İrşad. Doğru yolu gösterme anlamında bir terim.
Sözlükte “doğru yolu bulup kararlılıkla benimsemek” anlamındaki rüşd kökünden masdar olan irşâd “doğru yolu göstermek” demektir. Burada sözü edilen yolun maddî mânada olması mümkün görülmekle birlikte daha çok aklî-manevî alanı ilgilendirdiği kabul edilir. Dolayısıyla irşad din terminolojisinde hidayet ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Ancak hidayeti gerçekleştirme işi genellikle Allah’a nisbet edildiği halde irşad kula da izafe edilebilmektedir. “Allah’ın, kulunun fiilini kendi rızâsına uygun şekilde yaratması” diye tanımlanabilen tevfîk ile irşad arasında anlam yakınlığı bulunmaktadır. Fakat İrşad. hem mümin hem de kâfire yönelik olduğu halde tevfîk sadece müminler için söz konusudur. İrşad kavramıyla anlam yakınlığı bulunan kelimelerden biri de da’vettir. “İnsanları İslâm dinini benimsemeye ve müslümanları dinî görevlerini yerine getirmeye çağırma” anlamındaki davet daha çok bu İki anlamın birincisinde, irşad ise ikincisinde yaygınlık kazanmıştır. Bunlara ayrıcateblîğ, tezkîr, tebşîr, inzâr ve emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker kavramlarını da ilâve etmek mümkündür.
İrşad kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’deyer almamakla birlikte rüşd kökü ve ondan türeyen kelimeler on dokuz âyette geçmektedir. “Hidayet, doğruluk, isabet, hayır, fayda, reşid olma” mânalarına gelen bu kelimeler mutlak olarak veya insana nisbet edilerek kullanılmış, bir âyette mür-şid ismi dolaylı biçimde Allah’a izafe edilmiştir.[Kehf 18/17] Diğer bir âyette doğru yolu bulabileceklerin nitelikleri Allah’ı kendilerine yakın bilip 0’na yönelmek, davetine icabet edip inanmak şeklinde ifade edilmiştir.[Bakara 2/186] Doğru yolu bulmuş olanların zikredildiği bir âyette ise bu nitelikler, “Allah size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize sindirmiş, küfrü, fışkı ve isyanı da size çirkin göstermiştir” [Hucurât 49/7] cümleleriyle belirtilmiştir. Rüşd kavramı hadislerde “maddî ve manevî alandaki doğru yolu bulmak, bu yolu göstermek” anlamında kullanılmıştır. Hz. Peygamber, müslü-man olması sırasında Husayn’e bütün davranışlarında doğru olanı bulma yeteneğini kendisine ihsan etmesi için Allah’a dua etmesini tavsiye etmiş kendisi de Hucurât sûresinde doğru yolu bulmuş olanlar için zikredilen vasıfları lütfetmesini Cenâb-ı Hak’tan talep etmiştir. Reşîd (râşid) bütün işleri isabetli ve hedefe ulaşıcı kelimesi es-mâ-i hüsnâdan biri olarak Allah’a nisbet edilmiştir.
Daha ziyade içe yönelik bir faaliyet olarak müslümanların dinî görevlerini yerine getirmesine katkıda bulunma çerçevesinde düşünülen irşadın gerekliliği açıktır. İnsan, dünya hayatında doğru yoldan ayrılmaması, dolayısıyla ebediyet âleminin mutluluğunu elde edebilmesi için bazı imkânlara sahip olmakla birlikte bir takım engellerle de karşılaşmaktadır. Onun sahip bulunduğu imkânlar selim yaratılış, akıl ve sosyal tecrübe türünden şeylerdir. Engeller ise bu imkânların yozlaşması veya yetersiz kalmasından başka yine İnsan fıtratından ve hariçten gelen yanıltıcı ve saptırıcı faktörlerin etkin güç kazanma-sıdır. Kur’ân-ı Kerîm, insanın iyiyi kötüden ayırt etme yeteneğine ve aklî kapasitesine vurgu yapmakla birlikte [Rûm 30/ 30] bunların yetersiz kalması veya yanlış kullanılması sebebiyle sosyal gözlem ve tecrübelerin de yanıltıcı olabileceğine işaret etmektedir. “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan seni Allah yolundan saptırırlar [En’âm6/l 16] mealindeki âyetle, bir toplumun fıtrî meziyetlerini değiştirmedikçe Allah’ın onların iyi durumlarını değiştirmeyeceğini beyan eden âyet [Ra’d 13/11] bu sosyolojik realiteyi haber vermektedir. Önleyici tedbirler alınmadığı takdirde toplumda meydana gelecek bozulmalar Kur’an’da “zulüm” diye nitelendirilmiş ve bunun sonucunda ortaya çıkacak olan fitnenin sadece kötülere değil toplumun bütün fertlerine yönelik olacağı ifade edilmiştir.[Enfâl 8/25]
Din, isabetli yolu bulması için kişiye verilen imkânları destekleyen güçlü bir faktördür. Din İnsana selim fıtratının özelliklerini hatırlatmakta, aklına vahiy ile ışık tutmakta ve sosyal tecrübesinin sağlıklı yürümesine katkıda bulunmaktadır. Bu sebeple irşad faaliyetleri, müslümanlar arasında manevî yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan vasıtaların başında yer almaktadır. Aslında müslümanların irşad görevi kendilerine, diğer din mensuplarına ve bütün insanlara karşı sorumluluk yüklemektedir.[Bakara 2/143; Âl-i İmrân 3/104, 110] Hz. Peygamber, bir toplumu oluşturan insanları aynı gemiye binmiş olan yolculara benzetmektedir. Geminin alt katında bulunanlar su ihtiyaçlarını karşılamak üzere delik açmaya kalkışır, üst kattakiler de onlara engel olmazsa hep beraber boğulacak, üsttekiler uyarı görevlerini yerine getirdikleri takdirde yine hep beraber selâmete ereceklerdir. Hayber Kalesi’nin kuşatılması sırasında Hz. Ali’nin, “Hayber yahudileriyle bizim gibi müslüman oluncaya kadar savaşmalıyız” şeklindeki önerisi üzerine Resül-i Ekrem’in verdiği cevap irşadın İslâm’daki önemini belirtmesi açısından dikkat çekicidir: “Acele etme yâ Ali! Hayber toprağına sükûnetle gir, sonra onları İslâm’a davet et. Şunu bil ki tek bir kişinin senin irşadınla müslüman olması en değerli ganimet olan kızıl develerin sana verilmesinden hayırlıdır.
Nahl sûresinin 125. âyeti irşad için takip edilecek yöntemlere ışık tutmaktadır. Bunlar hikmet, güzel öğüt, iyi niyet ve samimiyete dayalı inandırıcı tartışmadır. Hikmet, her toplumda sayıları fazla olmayan âlim ve düşünürlere hitap eden kesin delillerden oluşur. Güzel öğüt, psikolojik faktörlerin kullanılması başta olmak üzere çeşitli vesilelerle ikna etmeyi amaçlayan bir irşad yolu olup kalabalık kitlelere yöneliktir. Duruma en elverişli tartışma yöntemi ise iyi niyetli olmayan grupları hedeflemektedir. Buradaki amaç da onları susturup kalabalık halk kitlelerine verecekleri zararı asgariye indirmektir. Aslında cedel yöntemiyle de bazı insanların gerçeği anlayıp benimsemesi mümkündür. İlmî faaliyet, halka yönelik çalışma ve İslâm’ı hedef alan eleştirileri cevaplandırmak şeklinde de ifade edilebilecek olan bu üç yöntemden başka ayrıca fiilî irşad yöntemi de önemlidir. Kur’ân-ı Kerîm’de, İsrâiloğullan âlimlerinin ilâhî mesajı okuyup gerçeği bildikleri halde kendilerini unutarak sadece diğer insanlara erdemli olmayı emretmeleri eleştirilmiş, böyle davrananların akıllarını kullanmadıkları ifade edilmiştir (Bakara 2/44). İslâmiyet’in, doğuşundan itibaren insanların gönlünde yer etmesi, yayılması ve evrensel bir din haline gelmesinin önemli âmillerinden biri. başta Peygamber olmak üzere mensuplarının dinin gereklerini yerine getirmesi, sözleriyle fiillerinin birbirine uymasıdır. Özellikle büyük halk kitleleri, nazarî bilgilerden çok, örnek müslü-man tiplerinden etkilenerek İslâm dinini benimsemiştir. Resûl-i Ekrem’in teheccüt namazlarında tekrarladığı dua ve niyaz ifadeleri arasında yer alan, “Allahım! Bütün peygamberler haktır, Muhammed de haktır” cümlesi ayrıca hayatının sıkıntılı ve rahat dönemlerinde sözleriyle fiilleri arasında hiçbir farklılığın bulunmaması konunun önemli kanıtlarından birini teşkil etmektedir.
Emir bi’l-ma’rûf nehiy ani’l-münker ilkesi açısından düşünüldüğü takdirde İrşadın bütün müslümanlara yönelik bir görev olduğu anlaşılır. İnsanın bilgisi, yetenek ve yetkisi arttıkça sorumluluğu da artar ve bu sorumluluk sade müslüman ferde kadar ulaşır. “Ey Peygamber! Biz seni gerçeğin bir temsilcisi, bir müjdeci ve uyarıcı, herkesi Alah’ın izniyle O’na çağıran ve ışık saçan bir kandil konumunda gönderdik” mealindeki âyet [Ahzâb 33/45-46] hem Resûl-i Ekrem’in irşad hiyerarşisinin başında yer aldığını bildirmekte hem de mürşidin önemli niteliklerini anlatmaktadır. Âyette sıralanan beş niteliğin ilki ilâhî gerçeklerin yanında sosyal realiteye vâkıf olmayı içermekte, ikinci ve üçüncü nitelikler, özendirme ve uyarma yöntemlerini yerine göre kullanmaya işaret etmektedir. Hz. Peygamber’in ferdî ve içtimaî konularda daima kolay olanı tercih ettiği bilinmektedir. Ayrıca 0, “Elinizden geldikçe kolaylaştırın, güçleştirmeyin; müjdeleyici olun, nefret ettirici sözler söylemeyin ve bu tür davranışlardan kaçının sözleriyle de bunu bir ilke haline getirmiştir. Dördüncü nitelik olarak zikredilen davet mürşidin sürekli olarak gayret göstermesini, muhatapları için rahmet ve hidayet talep etmesini gerektirir. Nitekim Hz. Peygamber müşriklere beddua etmesi istendiği en sıkıntılı zamanlarında bile, “Ben lanet edici değil, davet edici ve rahmet dileyici olarak görevlendirildim” demiştir. “Işık saçan kandil” olma niteliği mürşidin anlattığı mesajın gereklerini yerine getirmesi, misyonuna uygun bir hayat yaşaması ve fiilî temsil konumunu daima koruması şeklinde anlaşılmalıdır. Mürşid için önemli olan diğer bir vasıf da onun sabırlı olmasıdır. İrşad faaliyetlerinde göğüs gerilmesi gereken başlıca iki güçlükten söz etmek mümkündür. Bunlardan biri mürşidin beşeri arzularının direnişi, diğeri ise dıştan gelecek tepkilerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de, irşad görevinin yerine getirilmesi sırasında ortaya çıkacak güçlüklere karşı sabır ve namazı (veya dua) vasıta kılarak Allah’tan yardım istenmesi tavsiye edilmiştir.[Bakara 2/45. 153; Lokman 31/ 17] Resûl-i Ekrem de insanların arasına girip eziyetlerine katlanan müslümanın onlarla bir arada bulunmayan, dolayısıyla eziyetlerine mâruz kalmayan müslümandan daha hayırlı olduğunu bildirmiştir.
İrşadla ilgili olarak kaleme alınan eserler genellikle tasavvufî mahiyette veya mev’iza türündedir. Aiay müftüsü Muhammed Şâkir’in İrşâdü’î-gâfilîn (İstanbul 1326) ve Süleyman Uludağ’ın İslâm’da İrşad adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir. M. Fethullah Gülen’in İrşad Ekseni (İstanbul 1998) adlı eseri de bu alanda sürdürülen uygulamaların bir ürünüdür.
TDV İslâm Ansiklopedisi