İhvan Nedir, Ne Demek, İslam ve Tarikatte Anlamı, Hakkında Bilgi

İhvan. Aynı şeyhe bağlı olan müridleri, aynı tarikatın veya tarikat kolunun mensuplarını ifade eden bir terim.

Sözlükte “erkek kardeş, arkadaş, yol­daş, dost, meslektaş, ortak” anlamlarına gelen ah kelimesinin çoğulu olup Türk­çe’de daha çok tekil anlamında yaygınlık kazanmıştır. İslâm dini inananların birbi­rinin kardeşi olduğunu ilân etmiştir.[Âi-i İmrân 3/103; Tevbe 9/11; Hucurât 49/10; Haşr 59/10] Kur’an’da İslâm’a karşı oluşturulan grupların da birbirinin kardeşi olduğu belirtilmiş [Haşr 59/11] Hz. Peygamber müslümanları din kardeş­liğine bağlı kalmaya çağırmıştır. Hadislerde geçen “din kardeşi, din ve dünya kardeşi tabirleri de bu hu­susun önemini ifade eder. Hiçbir ayırım yapılmadan kadın erkek bütün mümin­ler birbirinin kardeşi kabul edilmekle be­raber Resûl-i Ekrem Medine’ye hicret et­tiğinde daha özel bir anlamda Mekkeli muhacirlerle Medineli ensarı birbirine kardeş yapmış böylece göç­menlerle yerlileri kaynaştırmayı amaçla­mıştır.

Sûfîler ilk dönemlerden İtibaren kendi aralarında farklı gruplar oluşturmaya, birbirine kardeş gözüyle bakmaya başla­mışlardır. Tasavvufun giderek tarikat şek­linde kurumsal bir yapı kazanmasıyla bir­likte bu durum daha da gelişmiştir. Gazzâlî’nin kaydettiğine göre sûfîler birbiri­nin yüzüne severek ve merhametle bakmayı ibadet sayıyor bazan aralarında yaptıkları sohbetlere yabancı­ların girmesine dahi izin vermiyorlardı. Bu dönemde müridlerin birbirine hizmet et­meleri, gönül hoşluğuyla birbirinin mal­larını harcamaları, ihvana karşı fedakâr ve tahammüllü olmaları, özür dilemeyi gerektirecek davranışlardan sakınmala­rı, sevgi ve şefkat duygularıyla dolu olma­ları öğütleniyordu.

Başlangıçta daha çok “ashap” kelime­siyle ifade edilen ihvan kavramı, ilktasav-vufî eserlerde sohbet ve müridliğin âda­bına dair bölümlerde işlenmiştir. İhvan kelimesine ilk olarak Kuşeyrî’nin er-Risâle’sinde rastlanmaktadır. Sû­fîler, V. (XI.) yüzyıldan itibaren bugünkü mânada tarikatlar halinde örgütlenmeye başlayınca aynı tarikata veya tarikat ko­luna bağlı olanlara özel anlamda ve bir tasavvuf terimi olarak ihvan denilmiştir. Bütün tasavvufî zümrelerde ihvan teri­mine veya onunla aynı anlama gelen “ah. fetâ, derviş, pîrdaş” gibi kelimelere tesa­düf edilmektedir. Tarikatlar bir kurum olarak ortaya çıkınca ihvan ve pîrdaş olan müridler arasındaki ilişkiler daha düzenli bir şekil almış, bu dönemde yazılan Âdâ-bü’î-mündîn, ^Avârifü’I-mcfârif gibi eserlerde ihvanın gözetmesi gereken ku­rallara özel bölümler ayrılmıştır. Bu eser­lerde ihvan arasındaki sevginin sırf Allah için olduğu, maddî çıkar, itibar veya şöh­ret arzusunun söz konusu edilmeyeceği, ihvanın her zaman birbirini hayırla andık­ları, karşılık beklemeden birbirlerine hiz­met ettikleri, kardeşinin hatalarını gör­mezlikten gelip ezalarına katlandıkları, ihtiyaçlarını gidermeye çalıştıkları, daima saygılı, hoşgörülü davrandıkları, her za­man kardeşlerini haklı, kendini kusurlu bildikleri, insaflı olup insaf beklemedikle­ri, birbirinin sevinç ve üzüntülerini pay­laştıkları, bir sıkıntıyla karşılaşanın yardı­mına koştukları, vefalı olmayı ve sadâ­katten ayrılmamayı görev bildikleri anla­tılmaktadır.

Aynı tarikatın mensupları, kendi ara­larında sırf Hak rızâsına dayanan samimi bir dostluğun gereklerini yerine getirme­nin yanı sıra tekke düzenine, tarikat ku­rallarına, şeyhin öğütlerine tam anlamıy­la uyar, büyüklerini baba. akranını kardeş, küçüklerini evlât olarak görürler. Şeyh ba­ba, müridleri onun evlâtlarıdır. Şeyhin eşi anne, birbirlerinin eşleri ise hemşiredir (bacı). Bu samimi dostluğun hâtırası ölümden sonra da devam eder. Vefat eden mensuplarının geride bıraktığı aile fertlerini korur, onlarla da dostça ilişkiler kurarlar. Menâkıb kitaplarında ihvanın sadâkatini, vefakârlığını ve fedakârlığını gösteren pek çok örnek kaydedilmiştir.

Ahîlik’te ve fütüvvet ehli arasında da manevî kardeşlik bağına büyük önem ve­rilmiştir. Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl daima Allah’ı teşbih, takdis ve zikreden tevazu ve huşu sahiplerine “ihvân-ı basîret”, “kün makamı” denilen bir mertebede bulunan, iradeleriyle sûrî şey­leri icat etme gücüne sahip olanlara “ihvân-ı tecrid”, beşerî kir ve lekelerden kur­tulup ruhlarını kemal halleriyle donatan­lara da “ihvân-ı safa” demektedir. Bu son tabirin bir fel­sefeciler grubu olan İhvân-ı Safa ile ilgisi yoktur.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski