İmâle. Aruzla yazılmış şiirlerde kısa hecenin vezin gereği uzun okunması.
Sözlükte “meylettirme, bir tarafa eğme, çekme” anlamına gelen imâle, aruz hatalarından biri olup “tabii olarak uzatılmaması gereken kısa heceleri vezne uydurmak için uzun hece halinde okumak” demektir.
Arap ve İran şiirinde de rastlanmakla beraber imâle daha ziyade Türk şiirinde kullanılmıştır. Bunun sebebi Türkçe ses yapısında uzun hecenin bulunmamasıdır. İmâle için “kısa hecenin uzun hece yerine geçirilmesi” anlamında istihlâf terimi de kullanılmış ve bazı edebiyat kitaplarında konu bu ad altında ele alınmıştır. Muallim Nâci istihlâfı, “imlâ harflerinin (hareke- kısa sesli) med harfleri (uzun sesli) yerine konulması” diye tanımlarken imâleyi “harekenin tabii olmayan bir biçimde uzatılması” şeklinde açıklamaktadır. Ona göre, “Âh ey zâlim diiinde hiss-i şefkat yok mudur” mısraındaki âh’ imâlesi yerinde bir imâledir. İmâleyi medîde (mergübe) ve makbûha (doğrusu kabîha) olmak üzere iki kısma ayıran Ali Ekrem mergüb imâleyi, “Bir manzumede Farsça ve Arapça kelimelerin uzun hecelerini mâruf dereceden fazla uzatmaktır diye tanımlamakta, kabîh imâleyi de, “Türkçe kelimelerin kısa olan son harekelerini uzun okumaktır şeklinde açıklamaktadır. Bu tür imâleler hakkında “imâle-i maksure, illet” ve özellikle “istihfaf” terimleri de kullanılır. Bu ise “imlâ harflerini med harfleri gibi kullanmak ve onlar kadar uzatmak” demektir. Yani seslilerini gibi uzun söylemektir. Buna karşılık kelime sonundaki sakin “nün” harfinin uzatılmamasına azl denir. Ziya Paşa’nın Hârâbat mukaddimesinde, “Med verdi kimi elifle nûna Verdi hareke kimi sükûna” beytinde belirttiği gibi kelime sonundaki “nûn” harekeli yahut harekeli hükmünde ise üst tarafındaki harekede azl yapılamaz. Nûn”un harekeli hükmünde olması, kendisinden sonra sesli harfle başlayan kelime dolayısıyla vasıl yapılması demektir. Fuzûlî’nin, “Perişan-hâlin oldum sormadın hâl-i perîşânım Gamından derde düştüm kılmadın tedbîr-i dermanım” beytinde birinci “perişan” kelimesinde olduğu gibi üzerinde azl yapılarak kısa söylenen bu tür harflere “hurûf-ı ma’zûle” denir. Eskiden beri imâlenin, bir sessiz harfle biten Farsça kelimelerle uzun hecelerin birincisi uzun, ikincisi kısa olmak üzere iki hece kıymetinde uzatılarak okunması şeklinde anlatılan med ile karıştırıldığı ve bugün artık imâleden her ikisinin de anlaşıldığı görülmektedir. Buna karşılık son dönemlerde konuyla ilgili eserlerin bir kısmında imâle ile med ayrı ayrı gösterilmektedir. Bunlardan bazılarında tamamıyla müellifine ait şahsî imâle tasnifleri de yer almaktadır. Özellikle divan şiirinde Arapça ve Farsça asıllı kelimelerin birçok hecesinde tabii olarak görülen makbul imâle şekillerinden başka asıl itibariyle kısa heceli olan Türkçe kelimelerin türlü hecelerinde vezin zaruretiyle sunî olarak yapılmış imâle örnekleri bulmak mümkündür. Yalnız Farsça ve Arapça kelimelere benzetilerek imâleye müsait görülen “var, dağ. yar” gibi hecelerde değil Mer” gibi imâleye elverişli olmayanlarda bile imâle yapılmıştır: “Hakk’a karşı duralım er kişi niyyetine” mısraında olduğu gibi. Farsça izafet terkiplerinin kesrelerinde ve atıf “vâv”larında imâle caizdir. Bu tür imâleye şairlerin manzumelerinde sıkça rastlanmaktadır. Aruz veznini kullanan bazı son devir şairleri de [meselâ Ahmed Hâşim] imâleden uzak duramamışlardır.
TDV İslâm Ansiklopedisi