İplikçi Camii -Konya- Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

İplikçi Camii. Konya’da Selçuklu dönemine ait cami. Alâeddin tepesinin doğusundaki Kürk­çü mahallesinde yer alan ve Ebülfazl Mes­cidi adıyla da bilinen İplikçi Camii’nin ilk inşa tarihi XIII. yüzyıl başlarına kadar in­mektedir. Bu döneme ait mihrap kalıntı­sının yerinde bulunması, bir vakfiye kaydı ve Ortaçağ kaynaklarında adının geçme­si yapıyı ayrıca önemli kılar. Yapı önceleri ilk banisinden dolayı Ebülfazl. daha son­ra ihyası sebebiyle Ahmed Bey Camii ad­larıyla anılmıştır. Eskiden bitişiğinde yer alan Altun aba (Altınapa) Medresesi’nin 598 (1202) tarihli vakfiyesinde belirtilen İplikçi Necîbüddin Ayaz’ın medresenin mütevellisi olması ve yakınında da İplikçiler Çarşısı’nın bulunması neticesinde her iki yapı da önce İplikçiler. ardından İplikçi adıyla meşhur olmuştur.

Genişletilip yenilenerek bugünkü şek­lini alan eserin inşa kitabesi mevcut olma­makla birlikle Ariflerin Menkıbeleri’nde Ahmed Eflâkî’nin şu ifadesi tarihlen-dirmeye yardımcı olan ipucunu vermek­tedir: “Seyyid Selâhaddin bir gün Konya’­ya geldi, Ebülfazl Mescidinde cuma na­mazında bulundu. 0 gün Mevlânâ hazret­leri vaaz ediyordu.” Buna göre cami, XIII. yüzyılın ortalarından itibaren önemli bir dinî merkez olarak hizmet veriyordu. Esa­sen bugünkü mihrabın altında bulunan mozaik çini kaplamalı mihrap, eserin XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl başlarına tarihlenmesinde yeterli bir ipucu sayılmak­tadır. İbrahim Hakkı Konyah’ya göre ca­mi, eskiden bitişiğinde yer alan medre­seden önce Tebrizli Ebü’l-Fazl Abdülcebbâr tarafından inşa ettirilmiştir. Buna karşılık bazı araştırmacılar, caminin med­reseden kısa bir süre sonra medresenin banisi olan Altun – aba tarafından yapıldı­ğı görüşünü benimsemektedir. Kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre yapıyı 733 yılının Receb ayı ortasında (1333 Nisan başı) Kişçi (Somuncu) Mesudzâde Hacı Ebûbekir ge­nişleterek yenilemiştir. 834 (1431) tarihli vakfiyede ise caminin Turgut oğlu Ebül­fazl Ahmed Bey tarafından ihya edildiği belirtilmektedir. Bir yangın sonucunda harap olan yapının 992 (1584) yılından önce tüccardan Hacı Emrullah tarafından tekrar tamir ettirildiği bilinmektedir.

Caminin planı ve bitişiğindeki Altunaba Medresesi’yle olan ilişkisi tartışmalı­dır. 1939’daki onarımı sırasında yapılan temizlik hafriyatında bitişiğinde bir baş­ka yapının varlığı ortaya çıkmıştır. Cami muhtemelen bugün mevcut olmayan medreseye duvarından bitişikti. Günü­müzde cami duvarında kalıntısı görülen kemer izi medreseye ait olabilir; ancak caminin güney cephe duvarı önünde ya­pılan kazıda eski bir minareye ait temel kalıntılarının bulunmuş olması, söz konu­su kemer izinin ilk camiye ait olabileceği­ni de akla getirmektedir. Birçok defa ona­rılan ve caddenin genişletilmesi için bü­tünüyle yıktırılması dahi düşünülmüş olan yapı, 1945’te Müzeler Müdürlüğü tarafın­dan yapılan restorasyonla son şeklini al­mıştır. 1951 yılında Konya Müzesi Klasik Eserler Bölümü olarak hizmete sokulan bina 1960 yılının Şubat ayında tekrar ca­mi olarak açılmıştır.

Caminin bugünkü dış görünüşü yanıl­tıcıdır. Plan ve örtü sistemindeki değişik­lik, 733’te (1333) yapılan tamir ve geniş­letme işlemine bağlanmaktaysa da eski fotoğraflar, kubbelerin 1900’lü yıllardan sonra ortadan kaldırıldığını açıkça gös­termektedir. Günümüzde çevresinde yük­seltilmiş olan yol ve kaldırımlar dolayısıyla çukurda kalan yapının cephe duvarları ve minare kaidesi iyice yükseltilmiştir. Aynı konumda yer alan bundan önceki mina­re, nisbeten yüksekçe bir tuğla kaide üze­rinde prizmatik geçişli bir pabuç kısmı İle çokgen bir kaval silmeye bağlanıyordu. Bundan sonra tuğla örgülerle devam eden silindirik gövdenin gerçek yüksekliği ve şerefenin orijinal durumu bilinmemekte­dir. Eski fotoğrafında görülen güdük mi­narenin XIX. yüzyılda yapılan esaslı bir onarımdan sonra bu şekli aldığı düşünülebilir. Yeni mihrapla birlikte yapıldığı tahmin edilen bu minarenin Selçuklu dö­neminde çok daha yüksek, tuğla malze­menin yoğun kullanıldığı, mukarnaslı şe­refe altı ile daha farklı bir görünümde ol­duğu anlaşılmaktadır.

Yer yer kesme taş ve tuğla dizileriyle örülü olan duvarlarda yüksek, fakat dü­zenli sıralarla pencereler açılmış ve iç me­kâna yeterli ışık sağlanmıştır. Orta kesim­de yükselen üç kubbe sırasıyla tamamla­nan kütle kompozisyonu bugünkü masif -prizmatik görünüşünden oldukça fark­lıydı.

Yaklaşık 30 x 40 m. ölçüsünde dikdört­gen bir alana yerleştirilen yapının plan şeması XIII. yüzyıl Selçuklu camilerinde benimsenen düzene uygundur. Mihrap duvarına göre enlemesine gelişen plan­da orta sahn biraz daha geniş tutularak vurgulanmıştır. Mihrap duvarına dik yedi nef, birbirine kemerle bağlanan örtü sis­teminin altında enlemesine üç koridor halindedir. Girişten sonraki yan mekân­lar çapraz tonozlarla, mihrap duvarına bitişik nef beşik tonozla Örtülüdür. Ana girişle mihrabı birleştiren eksende üç nef boyunca tekrarlanan üç kubbe planın en karakteristik özelliğidir. Girişten sonra gelen iki kubbe oval formlarıyla az rast­lanan örneklerdendir.

Tamamen sıvayla örtülen iç mekânda XIX. yüzyıla ait barok karakterli bir mih­rap görülmekle birlikte asıl mihrabın ka­lıntısı bunun ve döşemenin altında Sel­çuklu üslûbu ile kendini belli etmektedir. Alttaki mihrap, Anadolu Selçuklu sanatı­na ait en eski örnek olarak tanımlanmak­tadır. Fîrûze ve mor çinilerle geometrik kompozisyonlu çerçeve, yine bunun yanın­da fîrûze ve lâcivert çinilerle rûmî kompo­zisyonlu ikinci bir çerçeve görülür. Mihra­bın çini işçiliği, renk ve desen zevki, XIII. yüzyılın başlarına tarihlenebilecek bir anlayış ve üslûbu yansıtmaktadır. Değişen mimari duruma karşılık mozaik çinili mih­rap ve vakfiyedeki ifadeler. İplikçi Camii’nin Konya’daki Selçuklu dinî mimarisinin erken tarihli örneklerinden biri olarak de­ğerlendirilmesi gerektiğini göstermek­tedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski