İna­yet Nedir, İslam Felsefesinde Anlamı, Hakkında Bilgi

İna­yet. Allah’ın kâinat hakkındaki kültî bilgisi ve takdiri anlamında felsefe terimi.

Sözlükte “isteme, amaçlama, ilgilen­me, önem verme” gibi mânalara gelen inayet kelimesi Kur’an’da geçmemekle birlikte sözlük anlamıyla hadislerde yer almıştır. İslâmî kaynaklarda inayetin genel­likle Allah’a izafe edilerek inâyetullah şeklinde yaygın bir kullanımı bulunmak­ta olup bununla Allah’ın yardımı, lutfu. koruyup gözetmesi kastedilir; bu mana­sıyla inayet esasen müheymin, rezzâk, hafız ve mukit gibi ilâhî isimlerde mün­demiçtir.

İslâm felsefesinde bir terim olan ina­yet, muhtemelen Eflâtun ve Aristo’nun gayeci âlem anlayışlarının ve Yeni Eflâ­tunculuğun etkisiyle bu felsefeye intikal etmiştir. Genellikle sudur doktrinini sa­vunan İslâm filozoflarına göre inayet, Al­lah’ın küllî bilgisi ve takdirinin kâinatın varlığı ve iyiliği yönünde tecelli etmesidir. Allah mutlak iyi olduğu için bilgi ve takdi­ri de en iyi ve mükemmel bir nizam olarak dışa vurmakta ve bu suretle varlık gerçekleşmektedir. Nitekim İbn Sînâ inaye­ti, “Tanrı bilgisinin bütün varlığı kuşatma­sı ve varlığın en güzel bir nizama göre meydana gelmesine rızâ göstermesidir” diye tarif eder. Aynı filozof, bir başka eserinde de Tanrı’nın yaratıcı bilgisinin dışında ayrıca bir talep ve kastı olmaksızın varlığın en güzel bir nizama göre bilinene uygun ola­rak meydana geldiğini söyler. Bu ifade, kâinatın bir taşma ve sudur tarzında meydana gelmesi için Al­lah’ın ezelî bilgisinin yeter sebep olduğu­nu belirtmektedir. Filozof sudûrun bir inayet olduğu görüşünü şöyle temellendirir: “Küllî nizam, planlanmış gerekli za­manla birlikte ezelî bilgide bulunur ve bu nizam O’nun mâkul feyezanı olarak ter­tip ve tafsilatıyla O’ndan feyezan eder. İş­te bu inayettir. Şu halde İbn Sînâ inayeti şu şekilde anlamak­tadır: Zorunlu varlık olan Tanrı’nın kendi­sini bilmesinin bir neticesi olan bu âlem zorunlu olarak O’ndan meydana gelir. Bu süreçte Tann’nın hususi bir kastı ve tale­bi bulunmamakla birlikte varlığın bu şe­kilde olması O’nun ilminin bir sonucudur ve O’nun rızâsına uygundur. Bizâtihî ha­yır olan Tanrı âlemdeki İyilik nizamının kaynağıdır; O, son derece yetkin ve güzel olduğu ve hiçbir şeye muhtaç bulunma­dığı için âlem olabilecek en iyi. en ideal bir nizam olarak yine en mükemmel bir şekilde O’ndan feyezan eder. Her ne ka­dar âlemin yaratılmasında Tann’nın bir kastı yoksa da âlemde asla bir abes (saç­malık) yahut bir tesadüf yoktur. O’nun bu bilgisinin gereği olarak âlemin belirlen­miş plana göre O’ndan feyezan etmesi ve bir hayır düzenine göre işleyişi Tanrı’­nın inayetidir. Filozofun bu inayet anlayı­şının onun kaza ve kader görüşünün bir ifadesi olduğu söylenebilir; kaza ve ka­derle ilgili cümlelerini inayetle ilgili cüm­lelerin takip etmesi de bu hususu doğrulamaktadır.

Fârâbî’nin görüşleri de halefi İbn Sînâ felsefesinden pek farklı değildir. Nitekim onun, “Şanı yüce Tanrı bütün âlemin yöneticisidir, bir hardal tanesi bile O’ndan uzak kalamaz. O’nun inayeti en küçükten en büyüğe kadar bütün âleme yayılmış­tır. Âlemin bütün cüzleri ve onların du­rumları en sağlam ve en uygun biçimde yerleştirilmiştir şeklin­deki ifadesi, inayetle Allah’ın bilgisi ara­sındaki sebep- sonuç ilişkisini ortaya koy­maktadır.

İnayet kavramına sisteminde en fazla ağırlık veren düşünür İbn Rüşd’dür. İbn Rüşd’ün Allah’ın varlığına dair ortaya koy­duğu iki delilden biri inayet, diğeri ihtirâ’dır. Filozofun. Kur’an’ın üzerine dikkat çektiği ve şeriata en uygun yol olarak tav­sif ettiği bu iki delilden inayet iki esasa dayanır. Birincisi, yeryüzündeki bütün varlıkların insanın varlığına uygun bulunması, ikincisi de bu uygunluğun zorunlu olarak onu kasteden irade sahibi bir fail tarafından meydana getirilmiş olmasıdır. Zira bu uygunluğun tesadüfen meydana gelmesi mümkün değildir. Gece İle gün­düzün, güneşle ayın, mevsimlerin birbiri ardınca gelişi, dört unsur ve onlardan meydana gelen cansızlar, bitkiler ve hay­vanlarla tabiat olayları insanın ihtiyacına uygunluk hususunda birer misal teşkil ederler. İbn Rüşd’e göre bir varlığın var oluşundaki hikmeti, yani onun yaratıl­masını gerektiren sebeple yaratılışından kastedilen gayeyi araştıran kimse inayet deliline daha iyi bir şekilde vâkıf olur.

Kelâmcilara göre inayet, Allah’ın âlem üzerinde müessir olması ve onu belirli he­deflere yönlendirmesi gibi genel anlamı­nın yanı sıra kullarına fiillerinde yardım edip onları başarıya ulaştırması anlamını da içerir. Kelâmcılar. filozoflar tarafından ortaya konan inayet anlayışına ilâhî ira­deyi devre dışı bıraktığı gerekçesiyle karşı çıkmışlardır. Sûfîler de ina­yeti Allah’ın âleme ve kullarına lütuf ve rahmeti olarak anlamışlardır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski