir mukarrir ve beş muhatapla başlayan bu derslerde muhatapların sayısı zaman içinde artmış, eksilmiş, ders adediyle günleri, saatleri ve dersin süresi değişikliğe uğramıştır. Nitekim 1180 Ramazanında (Şubat 1767) huzur dersleri için belirlenen âlim sayısı 126 olup bunlar on dokuz meclise taksim edilmiş ve her biri bir güne ayrılmıştır.

İçlerinden en kıdemli ve liyakatli bulunan­lar mukarrir olmuştur. I. Abdülhamid döneminde 1189 Ramazanında (Kasım 1775) huzur dersleri için şeyhülis­lâmın görüşü alınarak mukarrir ve muha­tap olarak yetmiş âlim belirlenmiş, böyle­ce sayı azaltılmıştır Bu uygulamadan, huzur dersleri hocalarının şeyhülislâm tarafından seçil­diği anlaşılmaktadır. Gerek mukarrir ge­rekse muhatapların seçiminde liyakate ve ilmî mertebeye dikkat edilmesi, gön­derilen emir ve tezkirelerde önemle be­lirtilmiştir. 1200 (1786) yılından itibaren ramazanda sekiz ders ile yetinildiği ve dokuzuncusunda mukarririer meclisi top­lanmasının bazı istisnalarla âdet haline geldiği görülmektedir.

Tam bir ilmî serbestiyet içinde yapılan derslerde bir âyet okunarak mukarrir ta­rafından onun tefsiri yapılır, muhatapların sorularına ve itirazlarına mukarrir cevap verir, böylece ilmî bir mübâhase cereyan ederdi. Dersler genellikle Kâdî Beyzâvî tef­sirinden yapılırdı. Ancak âyetlerin tefsiri­nin son derece ağır ilerlediği, birkaç yılda sadece birkaç âyetin ele alınabildiği, bu­nun ise âyetlerin tefsir ve tahlillerinde gra­mer meselelerine, etimolojik ve ilgisiz yo­rumlara ağırlık verilmesinden kaynaklan­dığı anlaşılmaktadır. Nitekim İsrâ sûresi­nin tefsiri 1189 Ramazanında (Kasım 1775) başlamış, 1192 Ramazanına (Ekim 1778) kadar sürmüş, Feth sûresinin tefsiri ise 1193-1198 (1779-1784) yıllan arasında tamamlanabilmiştir. 1201 Ramazanında (Temmuz 1787) Bakara sûresinin tefsirine başlanmış, 120S Ramazanına (Mayıs 1791) kadar beş yıl boyunca ancak ilk otuz âye­tinin tefsiri müzakere edilebilmiştir.

Derslerde İlminin derecesini göstermek isteyen bazı muhatapların münazaralar­da terbiye ve edep dışına çıktıkları da gö­rülmüştür. Meselâ 1176 Ramazanında (Mart-Nisan 1763) muhataplardan Tatar Hoca diye anılan Tatar Ali Efendi, mukar­rir Abdülmü’min Efendi ile ilmî tartışma sınırlarını aşarak mukarrire terbiye dışı ağır sözler sarfedince Bozcaada’ya sürgün edilmiştir.[102] 1215Ramazanındaki (Ocak-Şubat 1801) bir huzur dersi, mukarrir ve muhataplar arasındaki münazarada ken­dilerini ispatlamak isteyen muhatapların mukarrire lüzumsuz itirazları ile ilmî ze­minden çıkarak terbiye dışı sözlerin sar-fedilmesine sahne olmuş, bu durumdan müteessir olan III. Selim dersi yanda kes­tirmiştir. Bu münazara, Kudsî Efendi’nin bir âyeti tefsirinden sonra muhataplar­dan Kastamonulu Ömer Efendi’nin itirazı ile başlamış, ardından Dağıstanlı Abdur-rahman ve Ahıskah Ali efendilerin itiraz­larıyla büyümüştür.[103] Mukarrir Kudsî Efendi, itirazlara sükû­netle cevap verip muhataplarını ikna et­mek istemişse de muvaffak olamamıştır. Münazarayı dinlemekte olan Sultan Selim, cereyan eden tartışmadan üç muhatabın haksız olduklarını anlayarak her üçünün de muhataplıktan çıkarılmasını şeyhülis­lâma bildirmiştir.

III. Selim döneminde muhatap sayısı yedi sekiz kadardı. 1215 Ramazanı (Ocak-Şubat 1801) dersi sonunda padişahın verdiği 100’er kuruş İhsana bir o kadar da Valide Mihrişah Sultan ilâve etmiş­tir.[104] IV. Mustafa’nın kısa hükümdarlık dönemindeki derse Vak’anüvis Mütercim Asım da katılmış­tır.[105] II. Mahmud devrinde 1250 (1834-35) yılında mâbeyn başkâ­tipliğinden şeyhülislâma gönderilen bir iradede derslerin çok derin, mücerred ve padişahın zihnini yoracak tarzda yapılma­sı yerine gaza ve cihadı teşvik edici, padi­şahın yorulmadan dinleyebileceği tarzda sade olması, avam üslûbu gibi görülse de padişahın bu tarzdan hoşlandığı ifade edilmiştir.

XIX. yüzyıl boyunca yapılan huzur ders­lerinde yeni bazı prensipler belirlenmiş ve bir teamül teşekkül etmiştir. Bu dö­nemde mukarrir ve muhatapların İstan­bul ruûsunu almış, herhangi bir resmî va­zifesi olmayan, İstanbul’da ikamet eden âlimler arasından seçilmesi, tayinlerin şeyhülislâmın teklifi üzerine padişah tara­fından yapılması, mukarrirlikte bir mün­hal olduğunda daha sonraki meclislerin mukarrirlerinin hiyerarşik sırayla yüksel­mesi, böylece son mukarrirliğe ilk mecli­sin baş muhatabının seçilmesi âdet ol­muştur. Mukarrir, herhangi bir sebeple ramazanda dersini takrir edemeyecek durumda olursa o dersin baş muhatabı yerini alamaz, şeyhülislâmın teklifi ve pa­dişahın iradesiyle yeni tayin yapılırdı. Hac­ca gitme, yakınlarını ziyaret etme gibi se­beplerle İstanbul’dan ayrılan ders üyeleri ramazan olmasa bile şeyhülislâmdan izin alırlardı. Derslerde tefsir edilecek sûre ve âyetler çok Önceden meşihata bildirilir, şaban ayının on beşinde muhataplara ha­zırlanmaları tembih edilirdi. Mukarrir ve muhataplar için gizlilik esastı. Bunlar ra­mazanda resmî ders günleri gelmeden özel olarak kendi aralarında ders müzake­resinde bulunamazlar, ancak günleri ge­lince alenî olarak ders yapabilirlerdi.

Meclislerin toplantı yerini padişah be­lirlerdi. Burada mukarrir padişahın sağın­da, muhataplar ise mukarririn yanında yarım daire şeklinde önlerinde rahlelerle minderlere otururlardı. Erkek ve kadın­lardan huzurda ders dinlemek üzere ka­lacakların isimlerinin padişahın tasvibin­den geçmesi gerekirdi. KethüdâzâdeÂrif Efendi. II. Mahmud zamanında ramazan ayının başından itibaren bir hafta devam eden huzur dersinde muhatap olarak bulunmuş ve Menâkıbnâme’smde dersle ilgili bilgiler vermiştir. Arif Efendi dersle ilgili âyetler okunarak tartışmaya başlan­dığını; âyete uygun olarak askerin nizamı, sabır ve sebatı, Allah’a bağlılığı gibi konu­lar işlenmesi gerekirken hoca efendilerin, âyetteki “vav” atıfe mi hâliye mi gibi mec­lise uygun düşmeyen gereksiz tartışma­lara girdiklerini. Sultan Mahmud’un canı­nın sıkıldığını, böylece dersin tatsız sona erdiğini belirtmektedir.

Sultan Abdülaziz döneminde Dolma-bahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda ya­pılan huzur dersleri II. Abdülhamid zama­nında Yıldız Sarayı’nın Çit Kasrı’nda icra edilmiştir. Padişah burada yüksekçe bir mindere oturur, karşısında önlerinde rahlelerle mukarrir ve muhataplar yerlerini alırlardı. Ramazan ayı boyunca haftada iki gün devam eden ve iki saat süren bu derslerde mâbeyn dairesinin büyükleriyle davet üzerine bazı vükelâ ve devlet adam­ları da bulunabilirdi. Her dersin mukarrir ve muhatapları farklı olurdu. Ders sonun­da kendilerine eskiden olduğu gibi atıy-yeler, cübbe ve şal verilirdi.

Huzur dersleri, Sultan Mehmed Reşad zamanında Dolmabahçe Sarayı’nın Zül-vecheyn sofasında ramazan ayının ilk on gününde sekiz oturum halinde yapılırdı. Derslere şehzadeler ve devlet vükelâsı da davet edilirdi. Hünkâr deniz tarafında ka­nepenin üzerine yerleştirilmiş mindere otururdu; sağ tarafında hanedan men­supları, sol tarafında da mâbeyn erkân ve memurlarıyla bendegân bulunurdu. Harem kadınları ise dersleri bir paravana arkasından takip ederdi. Mâbeyn başkâ­tibi Halit Ziya’nın da katıldığı bu derslerde mukarrir siyah, muhataplar mavi cübbe giyerlerdi. Hakkıyla yapılma­yan derslerde bazan dünyanın düz oluşu vb. hurafelerle de meşgul olunurdu. Aynı padişah dö­nemi mâbeyn başkâtiplerinden Lütfi Si-mavi ise hâtıralarında huzur mukarrirliğinin âdeta inhisar halini aldığını; bunla­rın da çoğunun taşralı olduğunu ve Türk­çe’yi bile düzgün konuşamadıklarını, pa­dişahın bu durumu şeyhülislâma hatırlat­masına rağmen olumlu sonuç alınamadığını belirtmektedir. Bu derslerden yedinci­sine mukarrir olarak katılan Vlldan Faik Efendi, dört dersin takrir ve müzakere­lerini el-Mevâizü’1-hisân adıyla kitap haline getirmiştir (istanbul 1330).

Sultan Vahdeddin ve Halife Abdülmecid Efendi zamanında Dolmabahçe Sara-yı’nda devam eden derslerin sonuncusu 1341 Ramazanında (Mayıs 1923) yapılmış, 26 Receb 1342 (4 Mart 1924) tarihinde hilâfetin ilgası ile birlikte huzur dersleri de tarihe karışmıştır. Böylece bu dersler 1759-1924 yılları arasında 165 yıl devam etmiştir.

Huzur derslerinin mahiyetini, tarihçe­sini, yapılışını, mukarrir ve muhatapların seçimlerini ve isimlerini araştıran Ebül-‘ulâ Mardin, çalışmasını önce üç geniş ma­kale halinde İstanbul Üniversitesi Hu­kuk Fakültesi Mecmuası’nda 1950-1951 yıllarında yayımlamış, daha sonra bu yazılarını Huzur Dersleri adıyla kitap halinegetirmiştir(istanbul 1951). Huzur dersi hocalarının mazhar oldukları ihsan­lar ve mâruz kaldıkları cezalar, bu dersle­rin yapıldığı yerler, mukarrir ve muhatap­ların hal tercümeleri, ders ve icazetname örnekleri, menkıbeler ve bazı eklerden oluşan II ve III. ciltleri ise İsmet Sungur-bey ikisi bir arada olmak üzere neşret-miştîr (İstanbul 1966).

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde, muhtemelen Yıldız Sarayı Kütüphanesİ’n-den İntikal eden yirmiden fazla mükem­mel nesih ve ta’lik hatla yazılmış, tezhip-li “Huzûr-ı Hümâyûn Ders Takriri Defter­leri” bulunmaktadır.

Günümüzde Fas Sultanı II. Hasan’ın hu­zurunda ramazan aylarında usul ve muh­teva bakımından Osmanlı huzur ders­lerine benzeyen dersler yapılmakta ve bunlar ed-Dürûsü ‘1-Haseniyye adıyla Arapça ve İngilizce olarak neşredilmek­tedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski