İmrahor Kasrı Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

İmrahor Kasrı. İstanbul’da Kâğıthane deresi kıyısında XVI. yüzyılda yapılmış çeşme île daha geç bir döneme ait kasır.

Yapılar, İstanbul’un fethinden sonra şehrin en sevilen mesire yeri hüviyetini kazanan Kâğıthane deresi kıyısında sara­ya ait atların bahar mevsiminde otlatıl­dığı yerde bulunmaktaydı. Burası günü­müzde Kâğıthane deresinin üstünden ge­çen viyadüklü yolun altında kalmaktadır. Yapıların bulunduğu çayırda önceleri cirit oyunu için büyük bir meydan düzenlendi­ği bilinmektedir. Nisan ayında saray ahır­larından alınarak buraya getirilen atların bakımı için tesis edilen ahırların yakının­da ve dere kıyısında ahşaptan bir kasır yapılmıştı. Bu bina, birçok yenilenmeden sonra yakın zamana gelinceye kadar İmrahor (Mîrâhur) Kasrı adıyla tanınagelmiştir. XVI. yüzyıl sonlarında buradaki kasra gelen Sultan III. Murad, Istabl-ı Hâss’ın karşısında ve kasrın üzerinde bulunduğu çayırda bir çeşme yaptırılmasını İstemiş, bu isteği Mîrâhur Mehmed Ağa tarafın­dan yerine getirilerek dere ile yol arasında kalan arazide bir çeşme İnşa edilmişti.

Kasır. III. Murad’ın Kâğıthane deresi kıyısında bir çeşme yapılmasını istemesi. daha XVI. yüzyılda padişahların buraya geldiğini ve istirahatleri için küçük bir kasır İnşa edilmiş olması gerektiğini gös­termektedir. I. Ahmed döneminde! 1603-1617 Kâğıthane çayırları padişahların sık­ça uğradığı bir yerdi. Franz Taeschner’e ait iken 1943-1944’teMünster’de (Al­manya) bir hava hücumu sırasında çıkan yangında yok olan ve elde yalnız çizgi ola­rak kopyası kalan orijinal bir minyatür al­bümünde görülen dere kıyısındaki köş­kün en eski İmrahor Kasrı olabileceği Se­dat Hakkı Eldem tarafından Heri sürül­müştür. Sirkeci sahilindeki Yalı Köşkü’ne benzeyen bu kasır geniş saçaklı ve tek katlı bir yapıdır. Ancak bunun gerçekten İmrahor Kasn’nın ilk binası olduğu kesin değildir. İmrahor Kasn’nın görünümü XVIII. yüzyıldan itibaren belirlenebilmek-tedir. Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın dere kıyısında ünlü Sâdâbâd Sarayı’nı yaptırması ile Kâğıthane’nin yıl­dızı daha da parladı. Dere kıyılarında ve yamaçlarda pek çok özel kasır inşa edilir­ken İmrahor Kasrı da yenilendi.

M. d’Ohsson’un Osmanlı Devleti hakkın­daki büyük eserinin gravürleri arasında Kâğıthane deresi ve çevresi de tasvir edilmiştir. Burada, etrafı ağaçlarla çevrili olarak akarsu kıyısında ve ahşap bir köprünün yanında İmrahor Kasrı yer almıştır. Bu resmin yapıldığı XVIII. yüzyıl sonlarında kasır yüksekçe, herhalde ka­gir bir zemin katı üstünde iki katlı ve üs­tü kiremit kaplanmış çatı ile örtülü bir binadır. Her iki katta da birçok penceresi vardır. Çayırın Sâdâbâd Sarayı tarafındaki bölümüne bakan cephesinde bir çıkması bulunuyordu. Eski haritalarda etrafı muntazam bir duvarla çevrilmiş olarak işaretlenen İmrahor Kasrı Sultan Abdülaziz tarafından, 186O’lı yıllarda Mimar Sarkis Balyan’a eski Sâdâbâd’ın yerinde Batı Avrupa sarayları üslûbunda Çağla­yan Kasrı olarak adlandırılan yeni bir sa­ray yaptırılırken temelden itibaren yeni baştan inşa ettirilmiştir. Abdülaziz’in İmrahor Kasrı dış görünüş bakımından o yıllardaki Batı Avrupa bina­larından farksızdı. Dere kıyısından üstü parmaklıklı bir duvar ve taştan bir rıh­tımla ayrılmıştı. Dereden gelecek kayık­lardan çıkıldığında kullanılmak üzere bu­rada bir kapı açılmıştı. Kasrın ahşap olan iki katından başka üstte bir de çatı katı vardı. Esas katlar, iç düzenlemeleri bakı­mından Türk ev mimarisi geleneğine uy­makla beraber dış mimarisi XIX. yüzyıl Batı Avrupa’sının büyük villalarından ve­ya sayfiye malikânelerinden farksızdı. De­reye bakan cephenin ortasında çıkma ha­linde bir giriş verandası ile üstünde ve ça­tı katında birer balkon vardı. Ayrıca yan cephelerde kapalı çıkmalar bulunuyordu. Bunların da altlarında yan girişler açıl­mıştı. Kırmalı çatısı ise kiremit kaplı idi. Esas katlar içeride aynı plana sahip olup ortadaki büyük sofaya dört taraftan açı­lan eyvanlar vardı. Türk ev mimarisinde çok eskiden beri uygulanan ve halk ara­sında “karnıyarık” denilen bu şemanın gereği olarak köşelerde odalara ve tuva­letlere yer verilmişti. Zemin katındaki girişlere dört cephede de mermer basa­maklı merdivenlerle ulaşım sağlanıyordu. Yol tarafındaki ana girişin karşısında ise yukarı kata çıkışı sağlayan, tırabzanları Bohemya kristalinden babalara sahip bir merdiven bulunuyordu. İmrahor Kasn’nın dere kıyısındaki gö­rünümünün pek çok fotoğrafı çekilmiş ve resimleri yapılmıştır. XIX. yüzyılın ikinci yansında inşa edilen yalı ve konakların ta­van süslemelerindeki manzara resimleri arasında İmrahor Kasrı’nın da görüntüsü­ne yer verilmiştir. Süleymaniye semtinde Kayserili Ahmed Paşa Konağı’nın bir oda­sındaki tavan resimlerinden birinde bu kasır resmedilmiştir. Yıldız Sarayı’ndaki Şâle Köşkü’nün süslemeleri arasında yine İmrahor Kasrı’nın resmi vardır. Ayrıca o yılların dergilerinde kasrın bilhassa dere­den görünümünü aksettiren fotoğrafla­rı yayımlanmıştır. Kâğıthane mesiresi gözden düştükten sonra İmrahor Kasrı da kendi kaderine terkedilmiş, bu arada içindeki eşya alına­rak boşaltılmıştır. Düzenli rıhtımı, dökme demirden parmaklıkları yok edilmiş, etra­fını saran ağaçlar kesilmiş ve kasır harap olmaya bırakılmıştı. Nihayet 1941-1942 yıllarında General Fahrettin Altay’ın em­riyle Çağlayan Kasrı yıktırıldığında İmra­hor Kasrı da en ufak bir izi kalmamacası­na yok edilmiş, arsası da buradaki istih­kâm birliğinin deneme alanı yapılmıştır. Dışından pek çok resminin bulunmasına karşılık kasrın içini ve tavan süslemeleriy-le mimari ayrıntılarını gösteren resimler henüz elde edilememiştir. Ancak katların planları Sedat Hakkı Eldem tarafından yayımlanmıştır. Şair Antepli Hasırcızâde Mehmed Ağa’nın. “Safâsı İmrahor Köşkü’nün başka âlemdir Akar su sebzedâr üzre beraber olsa cânâne” mısraları ile andığı İmrahor Kasrı’nın yerinde bugün bir düzlük, ortasında da yarı yıkık bir çeş­meden başka bir şey kalmamıştır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski